el espinazo del diablo (2001)


The Devil’s Backbone

Yönetmen: Guillermo del Toro
Senaryo: Guillermo del Toro, Antonio Trashorras, David Muñoz
Oyuncular: Marisa Paredes, Eduardo Noriega, Federico Luppi, Fernando Tielve
Tür: Fantastik | Korku | Gizem | Gerilim
Yıl: 2001
Süre: 106 dak.
Ülke: İspanya, Meksika
Dil: İspanyolca
Ödül: 6 ödül, 7 adaylık
IMDb Puanı: 7.6/10
Metascore: 77/100

İspanya’da iç savaşın süre geldiği yıllar, yetimhanede bir çocuğun öldürüldüğü gece bahçeye düşen ve patlamayıp çakılan bir bomba sahnesiyle başlıyor film. Babası cephede ölmüş ama bunu bilmeyen Carlos isimli çocuğun da bu yetimhaneye getirilmesiyle devam ediyor. Carlos çizgi romanları okumaktan ve bulduğu garip eşyaları, salyangozları küçük kutusunda biriktiren bir çocuk. Getirildiği yetimhane de ise bir süreliğine kalacağını düşünüyor. Yetimhanenin müdürü bir ayağı olmayan Carmen isimli bir bayan, yetimhanenin doktoru ise yaşlı bir adam. Doktor yetimhaneye para getiren, henüz omurgası oluşmamış ceninleri içindeki rom ve değişik baharatlarla saklı tuttuğu bir içecek hazırlıyor ve bunu kasabada satıyor. Bu içeceğin değişik sorunlara iyi geldiği söyleniyor, film de ismini bu içecekten alıyor bir nevi.


Yetimhanenin diğer görevlileri de zamanında yine diğer çocuklar gibi buraya sığınmış ve uzun yıllar burada yaşamış Jacinto ve onunla evlenmeyi düşündüğü Conchita. Lakin Jacinto’nun amacı yetimhanenin müdürünü ayartıp mutfakta saklı bulunan altınlara el koymak.
Carlos’un daha yetimhaneye getirildiği ilk gün bir hayaleti görmesi de filmdeki kilit noktalardan biri. Santi adındaki bu hayaletin yetimhanenin bahçesine bombanın düştüğü gece öldürülen ve yetimhanenin altındaki su havuzuna atılan çocuk olduğunu öğreniyoruz tahmin ettiğimiz gibi. Carlos’un yatağının da zamanında Santi’nin yattığı yatak olmasından bu savımızı daha da kuvvetlendirmiş oluyoruz aslında.
Bir diğer kilit nokta gibi görünen detay ise bahçenin tam ortasına çakılı kalmış olan bomba, çünkü bu dev varlık dışarıdaki savaşı temsil ediyor bir nevi, duyduğumuz ara sıra patlama sesinden çok kıyametin dışarıda hayatları yok ettiğini anlamamızı sağlıyor adeta. Her an patlayacakmış gibi durması izlerken tedirgin olmamıza sebep olurken çoğu kez sanki canlıymışçasına olaylara ön ayak olması da diğer bir işlevi bu bombanın. Carlos’un Santi’yi bulmasında ve asıl savaşın içeride döndüğünü anlamamızda bize yol gösteriyor.
Doktorun sevdiği kadının hemen yan odada uyuyan yetimhane müdürü Carmen olduğunu anlamamak çok da güç değil, sabah kalkar kalkmaz açtığı gramofon ve okuduğu şiirler, duvara dokunuşları ve en önemlisi Carmen’le konuşurken ki bakışları. Ama nasıl olur da Carmen’in yetimhanenin belalısı konumuna dönüşen Jacinto’nun ayartmalarına göz yumarak onunla yatmasını izliyoruz, burada da iktidar hırsının sonuçlarına bir gönderme olarak nitelendiriyoruz. Doktorun samimi nezaketine karşılık Jacinto’nun hırsını tercih ederek aslında kendi sonunu da yavaştan hazırlayan Carmen, olaylar sarpa sardığında gözlerinin içine bakarak son ezberlediği şiiri okuyan adama bir şeyler atlatmaya çalışırken hayata veda ediyor.
Her bireyin aslında yarım kalmış bir hikâyeleriyle bütünleşen filmde gerçek aşkı sorgularsak eğer, yetimhanedeki çocukların en büyüğü olan Jaime’in Conchita’ya olan ilgisidir diyebiliriz kolayca. Hayaletin ortaya çıktığı gece Carlos’la beraber su almaya indiklerinde Conchita’nın Jacinto ile öpüştüğünü gördüğündeki dalgınlığı da bu durumu tetikleyen, sonrasında ona hediye ettiği yüzükle suratındaki sırıtış ve boş bakışlar yine bahsi geçen aşkı körükleyen hareketler. Ama ne yazık ki, savaşın ne konuma geldiğini bile bilmediğimiz bu yetimhanede işler öyle bir karışıyor ki Jaime’in aşkı çok çok geride kalıyor.
Filmdeki bir diğer unsur ise ders esnasında gördükleri kocaman bir mamutun sivriltilmiş çubuklarla öldürülüşünün gerçek hayata uyarlanışı, gerçekten akıllıca.
El Laberinto del Fauno (Pan’ın Labirenti)’nun yönetmen Guillermo del Toro’dan Pan’ın Labirenti’nde kadar olmasa da fantastik öğelerin bulunduğu bunun yanında olaya dramın, gizemin ve korku öğelerinin de serpiştirildiği mükemmel bir film. İzlerken ortamın mat renkleri, griliği ve çalınan ezgilerle harmanlanışı aslına del Toro imzası taşıdığını söylüyor bizlere. Yaratılan hayalet karakterinin ise sıradan ve her yerden bö diye fırlayan karakterlere nazaran daha bir anlamlı hareketlerinin ve şeklin oluşu da filmi sevmekteki yönlerden biri.
İzlemekten pişman olmayacağınız bir film kısacası.






paylaş:

0 YORUM:

Yorum Gönder