orospunun namusu

Kurumuş döl kokularını bastırmak için sıkılmış ağır parfüm kokusu var karanlık ama bir o kadar da renkli ışıklarla aydınlatılmış küçük odanın içinde. Komodin ve bir yatak oldum olası, iki ayrılmaz arkadaş gibi yan yana hep, kimse ayırmamış onları Allah’a şükür! Aşıklar birbirlerine sanki, komodin sahibinin sütyen ve dantelli külotlarını saklıyor yıllardır. Zaten ona ait fazla bir mal varlığı yok, pek de çıkmaz odasından ama geleni gideni çok olur, hepsi erkek.
Yatak da her gece kimi zaman gündüz gıcırdar üzerinde tepinenleri ele verircesine. Çok şahit oldu zaten çılgın, ateşli dakikalara, dışarı taşmak isteyen bir o kadar da saniyelere.
Ama hiç gülmedi sahiden orospunun yüzü, bir kere bile olsun. Yapmacık gülücükler atar ona geceleri sahip olanlara. İnişli çıkışlı yatak zevklerinde istemediği azgın erkeklerin kıllı koyunlarında yaşar o. Hayatı bundan ibarettir. Üzerindekiler de ona yalnız birkaç dakika eşlik eder, sonra alıp başını gider.
Namusludur orospu! Namusludur aslında. Pek bilen yoktur, namusun onlar için gizem üçgeninde değil de ağızda, dudaklarda olduğunu.
Hiç kimseye değdirtmez dudaklarını. Belki düşünülmeyecek eylemler yaptırılır dudaklarıyla, ağzıyla lakin hiçbir zaman öpüşmez üzerindeki tepinenle.
Yüzündeki vadileri belli eder spot ışıklar, bir onlar yaşlandırır onu, bir de aşkları. ‘kocacığım’ der o adamlar ‘aşkım’ der.
Bütün olurlar gıcırdayan yatağın üzerinde birbirinin içine girip çıkarlar. İleri geri hareketlerle boşalırlar en sonunda ve hep yüzünü döner yalnızlığa, namusunu korur.
Gizem üçgeninde dolaşanlar da bilmez bunu sanarlar ki girdiğinde oraya kaybolmuştur, gitmiştir namus, yok olmuştur. Bacak arasındadır onların akılları beyinleri boştur. Onlar belden aşağısında namus arayanlardır.
Dışarıya çıkmaz pek orospu ve aralarında birbirlerine ‘oros’ derler. ‘-pu’nun onlar için itilmiş, kakılmış anlamı vardır. Yaşam boyu hayattan silinmiş.
Hiçbirinin namusu gitmemiştir, onlar, ayıplanmışlardır sadece. Tüm hünerlerini göstermeleri onlar için para demektir. Kimi vücudunu kullanır bunun için kimi tecrübesini.
Her karanlık geceye girdiklerinde, güneşi arzularlar gökte karanlığı boğup odalarını doldursun diye. Ve her yeni günde pencereler açılır, akıp gider vajinal kokular camdan, şehrin dumanlı havasına karışır.
Onlar için yeni bir sayfa açılmıştır, beyaz bir sayfa. Fakat kalem onların elinde değildir. Sahipleri gelip, onlar için ne yazacaklarsa durup beklerler onları. Acaba bu gece nasıl bir tat tadacaklar dilleriyle diye.
‘oros’ların da ilk aşkları olmuştur elbet. Dünya küçük bir bakarsın onlardan biri tanıdığıdır yıllar öncesinden, onu seçer ve işini halleder. Kalpleri pislikle doludur onların. Hiç kimse temizlemez çünkü. Onların elleri zaten zincirlidir her zaman. Yardım da dilemezler tanrıdan, hangi yüzle!
Kendilerini sergilemekten başka yeteneği olanlar vardır içlerinde belki. Oya yapanlar mesela. Ne için yapar onu. Kullansın diye mi? Belki gün gelir de atlı prensi onu bu bataklıktan kurtarır. Çok bekler!
Olaylı geceleri de vardır onların, ayda bir karakol ziyaretlerine giderler. Mavi-kırmızı ışıklar onlar için hiç mi hiç yabancı değildir. Asılmalar bile olur. Götünü elleyen polis memurları, elini tutup da sikine bastıranlar, yanağından bir makas alanlar. Onlar alışıktır bunlara, kafaya şapkadan başka bir şey takmazlar.
Ve yine gelirler ekmek teknelerine, kokusuna bile hasret kalırlar nezarethanede kaldıklarında. Hem en azından burası sıcaktır. Ve onları saran güçlü kollar gelir arada bir. Erkek denilen cinsten, sapına kadar. Bazıları ona gerçekten zevk yaşatır ve ardından gelen pişmanlık.
Dedik ya onların da aşkları vardır belki ve çalar onlar için teyplerde acı şarkılar. Hüzünlenirler, gözlerinden namusuna doğru iki damla gözyaşı süzülür, şarkıya eşlik eder gibi:
‘'dünyada yarden datlı var m’ola, var m’ola, var m’ola…’’
paylaş:

gemide

Güneş ay doğduğunda, deniz vuruverdi kıyıya. Yolcular, ellerinde şarap bardaklarıyla limanları gözler, gözleri geceyi içer adeta, gece onları içer. Gemi, denizin canını acıttığını bilmeden, kayıverir gökyüzünde, gökyüzü deniz olur, deniz ayna tutar gökyüzüne.
Dudaklarda yaşlanan sözler, ölümü bekler. Dudaklar şarap bardağını öper, kırmızı süzülüverir. Dudak boyaları boyar bardağı, bardak kırmızıya boyanır, gece siyaha.
Düşünceler masumlaşır gecenin altında, ne masum düşüncelerdir onlar.
Tokuşturulur göbeğinden bardaklar, ses denize çarpar, acı çeken denize. Ay ışığı yankılandıkça dalgalarda, dalgalar sevişir ayla, çocukları olur sudan. Masum düşünceler besler çocukları.
Dışarıdan yavaş görünse de süratle yol alır gemi, sesi çıkar kaptan istediğinde. Yunuslar eşlik eder bazen, bazen yunuslar ses çıkarır gemi sesini duyunca. Fırlasalar aya bile değeceklerdir, yakamozun sahibi aya. Ay ayna olur dünyaya, dünya ayla aydınlanır, yürekler yakamoz.
Gitarın sesi gelir kumsaldan gemiden yükselen sese karışıverir. Müzik sesten ibaret, deniz sudan ve aydan. Ses, deniz kokusunu taşıyan, esen rüzgarda dalgalanan, kızıla boyalı saçlardan geçip kulaklarda konaklar, eskir kulaklarda.
Altın güneşse, ay gümüştür.
Hünerlerini sergiler dans bilenler, adımları birbirine dolanır, gözler bakışlarda kaybolur. Parmaklar okşar sırtları, kollar göz alıcılığıyla savrulur havada, kıvrılıverir, avuç içi önde New York’a açılır bedenler.
Yunuslar gemi trafiğinin durmasını bekler, denizin ortasında kırmızı ışık yanıverir. Süratle yol alan gemi duramaz kırmızı ışıkta, yunusu yaralar ve geçer. Yaralanan yunusun bedduasıyla gemi, buz dağına çarpacağını bilmeden; yolcular öleceklerini bilmeden ilerlerler geminin içinde.
paylaş: