can yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
can yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

mutlu ölüm | albert camus


“Öyle bir gün geliyor ki, insan olması gerektiği yerde olmak istiyor. Ama kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor.”
Söz konusu Albert Camus olunca her cümlesi ayrı ayrı düşünülüp saatlerce üzerinde kafa yorulacak kitaplar ortaya çıkıyor. Bir defa okumak yetmeyip aynı zamanda kitaplığın en güzel bölümünde yer alan oluyor.
Mutlu Ölüm yazarın Yabancı’sından önce bitirdiği söylenen bir romanı lakin yayımlanması için yazarın ölmesi beklenilmiş. Buradan da kolaylıkla çıkarılabilir ki Camus ölümle öyle cilveleşiyor, onu öyle betimliyor ki, romanındaki karakterin yerine hemen kendimizi koyuyoruz.
Mutlu ölüm, Yabancı’da olduğu gibi yine varoluşçuluk üzerine dayalı ve bu düşünceleri karakterin ağzından aktaran, sürükleyici ve etkileyici bir roman.
İlk bölüm ahlaki bir soruna parmak basmakla başlıyor. Para için sakat birini öldüren Mersault’a göre mutluluk için para gereklidir. İnsan mutlu olmak için yaşamını sürdür ona göre ve mutluluk parayla satın alınabilir. Parası olan insan para kazanmak için zamanını harcamaz, zamanını mutlu olmaya ayırır. Dolaylı da olsa para mutluluk için gereklidir.
Üstelik ölmek isteyen bir sakata onu öldürerek yardım etmiş, onun mutlu olmasını sağlamış olur ve bir nevi kendi mutluluğunu satın alır.
paylaş:

körlük | josé saramago


Araba kullanırken kırmızı ışıkla durup yeşil ışığın yanmasını beklerken bir anda kör olduğunuzu hayal edin. Yeşil ışığın yanmasıyla büyüyen bir gerilim, basılan kornalar, havada uçuşan küfürler, pencerenize vuran kişiler…
1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli büyük romancı José Saramago’nun eseri Körlük’te bahsi geçen olay meydana gelir.
Körlüğü beyaz bir ışığa bakıyor gibi tanımlayan ilk kör, evine gitmek için bir vatandaştan yardım aldıktan sonra karısıyla beraber göz doktoruna gider. Bu esnada ona yardım eden kişi arabasını çalmıştır. Doktorun ilk kez duyduğu bir vakadır bu. Bir süre sonra doktor da körleşir. Kentteki herkes yavaş yavaş aynı kaderi paylaşmaya başlar. Hükümet önlem almak için kör olanları ve kör olma potansiyeli gösterenleri akıl hastanesinde karantina altına alır. Bir tarafta kör olanlar diğer tarafta ise kör olmayı bekleyen kişiler akıl hastanesinde hükümetin onlar yardım etmesini beklerler.
Kör olmadığı halde kör olduğunu iddia ederek kocasının yanında bulunan doktorun karısı ilerleyen günlerde kentteki tek körleşmeyen kişi olacaktır.
Körlük öldürmese bile kentte bazı sorunların doğmasına yol açar. Arka arkaya yaşanmaya başlayan ve sıklaşan trafik kazaları, kaybolmaya başlayan etik ve ahlaki değerler, herkesin kör olduğu vakit tamamıyla ortadan kalkar.
paylaş:

yabancı | albert camus


L'étranger.
Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcisi Albert Camus’nün 1942’de yayımlanan Yabancı’sında insanın kendisi ve dış dünya arasındaki mesafe anlatılır. Meursault, kavurucu güneşle birlikte aslında hiçbir sebep yokken bir Arap’ı öldürür. Aslına bakıldığında işlenen cinayet sanki kendi iradesi dışında gerçekleşmiş hatta buna Meursault’un başına geçen ve gözlerini alan güneş sebep olmuştur. Hatta Camus olayı öyle bir betimlemiştir ki cinayetin kaçınılmaz olduğunu anlar okuyucu.
Sonrasında Meursault tutuklanır ve yargılanır. Fakat mahkemede yargılanan ve bu durum karşısında hayatı söz konusu olan kişi kendisi değil de bir başkasıymış gibi tüm olan biteni anlamayan, kayıtsız bakışlarla izler durur dışarıdan. Olay karşısında sergilediği hareketlere inanamayanlara, yaptıklarına mantıklı anlamlar yüklemeye çalışanlara da şaşar, onların neden böyle bir tavır gösterdiğini umursamaz, çözmeye de çalışmaz.
Yargı süresince kendisini savunma zahmetine de girmez. Doğrusunu söylemek gerekirse o, üzerine giydiği bedenden çok farklı birisidir, sanki içinde yaşadığı hayata uygun biri olarak yaratılmamış ve olay bittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gidecek bir varlıktır, çevresine uyum gösteremeyen bir yaratık, herkese ve kendisine karşı bir yabancıdır.
paylaş:

benim hüzünlü orospularım | gabriel garcía márquez


Dünya üzerinde çok seneler geçirmiş, gezmiş, tozmuş, eğlenmiş, yemiş, içmiş ve doksan yaşına gelince kendine şöyle körpe bir bakire hediye etmek istemiş birini hayal edin. Sizce nasıl olur? Asıl soruya gelelim; peki bu vatandaş bu on dörtlük bakire kıza âşık olursa neler olur? Bunu nasıl karşılarsınız, sapıkça mı? Olmaz mı böyle bir şey, yoksa komik mi olur? Akla pek yatkın değil mi yoksa?
Elimizde tuttuğumuz kitap 1982 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Gabriel García Márquez’e ait.
Başkarakterimiz, parasını vermediği sürece bir kadınla beraber olmamış bir gazeteci, zamanın tutsağı olmuş ve nice yaşlar geçirmiş biri. Yalnızlığını işte bahsi geçen kadınlarla tamamlamaya çalışan biri aynı zamanda. 90 yaş da çoğu kişiye nasip olmayan bir rakam ve karakterimiz de buna özel bir hediye vermek ister kendine, 90 yaşa uygun bir hediye. Tanıdık bir genelev patroniçesini arar ve el değmemiş birini ister yeni yaşının şerefine. Kadın da bu yaşlı adamın dileğini kırmayarak on dördünde el değmemiş bir kızı karşına çıkarır. Lakin yaşlı amcamızın bu yaşına kadar hissetmediği duygular ölüme bu kadar yaklaşmışken düşüverir yüreğine. Küçük bayanı seyretmekten başka bir şey yapamaz, kıyamaz belki, belki de buna aşk deniyordur onun mısralarında. Kendi kaderine boyun eğmeye mahkûm ihtiyar delikanlımız, bu zamana kadar tatmadığı duyguların minnettarlığını yaşamaktadır böylelikle.
paylaş:

düşüş | albert camus


Saygın bir avukat ve burjuva ortamına söylenen bir küfür, Amsterdam’da bir barda otururken hatırlanmaya çalışılan bir geçmiş, belirsizliklere dönüşen kesinlikler, başarı gibi lanse edilen başarısızlıklar…
Taşın altına koymamız gereken ellerimiz ve kendimizi okuduğumuz bir roman; 1957 Nobel Edebiyat sahibi Albert Camus’nün Düşüş’ü.
Parisli, işinde başarılı, elit yaşamları adalet önünde savunan, çapkın kişiliği de azımsanmayacak bir kişi o. Elitliği, soyluluğu, başarıyı, çaresizliği sorgulamayan bir düşen, aynı bizler gibi. Ahlak anlayışını sivri bir dille alaya alan bir kitap.
Kitap, “Size hizmetlerimi sunabilir miyim, bayım, canınızı sıkmadan? Korkarım ki bu kuruluşun kaderini elinde tutan saygıdeğer gorille anlaşmayı bilmiyorsunuz.” diye başlar ve “Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!” diye biter.
Ya doğruluğuna kesinlikle inandığımız duygu ve düşüncelerimiz, kendimizi tatmin etmemizdeki ikiyüzlülüğümüzse?
“Aynı zamanda hem kadınları, hem adaleti sevmeyi başarıyordum ki çok kolay bir iş değildir bu.” diyen bir avukatın yabancıya anlattığı hikâyede kendimizden bir yansımayı görmemek imkansız gibi. Üstelik bunu özgün bir edebi anlatıyla yaparken.
Can Yayınları’ndan çıkan bu 108 sayfalık kitabı Fransızca aslından çeviren ise Hüseyin Demirhan.
20. yüzyılın kuşkusuz en etkileyici yazarların biri olan Albert Camus şöyle diyor romanında; “Bazen, yalan söyleye, doğru söyleyenden daha aydınlatıcıdır. Gerçek, tıpkı ışık gibi insanın gözünü köreltir.”
Ve şöyle der Jean-Paul Sartre kitap için; “Belki de Camus’nün en güzel ve en az anlaşılan romanı.”
İyi okumalar.

Kitabın idefix sayfası için tıklayın.
paylaş: