dogville (2003)


Yönetmen: Lars von Trier
Senaryo: Lars von Trier
Oyuncular: Nicole Kidman, Paul Bettany, Lauren Bacall
Tür: Dram | Gizem | Gerilim
Yıl: 2003
Süre: 178 dak.
Ülke: Danimarka, İsveç, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Norveç, Finlandiya
Dil: İngilizce
Ödül: 13 ödül, 19 adaylık
IMDb puanı: 8.0/10
Metascore: 59/100

Bazı insanlar ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın eğitilemezler ve bazılarını ise kötülükten uzak tutamazsınız. Bu kişiler her zaman çevrenizde bulunduğu için onları görmezden gelemez, başınızı her gördüğünüzde çeviremezsiniz. Yaptığı kötülükleri söyleyemez ve bunu hata olarak gösteremezsiniz. Çünkü her yapılan kötülük bir hata değildir. Eğer bu yapılanları söylerseniz bunu karşılığında size duyulan nefret elinize kalan olacaktır. Bu kişilere her daim merhamet de gösteremezsiniz, çünkü gösterilen merhamet değer görmeyecektir ve denilebilir ki merhamet denilen kavram bazen en iyisi, doğrusu ve ahlaklısı olmayabilir. 


Fakat şöyle de bir şey var, eğer bu kişilerin kötülüğü size dokunuyorsa bunu içinize atıp, susup bekleyemezsiniz. Çünkü bunu yaptığınız sürece karşınızdakinin kötülüğü sizin bu tavrınızdan beslenecek ve işler daha da sarpa sarmaya başlayacaktır. Bazen de affetmek yüceliktir düşüncesine kapılabilirsiniz lakin affetmek bazen insana yapılan en büyük kötülüktür. İyilik her zaman karşılıklı da değildir, yedi ölümcül günahtan biri kibirdir ve bazen kibir adaleti sağlayabilir.
Minimum düzeyde görselliğe karşı optimum düzeyde oyunculuk ve konu barındırmasıyla farklı bir yapısının olduğunu kendini beğenmiş tavırlarıyla gözler önüne süren Dogville’de konu basitçe, kendi halinde, kurulduğu mevki bakımından diğer insanlarla ilişkilerinin pek de bulunmadığı sakin bir köye gelen güzel bir bayanın gelmesiyle başlayan ahlaki ve etik değerlerdeki yıpranış diyebiliriz.
Birinden kaçmaya çalışan ve saklanmak için bu köye sığınan Grace isimli bayana, bunun karşılığında köydeki inanlara belirli saatlerde yardım etmesi söylenir ve bir süre sonra işler rayına oturur. Belirli zaman aralıklarında köydeki değişik sorunları ve ihtiyaçları olan kişilere yardım etmekte, sakat kişilerin sidikli çarşaflarını değiştirmekte, çocuklara bakmakta, kör adama pencereden görülenleri anlatmakta, elma toplamakta ve akla gelebilecek bir sürü işle uğraşmaktadır. Köyde bulunan ve doktorun oğlu olan kişiye duyduğu sevgi bir süre sonra aşka dönüşecek ve ortaya çıkan karmaşalarda onun köyde kalmasını sağlayacak kişi bu genç olacaktır.
Tabii işler görüldüğü gibi gitmez ve bir süre sonra işler çığırından çıkmaya başlar. Köyde yaşayan kişilerin ihtiyaçları artmakta ve bunlara erkeklerin cinsel istekleri de katılmaktadır. Bir süre sonra köyden sessiz sedasız ayrılma kararı almasına karşılık düşünülen fikir ise insanlık kavramını iyice sorgular. Boynuna geçirilen zincir ve zincirin ucundaki ağırlıkla sorun ortadan kaldırılmış olur. Bununla beraber yapılan işlerin iki katına çıkarılması Grace için cehennem günlerinin başlangıcıdır.
Bir süre sonra köyde en çok güvendiği kişinin bile diğer insanlara benzemesi, dayanacak gücün iyice tükenmesine neden olur.
Ve içten içe beslenen kibir artık en sonunda kendini gün yüzüne çıkarır.
Filmin görselliğinin en düşük düzeyde oluşundan bahsedecek olursak, bir tiyatro sahnesine tebeşirle çizilen evleri hayal edin, kapıların olmadığı ve üç-beş taburenin yerleştiği bir toplanma salonun varlığını düşünün, film bu sahnenin üzerinde ilerliyor. Lakin bunun yanında konudaki ağırlık ve derinlik zaten geri planda kalan görselliğin hiç de ihtiyaç duyulmayacağını gösterir nitelikte. Çocuk karakterlerin bile gösterdiği yetenek oyunculuğun ne derecede olduğunu kolaylıkla anlamamızı sağlıyor.
Dinsel öğeleri kullanmasını seven yönetmenin diğer filmlerinde de rahatlıkla görebileceğimiz semboller bu filmde de yok değil. Örneğin bir uğraş sonucunda kazanılan paralarla alınan yedi biblonun Hıristiyanlıktaki yedi ölümcül günahı işaret etmesi ve filmin genel kavramlar çerçevesinde bu yedi günahın şeytanın insanı reddetmesiyle baş gösterdiği “kibir” etrafında dönmesi, yine dinsel kavramların filmin içinde yer aldığını söyler gibi. Grace karakterinin ise Hz. İsa olarak gösterildiğini söyleyen bazı yorumları da bulmak çok güç değil. Filmi izledikten sonra okunan bu yorum ise bu dinsel öğelerin ve İsa figürüne getirilen yorumun arkasında durmamızı bile sağlıyor.
Bazılarına göre ise filmin genelinin Amerika’nın savaş politikasına yapılan bir gönderme olduğu yönünde. Çünkü köyde yaşayan halkın ahlak değerlerindeki çöküşün ve Grace karakterinin sonunda dayanamayıp kibrine yenik düştüğü ve silaha sığındığı sahneler bu yorumlara da hak vermemizi sağlıyor. Ki zaten film Lars von Trier’in USA: Land of Opportunities (ABD: Fırsatlar Ülkesi) üçlemesinin ilk filmi. İkinci film Manderlay ve üçüncü film Wasington.
Trier’in yaptığı yorum ise şöyle:
“Grace’i, tüm dünyaya Amerikan yaşam tarzını kabul ettirmeye çalışan günümüz ABD’sine benzetmek çok kolay. Aynı zamanda Grace’in benim yarattığım bütün ana karakterler gibi olduğuna dikkat çekmek de yerinde olur. Grace herkes için hep iyisini istiyor, ama her şey cehennemi bir hal alıyor. Irk politikaları göz önüne alındığında filmimin alışıldık normlar dışında algılanmasını bekliyorum. Eğer birilerini kışkırtıyorsam, bana göre hava hoş. Boş provokasyonlar pek işe yaramaz, ama bir kışkırtmayla bir sürü ağır tepki alırsan hedefi on ikiden vurdun demektir.”
İyi seyirler.

paylaş:

1 yorum:

  1. filmin sonlarına doğru, Grace'in kaçtığı güçlü mafya babasının grace'in babası olduğunu öğrendiğimde gözlerim parladı. çünkü ilahi adalet yerini bulacaktı. Bana göre mutlu son ile bitecekti ama koskoca bir kasabanın katledilişi,, insanların cezalandırılması, ne tür bir mutlu sona girer? aslında adalet demek gerekir. ortada haksızlık varsa adalet, cezayı gerektirir. Ama grace'in babası, dönemin en güçlü mafya babası olmasaydı? güç dengesi grace'den yana olmasaydı? o zaman filmin anlamı ve vermek istediği mesaj çok zayıf kalırdı. tıpkı günlük yaşanılan olaylar gibi katlanması zor, yıpratıcı ama aynı zamanda olgunlaştırıcı kötülüklerden örnekleme gibi algılanırdı. günlük hayatta buna benzer haksızlıklar, gel-gitler, suçlamalar, dışlanmalar, itilmişlikler yaşanıyor. sonuçta psikolojik olarak yıpranmış, hayattan soğutulmuş, türlerimizden korkan, sorunlu insan karakterleri yaratılıyor. bütün bu kötülükler karışısında öc almak isteği çok doğal, kim kendini yaralayanları cezasız bırakmak isterki? bende filmin verdiği mesajı doğru buluyorum, bütün bu yaşatılanları affetmek kibirdir? ama affetmemek kin ve nefret demek değildir. burada Grace'in kullandığı güç, her ne kadar zorbalık ve zalimlikle insanları boyunduruk altına almak isteği gibi tanımlansada, dünyayı daha yaşanılır kılmak adına yapıldığından kabul görmelidir. Grace'in intikamı bizleri mutlu ediyor! Bizlere uygulanan zorbalık, adaletsiz ve vicdansız tutumlar,baskılar, boyunduruk altına alma hırsıyla dolu güçlü kişilerin bize yaşattıkları ve bunun karşısında bizim güçsüzlüğümüz sadece ilahi adalet dedirtiyor.. iyi seyirler ve bol adaletli günler dilerim...

    YanıtlaSil