to lose my life... | white lies

Kimilerine göre 2009 yılının en iyi albümlerinden biri, kimilerine göre ise orijinallikten yoksun, üzerinde fazla uğraşılmamış vasat bir albüm. White Lies’ın ilk albümü olan To Lose My Life… çok farklı yorumlar alsa da göreceli kavramlara çok takılmazsak başlı başına ayakları yere basan bir albüm.
paylaş:

the hobbit: an unexpected journey (2012) ilk fragman

En başarılı uyarlamalardan biri olarak kabul edilen The Lord Of The Rings’in yönetmeninden J.R.R. Tolkien’in en az LOTR kadar bilinen ve takdir edilen kitabı Hobbit’in uyarlaması 2012de sinemalarda olacak. İki bölümden oluşan film LOTR’dan önceki zamanı ele alıyor ve güç yüzüğünün bulunmasını, Hobbit’e geçişini anlatıyor.
İlk bölüm olan The Hobbit: An Unexpected Journey’in ilk fragmanı yayınlandı.
İşte fragman:
paylaş:

stephen king's bag of bones



Bag of Bones.
Yönetmen: Mick Garris
Senaryo: Stephen King (roman), Matt Venne
Oyuncular: Pierce Brosnan, Melissa George, Annabeth Gish
Tür: Dram | Korku
Yıl: 2011
Süre: 234 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 6.5/10 (ort. 1000 kullanıcı)
paylaş:

nobel'den de öte | xavi ayén | kim manresa


Tartışmasız Nobel, edebiyat dünyasındaki en itibarlı ödül. Bir ayrım yapmak ve karar verme sürecinde önemli bir etken, çoğu kişiye göre de etkili bir kıstas. Tabii Nobel, kazanıldıktan sonra da tartışmalara maruz kalmanın kaçınılmaz olduğu bir getiri.
Bu ödülü kazanan yazarlar dünya çapında bir ikona dönüşmüş durumda, saygınlıkları tartışılmaz. Tabii ödülü kazananlar kadar ödülü kazanıp reddedenlerin öyküleri de ilgi çekiyor. Ucunda bir milyon dolarlık bir maddi getirinin yanında, bitmeyen telefon konuşmaları, uzayıp giden röportaj kuyrukları, evrensel bir saygınlık, kitap satışlarındaki artış…
Nobel Edebiyat Ödüllü 16 yazarlarla söyleşilerin yer aldığı “Nobel’den de Öte” adlı kitap, bu ödülü hak eden yazarların hayata bakış açılarını, bizden farklılıklarını, kendi içlerindeki benzerliklerini, hayatın göbeğine edebiyatı yerleştiren bu kişilerle geçirilen zorlukları görmek için çarpıcı bir kaynak. Siyah beyaz fotoğraflarla zenginleştirilmiş eserin meydana gelme hikâyesini ise yazar Xavi Ayén şu şekilde anlatıyor kitabın girişinde,
paylaş:

illallah! şimdi de einstein yargılanıyor


Metis Yayınları’nın ajandaları dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Her yıl farklı konular işleyen ajandaları 2012 yılı için “olmayan kelimeler” konusuna değinmiş. Takdir edilesi.
Fakat 2009’un sonlarına doğru hazırlanan 2010 ajandasının işlediği konu birilerinin sinirini bozmuş ki mahkemelik olmuş. Ajandanın ismi “İllallah!”. İşlenilen konu ise tahmin edileceği gibi dini öğeler.
Yasaklamalara artık her yeni günde rastlamanın mümkün olduğu ülkemizde çok da şaşılası bir durum değil aslında. Hele hele dinsel açıdan bazı değerler anlatılmaya ya da göz önüne getirilmeye başlandığında sonucunu tahmin etmek pek zor olmuyor.
paylaş:

silmarillion | j.r.r tolkien


J. R. R. Tolkien denince akla muhakkak The Lord Of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) gelir. Kitabı okunmamış olsa da filmi muhakkak çoğu kişi tarafından defalarca izlenmiştir. En iyi üçlemeler, en iyi uyarlamalar arasında rahatlıkla söylenebilecek yapıdadır aynı zamanda. Belirtmeliyim ki ben de filmleri defalarca izleyip kitapları henüz okumayanlardanım.
Aslında okumaya karar verdiğimde yaptığım internet taramalarından sonra aslında tüm hikayenin Silmarillion ile başladığını sonrasında Hobbit ile devam ettiğini keşfettim. Bu sebeple eğer bu hayran kaldığım Orta Dünya macerasına adım atmam gerekiyorsa ilk önce Silmarillion’u yalayıp yutmam kanısına vardım. Ardından elime aldığım kitaba daldım ve bitene kadar kendimi okumaktan alamadım.
Yapılan yorumlarda kitabı tamamlayamayanların yahut ilk birkaç sayfasında bırakanlar da yok değil. Bunun sebebi ortak bir görüşten doğuyor aslında. Kitabın uzun olması ve kitaptaki karakterlerin çokluğu ve isimler. Bana göre kitabın okunmasında çok sıkıntı yok, güzel diliyle akıp gidiyor ve eğer fantastik kurgu ilginizi çekiyorsa zaten bundan çok da söz etmek doğru değil fakat isimler konusunda çoğunluğun dediğine hak veriyorum. Çünkü ilk iki cümlesinde bile dört adet özel isim geçiyor.  Ama bu ilerleyen sayfalara doğru kitabın okuyanı içine çekmesiyle ortadan kalkıveriyor. Bu yüzden gözü korkutmamak gerek.
paylaş:

ya sahne buz tutarsa: ice age live!


2012 yazında dördüncü filmiyle beyaz perdeyi süslemesi beklenen Buz Devri, diğer üç filmiyle en başarılı animasyonlar arasında yerini almış ve milyar dolarlık hâsılatıyla da yapımcıların ceplerini doldurmuştu.
Açıklamalara göre 20th Century ve Stage Entertaintment Touring Productions’ın üstlendiği bir gösteriyle Buz Devri macerasının bu geçen filmlerinin toplandığı bir konuyla sahnenin buz tutmasını sağlanacak. Öykü üzerine kurgulanan şovların, buz pateni ve kukla gösterilerinin yer verileceği bu organizasyonla bir nevi efsane canlanacak.
Ice Age Live! A Mammoth Adventure adıyla izleyicilerinin karşısına çıkmaya hazırlanan ekip, dünya turu yaparak sevenlerinin önünde performansını sergileyecek. Açılış ise ilk olarak 2012 kasımında Londra’da gerçekleştirilecek. Dünya turunun yaklaşık beş yıl süreceği ve otuzdan fazla ülkede gösterileceği söyleniyor.
Gösteriyi yöneten kişi ise Guy Caron olacakmış.
paylaş:

bizim büyük çaresizliğimiz (2011)


Yönetmen: Seyfi Teoman
Senaryo: Barış Bıçakçı (roman), Seyfi Teoman
Oyuncular: İlker Aksum, Fatih Al, Güneş Şahin
Tür: Dram
Yıl: 2011
Süre: 102 dak.
Ülke: Türkiye, Almanya, Hollanda
Dil: Türkçe
Ödül: 2 ödül, 2 adaylık
IMDb puanı: 6.9/10

Bizim büyük çaresizliğimiz aynı kişiye âşık olmamız mıydı yoksa sokaktan gelen çocuk seslerinin arasında sesimizin olmayışı mıydı? Ya kadınlar kelebek değilse, kitap değilse, gizemli değilse? Peynirin üzerine reçel dökülebilir belki, köftenin üzerine dökülürse?
Aynı evde yaşayan iki eski arkadaşın hayatlarına dolaylı yollardan dâhil olan bir kızla birlikte yaşadıkları dramatik, romantik ve komik hikâyesini anlatan Bizim Büyük Çaresizliğimiz, sakin bir o kadar da samimi Ankara filmi.
paylaş:

telefon kütüphanesi: kitaplar konuşur, engeller yok olur


Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Laboratuvarı (GETEM) ve Türk Telekom, Türkiye’nin ilk telefon kütüphanesini hayata geçiriyor. Telefon Kütüphanesi Projesi ile yüzlerce sesli kitap 0 800 219 91 91 numaralı telefon üzerinden görme engelli Türk Telekom müşterilerine ev telefonları üzerinden ücretsiz olarak sunuluyor.
paylaş:

bad sex in fiction award / edebiyatta kötü seks ödülü


Edebiyatta Kötü Seks Ödülü (Bad Sex in Fiction Award), Literary Review adlı derginin 1993 yılından bu yana verdiği bir ödül. Amacı kötü seksi anlatan değil seksi kötü şekilde anlatan yazarları bulup bunu yapmaktan caydırmak olarak bilinen ödül, edebiyatta sıklıkla görülen cinsel ilişki kavramlarında gereksiz paragraflarda yapılan özensiz, kaba ve hiçbir zevk ihtiva etmeyen anlatımlara dikkat çekerek ve bu durumu bir daha yapmamalarını sağlayarak, aynı zamanda bundan sonra yazılacak kitaplar için diğer yazarlara da bir mesaj göndererek tepkisini dile getiriyor.
paylaş:

yabancı | albert camus


L'étranger.
Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcisi Albert Camus’nün 1942’de yayımlanan Yabancı’sında insanın kendisi ve dış dünya arasındaki mesafe anlatılır. Meursault, kavurucu güneşle birlikte aslında hiçbir sebep yokken bir Arap’ı öldürür. Aslına bakıldığında işlenen cinayet sanki kendi iradesi dışında gerçekleşmiş hatta buna Meursault’un başına geçen ve gözlerini alan güneş sebep olmuştur. Hatta Camus olayı öyle bir betimlemiştir ki cinayetin kaçınılmaz olduğunu anlar okuyucu.
Sonrasında Meursault tutuklanır ve yargılanır. Fakat mahkemede yargılanan ve bu durum karşısında hayatı söz konusu olan kişi kendisi değil de bir başkasıymış gibi tüm olan biteni anlamayan, kayıtsız bakışlarla izler durur dışarıdan. Olay karşısında sergilediği hareketlere inanamayanlara, yaptıklarına mantıklı anlamlar yüklemeye çalışanlara da şaşar, onların neden böyle bir tavır gösterdiğini umursamaz, çözmeye de çalışmaz.
Yargı süresince kendisini savunma zahmetine de girmez. Doğrusunu söylemek gerekirse o, üzerine giydiği bedenden çok farklı birisidir, sanki içinde yaşadığı hayata uygun biri olarak yaratılmamış ve olay bittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gidecek bir varlıktır, çevresine uyum gösteremeyen bir yaratık, herkese ve kendisine karşı bir yabancıdır.
paylaş:

mr. nobody (2009)


Yönetmen: Jaco Van Dormael
Senaryo: Jaco Van Dormael
Oyuncular: Jared Leto, Sarah Polley, Diane Kruger
Tür: Dram | Fantastik | Romantik | Bilim-kurgu
Yıl: 2009
Süre: 141 dak.
Ülke: Kanada, Belçika, Fransa, Almanya
Dil: İngilizce
Ödül: 5 ödül, 3 adaylık
IMDb puanı: 7.8/10

Beyaz malum sıvının içinde yüzmektesiniz, portakalda vitamin olayları vs. anneniz ve babanızı kendiniz seçiyorsunuz, gelecek hakkında tüm bilgi birikimine sahisiniz, olacakları görüyorsunuz ve bir anda melekler çıkıveriyor ve dudaklarınıza dokunuyor, tam da üst dudağın ortasına ve dudak aşağı doğru bükülüveriyor, siz de o küçük saflığınızla tüm bildiklerinizi unutuveriyorsunuz. Ama işler küçük bir aksilik sonucu bozuluyor, melekler bir çocuğa dokunmayı unutuyor.
paylaş:

tehlikeli diyardan öyküler | j.r.r. tolkien


Tales From The Perilous Realm.
J.R.R. Tolien’in Ham’li Çiftçi Giles (1949), Yaprak Çizen Niggle (1964), Büyük Woottom Demircisi (1967) adlı öykülerinden ve içinde 16 şiirin bulunduğu Tom Bombadil’in Maceraları (1961) adlı bölümden oluşam Tehlikeli Diyardan Öyküler, Niran Elçi çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıkan 223 sayfalık bir kitap.
Kitap Tolkien’in Peri Masalları Üzerine başlıklı dersinden bir alıntıyla başlıyor. Alıntı şöyle:
“Peri Diyarı tehlikeli bir yerdir ve ihtiyatsız ayaklar için pek çok çukur, fazla cüretli olanlar için pek çok zindan barındırır… Peri masallarının dünyası engin, derin ve yüksektir ve birçok şeyle doludur: Orada her tür hayvan ve kuş; kıyısız denizler, sayısız yıldız; kendisi bir büyü olan güzellik ve her daim mevcut bir tehlike; kılıç kadar keskin coşku ve hüzün vardır. O diyara girmiş bir insan orayı gördüğü için kendini talihli sayabilir ama Peri Diyarı’nın zenginliği ve tuhaflığı gezginin dilini bağlar, anlatamaz. Ve orada bulunduğu sürece, çok fazla soru sorması tehlikelidir, çünkü kapılar yüzüne kapanabilir ve anahtarlar kaybolabilir.”
Kitaptaki bölümlerden bahsedecek olursak,
paylaş:

melancholia (2011)


Yönetmen: Lars von Trier
Senaryo: Lars von Trier
Oyuncular: Kristen Dunst, Charlotte Gainsbourg, Kiefer Sutherland, Alexander Skarsgård, Stellan Skarsgård, Udo Kier
Tür: Dram | Bilim-kurgu
Yıl: 2011
Süre: 136 dak.
Ülke: Danimarka, İsveç, Fransa, Almanya
Dil: İngilizce
Ödül: 2 ödül, 6 adaylık
IMDb puanı: 7.5/10
Metascore: 82/100

Melancholia bir Amerikan filmi olsaydı muhakkak dünyaya çarpacak olan gezegeni patlatma planları kurulurdu ama bu bir Lars von Trier filmi ve işler hiç de düşünüldüğü gibi gitmiyor, herkes sadece hayale sığınıyor ve bekliyor. Üstelik Melancholia’yı bir felaket filmi olarak görmek de ne kadar doğrudur bilinmez, sonrasında böyle sığ düşüncelere kapılanlardan yer çekimi kanunu, kütle kanunu gibi kurallara uyulmadığı fikri çıkabiliyor ve bu da komikliğe sebebiyet verebiliyor.
paylaş:

dogville (2003)


Yönetmen: Lars von Trier
Senaryo: Lars von Trier
Oyuncular: Nicole Kidman, Paul Bettany, Lauren Bacall
Tür: Dram | Gizem | Gerilim
Yıl: 2003
Süre: 178 dak.
Ülke: Danimarka, İsveç, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Norveç, Finlandiya
Dil: İngilizce
Ödül: 13 ödül, 19 adaylık
IMDb puanı: 8.0/10
Metascore: 59/100

Bazı insanlar ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın eğitilemezler ve bazılarını ise kötülükten uzak tutamazsınız. Bu kişiler her zaman çevrenizde bulunduğu için onları görmezden gelemez, başınızı her gördüğünüzde çeviremezsiniz. Yaptığı kötülükleri söyleyemez ve bunu hata olarak gösteremezsiniz. Çünkü her yapılan kötülük bir hata değildir. Eğer bu yapılanları söylerseniz bunu karşılığında size duyulan nefret elinize kalan olacaktır. Bu kişilere her daim merhamet de gösteremezsiniz, çünkü gösterilen merhamet değer görmeyecektir ve denilebilir ki merhamet denilen kavram bazen en iyisi, doğrusu ve ahlaklısı olmayabilir. 
paylaş:

into the wild (2007)


Yönetmen: Sean Penn
Senaryo: Sean Penn, Jon Krakauer (kitap)
Oyuncular: Emile Hirsch, Vince Vaughn, Catherine Keener, Kristen Stewart
Tür: Macera | Biyografi | Dram
Yıl: 2007
Süre: 148 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Danca
Ödül: 2 Oscar adaylığı, 15 ödül, 37 adaylık
IMDb puanı: 8.2/10
Top 250: #148
Metascore: 73/100

Gerçek mutluluk sadece paylaşılarak mı yaşanır yoksa acılara tek başına katlanmak zor mudur? Into the Wild bu sorunu cevabını arıyor bir nevi.
Macera düşkünü bir genç, okuldaki başarısını hiçe sayıp, ailesinin onun eğitimi için biriktirdiği parayı yardım kuruluşuna vererek medeniyetin kaosundan uzaklaşmak, sadece kendisiyle kalabileceği bir yer bulmak için doğaya doğru adım atmaya karar verir. Ebeveynleriyle olan sorunlu ilişkisi, kafasını kurcalayan soru işaretleri ve anlama çabası bu kararı almasındaki en büyük etkenlerden bir kaçı. Ailesinde en çok değer verdiği kişi kız kardeşi ve biz filmi onun dilinden izliyoruz.
paylaş:

idefix 9. sanal kitap fuarı


“1014 yayınevi ve 90000 kitapla Türkiye’nin en büyük kitap fuarı” sloganıyla bu yıl sanal dünyada 9. Kez okurlarla birlikte olan İdefix kitap fuarı 21 Aralığa kadar kapılarını aralık bırakacak.
255 yayınevinde %25-30, 528 yayınevinde %35, 202 yayınevinde %40 ve 30 yayınevinde %45-50 indirim sunan sanal kitap fuarı bunun yanında kitap setlerinde %70e varan indirim imkânı da yaratıyor.
Kitap okumayı erteleyenler ya da yeni kitap almak için iyi bir indirim fırsatından yararlanmak isteyenler, bu fuarı kaçırmayacaklardır.
Sitede özel olarak hazırlanmış bölümlerle tam da fuarlardaki gibi bir ortam oluşturulmuş. İndirimli setleri bir yerden bulmanız, yazarların sizin için önerdiklerine bakmanız oldukça kolay. Bunun yanında ödüllü yarışmalar da düzenleniyor. Ayrıca 2011 yılı kitapları yazarlar, eleştirmenler ve sanatçılar tarafından değerlendirilip oylanmış ve ortaya 2011 yılının en iyi 100 romanı çıkmış, yine buradan bu listeye ulaşabiliyor, kitaplar hakkında kısa bilgileri okuyabilir ve kolaylıkla sepetinize ekleyebiliyorsunuz. Bununla beraber imzalı kitap alma şansınız da var.
İdefix 9. Sanal Kitap Fuarına bu bağlantıyı kullanarak ulaşabilirsiniz.
paylaş:

gezici festival 2011


1995 yılından bu yana amacı ülkenin ücra köşeleri de dahil yer yere filmleri taşımak ve insanları hem yerli hem yabancı filmlerle tanıştırırken hem de dünya ülkelerine yerli yapımları tanıtmak olan festival bu yıl 17. yolculuğuna çıkıyor.
paylaş:

repo! the genetic opera (2008)


Yönetmen: Darren Lynn Bousman
Senaryo: Darren Smith, Terrance Zdunich
Oyuncular: Paul Sorvino, Anthony Head, Alexa Vega, Paris Hilton
Tür: Korku | Komedi | Müzikal | Bilim-kurgu
Yıl: 2008
Süre: 98 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 4 ödül
IMDb puanı: 6.4/10
Metascore: 32/100

Çok da ileriki yıllar değil aslında, 2050lerden bahsediyoruz. Salgın bir hastalık sebebiyle tüm dünyada insanlar ölümle yüz yüze, organlarını kullanamıyorlar. Böyle bir ortamda kurtarıcı olarak görülen bir şirket çıkagelir. GeneCo adlı bu tıp/bio-teknoloji şirketi, reklamlarıyla kendisini insanlara duyurmaya başlıyor. Kişilerin ameliyatla hasarlı organlarını değiştirmesine yönelik bu şirket, her geçen gün daha çok ameliyat yaparak kendini kuvvetlendirirken bir süre sonra sözleşme karşılığında da operasyon yapma yoluna gidiyor. Bir süre sonra tüm halk taksitle bozuk organlarını değiştirmeye başlıyor ve ölümler ortadan kalkıyor. Ama ne yazık ki taksitlerini ödeyemeyenler için garip bir öneri getiriliyor. Eğer sözleşmeli olarak organ nakli gerçekleştirmişseniz ve taksitinizi ödemiyorsanız Repo Man adındaki kişi gelip nakil edilen organı sizden geri alıyor ve doğal olarak ölüyorsunuz. Bu durumun yasallaştırılmasından sonra da Repo Man legal katil oluyor.
paylaş:

bulutlar beyazdır


Sonsuza doğru, bir parmak hareketi daha, tam ileriyi gösteren, bakışlardan kaçmak bu, bardağın üzerinde tutunmaya çalışan bir buhar yığını, aşağılara doğru süzülen…
Kanatlar açıldığında dikleşen tüyler gibi, beyaz, yere düşmekten korkan bir beden, kanayan diz kapakları, yırtık paçalar ve çamur yağmurdan sonra…
Göğe bakan gözler, oysa maviyle boyardık küçükken bulutları, gri olurlar dökülmeden toprağa…
Kaçarken geçmişimizden sahip olduğumuz kimliklere isimler takılır ve yataklardan alevler yükselir tavanlara doğru, yangın ilk perdelerden başlar…
Masanın üzerinde yavaşça ilerleyen kahve yaklaştıkça saman kağıtlara, ona çevrilen gözlerdeki donukluk, zamanın durmasıdır bu, çaresizliğimizden yorganlar yapılır sıcak tutsun diye, odayı aydınlatan mum alevinden çok içimize çektiğimiz sigaranın izmaritidir, bular kırmızıya duvarları…
Kapı eşiğinde duran ayakta insanlar belirir derinlerde, küpeler incidendir, soluk alışlar hızlı…
Kokular kalır gece yattığımızda aklımızda, yastığı ters yüz ederiz, uykuya dalmak için son dakikalarda, buram buram…
Vitrininin ardındaki yaşamlar süre gelir sokakların uçlarında, kaldırım taşlarını mesken tutmuş yağmur damlaları vardır, renkler bir de, gözyaşlarından yapılma…
İsimler silindikçe hafızalardan bitmeye başlayan anılar…
Kalemin ucundan çıkma hikayelerdir bunlar, gece gelir, güneşe yenik, gelgitler vurur kumlara, diplerde başlar mutluluklar, tepelerde biter…

paylaş:

16. uluslararası ankara tiyatro festivali


Bu yıl 18-28 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan festival çok renkli geçeceğe benziyor. Bilet fiyatlarının biraz yüksek olduğunu düşünmekteyim, sonuçta “yaşanılır bir dünya için sanat” sloganı yazılıyorsa ve normalde Devlet Tiyatrolarındaki oyunlar beş lira civarında oluyorsa, festival için biraz abartı kaçmış gibi duruyor. Yine de koltuk doluluğu bir hayli fazla.
İyi vakit geçirmek için güzel bir fırsat.
Festival programı, yerler, saatler ve bilet fiyatları ise şöyle: 
paylaş:

en iyi 50 uyarlama film


Kitaptan uyarlama filmlerdeki genel kanı duyguların tam olarak verilemediği ve kitaptaki bölümlerin kesilerek film içinde yer almaması yönünde. Hal böyle olunca kitabı okuyanların filmden zevk alması biraz güçleşiyor. Tabii apayrı iki dünyadan bahsediyoruz. Ama kitabı okuduktan sonra filmi izleyince eğer istediğimizi bulursak yahut bizim hayal dünyamızda yarattığımız karakterlere ve ortama benzer bir görsellik fark ettiğimizde izlediğimiz filmden muhteşem bir zevk alırız. Bu listenin konusu da en iyi uyarlamalar. Total Film seçmiş, biz de yayımlamak istedik. Sıralama çok önemli değil bu durumlarda, buradaki amaç izlemediğiniz bir film varsa bunun hakkında bir fikir sahibi olmak.
İşte bahsi geçen filmler:
paylaş:

what's eating gilbert grape (1993)


Yönetmen: Lasse Hallström
Senaryo: Peter Hedges(roman)
Oyuncular: Johnny Depp, Leonardo DiCaprio, Juliette Lewis
Tür: Dram | Romantik
Yıl: 1993
Süre: 118 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: Oscar adaylığı, 5 ödül, 1 adaylık
IMDb Puanı: 7.8/10


Samimi olduğu kadar duygu yüklü olan film, intihar ederek hayata veda eden bir eşin ardından depresyona girerek oturduğu koltuğa çakılı kalmış şekilde yaşayıp obez olan bir annenin, dış görünüşü pek önem veren şımarık bir kız kardeşin, evin işlerini üstlenmiş ve bu uğurda neredeyse evde kalma yaşına ilerleyen bir diğer kız kardeşin ve on sekiz yaş gününe az bir süre kalmış zihinsel özürlü bir erkek kardeşin tüm sorumluluğunu üstlenen Gilbert’ı konu edinir.
Aynı annelerinin koltuğa çakılı kalması gibi onlar da yılın bir döneminde kampçıların uğradığı küçük bir kasabaya çakılıp kalmışlardır.
paylaş:

my own private idaho (1991)


Yönetmen: Gus Van Sant
Senaryo: William Shakespeare (oyun), Gus Van Sant
Oyuncular: River Phoenix, Keanu Reeves, James Russo
Tür: Dram | Romantik
Yıl: 1991
Süre: 104 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, İtalyanca
Ödül: 11 ödül, 4 adaylık
IMDb Puanı: 7.0/10
Metascore: 77/100

Kendinizi bir yerlere ait hissetmediğiniz anlar olur zaman zaman ve amacınızın peşinden koşturduğunuz sürece yaşamaya devam edersiniz. Bu koşuşturmacada en yakınlarınız ya da sevdiğiniz insanlar bile sizi yarı yolda bırakabilir ki bu önünüze çıkan engellere göre size en büyük acıyı veren olur. Güvendiğiniz insanlar ve arkanıza bile bakmayacaklarınız, hepsi ama hepsi aynı kefeye sığmaya çalışan ama her zaman sizin gözünüzde farklı değerler biçtiğiniz varlıklar.
My Own Private Idaho’da da buna benzer bir konu işleniyor aslında. İki başkaraktere sahip film Mike ve Scott üzerinden sunuluyor seyirciye lakin her ne kadar iki başkarakter bulunsa da filmde asıl karakter Mike oluveriyor daha ilk sahnede. 
paylaş:

patika


Kayalıklara çarpan denizin yüzü duyulan uzaklardan, kar yağmaya başlaması için benim uykuya dalmam gerekli. Yavaşça sırtımı koyduğumda yatağa, gözlerim daha da ağır şekilde kapanıyor, uzadıkça uzuyor saniyeler.
Armoni yükseliyor, sesler patır patır düşüyor yerlere, kırmızılar süslüyor asfaltları, sokaklarda kaldırım taşları ve uçuşuyor havada, kargalar yedikleri solucanları kusuyorlar bebeklerinin ağızlarına, toprağın altında bir kıpırdanış, olmayacaklar da olmamalı madem ve makaslar girdikçe etin içine, iç çekişlere karışan gözyaşları süzülen yanaklardan, öpülüyor, sesler geliyor dışarıdan, çoktan kar başladı ve uğulduyor gök.
Uzaklara bakan pencerenin önünde duruyorum, dışarıda bir pembe, içeride iki ton açığı, soluk alışlar ortadan kayboluyor, ses yok gibi, kulaklarım duyuyor hâlbuki. Yalın ayak daha önce görmediğim bir patikadan iniyorum, üşüyorum aynı zamanda, üzerimde ince bir hırka. Donmuş yeşilliklere basan ayağımın altında ezilenlere acımıyorum oysa, içim hafifliyor.
Düşmemek için atlamıyorum da oradan buradan, ayaklarım yere değiyor, soğuk.
Balkonda beni izleyen birinin olmasını isterdim arkamı döndüğümde, yavaşça süzülüyorum aşağılara doğru. Sahilin kumlarını ısıtan deniz suyunu görüyorum, biraz ilerisinde tutan karı ve beyazlığı asfalt üstlerindeki kırmızılığa inat. Bir taraf beyaz, bir taraf gri, bulutlar görülmüyor, kar taneleri var bir de değmemeye çalışarak birbirine uçuşup duruyorlar.
paylaş:

el espinazo del diablo (2001)


The Devil’s Backbone

Yönetmen: Guillermo del Toro
Senaryo: Guillermo del Toro, Antonio Trashorras, David Muñoz
Oyuncular: Marisa Paredes, Eduardo Noriega, Federico Luppi, Fernando Tielve
Tür: Fantastik | Korku | Gizem | Gerilim
Yıl: 2001
Süre: 106 dak.
Ülke: İspanya, Meksika
Dil: İspanyolca
Ödül: 6 ödül, 7 adaylık
IMDb Puanı: 7.6/10
Metascore: 77/100

İspanya’da iç savaşın süre geldiği yıllar, yetimhanede bir çocuğun öldürüldüğü gece bahçeye düşen ve patlamayıp çakılan bir bomba sahnesiyle başlıyor film. Babası cephede ölmüş ama bunu bilmeyen Carlos isimli çocuğun da bu yetimhaneye getirilmesiyle devam ediyor. Carlos çizgi romanları okumaktan ve bulduğu garip eşyaları, salyangozları küçük kutusunda biriktiren bir çocuk. Getirildiği yetimhane de ise bir süreliğine kalacağını düşünüyor. Yetimhanenin müdürü bir ayağı olmayan Carmen isimli bir bayan, yetimhanenin doktoru ise yaşlı bir adam. Doktor yetimhaneye para getiren, henüz omurgası oluşmamış ceninleri içindeki rom ve değişik baharatlarla saklı tuttuğu bir içecek hazırlıyor ve bunu kasabada satıyor. Bu içeceğin değişik sorunlara iyi geldiği söyleniyor, film de ismini bu içecekten alıyor bir nevi.
paylaş:

frequency (2000)


Yönetmen: Gregory Hoblit
Senaryo: Toby Emmerich
Oyuncular: Dennis Quaid, Jim Caviezel, Shawn Doyle, Elizabeth Mitchell
Tür: Suç | Dram | Bilim-Kurgu
Yıl: 2000
Süre: 118 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: Golden Globe adaylığı, 2 ödül, 6 adaylık
IMDb Puanı: 7.3/10
Metascore: 67/100


Polis memuru olan John 30 yıl önce babasını kaybetmiştir, evin içinde eşyaları kurcalarken eski zamanlarda kullanılan bir çağrı cihazı benzeri alete eli dokunur ve radyonun frekansını değiştirir gibi kurcalarken garip bir şey meydana gelir. 30 yıl önce ölen babası geçmişte bu aleti kullanırken bir anda gelecekteki oğluyla konuşmaya başlarlar.
paylaş:

fear and loathing in las vegas (1998)


Yönetmen: Terry Gilliam
Senaryo: Hunter S. Thompson (kitap), Terry Gilliam, Tony Grisoni, Tod Davies, Alex Cox
Oyuncular: Johnny Depp, Benicio Del Toro, Tobey Maguire, Cameron Diaz, Christina Ricci
Tür: Macera | Dram
Yıl: 1998
Süre: 118 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 1 ödül, 1 adaylık
IMDb Puanı: 7.6/10
Metascore: 41/100

Bu film bir acayip.
Panik atak benzeri halüsinasyonlar, şizofreni tripleri, buğulu bakışlar, dumanlı kafalar, iki kaçığın yol maceraları ve başarılı bir kötü film. Kıyak konuşmalarıyla insanı delirten hatta uyuşturucuyu özendiren bir yapım, e zaten film süresince içilen sigara sayısı bile bunu destekler nitelikte, tabii benim dediğim bir karalama değil, yanlış anlaşılmasın. Lakin uyuşturucuyu kötülemek gibi bir amaç gütmediği kesin.
paylaş:

the loved ones (2009)


Yönetmen: Sean Byrne
Senaryo: Sean Byrne
Oyuncular: Xavier Samuel, Robin McLeavy, Victoria Thaine
Tür: Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2009
Süre: 84 dak.
Ülke: Avustralya
Dil: İngilizce
Ödül: 2 ödül
IMDb Puanı: 6.8/10

Aslına bakılırsa piyasada pek çok benzeri bulunan bir film olmasıyla beraber yine de kendini izletmeyi başarabilen filmler kategorisine sokabiliriz bu filmi. İşkence severler her ne kadar denildiği gibi çokça benzeri bulunsa da seveceğini düşünüyorum.
Konu ise kısaca şöyle, ilgiye muhtaç bir kız, daha doğrusu hoşlandığı çocuk tarafından sevilmeyi bekleyen bir kız ve kızının bu durumunu gören ve onun mutlu olmasını isteyen bir baba mevcut bu filmde. Hoşlandığı çocuğu bir şekilde kaçırır ve evinde küçük bir partiyle eğlenmeye çalışır. Psikolojisi öyle bozuktur ki bu aile bireylerinin eğlence bir süre sonra işkenceye dönüşür. 
paylaş:

christiane f. - wir kinder vom bahnhof zoo (1981)


Yönetmen: Uli Edel
Senaryo: Kai Hermann(kitap), Horst Rieck(kitap), Uli Edel, Herman Weigel
Oyuncular: Natja Brunckhorst, Thomas Haustein, Jens Kuphal
Tür: Biyografi | Dram
Yıl: 1981
Süre: 138 dak.
Dil: Almanca
Ülke: Batı Almanya
Ödül: 2 ödül
IMDb puanı: 7.6/10

Okudunuz mu ya da hatırlar mısınız bilemiyorum, ilkokul son sınıflarda ya da lisede herkesin elinde gezdirdiği bir kitap vardı: Eroin. Hatta bu kitabı edebiyat öğretmenleri ya da büyükler, okuyalar eroinin ya da bu belaya benzer diğer uyuşturucuların insan hayatına ne gibi zararlar getirdiğini öğrenmek ve hiçbir zaman denemek olsa bile başlanılmaması gerektiğini göstermek için diğer kişilere/öğrencilere önerirdi. İşte o kitaptan uyarlama olan bu film de kitap gibi aynı etkiyi gösterdiği söyleniyor, sinemaya aktarım konusunda başarılı sayılıyor. Kitabı okumadım ama bu kişilere benzer oyuncuları bulup filmde oynatmaları konusunda söylenenlere katılıyorum.
paylaş:

2011 yazının en iyi 11 filmi


Soğukları iliklerimizde hissettiğimiz şu günlerde belki de düşlediğimiz yeniden yaz sıcağında sokaklarda dolaşmak ya da buz gibi denizin içinde ferahlamak. Azıcık güneş çıktığında bile kendimizi dışarıya atıyorsak en azından yazın özlemini çekiyoruzdur. Neyse, konumuz yaz sıcakları değil, kışa yaklaşırken 2011in yazında bizleri sinema salonlarına sürükleyen ya da en azından kiralayıp/indirip evde izlediğimiz filmler. Film School Rejects de boş durmamış 2011 yazındaki en iyi 11 filmi belirlemiş. Bazılarını şu an izliyoruz bizler lakin yine de ne izlesem ki bu yılın filmlerinden sorusuna bir öneri niteliğinde. İşte o sıralama:
paylaş:

the last house on the left (2009)


Yönetmen: Dennis Iliadis
Senaryo: Adam Alleca, Carl Ellsworth, Wes Craven(ilk versiyon)
Oyuncular: Garret Dillahunt, Monica Potter, Tony Goldwyn
Tür: Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2009
Süre: 110 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 1 ödül, 1 adaylık
IMDb puanı: 6.6/10
Metascore: 42/100

Öncelikle belirtmek isterim ki 72 yapımı orijinal versiyonunu izlemedim, ilk yapım IMDb üzerinden 5.9 puana layık görülmüş. Şöyle bir şey de söylersek istisnaların dışında olarak yeniden bir çekim olarak hem de korku-gerilim türünde yer alan bir filmin 6.6 puan alması iyi bir başarı kabul edilebilir en azından puanına bakarak ilk elemeyi yapan izleyiciler için. Gerilim ve korkudan beklenen eğer filmin izlenirken başınızı çevirmenize sebep vermesi ve de arada bir “hih” deyip yerinizden hafif hoplatmasıysa evet bunu kısmen de olsa başarıyor bu film. Her ne kadar çok ahım şahım bir konusu olmasa da izledim zamanım boşa gitmedi diyebiliyorsunuz. Tabii bu söylenenler tamamıyla göreceli kavramlar, filmi çok klişe de bulabilirsiniz, hele hele ilk çekimi izlediyseniz, olmamış bile diyebilirsiniz. Takdir size kalmış.
paylaş:

sayfa 53


İncir aslında güzel bir meyvedir.
Sapkınlığımızın mükâfatı cehennemse bu dünya, biz acizlerin anlaşılmak için kıvrandığı anlamak istemeyenlerin karşısında, haritada bir nokta bile etmeyen bizler, yakıştırmalarda bulunduğumuz bu boşlukta aslı dünyada, sonunu hiçbir zaman göremeyeceğimiz kara asfalt kaplı otobanlarda ömrümüz el verdiği kadar yürümeye cesaret ediyoruz.
Gece çoktan gündüz karşısında galip…
Destenin içinde sahiplerini bilmediğimiz ellerle bir bahisten öte geçemiyoruz oysa. Yürürken burnumuza gelen acı kömür kokusundan, yanımızda en azından birer eldiven getirmeyi akıl edecek kadar beynimiz çalışıyor. Halimize gülen varlıkların oluşu kaçınılmaz hâlbuki. Aksini iddia ettikçe günaha giriyoruz.
Yutkunurken boğazımızdan geçen mantarın bıraktığı acıdan anlıyoruz azıcık üşüttüğümüzü yahut birlikte olmamak için boğaz acımızı bahane ediyoruz. Düşüşümüzün sebebi kaldırımlar değil, birileri ayağımızı kaydırmıyor, aksine biz düşmemek için tutunduğumuz kişilerin ayaklarına dolaşıyoruz.
Sayfa 52, “…mutlak bir dehşet ifadesi!” ya da “…altı yaşında babasının serbest bırakılması için mahkemelerde ricada bulunurmuş.” ya da “…sahipliği yapar.” ya da “…Pru’yu ırgalamıyordu açıkçası.” ya da “…gülerek-”…
Kendi sayfamıza geldiğimizde üç noktayı koymadan önce uzunca düşünüyoruz, ardına yerleştireceğimiz birkaç kelime bulmak zorlaşıyor, 53. Sayfaya atlamak yerine kapağımızı kapatıyoruz.
Geceleri çok da fark etmiyor yaprakların rengi, ışık olmayınca bulutların ardına saklanan aya suç bulamıyoruz, gözlerimizi kapatsak kayboluyor birden nasılsa, gölgemiz uzadıkça uzuyor yanımızdan geçen farla, sonrasında sağımızdan kıvrılıp yok oluyor. Arkamıza bakmaya cesaret edemiyoruz.
Bir alışveriş mağazasının tuvaleti kapılarını açtığında bizlere, cennete girmiş gibi seviniyoruz hoş kokulardan, sifonu çekene kadar tedirgin oluşumuz arkamızda bırakacağımız ışıktan ama biz hala gecenin altında, tepelere kurulu yollardayız. Solumuzdan arabalar geçtikçe sesi duyuyor, varlığımızı hatırlıyoruz. Yutkunsak aslında, şimdiye kadar çektiğimiz acıların yanında ufacık bir çentik gibi kalacak. Kafamızı duvara dayadığımız an karşımızda oturanın surat ifadesindeki değişimi görememek görmekten daha utanç veriyor belki. Eller bazen gözlerin önüne çekilen barikat olabiliyor.
Rüzgârın uğultusu çıkarken dalların arasından ve geldikçe kömür kokusu burnumuza, hep o kullandığımız çoğul kavramlar uçuveriyor, aslında sadece bir kişiyiz, anlattıklarımızı kime anlatıyoruz, kime anlatmaya çalışıyoruz ki, biz çoktan tek başımıza kalmışız. Fayda da etmiyor kendimizle konuşmak, aynanın karşısına geçip aksimize yumruk atanlarız.
Düşmemizin sebebi de kelebekler, her zaman birilerinin yakamızdan tutup insanlara yukarılardan bakmamızı sağlayan altıncı katlara bizi geri çekeceğini düşünüyoruz, kendimize yediremesek de kelebek değiliz, düşeriz. Geçmişi gösterdiğimiz parmak ucumuzun önündeki arkamızda, bizi tutacaklar yok, birilerinin halimize güldüğüne adımız gibi eminiz, oysa onlar arkamızdan ağlamak için bekliyorlar.
Kafamızı pencereden çıkarmak için hava çok soğuk ya da içinde bulunduğumuz otomobil çok hızlı ilerliyor. Saymakta güçlük çektiğimiz trafik lambalarının boyunlarının eğikliğini bize acımalarına yormamak gerek, kesikli yol çizgilerini düz bir çizgiye indirgeyenler onlar. Nereye gittiğimizi de sormadık henüz kendimize, yollar nasıl olsa hiç bitmiyor.
Ayağımızın altında ezilen meyvelerin yumuşak hissi bizi kendimize getiren, biz dayansak da esen uğultuya tutunamayıp kendini yere bırakanlar var. Ortada ne bir ışık ne de biz, sadece kendimiz ve ayağımızın altında asfalt. Gelmişiz, oturmuşuz birilerinin karşısına kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Aynanın karşısına geçip kendimize bakabildiğimizde tüm sorunun ortadan kalkacağına da inanmak istiyoruz. Biz sadece düşlerin üzerimizi örtmesini beklerken aklımıza bir de toprak karışıyor, kalkmak istediğimizde kalkamıyoruz yattığımız yerden hâlbuki toprak çok güzel kokar yağmurda. Denemekten yorulmayan bedenimiz, sifonu çekmesini de biliyor, sayfayı çevirmesini de.
Sayfa 53, incir aslında güzel bir meyvedir.


Fotoğraf buradan alınmıştır.
paylaş:

self medicated (2005)


Yönetmen: Monty Lapica
Senaryo: Monty Lapica
Oyuncular: Monty Lapica, Diane Venora, Michael Bowen
Tür: Biyografi | Dram
Yıl: 2005
Süre: 107 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 25 ödül, 1 adaylık
IMDb Puanı: 6.5/10
Metascore: 51/100

Babasının ölümüyle hayatı başka diyarlara sürüklenmeye başlayan 17 yaşındaki Andrew, annesiyle birlikte yaşayan, zeki bir çocuktur. Bir dönem karnesinde A’lar ile ailesini sevindirmiştir bile. Lakin babasının ölümü onu bunalıma sokmuş ve babasının ölümünü kabullenmeyen genç için hayat ot, içki, uyuşturucunun verdiği hazdan fazlası değildir.
Kocasının ölümüyle kullandığı depresyon haplarının haddi hesabı olmayan anne karakteri ise aslıda çocuğundan çok da farksız değildir. Aralarındaki tek fark, anne karakteri kullandığı hapları legal yollarla, yeşil reçete ile alırken çocuk ise illegal yolları tercih eder. Her geçen gün hayatları daha da kötüye giden aile, her deneme de aralarındaki bağın daha da zayıfladığını görür. 
paylaş:

river's edge (1986)


Yönetmen: Tim Hunter
Senaryo: Neal Jimenez
Oyuncular: Crispin Glover, Keanu Reeves, Ione Skye, Dennis Hopper
Tür: Suç | Dram
Yıl: 1986
Süre: 99 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 3 ödül, 5 adaylık
IMDb puanı: 7.0/10

Geri plana atılmış iyi bir film olma özelliği taşıyan River’s Edge, bir grup lise öğrencisinin başından geçen bir cinayeti ve bu durum karşısındaki davranışlarını inceliyor. Grup içinden birinin kız arkadaşını öldürüp bunu diğer arkadaşlarına söylemesiyle başlayan olay, kişilerin bu duruma nasıl yaklaştığını ve bundan sonraki davranışlarını çözümleyerek devam ediyor.
Aslında film cinayetten ve cinayetin işlenmesinden çok kişiler üzerindeki etkilerine değiniyor. Film cinayet etrafında bile ilerlemiyor. Bu sebeple oyuncuların performansları ve filmdeki diyaloglar gerçekten iyi. Bundan sonrasında ise arkadaşlık kavramını çokça izliyoruz.
paylaş:

asla yeniden çekilmemesi gereken 30 film



İzlediğimiz bir filmden sonra acaba bu filmi tekrar çekseler nasıl olur diye merak ederiz ya ve bazen de yeniden çekim bir film izlediğimizde orijinalinin yerini tutmadığını görürüz yahut yeniden çekim versiyonunu daha çok beğeniriz. İşte Total Film de kendi çapında bir liste oluşturmuş, konu ise yeniden çekilmemesi gereken filmler. Listede bu konuya ait 30 film bulabilirsiniz. Listenin altındaki linkten ise neden bu filmlerin yeniden çekilmemesi gerektiğini okuyabilirsiniz.
İşte bahsi geçen 30 film:
paylaş:

gummo (1997)


Yönetmen: Harmony Korine
Senaryo: Harmony Korine
Oyuncular: Nick Sutton, Jacob Sewell, Lara Tosh
Tür: Dram
Yıl: 1997
Süre: 89 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 4 ödül ve 2 adaylık
IMDb Puanı: 6.1/10

Pembe tavşankulağı takmış, tuvalette akordeon çalan yarı çıplak bir çocuk, meme uçlarına bant yapıştırıp çekmeyle memelerini büyütmeye çalışan iki kız, sokaklardan topladıkları kedileri suda boğan ya da tabancalarıyla öldürüp kilo başına Çin restoranlarına satan ve kazandıkları parayla özürlü kardeşini satan adama gidip özürlü bireyle ilişkiye giren iki genç, tornadonun etkisiyle mahvolmuş bir kasaba ve bu yıkımdan sonra normal insan yaşantısı formundan yavaş yavaş uzaklaşan insanlar, akıllara zarar, sinir bozucu, farklı bir film.
paylaş: