Soğukları
iliklerimizde hissettiğimiz şu günlerde belki de düşlediğimiz yeniden yaz
sıcağında sokaklarda dolaşmak ya da buz gibi denizin içinde ferahlamak. Azıcık güneş
çıktığında bile kendimizi dışarıya atıyorsak en azından yazın özlemini
çekiyoruzdur. Neyse, konumuz yaz sıcakları değil, kışa yaklaşırken 2011in
yazında bizleri sinema salonlarına sürükleyen ya da en azından
kiralayıp/indirip evde izlediğimiz filmler. Film School Rejects de boş durmamış
2011 yazındaki en iyi 11 filmi belirlemiş. Bazılarını şu an izliyoruz bizler
lakin yine de ne izlesem ki bu yılın filmlerinden sorusuna bir öneri
niteliğinde. İşte o sıralama:
the last house on the left (2009)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 10/21/2011 06:31:00 ÖS
etiket: adam alleca, carl ellsworth, dennis iliadis, film, garret dillahunt, monica potter, the last house on the left, tony goldwyn, wes craven
yorum:
Hiç yorum yok
Yönetmen:
Dennis Iliadis
Senaryo:
Adam Alleca, Carl Ellsworth, Wes Craven(ilk versiyon)
Oyuncular:
Garret Dillahunt, Monica Potter, Tony Goldwyn
Tür:
Dram | Korku | Gerilim
Yıl:
2009
Süre:
110 dak.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce
Ödül:
1 ödül, 1 adaylık
IMDb
puanı: 6.6/10
Metascore:
42/100
Öncelikle
belirtmek isterim ki 72 yapımı orijinal versiyonunu izlemedim, ilk yapım IMDb
üzerinden 5.9 puana layık görülmüş. Şöyle bir şey de söylersek istisnaların
dışında olarak yeniden bir çekim olarak hem de korku-gerilim türünde yer alan
bir filmin 6.6 puan alması iyi bir başarı kabul edilebilir en azından puanına
bakarak ilk elemeyi yapan izleyiciler için. Gerilim ve korkudan beklenen eğer
filmin izlenirken başınızı çevirmenize sebep vermesi ve de arada bir “hih”
deyip yerinizden hafif hoplatmasıysa evet bunu kısmen de olsa başarıyor bu
film. Her ne kadar çok ahım şahım bir konusu olmasa da izledim zamanım boşa
gitmedi diyebiliyorsunuz. Tabii bu söylenenler tamamıyla göreceli kavramlar,
filmi çok klişe de bulabilirsiniz, hele hele ilk çekimi izlediyseniz, olmamış
bile diyebilirsiniz. Takdir size kalmış.
sayfa 53
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 10/14/2011 11:32:00 ÖS
etiket: aydınlığa adanmış yazılar, yazılar
yorum:
4 yorum
İncir
aslında güzel bir meyvedir.
Sapkınlığımızın
mükâfatı cehennemse bu dünya, biz acizlerin anlaşılmak için kıvrandığı anlamak
istemeyenlerin karşısında, haritada bir nokta bile etmeyen bizler,
yakıştırmalarda bulunduğumuz bu boşlukta aslı dünyada, sonunu hiçbir zaman
göremeyeceğimiz kara asfalt kaplı otobanlarda ömrümüz el verdiği kadar yürümeye
cesaret ediyoruz.
Gece
çoktan gündüz karşısında galip…
Destenin
içinde sahiplerini bilmediğimiz ellerle bir bahisten öte geçemiyoruz oysa. Yürürken
burnumuza gelen acı kömür kokusundan, yanımızda en azından birer eldiven
getirmeyi akıl edecek kadar beynimiz çalışıyor. Halimize gülen varlıkların
oluşu kaçınılmaz hâlbuki. Aksini iddia ettikçe günaha giriyoruz.
Yutkunurken
boğazımızdan geçen mantarın bıraktığı acıdan anlıyoruz azıcık üşüttüğümüzü
yahut birlikte olmamak için boğaz acımızı bahane ediyoruz. Düşüşümüzün sebebi
kaldırımlar değil, birileri ayağımızı kaydırmıyor, aksine biz düşmemek için
tutunduğumuz kişilerin ayaklarına dolaşıyoruz.
Sayfa
52, “…mutlak bir dehşet ifadesi!” ya da “…altı yaşında babasının serbest
bırakılması için mahkemelerde ricada bulunurmuş.” ya da “…sahipliği yapar.” ya
da “…Pru’yu ırgalamıyordu açıkçası.” ya da “…gülerek-”…
Kendi
sayfamıza geldiğimizde üç noktayı koymadan önce uzunca düşünüyoruz, ardına
yerleştireceğimiz birkaç kelime bulmak zorlaşıyor, 53. Sayfaya atlamak yerine
kapağımızı kapatıyoruz.
Geceleri
çok da fark etmiyor yaprakların rengi, ışık olmayınca bulutların ardına
saklanan aya suç bulamıyoruz, gözlerimizi kapatsak kayboluyor birden nasılsa,
gölgemiz uzadıkça uzuyor yanımızdan geçen farla, sonrasında sağımızdan kıvrılıp
yok oluyor. Arkamıza bakmaya cesaret edemiyoruz.
Bir
alışveriş mağazasının tuvaleti kapılarını açtığında bizlere, cennete girmiş
gibi seviniyoruz hoş kokulardan, sifonu çekene kadar tedirgin oluşumuz
arkamızda bırakacağımız ışıktan ama biz hala gecenin altında, tepelere kurulu
yollardayız. Solumuzdan arabalar geçtikçe sesi duyuyor, varlığımızı
hatırlıyoruz. Yutkunsak aslında, şimdiye kadar çektiğimiz acıların yanında
ufacık bir çentik gibi kalacak. Kafamızı duvara dayadığımız an karşımızda
oturanın surat ifadesindeki değişimi görememek görmekten daha utanç veriyor
belki. Eller bazen gözlerin önüne çekilen barikat olabiliyor.
Rüzgârın
uğultusu çıkarken dalların arasından ve geldikçe kömür kokusu burnumuza, hep o
kullandığımız çoğul kavramlar uçuveriyor, aslında sadece bir kişiyiz,
anlattıklarımızı kime anlatıyoruz, kime anlatmaya çalışıyoruz ki, biz çoktan
tek başımıza kalmışız. Fayda da etmiyor kendimizle konuşmak, aynanın karşısına
geçip aksimize yumruk atanlarız.
Düşmemizin
sebebi de kelebekler, her zaman birilerinin yakamızdan tutup insanlara
yukarılardan bakmamızı sağlayan altıncı katlara bizi geri çekeceğini
düşünüyoruz, kendimize yediremesek de kelebek değiliz, düşeriz. Geçmişi gösterdiğimiz
parmak ucumuzun önündeki arkamızda, bizi tutacaklar yok, birilerinin halimize
güldüğüne adımız gibi eminiz, oysa onlar arkamızdan ağlamak için bekliyorlar.
Kafamızı
pencereden çıkarmak için hava çok soğuk ya da içinde bulunduğumuz otomobil çok
hızlı ilerliyor. Saymakta güçlük çektiğimiz trafik lambalarının boyunlarının
eğikliğini bize acımalarına yormamak gerek, kesikli yol çizgilerini düz bir
çizgiye indirgeyenler onlar. Nereye gittiğimizi de sormadık henüz kendimize,
yollar nasıl olsa hiç bitmiyor.
Ayağımızın
altında ezilen meyvelerin yumuşak hissi bizi kendimize getiren, biz dayansak da
esen uğultuya tutunamayıp kendini yere bırakanlar var. Ortada ne bir ışık ne de
biz, sadece kendimiz ve ayağımızın altında asfalt. Gelmişiz, oturmuşuz
birilerinin karşısına kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Aynanın karşısına geçip
kendimize bakabildiğimizde tüm sorunun ortadan kalkacağına da inanmak
istiyoruz. Biz sadece düşlerin üzerimizi örtmesini beklerken aklımıza bir de
toprak karışıyor, kalkmak istediğimizde kalkamıyoruz yattığımız yerden hâlbuki
toprak çok güzel kokar yağmurda. Denemekten yorulmayan bedenimiz, sifonu
çekmesini de biliyor, sayfayı çevirmesini de.
Sayfa
53, incir aslında güzel bir meyvedir.
Fotoğraf buradan alınmıştır.
self medicated (2005)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 10/12/2011 11:33:00 ÖS
etiket: diane venora, film, michael bowen, monty lapica, self medicated
yorum:
Hiç yorum yok
Yönetmen:
Monty Lapica
Senaryo:
Monty Lapica
Oyuncular:
Monty Lapica, Diane Venora, Michael Bowen
Tür:
Biyografi | Dram
Yıl:
2005
Süre:
107 dak.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce
Ödül:
25 ödül, 1 adaylık
IMDb
Puanı: 6.5/10
Metascore:
51/100
Babasının
ölümüyle hayatı başka diyarlara sürüklenmeye başlayan 17 yaşındaki Andrew,
annesiyle birlikte yaşayan, zeki bir çocuktur. Bir dönem karnesinde A’lar ile
ailesini sevindirmiştir bile. Lakin babasının ölümü onu bunalıma sokmuş ve
babasının ölümünü kabullenmeyen genç için hayat ot, içki, uyuşturucunun verdiği
hazdan fazlası değildir.
Kocasının
ölümüyle kullandığı depresyon haplarının haddi hesabı olmayan anne karakteri
ise aslıda çocuğundan çok da farksız değildir. Aralarındaki tek fark, anne
karakteri kullandığı hapları legal yollarla, yeşil reçete ile alırken çocuk ise
illegal yolları tercih eder. Her geçen gün hayatları daha da kötüye giden aile,
her deneme de aralarındaki bağın daha da zayıfladığını görür.
river's edge (1986)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 10/09/2011 08:50:00 ÖS
etiket: crispin glover, dennis hopper, film, ione skye, keanu reeves, neal jimenez, river's edge, tim hunter
yorum:
Hiç yorum yok
Yönetmen:
Tim Hunter
Senaryo:
Neal Jimenez
Oyuncular:
Crispin Glover, Keanu Reeves, Ione Skye, Dennis Hopper
Tür:
Suç | Dram
Yıl:
1986
Süre:
99 dak.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce
Ödül:
3 ödül, 5 adaylık
IMDb
puanı: 7.0/10
Geri
plana atılmış iyi bir film olma özelliği taşıyan River’s Edge, bir grup lise
öğrencisinin başından geçen bir cinayeti ve bu durum karşısındaki
davranışlarını inceliyor. Grup içinden birinin kız arkadaşını öldürüp bunu
diğer arkadaşlarına söylemesiyle başlayan olay, kişilerin bu duruma nasıl
yaklaştığını ve bundan sonraki davranışlarını çözümleyerek devam ediyor.
Aslında
film cinayetten ve cinayetin işlenmesinden çok kişiler üzerindeki etkilerine
değiniyor. Film cinayet etrafında bile ilerlemiyor. Bu sebeple oyuncuların
performansları ve filmdeki diyaloglar gerçekten iyi. Bundan sonrasında ise
arkadaşlık kavramını çokça izliyoruz.
asla yeniden çekilmemesi gereken 30 film
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 10/08/2011 02:56:00 ÖS
etiket: citizen kane, evil bong, liste, mulholland drive, pink flamingos, reservoir dogs, taxi driver
yorum:
1 yorum
İzlediğimiz
bir filmden sonra acaba bu filmi tekrar çekseler nasıl olur diye merak ederiz
ya ve bazen de yeniden çekim bir film izlediğimizde orijinalinin yerini
tutmadığını görürüz yahut yeniden çekim versiyonunu daha çok beğeniriz. İşte
Total Film de kendi çapında bir liste oluşturmuş, konu ise yeniden çekilmemesi
gereken filmler. Listede bu konuya ait 30 film bulabilirsiniz. Listenin
altındaki linkten ise neden bu filmlerin yeniden çekilmemesi gerektiğini
okuyabilirsiniz.
İşte
bahsi geçen 30 film:
gummo (1997)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 10/05/2011 07:21:00 ÖS
etiket: film, harmony korine, jacob sewell, lara tosh, nick sutton
yorum:
Hiç yorum yok
Yönetmen:
Harmony Korine
Senaryo:
Harmony Korine
Oyuncular:
Nick Sutton, Jacob Sewell, Lara Tosh
Tür:
Dram
Yıl:
1997
Süre:
89 dak.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce
Ödül:
4 ödül ve 2 adaylık
IMDb
Puanı: 6.1/10
Pembe
tavşankulağı takmış, tuvalette akordeon çalan yarı çıplak bir çocuk, meme
uçlarına bant yapıştırıp çekmeyle memelerini büyütmeye çalışan iki kız,
sokaklardan topladıkları kedileri suda boğan ya da tabancalarıyla öldürüp kilo
başına Çin restoranlarına satan ve kazandıkları parayla özürlü kardeşini satan
adama gidip özürlü bireyle ilişkiye giren iki genç, tornadonun etkisiyle
mahvolmuş bir kasaba ve bu yıkımdan sonra normal insan yaşantısı formundan
yavaş yavaş uzaklaşan insanlar, akıllara zarar, sinir bozucu, farklı bir film.