en iyi 25 alfred hitchcock filmi


  complex.com'a göre en iyi 25 Alfred Hitchcock filmi şu şekilde:

25. The 39 Steps (1935) 
24. Stage Fright (1950) 
23. Family Plot (1976)
22. Sabotage (1937) 
21. The Ring (1927)
20. The Trouble with Harry (1955) 
19. To Catch a Thief (1955)
18. The Wrong Man (1957)
17. Frenzy (1972)
16. Rope (1948)
15. The Lodger: A Story of the London Fog (1928) 
14. Spellbound (1945)
13. Suspicion (1941)
12. The Man Who Knew Too Much (1956) 
11. The Birds (1963) 
10. Shadow of a Doubt (1943) 
9. Dial M for Murder (1954) 
8. North by Northwest (1959) 
7. Lifeboat (1944) 
6. Notorious (1946) 
5. Rear Window (1954) 
4. Rebecca (1940) 
3. Strangers on a Train (1951) 
2. Vertigo (1958)
1. Psycho (1960)
paylaş:

tall painting

  Yapımını izlemesi bile insana huzur veren tall painting, içinizde ki sanatçıyı ortaya çıkartabilir. Boyalar dikey olarak dökülüyor ve renklerin birleşememesiyle birlikte harika eserler ortaya çıkıyor.
     
       
     
       

       


      

paylaş:

2 milyar piksellik fotoğraf


  Bahsi geçen 2 milyar piksellik fotoğraf Everest’in bir fotoğrafı. Sözü fazla uzatmadan fotoğraf ile baş başa kalmanızı istiyoruz. Eğer sizde kenarlardaki renkli şeyleri çöp sandıysanız, zoom yapmaya devam edin deriz.
   2 milyar piksellik fotoğraf burada.
paylaş:

sabah uyandığımda 21 aralık 2012 olmuştu -2-



 ‘’İnsanlık ne ara yok oldu? Bu Harun ağğbi de kim oluyor?’’ diyen sevgili kalemsure halkı! Tıklayınız. 

   21 Aralık 2012 de gerçekleştirilen büyük hadron çarpıştırıcısı sonucunda ortaya çıkan kara delikler, dünya nüfusunun %99’unu yutmuştu. Kurtulanların ise bir şekilde Cern’e ulaşmaları gerekiyordu…
   Harun ağğbi ve ben 2 haftadır Cern’e ulaşmaya çalışıyorduk. Hem Harun ağğbinin koca göbeği hem de benim sigarayla yıkanmış olan ciğerlerim yüzünden pek heyecanlı bir yolculuk olmamıştı bizimkisi. Ha bire durmak zorunda kalıyor, oksijen ihtiyacımızı gideriyorduk. Sonunda Yunanistan sınır kapısına ulaştığımızda ise ne yapacağımıza karar verememiştik. Çünkü sınır kapısının hemen yanında gördüğümüz iki atv aracı ve Harun ağğbinin ‘’ lan olum ben hiç Çeşme’yi hiç Bodrum’u görmedim. Hazır araçları da bulmuşken gidelim görelim oraları. Sonra yine açılırız Avrupa’ya, Cern’e…’’ demesi üzerine kala kaldık. ‘’Ağğbicim insanoğlunun devamı söz konusu’’ dedikçe birkaç kıvrak dans figürü eşliğinde ‘’sıcakkk kumlar, russ garılarrr’’ dedi. ‘’ağğbicim orda ülkemizi temsil edicez, eksik kalmayalım insanlığın yeninden yaratılacağı şu zamanda’’ dedikçe Brezilya yöresine ait birkaç samba-samba hareketle  ‘’pahalı otellerrr, hiç içemeyeceğimiz içeceklerrr’’ dedi. Birkaç saniye oturup düşününce ne kadar saçma şeyler söylediğini idrak edebilmiştim. ‘’3 Ocaktayız Harun ağğbi. İnsanlar yoğğ olmuş yoğğ’’ diye bağırdım. Ardından Yunanistan’a ani bir hareketle kaçak girişte bulundum ve Jack Daniels kapıp bir koşuda ülkeme geri döndüm. Hiç beklemediği bu ani hareketim sonrasında Cern’e gitmeye razı olmuştu sonunda.
   Boş yollarda arsızlar gibi sürüyorduk atv’leri. Yeri geldi mi ‘’ciiziieeehh’’ diye acı acı fren sıkıyor, yeri geldi mi ön kaldırıp heyecanın dozunu artırıyor, yeri geldi mi de araçlarımızdan inip kendilerini çalışır vaziyette boş yollara bırakıyor, arkalarında koşuyorduk. Şuursuz hareketlerimiz sonucunda bir atvmiz telef olmuştu bile. Biz iki kişi tek atv üzerinde Cern’e gidiyorduk.
   Aslında birkaç kez deneme-yanılma yöntemiyle araba kullanmayı denemiştik ama her seferinde araç stop ediyordu. Koskoca Cern’e 40 km/h süratla gidiyorduk…
   Yunanistan’a kadar gelmek kolaydı. Elimizde harita olmadan buralara kadar gelebilmiştik. Lakin yolun bundan sonrasında tamamen yeteneğe bağlıydı. Yolların arsızı, şahbazı olmak gerekiyordu. Bu, ne Harun ağğbi de ne de bende bulunan bir özellikti… Geri dönme kararı almış, tam Bodrum’un yolunu tutmuşken 100 metre önümüzde bulunan bir mahalleden çığlığa benzer birkaç ses duyduk. Aracı Harun ağbi kullandığı için hemen oraya doğru sürmeye başladı. Bir sokağa girmiştik. Çığlık yeniden nüksetmişti. Etrafımıza baktık lakin hiç kimseyi göremedik. Araçtan inip etrafa bakındım. Köşedeki binanın arkasına doğru koşup orayı da kontrol ettim. Ses buradan geliyordu. Rüzgâr’ın boş tenekeler üzerindeki sesiydi bu. Yalnızlığımızı bir kez daha hissetmiştik.
   Rüzgârdan yediğimiz bu falsolu hareketi sindirebilmek için biraz mola vermekte hemfikirdik. ‘’Harun ağğbi ben buralara bakayım, işe yarar şeyler varsa kapıp geliyorum’’ dedim ve sokakta sürtmeye başladım. Birkaç markete girip yiyecek bir şeyler aldım. ‘’Koskoca felsefecilerin yetiştiği şu toprakların düştüğü hale bak be. Aristotales’lerin, Platon’ların, Sokrates’lerin, Diyojen’lerin beyin fırtınaları yaptığı topraklardayım ve süpermarketten peynirli cips, light cola ve haribo altın ayıcık alıyorum’’ dedim. Üzerimdeki sinirle birlikte aldıklarımın hepsini yere fırlattım. Bi beş saniye sonra ne yaptığımın farkına vardım ve telaşla haribo paketini 3 kere öpüp 3 kere alnıma dokundurdum. Peynirli Cipse de aynısı uyguladım. Akabinde yiyecekleri yerden kaldırıp yüksek raflara yerleştirdim. Sonuçta pakette de olsalar onlar nimetti.
   Markette yaşadığım ibretlik durum sonrasında Harun ağbiyi bulmaya ve kendisine ‘’insanoğlu değerlerinin üzerine neden süpermarket kurar ağğbi?’’ ana fikrinde bir tartışma konusu açmak üzere kendisini aradım. Atv’nin yanına gittiğimde orada değildi kendisi. Sokağın sonunda durmuş bir şeye bakıyordu. Endişelenmiş, koşarak yanına gitmiştim. Nefeslenmeye çalışırken neye baktığına bir göz attım ve nutkum tutuldu.
   Gözlükçünün vitrinindeki kadının fotoğrafı inanılmazdı. İnanılmaz derecede güzel bir kadındı. Bakışları çok derin, çok güzel, beni benden alan bakışlardı. Neredeyse 3 hafta sonra bir insanı bu kadar yakından görüyorduk. Bu insan bir kadın olunca etkisi daha fazlaydı tabii ki. Kadını fütursuzca röntgenlemeye devam ederken gözüme bir yazı çarpmıştı. ‘’Haydar Optik’’…
   Kadınlara karşı bu zamana kadar ne hissettiysem bir an için tısss diye sönüp gitmişti. Bu, vitrindeki kadının hemen yanında ‘’Haydar Optik’’ yazıyordu. Kadınlar artık benim için Haydar optikti, dolmuşa binmekti. Boş akbil basarken yaşadığım gerginlikti… Yunanistan da bu korkunç dükkânın ne aradığını bile düşünmedim. Ellerimle Harun ağğbinin gözlerini kapatıp aracımıza doğru yürümeye başladık. Yalnızlığımız yine nüksetmişti.
   Atv’mizle yolların tozunu attırdığımız anda aracın yakıtı bitmek üzereydi. Bir benzinliğe girmiş, aracımıza yakıt dolduruyordum. Harun ağğbi marketten elinde bir harita ile çıkagelmişti. Harita üzerinden tahmini olarak nerede olduğumuzu işaretledik. Sonra Cern’in nerede olduğuna baktık. Aşmamız gereken yol gerçekten çok fazlaydı. Bunu atv ile yapmak ise tam bir işkence olacaktı. Biz de mecburi olarak Yunanistan’ın güneyine doğru gitmeye karar verdik. Hayatımızın geri kalanını felsefi tartışmalarla, gezip görülebilecek yerlerle, sınırsız yiyeceklerle, özellikle de haribo altın ayıcıklarla geçirecektik. Heyecan gerekiyorsa onu da yaratabilirdik. Sonuçta dünya bize kalmıştı…
   Harun ağğbiyle benzinlikten çıkalı yarım saat olmuştu. Aracı ben kullanıyordum. Boş yolda serseriler gibi aracımızı sürerken karşı taraftan uzun beyaz önlüklü bir topluluğun bize doğru geldiğini gördüm. Bisikletliydiler. Heyecandan ne yapacağımı şaşırınca atvyi ani bir şekilde durdurup ters istikamete doğru sürmeye başladım aracı. Bisikletliler arkadan bağırıyor, ben son hız onlardan kaçıyordum. Harun ağğbinin beni uyarmasıyla birlikte ‘’ciiziieehh’’ diye sıktım freni. Bisikletliler yanımıza geldiler. Birkaç şey söylediler. Anlamadım. İngilizce konuştuklarını kavrayabilmiştim ama. Deneyden önce yabancı dil olarak İngilizce okuyordum ve söyledikleri hiçbir şeyi anlamayınca kendimden tiksindim. Sonra ‘’iyi ki deneyi yapmışlar haa’’ dedim.
   Harun ağğbi biliyordu İngilizce. Yaklaşık olarak 15 dakika konuştular. Konuşmadan sonra Harun ağğbi sırıtarak ‘’kurtulduk laan’’ dedi. ‘’Cern’den tee bizim için gelmişler. Şimdi limana gidip gemiye binecekmişiz. Fransa’ya kadar gidicez gemiyle. Sonra Cern’e’’ dedi. Bisikletlilerle birlikte Harun ağğbi birkaç samba samba hareketle kutlama yaptılar.  ‘’What happened on the Cern’ de?’’ diye sinsi sinsi bir ses tonuyla, yarım yamalak İngilizcemle sordum. Bisikletliler Harun ağğbiye açıkladı, o da bana açıkladı. ‘’İşte bu deneyin yapıldığı gün teknik bir arıza çıkmış. Deney yapılamamış. Müdürleri herkesi evine göndermiş, bir tanesi gitmemiş evine. Olmaz, ben çalışacam falan demiş. ‘İyi o zaman çıkarken şartelleri indirirsin’ demişler. ‘Kapıları falan da kitlersin’ demişler. Bu bunları unutunca olanlar olmuş. Önce karşılıklı açık kalan kapılar yüzünden cereyan çıkmış, ondan sonra şarteller zırt pırt açılıp kapanınca sistem çalışmaya başlamış. Sonra gelsin kara delikler, gitsin insanlık olayı yaşanmış’’ diye açıkladı Harun ağğbi. İçime sigara çekiyormuşçasına derin bir nefes aldım ve bisikletlilerin suratına haykırdım; ‘’Hay sizin yapacağınız deneye 1, şartelleri indirmeyen bilim adamına 2 be!’’ dedim. Söylediğimi anlamadıkları için karşılıklı olarak güldük, eğlendik.
    2-3 hafta sonra Cern’e ulaşmıştık. Taş çatlasa 250-300 insan vardı burada. İnsanlığın devamı artık bizlere bağlıydı. Üstün ırkı yaratabilirdik belki de. Lakin oylama yaptık ve üstün ırkı falan yaratmamaya karar kıldık. Sakin sakin yaşayacaktık. Harun ağğbinin anlattığına göre ihtiyacımız olan tek şey bir gıda mühendisiymiş. Bisikletçi bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre de Türkiye de, Alaşehir Manisa da kısa dönem erlik yapan bir gıda mühendisi varmış. Yarın yola çıkıp onu buraya getireceklerrmiş. ‘’iyi’’ dedim. ‘’Gelsin de birazcık mercimek çorbası içelim. Hep altın ayıcık nereye kadar’’ dedim. Harun ağğbi tip tip bakmıştı bu sözümün ardından.
   Biz kurtulmuştuk. Gıda mühendisimiz de gelirse, bu az nüfusla birlikte çok güzel yaşayacaktık. Mayaların ön gördüğü kıyametten sağ kurtulmuştuk. Artık sakin bir hayatımız olacaktı... 

 Görseli buradan aşırdık.                                                                                                                                            
paylaş:

washington DC film eleştirmenleri ödülleri 2012


     11. düzenlenen Washington DC Film Eleştirmenleri Ödülleri’nde Zero Dark Thirty’e 3 ödül çıktı. Bunun yanı sıra The master ve Miserables’e 2’şer ödül ile ön planda. Devamı ise şu şekilde:

FİLM: Zero Dark Thirty
YÖNETMEN: Kathryn Bigelow | Zero Dark Thirty
ERKEK OYUNCU: Daniel Day-Lewis | Lincoln
KADIN OYUNCU: Jessica Chastain | Zero Dark Thirty
YARDIMCI ERKEK oyuncu: Philip Seymour Hoffman | The Master
YARDIMCI KADIN OYUNCU: Anne Hathaway | Les Miserables
TOPLU PERFORMANS: Les Miserables
UYARLAMA SENARYO: Silver Linings Playbook | David O. Russell
ÖZGÜN SENARYO: Looper | Rian  Johnson
SANAT YÖNETMENİ: Cloud Atlas
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Life Of Pi | Claudio Miranda
MÜZİK: The Master | Jonny Greenwood
GENÇ OYUNCU: Quvenzhane Wallis | Beasts of the Southern Wild
ANİMASYON: ParaNorman
BELGESEL: Bully
YABANCI FİLM: Amour



paylaş:

2012 yılının en iyi kitapları | goodreads


Okuyucuların yeni çıkacak kitaplardan haberdar oldukları, okudukları kitapları ekleyip, kategorilere bölebildikleri, aynı zamanda puanlayıp, bünyesindeki yazarlarla arkadaş olabildikleri, okuyacakları kitapları listeleyebildikleri güzel ve olması gerektiği gibi olan Goodreads, bir milyonu aşkın üyesinin oylarıyla 2012 yılının en iyi kitaplarını türlerine göre seçmiş.

İşte Goodreads seçkisiyle yılın en iyi kitapları:

En iyi Kurgu: J.K. Rowling- Rastlantısal Boşluk (The Casual Vacancy)
En iyi Korku-Gerilim: Gillian Flynn- Gone Girl
En iyi Tarihi Roman: M.L. Stedman- The Light Between Oceans
En iyi Fantastik Roman: Stephen King- The Wind Through the Keyhole
En iyi Paranormal- Fantastik Roman: Deborah Harkness- Shadow of Night
En iyi Bilim Kurgu: Terry Pratchett & Stephen Baxter- The Long Earth
En iyi Aşk Romanı: E.L. James- Özgürlüğün Elli Tonu
En iyi Korku Romanı: Justin Cronin- The Twelve
En iyi Anı ve Otobiyografi: Cheryl Strayed- Wild
En iyi Tarihi Biyografi: Sally Bedell Smith- Elizabeth the Queen (The Life of a Modern Monarch)
En iyi Kurgusal olmayan eser: Susan Cain-  Sakinler de Kazanır (Quiet)
En iyi Yemek Kitabı: Ree Drummond- The Pioneer Woman Cooks
En iyi Mizah Kitabı: Jenny Lawson- Let's Pretend This Never Happened
En iyi Şiir: Mary Oliver- A Thousand Mornings
En beğenilen Goodreads yazarı kitabı: Veronica Roth- Insurgent
En iyi Gençlik Edebiyatı: John Green- The Fault in Our Stars

(goodreads ve sabitfikir aracılığı ile)
paylaş:

sabah uyandığımda 21 aralık 2012 olmuştu


  
  Furkan gibi hayatında zerre heyecan olmayan birindeki bu ‘’21 Aralık 2012’’ arsızlığı nasıl doğmuştu? Furkan, Remzi, Zeynep… Arkadaş ortamıma bu 21 Aralık 2012 arsızlığı nasıl bulaşmıştı? Daha düne kadar facebook da kullanıcı haklarını paylaşıp üzerine de bunları beğenen insanlardı. Şimdi kalkmışlar 21 Aralık diyorlar…
   ‘’… Cern de yapılacak olan deney bizi yagacak yagacak. Hepimiz ölezezzz’’ dedi tanımadığım biri. İçinde bulunduğum ortam dershanenin kütüphanesiydi. Her çeşit insan vardı. Bir sürü önü alınamaz fikir demekti bu…
   ‘’Yanlış düşünüyorsun arkadaşım. 21 Aralık 2012 de 26 bin yılda bir görülen, güneş hareketi gerçekleşecek. ‘Galaktik dizilim’ deniliyor buna.  26 bin yıl önce bu olay ilk kez gerçekleştiğinde Neondorthal türü yok olmuş, cro-magnon türünün ortaya çıktığı görülmüştür. Yani şuan ki tür yok olabilir ama yeni bir tür doğabilir. Yeni tür de şimdiki insandan daha gelişmiş olur. Bir bakıma doğanın insandan kurtulması ve güncellenmiş yeni insanlar ile yola devam etmesi gibi’’ dedi dershanenin göz bebeği olan Göykan. Bilimin kafamdaki yeri ‘’ne zaman yağmur yağacağını biliyorlar’’ olmasına rağmen kurduğu cümle beni bile korkutmuştu.
  ‘’… Büyük hodron çarpıştırıcısının yapılacağı tarih 21 Aralık 2012. 16 Aralıkta sistem kapatıldı. Jeneratörlere güç depolanmakta. 21 Aralık günü ise yüksek güçte çalışan jenaratörler ile büyük hodron çarpıştırma deneyi gerçekleşecek. Bir kısım bilim adamı bunun zararsız küçük kara deliklerin oluşmasına sebep olacağına inanıyor’’ dedi bir başkası.
   Herkes konuşmuş, bir ben sus pus kalmıştım. Konuşmaya da hevesli değildim zaten. Ama göz göze geldiğimiz Fizik hocasına rahat batınca konuşmak zorunda kaldım. Durmadım, yardırdım; ‘’ Ulaan Beşiktaş nasıl liderliğe kadar çıktı ama. Ezehehe. Fernandes’i alıcaktın abi. Alacaktın o adamı takımına. Şampiyonlar Ligi’nde oynuyorsun sen!’’ diye veryansın ettim kütüphanede. Millet bana pis pis bakınca pılımı pırtımı toplayıp terk ettim, fazla bilimsel olan kütüphaneyi.
   ‘’Son 10 yılda ekmeği en çok yenilen konuydu 21 Aralık. Hakkında zerre bir şey bilmiyordum. Umurumda da değildi açıkçası. Hayat felsefesi ‘’mayışımı bankadan mı çeksem atm’den mi çeksem acaba?’’ olan bir insandım. Torrent’imde Dark Knight Rises iniyordu. Bundan daha büyük bir heyecan, daha büyük bir atraksiyon ve emek hırsızlığı var mıydı? Yoktu. 21 Aralık sizin olsun be! Yalnız bırakın beni, 1080 p’lik Christopher Nolan eseriyle’’ diye düşündüm dolmuşta. Bugün 20 Aralık 2012’ydi. Dark Knight Rises inmişti. Benden daha mutlusu var mıydı?  ‘’İnecek vaaa kaptann’’ diye bağırdım ve evimin yolunu tuttum.
   Akşam 10 da Dark Knight Rises’ı dizüstü bilgisayarımda izliyordum. Film bitince Christopher Nolan’ın adını birkaç defa sayıkladım. Bu sırada uyuya kalmıştım.
   Rüyamda ben, Batman, Joker, Bane ve Alfred 21 Aralık’ı tartışıyorduk. Bu konudan canımız sıkılınca uzun eşek oynadık. Ben ve Alfred aynı takımdaydık. İkimizde çelimsizdik. Batman ve Bane aynı takımdaydı. İkisi de öküzdü. İlk önce biz yattık. Yastık Joker’di. Batman üzerimize atlamak için koştuğu esnada kanatları açıldı ve gökyüzüne doğru havalandı. Aşağı doğru düşerken güvercin misali ‘’fata fata fata’’ diye kanat çırpıyordu. Bu sırada Bane Alfred’ın üstüne atladı. Alfred’ın beli kırıldı. Batmobil’e binip polikliniğe gittik hemen. Polikliniğin sahibi C. Nolan’dı. Bize kızdı. Rüyamı hayra yoramadım. Ömrümde hiç bu kadar saçma bir rüya görmemiştim...
   Sabah uyandığımda 21 Aralık 2012 olmuştu. Her şey alabildiğine rutindi.  Bakkaldan veresiye yoluyla nasıl ekmek alırım diye düşünürken ekmek kasasının hala dışarıda olduğunu gördüm. Bir koşu 2 ekmek alıp evime geri döndüm. Kahvaltımı yaptım. Televizyonu açmaya çalıştım. Açılmadı. Birkaç darbe indirdim, nafile. Elektriklerin kesildiğin geçte olsa idrak edebilmiştim.  ‘’Sadece benim evimde mi kesik ulan bu elektrik’’ diyerekten apartmana bakındım. Aynıydı. Kesikti elektrik. İşte bu sorundu. Apartmanın elektriği bile kesikse ciddi bir şeyler yaşanmış demekti. Korkmuş bir vaziyette pencereden dışarıya bakındım. Sokaklar bomboştu. Hemen üzerimi giyinip sokağa çıktım. Gücüm tükenene kadar koştum. İnsan arıyordum lakin hep aynı yerleri görüyordum. Çünkü ben hala mahallesinden dışarıya çıkamayan insandım. Aynı mahallede 8 tur atmıştım… Biraz gücümü toparlayınca brutal vokalistler gibi ‘’ Herkeslerrrr Neredeee’’ diye bağırdım. İki köpek havladı. Korkup evime kaçtım. 21 Aralık günü koca dünyada yapa yalnız mı kalmıştım yoksa? Herkes beni geride bırakıp çok eğlenmeye mi gitmişti?
   Öğleden sonra 3 olmuştu. Dışarısı hiçbir zaman bu kadar sessiz olmadığı gibi gökyüzünde hiçbir zaman ‘’Gözün doysun Cern’’ yazısı olmamıştı. Yazıya 10 dakika sonra baktığımda Cern’in r ve n harfleri birleşmiş, ortaya ‘’Gözün doysun Cem ‘’ çıkmıştı. Bu yazıyı kimin yazdığını düşünmemiştim. Daha önemli şeyler vardı. Yapa yalnızdım koca dünyada!
   Dünyadaki herkes yok olsa bile hocadan 2 puan dilenen öğrenciler yok olmuş olamazdı. Bir umut okula koştum. Yoktu. Önce apartmandaki kesinti, şimdide bu öğrencilerin olmayışı… Kimse yoktu Güngören de. Belki de İstanbul da. Belki de koca dünyada! Brutal vokalist gırtlağından uzun hava gırtlağına geçiş yaptım. Erzincan yöresinden bir türkü geveledim…
   Pes etmeyip aramaya devam etmeye karar vermiştim. Taksim’e gitmek mantıklıydı. Artık orada da insan yoksa koca dünya da dal daşşah kalmışım demekti…
   Sorun şuydu ki, Taksim’e hep İ.E.T.T, hep tramvay giderdi. Koca otobüsü zaten kullanamazdım. Tramvay hem elektrik hemde güneş enerjisiyle çalışıyordu neyse ki. Tramvayı kullanmayı denedim. Çok renkli bir tuşa basınca Taksim’den daha da uzaklaştım, son durak olan bağcılara vardım… Tuşlara basmak yerine etrafıma baktığımda hemen arkamda pilli bir radyo buldum. Biraz kurcalayınca çalıştı. ‘’ 20 Aralık 201…kkığğğ… Cern de yapılan deney için gerekli enerji bütün dünyadan karşıla… kkığğğ… Oluşan kara delikler dünya nüfusunun yüzde 99’unu yut… kkığğğ… Kurtulanların bir şekilde Cern’e ulaşmaları… kkığğğ… öğrenciye giriş indi… kkığğğ…’’ Bozuk radyoyu kapattım. Açıklama yeterliydi. Dünyada taş çatlasa 1 milyon insan kalmıştı. Önümde iki seçenek vardı. Cern’e gidip hesap sormak ya da burada kalıp sessizliğin, sokaklarda zaar gibi çıplak koşmanın, istediğim araca binip kaza yapabileceğimdi. İki seçeneğim vardı. Cern çok uzaktı, sokakta çıplak koşmak çok yakındı…
   Kararımı vermiş, makinistin odasından çıkıp kapıya doğru yönelmiştim. Kapıdan çıkıp birkaç adım attım ve karşımda bir homo sapiens ile, bir orta yaşlı göbekli insan ile, bir yarı kel ile, bir Harun’la karşılaşmıştım. Yaklaşık olarak 2 dakika boyunca gözlerimizle birbirimizi yedik. Milletin yokluğundan faydalanıp kıyafetlerini yenilemiş gözüküyordu. 47 numara converse, adeta ZARA tarafından yıkanan bir Harun vardı karşımda. Gırtlağımı tekrar brutal vokalist şekline çevirdim ve ‘’insaaaağğnnn’’ diye bağırarak yanına koştum, sarıldık. Hoşbeş ettikten sonra  ‘’Cern’e gidiyoruz. Araba kullanmayı bilin mi?’’ diye sordu ‘’Hayır ağğbi’’ dedim. O zaman al şu pisikleti. Cern’e yardırıyoruz’’ dedi. Şivesini sevmiştim…
   Cern çok uzaktı, sokakta çıplak koşmak ise çok yakındı…

  Haftaya ya da 3 hafta sonra, ZARA tarafından yıkanan Harun ağğbiyle Cern’e ulaşmaya çalışacağız. Ne Harun ağğbinin koca göbeği ne de benim sigara ile yıkanmış olan ciğerlerim buna izin vermeyecek.


paylaş: