albüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
albüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2013 yılının en abartılmış 10 albümü

Yılın sonu yaklaştıkça dergilerde, bloglarda yılın enleri yavaş yavaş paylaşılmaya başlandı. Flaworwire’da yayınlanan liste de tam paylaşmalık olmuş. yılın en çok abartılmış albümleri karşınızda, -itiraf edin abarttık-











paylaş:

en klas 50 albüm


Bazı albümler vardır, tüm yönleriyle içeriğindeki bütün şarkılar ile akıllara kazınır ve konu geçtiğinde akla ilk onlar gelir. ShortList bu konuya el atmış ve klasikleşmiş isimlerden günümüz sanatçılarına kadar en klas 50 albümü listelemiş.

FRANK SINATRA: IN THE WEE SMALL HOURS (1955)
ELVIS PRESLEY: ELVIS PRESLEY (1956)
ROBERT JOHNSON: KING OF THE DELTA BLUES SINGERS (1961)
JAMES BROWN: LIVE AT THE APOLLO (1963)
THE BEATLES: REVOLVER (1966)
DUSTY SPRINGFIELD: DUSTY IN MEMPHIS (1969)
JOHN PHILLIPS: JOHN, THE WOLF KING OF LA (1969)
MILES DAVIS: BITCHES BREW (1970)
CAN: TAGO MAGO (1971)
SLY & THE FAMILY STONE: THERE’S A RIOT GOIN’ ON (1971)
ARETHA FRANKLIN: YOUNG, GIFTED AND BLACK (1971)
BIG STAR: #1 RECORD (1972)
THE ROLLING STONES: EXILE ON MAIN ST (1972)
IGGY & THE STOOGES: RAW POWER (1973)
STEVIE WONDER: INNERVISIONS (1973)
DION: BORN TO BE WITH YOU (1975)
AUGUSTUS PABLO: KING TUBBY MEETS ROCKERS UPTOWN (1976)
DAVID BOWIE: LOW (1977)
KRAFTWERK: TRANS EUROPE EXPRESS (1977)
TELEVISION: MARQUEE MOON (1977)
JOHN MARTYN: ONE WORLD (1977)
KATE BUSH: THE KICK INSIDE (1978)
CHIC: C’EST CHIC (1978)
BRIAN ENO: MUSIC FOR FILMS (1978)
MICHAEL JACKSON: OFF THE WALL (1979)
THE CLASH: LONDON CALLING (1979)
DEXY’S MIDNIGHT RUNNERS: SEARCHING FOR THE YOUNG SOUL REBELS (1980)
NEW ORDER: POWER, CORRUPTION & LIES (1983)
ESG: COME AWAY WITH ESG (1983)
THE POGUES: RUM, SODOMY & THE LASH (1985)
PRINCE: SIGN ‘O’ THE TIMES (1987)
PUBLIC ENEMY: IT TAKES A NATION OF MILLIONS (1988)
TALK TALK: SPIRIT OF EDEN (1988)
PIXIES: DOOLITTLE (1989)
BEASTIE BOYS: PAUL’S BOUTIQUE (1989)
MASSIVE ATTACK: BLUE LINES (1991)
MY BLOODY VALENTINE: LOVELESS (1991)
APHEX TWIN: SELECTED AMBIENT WORKS 85-92 (1992)
ORBITAL: ORBITAL (THE BROWN ALBUM) (1993)
AFGHAN WHIGS: GENTLEMEN (1993)
A TRIBE CALLED QUEST: MIDNIGHT MAURADERS (1993)
SABRES OF PARADISE: HAUNTED DANCEHALL (1994)
DJ SHADOW: ENDTRODUCING (1996)
SPIRITUALIZED: LADIES AND GENTLEMAN WE ARE FLOATING IN SPACE (1997)
THE FLAMING LIPS: THE SOFT BULLETIN (1999)
THE STROKES: IS THIS IT (2001)
OUTKAST: SPEAKERBOXXX/ THE LOVE BELOW (2003)
LCD SOUNDSYSTEM: SOUND OF SILVER (2007)
BURIAL: UNTRUE (2007)
THE XX: XX (2009)


paylaş:

yağmurlu havalarda iyi giden albümler


Bazen, dışarıda kopan fırtınadan, yağan yağmurdan, dinlerken benliğimizi kaybettiğimiz albümlerden başka bizi eğlendirecek hiçbir şey yoktur. Huzur verir, insanı yatıştırır, en önemlisi rahatlamanın en iyi yoludur müzik dinlemek. Eylül ayı geldi, yavaş yavaş sonbahar yağmurları ferahlamamıza yardımcı olacak. İşte tam da bu yağmurlu günlerde dinlenebilecek albümler Jonathan Barkan tarafından listelenmiş. Keyifli dakikalar.

White Willow – Terminal Twilight



Portishead – Dummy


Daniel Licht – Silent Hill: Downpour OST




Petter Carlsen – Clocks Don’t Count




Porcupine Tree – In Absentia




Depeche Mode – Playing The Angel




Opeth – Damnation




Katatonia – Night Is The New Day




King Cobb Steelie – Mayday





Akira Yamaoka – Silent Hill 2 OST


paylaş:

1 haftada 1 milyondan fazla satan albümler


Aşağıda Complex Magazine tarafından hazırlanmış albümler listesi yer almakta. Bahsi geçen albümler çıkış tarihlerinden ya da sonrasındaki zamanda bir hafta içinde milyonlarca satmış.
Albümler, çıkış tarihleri ve kaç adet sattıkları:

Whitney Houston "The Bodyguard Soundtrack"
Çıkış tarihi: Kasım 17, 1992
Satış adeti: 1,061,000 - 9 Ocak haftası, 1993

Garth Brooks "Double Live"
Çıkış tarihi: Kasım 25, 1998
Satış adeti: 1,085,000 - 5 Aralık haftası, 1998

Backstreet Boys "Millennium"
Çıkış tarihi: Mayıs 18, 1999
İlk Hafta Satış adeti: 1,134,000

'N Sync "No Strings Attached"
Çıkış tarihi: Mart 21, 2000
İlk Hafta Satış adeti: 2,416,000

Britney Spears "Oops!...I Did It Again"
Çıkış tarihi: Mayıs 16, 2000
İlk Hafta Satış adeti: 1,319,000

Eminem "The Marshall Mathers LP"
Çıkış tarihi: Mayıs 23, 2000
İlk Hafta Satış adeti: 1,760,000

Limp Bizkit "Chocolate Starfish & the Hot Dog Flavored Water"
Çıkış tarihi: Ekim 17, 2000
İlk Hafta Satış adeti: 1,055,000

Backstreet Boys "Black & Blue"
Çıkış tarihi: Kasım 21, 2000
Satış adeti: 1,591,000

The Beatles "1"
Çıkış tarihi: Kasım 13, 2000
Satış adeti: 1,258,667 – 6 Ocak haftası, 2001

'N Sync "Celebrity"
Çıkış tarihi: Temmuz 24, 2001
İlk Hafta Satış adeti: 1,879,955

Eminem "The Eminem Show"
Çıkış tarihi: Mayıs 28, 2002
Satış adeti: 1,322,000 week of June 15, 2002

Norah Jones "Feels Like Home"
Çıkış tarihi: Şubat 10, 2004
İlk Hafta Satış adeti: 1,022,000

Usher "Confessions"
Çıkış tarihi: Mart 24, 2004
İlk Hafta Satış adeti: 1,096,000

50 Cent "The Massacre"
Çıkış tarihi: Mart 3, 2005
İlk Hafta Satış adeti: 1,141,000

Lil Wayne "Tha Carter III"
Çıkış tarihi: Haziran 10, 2008
İlk Hafta Satış adeti: 1,006,000

Taylor Swift "Speak Now"
Çıkış tarihi: Ekim 25, 2010
İlk Hafta Satış adeti: 1,047,000

Lady Gaga "Born This Way"
Çıkış tarihi: Mayıs 23, 2011
İlk Hafta Satış adeti: 1,108,000

paylaş:

2012: ocak-mayıs analizi


Normalde sene sonunda topluca bir yazı yazarım ama hem boşluk hem de 2012 in daha ilk yarısında çıkan olağanüstü albümler bizi bu yazıya yöneltti efendim. Şahsi zevklerime göre (her zamanki gibi, altını çizerek) 2012 nin Mayısa kadar olan ilk yarısında çıkan dikkat çekici işler:

Lion's Roar - First Aid Kit (Wichita)



İsveçli folk ikilisi hep işaret ettikleri Amerikan folk/country kültüründen aldıkları ilhamı Avrupai bir dokunuşla harmanlayınca sonuç inanılmaz olmuş. Geçmişe saygıyı esirgemeden progresif olabilmek belkide en zor şey günümüzün müziğinde, ve folk (zaman zaman country) gibi belli dönemlere atfedilen bir müzik türüne teknoloji çağında modern bir yorum katabilmek oldukça etkileyici. Country müzikte artık unutulmaya yüz tutmuş karanlık temaları işleyen Lion's Roar zengin enstrüman aranjmanları ile de dikkat çekiyor. Avrupai kökleri de albümün her köşesindeki müzikal detaylarda bulmak mümkün..

Young & Old - Tennis (Fat Possum)



Soğuk Şubat günlerinde piyasaya çıkmasına rağmen Young & Old deyim yerindeyse "easy listening/feel good" tadında, tam bir yaz albümü. Reggae ye yaptığı ince dokunuşlar ve 'reverb' e bulanmış pop 'sound' uyla zaman zaman 2011 de çıkış yapan Cults'u da andırıyor Tennis 2. albümünde. Şahsen ilk dinleyişten itibaren samimiyetine bayıldığım bu albümü ben güneşli yaz günleri için dolapta tutuyordum bir süredir, şimdi tam zamanıdır, önümüzdeki bir kaç ayın soundtrack i olmaya aday, eğlenceli bir albüm.


Silent Hour/Golden Mile - Daniel Rossen (Warp)



Şanlı Grizzly Bear'imizin üyesi, kendine has tarzıyla günümüzün önde gelen gitaristlerinden Daniel Rossen, Grizzly Bear in 2012 sonunda beklenen yeni albümünden önce ilk solo çalışması olan Silent Hour/Golden Mile ı çıkardı. 5 şarkıdan oluşan EP bu haliyle bile 2012 in en kaliteli müzikal çalışmalarından biri olmaya aday. Bu EP nin internet üzerinde çeşitli sitelerde karşılaşabileceğiniz analizleri (ki genelde aldığı yorumların çoğu övgülerle dolu) hep Rossen'i bir nevi 70 lerin pop müziğini canlandırmaya çalışan modern bir George Harrison olarak etiketlemeye çalışıyor. George Harrison etkileşimi -özellikle 'Silent Hour' da- çok açık olsada, Rossen i ve müziğini başka şeylere benzetmeye çalışmak iyi anlamda olsa bile haksızlık olur. Bu EP yi ilk dinleyşinizden itibaren anlayacaksınız, jenerasyonumuzun en etkili şarkı yazarlarından biriyle karşı karşıya olduğunuzu. Adeta nefes alan, acelesi olmadan örülen bir birine giren ama bütünlüğü sağlayan armoniler, yalın zaman zaman abstrakt ama yürek burkan bir söz yazımı, ve duyduğunuz anda bu Daniel Rossen diyebileceğiniz bir gitar tekniği.. Her anı kulaklar için bir şölen, özellikle şarkıları cilalayan sonik detayları takip etmekten hoşlanıyorsanız.. Çıktığı gün dinleyebildiğim için kendimi şanslı hissettiğim, yaşasın 2012 dedirten bir albüm. Sağol var ol Daniel Rossen, yarattığın için, gerçek anlamda.


Break It Yourself - Andrew Bird (Bella Union)



Andrew Bird hayran bırakmaya devam ediyor. Break It Yourself yavaşça gelişen hikayeleri, geniş bir sonik kadraja yayılan atmosferi ve içgüdüsel bir şekilde şekillenen temaları ile minimalizm le 'ambient' suların kıyılarında geziniyor. Bu yönden punk'ın içgüdüsel, primitif yaklaşımını folk paletinde yorumlayan Yann Tiersen'in 2010 çıkışlı Dust Lane ini de hatırlatıyor. 1 saati aşkın süresiyle modern müzikte uzun soluklu sayılabilecek bir yapıya sahip olan Break It Yourself, Bird ün acelesi olmadığını gösteriyor. Her yönüyle Amerikan müziğinde folklör-ozan sinerjisini en etkili şekilde 2000 li yıllara taşıyan sanatçı rolünü daha da pekiştiriyor Andrew Bird. 2009 un Noble Beast'ine göre kesinilkle daha minimal, sade kurallar temel alınıyor. Sözler le doğru orantılı olarak bahsettiği sahneleri enstrümanlarla neredeyse teatral bir ruhla canlandırması, belkide Anrew Bird ün klasik eğitimine karşı bir saygı duruşu yorumunu da yapabiliriz. Belli şarkılarda Bird ün daha önceki albümlerine nazaran, Güney ABD nin müzik kültürüyle daha detaylı bir ilişki görmek de mümkün.



Blunderbuss - Jack White (Third Man / Columbia)




Blunderbuss, son 20 yılda gerçek rock müziği ayakta tutan sayılı isimlerden Jack White'ın kariyeri boyunca parçası olduğu projelerden tatlar sunmasının yanında, sanatçının daha önce hiç görmediğimiz yanlarınıda paylaşıyor. White'ın alışılmış kan ağlayan gitarlarının yanında, blues (ama old-school blues) öğelerinin belli şarkılarda neredeyse takıntılı (iyi anlamda) bir şekilde takip edilmesine White'ın hafiften retro prodüksiyon seçimleri eklenince ortaya enteresan sonuçlar çıkıyor. Aynı zamanda burda Jack White'ı orkestrasyonu ve aranjmanları yönetirken görmekte ayrı bir zevk: kendi yarattığı nostaljik müzikal dünyada daha önce hiç olmadığı kadar ayrıntılara dikkat eder ve kişisel buluyoruz White ı. Nashville, Tennessee de kaydedilen albüm bölgenin müzikal kültürü, Chet Atkins, Johnny Cash gibi figürlerin meşalesini bir nevi taşıma görevini üstlenirken, modern zamanlarda da bu kültürü geleceğe taşıyacak bir köprü olarak da duruyor. Ama günün sonunda bu albümü açıklayacak tek şey: kelimenin tam anlamıyla, rock'n roll.



Dr. Dee - Damon Albarn (Parlophone)



Blur, Gorillaz, The Good, The Bad & The Queen. Britpop, trip-hop, dünya müziği, rock müzik, elektronik müzik. Müziğe bu kadar farklı kollardan inanılmaz sayıda değerli eser bırakmış Damon Albarn, 2011'de sahnelenen, Ulusal İngiltere Opera'sı tarafından komisyonu yapılan Dr. Dee ile klasik müziğe de adım attı. Yaklaşık bir sene sonra ise Dr. Dee Operası'nın soundtracki, yani ana aria ların daha sade stüdyo kayıtlarının bulunduğu bu albüm çıktı. Özellikle Henry Purcell ve Handel in romantizminin izlerinin de görüldüğü klasik müziğin yanında, İngiliz-folk türünün kaliteli bir örneği Dr. Dee. Damon Albarn'ın 'Apple Carts' da etkileyici bir şekilde enstrümentasyon a dahil ettiği ney gibi, bazı parçalarda doğu elementlerinin cesur kullanımıda ('The Moon Exalted' daki kanun) Albarn'ın geniş müzikal yelpazesini ustaca kullandığını gösteriyor. Opera şan sanatçılarının yanında Albarn ın sigaradan pürüzlü bas sesini duymakta hoş. 'Saturn' gibi bazı parçalarda Albarn'ın klasik müziğin sınırlarınıda progresif bir yaklaşımla sorgulaması gerçekten gerçek yaratıcılığı takdir eden müzik severleri heyecanlandıracak türden bir hareket. Damon Albarn, Dr. Dee ile müzik dünyasına artık kalıcı izini bırmıştır diyebilirz. 2012 nin Mart'ında çıkan bir başka albümde ise Albarn'ın iki diğer efsane, Tonny Allen ve Flea ile birlikte Rocket Juice & the Moon adı altında kaydettiği albüm yayınlandı. Adam durmuyor.




In The Belly Of A Brazen Bull - The Cribs (Wichita)



Wakefield'lı kardeşlerin senelerdir varmaları beklenen noktaydı bu. Potansiyelleri altın da ezilen grupları çok gördük - özellikle 2002-2009 arası ingiliz rock ında- ama sonunda bir grubun büyürken gelecek vaad eden statüsünden çıkıp vaad ettiği büyüklüğü yaşayıp yaşattığını görmek, işte bu eğer senelerdir takip ettiğiniz bir grupsa oldukça zevkli bir şey. İlk 2 albümü lo-fi garaj tınılarıyla geçirdi Cribs. 3. albümde prodüktörlük koltuğuna oturan Alex Kapranos Jarman kardeşlerden bir Franz Ferdinand yaratmaya çalıştı, 4. albüm Ignore the Ignorant ise bir indie şaheseriydi ancak bu albüm sürecinde tarihin en iyi rock gitaristlerinden efsanevi Johnny Marr'ın 4. eleman olarak gruba katılması yine gerçek Cribs ruhunu perdeleyen bir faktördü. Geriye baktığımızda kötü bir albüm yok, ancak In the Belly of a Brazen Bull, 3 kardeşi gerçek kimliklerini, oldukça kaliteli bir prodüksiyonla bulurken yansıtıyor. Olgunluk dönemindeki Cribs eskisi gibi sert hatta daha sert, sahaya hala ölüm-kalım mentalitesiyle çıkıp kulaklarda marş tadında yankılanan oldukça fiziksel melodiler bırakıyorlar. Ancak farklı olan, şarkı formlarındaki olgun seçimler, melodilerde takip edilen yenilikçi yollar, ve artık hiç bir Cribs şarkısının "daha önce bir yerlerden duymuştum" etkisi yaratmaması. The Cribs in şu ana kadarki en sert albümü diyebiliriz. Ve her şeyden önce bu bir punk albümü, vasat Amerikan sanatçıların tekeline düşen bir türün İngilterede canlanmasına tanık oluyoruz.

Aykut İmer

(siz de yazı/fikir/görsel/liste/deneme göndermek istiyorsanız iletişim bölümüne uğrayınız)

paylaş:

valtari | sigur rós



“I love Sigur Rós but occasionally they do sound like two cats fucking beside a very encouraging orchestra” yazan tweeti retweet yapan ve bu hareketiyle aslında yaptığı işte kendilerine ne kadar güvendiğini gösteren İzlandalı post-rock grubu Sigur Rós, uzun bir aradan sonra hayranlarına yeni bir albüm sundu.
Her albümüyle büyük ilgi toplayan grubun son albümü Valtari, kendi içlerinde birer başyapıt olarak sıfatlandırabileceğimiz albümlerinde olduğu gibi farklı bir türe kendi çizgilerinden hiç sapmadan yoğunlaşıldığının kanıtı.
Ambient müziğe yeni bir ifade katan grup, diğer albümlerinde olduğu gibi klasik ve minimal öğeleriyle atmosferin durağanlığında her tınının yedirilerek benimsetildiği bir iş ortaya çıkarmış.
Sert tonları beklemediğimiz gruptan bu kez olabildiğince ağır hareketlerle ilerleyen bir albümün gelmesi değişik yorumların yapılmasına neden olabilir. Çünkü diğer albümlerine göre ciddi anlamda “yavaş” bir albüm Valtari. Tabii bu durum albümün kalitesini çok etkiler mi, pek öyle olacağını düşünmüyoruz.
Daha önce Sigur Ros parçalarını çok dinlememiş kişiler bu albümden muhakkak uzak duracaklardır lakin grubu benimsemiş ve üzerine de ambient müzikten hoşlananlar albümü taçlandıracaklardır.
Albüm Ég Anda ile başlıyor. Fjögur Píanó ile bitene kadar da temposundan hiçbir şey kaybetmeden ilerliyor. Albümde yer alan parçaların kendi başlarına bir şeyler ifade etmesinden çok sanki tüm albüm bir bütünmüş gibi belirli bir olayı anlatıyormuşçasına ilerliyor.
Tabii yine de en beğenilen yahut “buradayım” diyen parçalar sorulacak olursa da Varúð, Dauðalogn, Varðeldur söylenebilir.
Albümde yer alan parçalar şu şekilde:

1. Ég Anda
2. Ekki Múkk
3. Varúð
4. Rembihnútur
5. Dauðalogn
6. Varðeldur
7. Valtari
8. Fjögur Píanó

Nefes almanın öneminin vurgulandığı bir klip de aşağıda:



paylaş:

young mountain | this will destroy you



2005 yılında Teksas’ta kurulan This Will Destroy You, dinlemekten keyif aldığımız bir post-rock grubu. İcra ettikleri işi başarıyla yerine getirdikleri de bir gerçek. Parçalarında enstrümantal bir atmosferin yanında ara ara sert bir dinamizmi kullanmalarıyla da “eargasm” yaşamamıza sebep oluyor. Gitarda Jeremy Galindo ve Chris King, basgitarda Raymond Brown, bataride Andrew Miller’ın bulunduğu This Will Destroy You, başlangıçta Galindo’nun vokalde bulunmasıyla müzik yapmaya başlamış fakat elde ettikleri şarkıların “berbat” olduğunun farkına varmışlar ve yaptıkları müzikle pek bağdaştıramamışlar. Ardından enstrümantal yapmaya karar vermişler.
Young Mountain, grubun kendi imkânlarıyla kaydettiği ilk EP. Demolarını CD-R olarak kaydedip küçük çaplı konserlerinden sonra satıyorlarmış. Bir süre sonra eleştirmenlerce fark edilip 2005 yılının en iyi enstrümantal yapan grupları arasında gösterilip The Silent Ballad tarafından 50 grup arasında beşinci gösterilmiş. Böylelikle yaptıkları işin daha da farkına varıp albüm şirketiyle anlaşma yoluna gidilmiş ve ortaya Young Mountain çıkmış.
Daha iyisi olabilir miydi diye düşünmemize bile izin vermeyen bir eser Young Mountain, olabildiğince sıcak, olması gerektiği kadar soğuk. Düşük tonlamaları yavaşça süzülen irinli gözyaşları gibi, yüksek sesleri ise bütünüyle acımasız…
Albümünde yer alan altı parçanın altısı da farklı duyguları barındırıyor. Ama bir şarkı var ki yaz gününde iliklerinizi donduracak nitelikte bir karamsarlıkla tüm hislerinizi alt üst ediyor. There Are Some Remedies Worse Than The Disease, albümdeki son parça ve bitişi öyle bir anlatıyor ki defalarca dinlemek istiyorsunuz. Diğer parçaların da hakkını yemeyelim.
This Will Destroy You aslında bu EP ile bir parça inşa etmek için 15 dakikaya gerek olmadığını gösteriyor. Neticede çoğu post-rock türündeki parçalar upuzun oluyor lakin Young Mountain’deki en uzun parça 8 buçuk dakika. Bu sebeple çoğu dinleyici tarafından da sevileceğini düşünüyorum.
Parçaların genel özelliği ise başlangıçta yavaş bir tınının üzerine bindirilen sert ritimler. Bu da klasik post-rock parçaların bir özelliği, tabii bu bir negatif yön mü, hiç de değil. Grup olması gerektiği gibi iyi bir iş gerçekleştirip iyi bir ürün veriyor.
Toplamda 36 dakika uzunluğundaki Young Mountain’de yer alan 6 parça ise şu şekilde:

Quiet  4:52
The World Is Our ­­___  7:10
I Believe In Your Victory  6:30
Grandfather Clock  2:37
Happiness: We’re All In It Together  8:32
There Are Some Remedies Worse Than The Disease  6:16

Young Mountain’in last.fm sayfasına şu bağlantıyı kullanarak ulaşabilirsiniz.
İyi dinlemeler.

paylaş:

hardcore will never die, but you will | mogwai


“Bence insanların çoğu, odaklanacak şarkı sözüyle karşılaşmamaya alışık değiller. Şarkı sözleri bazı insanları gerçekten rahatlatıyor. Bana kalırsa bu kimseler şarkıya eşlik etmeyi seviyorlar ve bu işi bizim şarkılarımızla yapamayınca da biraz canları sıkılıyor” diyerek müzik olgusunun kendilerine göre nasıl olması gerektiğini alttan alta dinleyiciye söylemeye çalışan Stuart Braithwaite, Glasgow İskoçya’da kurulmuş, enstrümanların derin tınılarının içe işlediği müzik türü Post-Rock’ın en tanınmış ve bu türü en iyi işleyen müzik grubu Mogwai’nin kurucularından biri, diğeri ise Dominic Aitchison.
2011 yılında piyasaya sürülen ve düşündüğüm kadarıyla en iyi albüm isimleri listesinde üst sıralarda olması kaçınılmaz olan bir isme sahip olan albüm grubun 7. albümü.
Üzerinde çok konuşulması gereken bir albüm niteliği taşımakta, mevzu bahis post-rock olunca -ki yanlış hatırlamıyorsam röportajın birinde kendilerinin post-rock etiketi altında görmediklerini belirten cümleler kullanmışlar, çok okuyup çok dinlemek mi gerekli, üzerinde beyin fırtınaları mı koparmak lazım yoksa bilgi sahibi olmak/eleştirmek adına işin ehli mi olmak gerekli pek bilemiyorum, işin aslı Mogwai eleştirisi yapmak ya da konuyu daha da genişletirsek post-rock eleştirisi yapmak işin “iyi” anlamak lazım. Yerinde kullanılacak sözcüklerin seçimi bile zorken albüm eleştirisi hele hele böyle bir grubun eleştirisini yapmak zor geliyor. Ama kısaca diyebiliriz ki Mogwai’nin belki de en iyi albümü, söylemek çok kolay olmuyor takdir edersiniz, en azından diğer albümlerine kıyasla en farklı albümü olduğunu rahatlıkla vurgulayabiliriz.
Albümde yer alan parçaları dinlerken şayet düz mantıkla şarkı kendi içine dinleyici çekebiliyorsa -ki bu albümdeki tüm parçalar bu özelliğe sahip, parçaların iyiliğinden söz etmek kolay oluyor. Bir defa gitar tonlamalarını hissetmek insana hiç bu kadar mutluluk getirmemişti. Bahsi geçen mutluluk yamacında hüznü de barındırmıyor değil, demek istediğim anlaşılmıştır umuyorum.
Yerinde sekmediğin bir kez daha gösteren Mogwai, dinlemekten bıkılmayan bir grup, hem neden bıkılsın ki?
Bir süre önce grup adına bir top 10 listesi hazırlamıştık, uğrayıp bakabiliriniz. Albümün last.fm sayfasına da buradan ulaşabilirsiniz. Aşağıda albümde bulunan parçalar mevcut, belki defalarca San Pedro’yu dinledik durduk, facebook sayfamızda paylaştık. Bu kez ise albümden farklı bir parçayı paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. İyi dinlemeler.

1. White Noise
2. Mexican Grand Prix
3. Rano Pano
4. Death Rays
5. San Pedro
6. Letters To The Metro
7. George Square Thatcher Death Party
8. How To Be A Werewolf
9. Too Raging To Cheers
10. You’re Lionel Richie 

paylaş:

to lose my life... | white lies

Kimilerine göre 2009 yılının en iyi albümlerinden biri, kimilerine göre ise orijinallikten yoksun, üzerinde fazla uğraşılmamış vasat bir albüm. White Lies’ın ilk albümü olan To Lose My Life… çok farklı yorumlar alsa da göreceli kavramlara çok takılmazsak başlı başına ayakları yere basan bir albüm.
paylaş: