albert camus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
albert camus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Detachment (2011)

Yönetmen: Tony Kaye
Senaryo: Carl Lund
Oyuncular: Adrien Brody, Christina Hendricks, Marcia Gay 
Harden, Lucy Liu
Tür:  Dram
Yıl: 2011
Süre: 97
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Detachment (2011) on IMDb


97 dakikalık bir dram olan Detachment, American History X filmiyle akıllara kazınmış olan Tony Kaye’ın 2011 yapımlı filmidir.

  Filmden birazcık bahsedecek olursak eğer, Henry karakterini canlandıran Adrian Brody’nin vasat bir liseye yedek öğretmen olarak atanması ve yaşadığı olaylar üzerine gelişen bir film diyebiliriz Detachment için. Henry’nin yedek öğretmen olarak okula atanmasından sonra aslında nasıl bir öğretmen olduğunu anlayabiliyoruz. Öğrencilerinin her birini birer birey yapma çabasındadır aslında. Geceleri kendi dertleri arasında insanları unutan üzgün ve bir o kadarda hayattan bezmiş bir öğretmenken,  güneş doğup öğrencileriyle aynı vasat lisede eğitim verecekken bir o kadar umutlu ve herkese yardım etme çabasında olan bir insan, Henry Barthes… Flashback’ler ile desteklenen Henry’nin yaşantısı, neden bu kadar üzgün ve içe kapanık bir insan olduğunu bizlere hafif hafif çıtlatılıyor yeri geldiğinde. 


    Detachment aslında anlatmak istediği olayı çok iyi anlatan ama kadrosunda Adrian Brody gibi bir oyuncuyu barındırınca bir karakterin filmi oluyor… Bu yüzden olay örgüsünü anlatmaktansa, siz değerli kalemsuare okurlarına Henry Barthes’i bir nebzede olsa tanıtmak istedim. Birkaç yan karakterin hakkını fazlasıyla veren oyunculuklar ve olaylar dışında filmi bu şekilde özetleyebiliriz. Dram temasını 97 dakika boyunca sürekli hissettiren Tony Kaye, tüm yaşam enerjinizi ve mutluluğunuzu Adrian Brody ile birlikte alıp götürüyor.


   Adrian Brody’e çoğu eleştirmen tarafından ‘The Pianist’den sonraki en iyi filmi’ dediği ve bizim de bu görüşe tamamen katıldığımız bir performans var ortada. Albert Camus ile başlayıp Edgar Allan Poe ile biten ve gece yarısı insanın aklında birçok düşüncenin fink atmasına zemin hazırlayan bir yapım. İzleme listenizde olması gereken, başarılı bir drama.
paylaş:

mutlu ölüm | albert camus


“Öyle bir gün geliyor ki, insan olması gerektiği yerde olmak istiyor. Ama kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor.”
Söz konusu Albert Camus olunca her cümlesi ayrı ayrı düşünülüp saatlerce üzerinde kafa yorulacak kitaplar ortaya çıkıyor. Bir defa okumak yetmeyip aynı zamanda kitaplığın en güzel bölümünde yer alan oluyor.
Mutlu Ölüm yazarın Yabancı’sından önce bitirdiği söylenen bir romanı lakin yayımlanması için yazarın ölmesi beklenilmiş. Buradan da kolaylıkla çıkarılabilir ki Camus ölümle öyle cilveleşiyor, onu öyle betimliyor ki, romanındaki karakterin yerine hemen kendimizi koyuyoruz.
Mutlu ölüm, Yabancı’da olduğu gibi yine varoluşçuluk üzerine dayalı ve bu düşünceleri karakterin ağzından aktaran, sürükleyici ve etkileyici bir roman.
İlk bölüm ahlaki bir soruna parmak basmakla başlıyor. Para için sakat birini öldüren Mersault’a göre mutluluk için para gereklidir. İnsan mutlu olmak için yaşamını sürdür ona göre ve mutluluk parayla satın alınabilir. Parası olan insan para kazanmak için zamanını harcamaz, zamanını mutlu olmaya ayırır. Dolaylı da olsa para mutluluk için gereklidir.
Üstelik ölmek isteyen bir sakata onu öldürerek yardım etmiş, onun mutlu olmasını sağlamış olur ve bir nevi kendi mutluluğunu satın alır.
paylaş:

yabancı | albert camus


L'étranger.
Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcisi Albert Camus’nün 1942’de yayımlanan Yabancı’sında insanın kendisi ve dış dünya arasındaki mesafe anlatılır. Meursault, kavurucu güneşle birlikte aslında hiçbir sebep yokken bir Arap’ı öldürür. Aslına bakıldığında işlenen cinayet sanki kendi iradesi dışında gerçekleşmiş hatta buna Meursault’un başına geçen ve gözlerini alan güneş sebep olmuştur. Hatta Camus olayı öyle bir betimlemiştir ki cinayetin kaçınılmaz olduğunu anlar okuyucu.
Sonrasında Meursault tutuklanır ve yargılanır. Fakat mahkemede yargılanan ve bu durum karşısında hayatı söz konusu olan kişi kendisi değil de bir başkasıymış gibi tüm olan biteni anlamayan, kayıtsız bakışlarla izler durur dışarıdan. Olay karşısında sergilediği hareketlere inanamayanlara, yaptıklarına mantıklı anlamlar yüklemeye çalışanlara da şaşar, onların neden böyle bir tavır gösterdiğini umursamaz, çözmeye de çalışmaz.
Yargı süresince kendisini savunma zahmetine de girmez. Doğrusunu söylemek gerekirse o, üzerine giydiği bedenden çok farklı birisidir, sanki içinde yaşadığı hayata uygun biri olarak yaratılmamış ve olay bittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gidecek bir varlıktır, çevresine uyum gösteremeyen bir yaratık, herkese ve kendisine karşı bir yabancıdır.
paylaş:

düşüş | albert camus


Saygın bir avukat ve burjuva ortamına söylenen bir küfür, Amsterdam’da bir barda otururken hatırlanmaya çalışılan bir geçmiş, belirsizliklere dönüşen kesinlikler, başarı gibi lanse edilen başarısızlıklar…
Taşın altına koymamız gereken ellerimiz ve kendimizi okuduğumuz bir roman; 1957 Nobel Edebiyat sahibi Albert Camus’nün Düşüş’ü.
Parisli, işinde başarılı, elit yaşamları adalet önünde savunan, çapkın kişiliği de azımsanmayacak bir kişi o. Elitliği, soyluluğu, başarıyı, çaresizliği sorgulamayan bir düşen, aynı bizler gibi. Ahlak anlayışını sivri bir dille alaya alan bir kitap.
Kitap, “Size hizmetlerimi sunabilir miyim, bayım, canınızı sıkmadan? Korkarım ki bu kuruluşun kaderini elinde tutan saygıdeğer gorille anlaşmayı bilmiyorsunuz.” diye başlar ve “Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!” diye biter.
Ya doğruluğuna kesinlikle inandığımız duygu ve düşüncelerimiz, kendimizi tatmin etmemizdeki ikiyüzlülüğümüzse?
“Aynı zamanda hem kadınları, hem adaleti sevmeyi başarıyordum ki çok kolay bir iş değildir bu.” diyen bir avukatın yabancıya anlattığı hikâyede kendimizden bir yansımayı görmemek imkansız gibi. Üstelik bunu özgün bir edebi anlatıyla yaparken.
Can Yayınları’ndan çıkan bu 108 sayfalık kitabı Fransızca aslından çeviren ise Hüseyin Demirhan.
20. yüzyılın kuşkusuz en etkileyici yazarların biri olan Albert Camus şöyle diyor romanında; “Bazen, yalan söyleye, doğru söyleyenden daha aydınlatıcıdır. Gerçek, tıpkı ışık gibi insanın gözünü köreltir.”
Ve şöyle der Jean-Paul Sartre kitap için; “Belki de Camus’nün en güzel ve en az anlaşılan romanı.”
İyi okumalar.

Kitabın idefix sayfası için tıklayın.
paylaş: