the man who never cried (2010)


Yönetmen: Bradley Jackson
Senaryo: Bradley Jackson
Oyuncular: Keir O’Donnell, Jess Weixler, Dora Madison Burge
Tür: Kısa film | Komedi | Dram
Yıl: 2010
Süre: 24 dakika
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 9.1/10

Doğduğunuzdan beri hiç ağlamadığınızı hayal edin. En acı günlerinizde bile gözünüzden bir damla yaş gelmediğini, ailenizdeki herkesi teker teker kaybederken, tüm işleriniz hüsranla sonuçlanırken, bu kadar da çok ağlaya uğraşırken ağlayamadığınızı düşleyin. Belki de ağlayabilmek için çok üzülmektense çok mutlu olmanız gerekir.
Bradley Jackson'ın yazıp yönettiği bu 24 dakikalık eser ağlayamamayı anlatırken ağlatan bir yapıda.
Filmin internet sitesine şuradan ulaşabilirsiniz.
İyi seyirler.

paylaş:

!f istanbul | 2012


!f İstanbul 

Bu yıl on birinci kez gerçekleşecek olan !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 16-26 Şubatta İstanbul’da, 1-4 Martta Ankara’da ve bu yıl ile birlikte 2-4 Martta İzmir’de gerçekleşecek.
Farklı duruşuyla festivaller arasında yerini ayırmış olan !f İstanbul, bu yıl da dolu dolu geçeceğe benziyor.
Keş!f, hit filmler, !f müzik, fantastik filmler, arka bahçe, gökkuşağı filmler, ev, yol, e-şıkkı, !f kült, nöbetçi sinema, !f özel gösterimler, ACID 20. Yılını kutluyor, Sundance özel bölüm ve !f kısalar bölümlerinden oluşan festival, şehrin çeşitli sinemalarında seyirci karşısına çıkıyor.
!f İstanbul olmasa da !f Ankara ile siz okuyucuların karşısına daha sık çıkacağız.
Son olarak, festivalin belki de tek sorunu bilet fiyatları. Bir bağımsız filmler festivalinin bu fiyatlarda gösterim yapmaması gerektiğini düşünüyoruz.

!f İstanbul (16-26 Şubat 2012)




paylaş:

zombie in a penguin suit (2011)

Yönetmen: Chris Russell
Senaryo: Chris Russell
Oyuncular: Michael Wetherbee, Chris Russell, Jared Stern
Tür: Kısa film | Korku
Yıl: 2011
Süre: 7 dakika
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 5.6/10
Biz 7 verdik.

Bir alışveriş mağazasının kapısında penguen kıyafeti giymiş maskot, etrafında bir anda başlayan zombi salgını, bir insanlık dramı ve fondaki güzel müzikle etrafı kana bulayan zombiler.
Chris Russell'in yazıp yönettiği bu kısa filmde "insanlık"a da bir dokundurma yapılmıyor değil. Melodik bir savaş gibi seyreden film,  kanlı bir fikirden çıkma zeki bir katil gibi ortaya seriliyor.
Filmin sitesi için burayı, facebook sayfası için şurayı kullanabilirsiniz.
İyi seyirler.
paylaş:

2011de gerçekte kimler dinlendi | best of 2011 | last.fm


Müzik, iyi günümüzde de kötü günümüzde de yanımızda oldu. 2011 yılı biteli bir ay oldu ve müzik adına yüzlerce liste yayımlandı. Peki, gerçekte kişiler 2011 yılında ne dinledi?
Bunu soracağımız en iyi kaynak tartışmasız last.fm, kendileri de hazırladıkları uygulamayla tüm sorulara cevap veriyor.
Last.fm kaynaklarına göre 2011 yılında dünya çapında 11,353,666,092 tane şarkı skroplanmış ve bunların toplamı yani 2011 yılında müzik dinlemeye ayrılan toplam süre 71,596 yıl 345 gün 7 saat.
Peki, geçtiğimiz yıl en çok dinlenen sanatçılar/gruplar kim? İlk sırada kimin olduğunu tahmin etmek çok da güç değil. İlk 20 ve kaç kişinin dinlediği şöyle,

1- Adele : 818,395 dinleyici
2- Lady Gaga : 460,356 dinleyici
3- Foster the People : 449,925 dinleyici
4- Britney Spears : 424,877dinleyici
5- Natalia Kills : 372,846 dinleyici
6- J. Cole : 354,336 dinleyici
7- The Strokes : 329,327 dinleyici
8- Foo Fighters : 326,810 dinleyici
9- Radiohead : 295,314 dinleyici
10- Avril Lavigne: 284,885 dinleyici
11- Christiana Perri : 274,991 dinleyici
12- Fleet Foxes : 274,601 dinleyici
13- Coldplay : 269,985 dinleyici
14- Incubus : 267,245 dinleyici
15- Bon Iver : 258,040 dinleyici
16- James Blake : 248,386 dinleyici
17- The Vaccines : 235,613 dinleyici
18- Beyonce : 229,148 dinleyici
19- Diddy - Dirty Money : 225,098 dinleyici
20- The Naked and the Famous : 222,445 dinleyici

Bununla birlikte yeni keşfedilenler listesini de görmek mümkün. Ayrıca uygulamada ülke ve tür ayrımı yaparak da en çok hangi grupların dinlendiğini bulunabiliyor. Örneğin tüm müzik türlerinde Türkiye’de ilk beş şu şekilde,

1- Adele
2- Radiohead
3- Incubus
4- Lady Gaga
5- Coldplay

Ayrıca ilk 20’de 8.sırada The Strokes’u, 12.sırada Björk’ü ve en çok da 16.sırada Mowai’i görmek bizleri sevindirmedi değil. Uygulamayı biraz daha kurcalarsak, örneğin Türkiye’de experimental türünde en çok Oh Land dinlenirken ilk 20’ye 6.sıradan Panda Bear, 18.sıradan da Maybeshewill’in girmiş olması yine yüzümüzde gülümsemeye sebep oldu.
Bunun yanında uygulamada enteresan skroplama eğrilerini de görebilirsiniz. Örneğin Amy WineHouse’un 200,000lerde seyreden skroplamaları ölümü olan 23 Temmuzdan sonra Ağustos ayında 1,400,000e çıkmış.
Siz de uygulamayı kurcalamak isterseniz bu bağlantıyı kullanabilirsiniz.
paylaş:

siyad: en iyi 20 yabancı film | 2011



Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) 2011 mahsulü yabancı filmlerin en iyilerini seçti. Siyad’a göre 2011 yılının en iyi 20 yabancı filmi şunlar:

1- bir ayrılık (jodaeıye nader az sımın)
2- hugo
3- ömrümüzden bir sene (another year)
4- bisikletli çocuk (le gamın au vélo)
5- siyah kuğu (black swan)
6- hayat ağacı (the tree of life)
7- benim adım aşk (io sono l’amore)
8- içimdeki yangın (incendıes)
9- aşk ve küller (blue valentine)
10- bıutıful (biutiful)
11- yağmuru bile (también la lluvıa)
12- paris’te geceyarısı (midnight in paris)
13- pına
14- zoraki kral (the king’s speech)
15- imkânsızın şarkısı (noruwei no mori)
16-gerçeğin parçaları (winter’s bone)
17- çölde kutup ayısı (de helaashaid der dingen)
18- ölümüne kaçış (essential killing)
19- üç (drei)
20- başka bir yerde (somewhere)
paylaş:

oscar ödülleri | academy awards | 2012



Bu yıl 84.sü düzenlenecek olan Akademi (Oscar) Ödül Töreni her yıl olduğu gibi sinema dünyasının nabzını tutacak. Tartışılmaz en popüler ve prestijli ödül olan Oscar için yarışan adaylar ise şöyle:
paylaş:

sonic youth | top 10


Yılların eskitemediği bir grubu gösteriyor bu kez parmaklarımız: Sonic Youth. En çok dinlediğimiz şarkılarından yola çıkarak oluşturduğumuz top 10 listesini dinleyebilirsiniz. Parçalar mükemmelden en iyiye doğru (kötü kelimesini kullanamayız) sıralanmıştır. E tabii belirtmeden geçmeyelim, liste pek subjektiftir.
paylaş:

uluslararası 2. el film festivali | 2012


Tamamen bağımsız ve amatör kimliğe sahip Ankara Kısa Filmciler Derneği tarafından düzenlenen 2. El Kısa Film Festivali, hiçbir belediye, vakıf, şirket, holding vb. bünyesinde olmaksızın faaliyetini sürdürmekte. Bu yıl ise uzun metrajlı filmlere de el atmak planlanıyor.
En orijinal film festivali olduğunu iddia eden festival, biraz da diğer festivallere gönderme yapmıyor değil. Festivalin “2. El” olmasının sebebi diğer festivallerde elenmiş/dışlanmış filmleri bünyesine katıp jüri tarafından yorumlanıp hediye verilmesine dayanıyor. Yani bir nevi kullanılıp beğenilmemiş bir eşyanın yeniden alınıp kullanılması gibi.
Kısa filmlerin festivallerde gerekli ilgiyi görmemesinden yakınan kısa filmciler tarafından oluşturulan festival, bu şekilde kısa filmlere gerekli önemin verilmesini de amaçlıyor ve diğer festivallere örnek oluşturmayı hedefliyor.
Festivale katılma koşulu da şu: En az bir festivalden ön elemeyi geçememek. Yani festival için hazırlanıp bir ürün vermiş bireyler için de yeni bir umut. Tabii diğer festivallerden ödül almış ama yine bir festivalden ön elemede kapının dışına koyulmuş filmler de festivale katılabiliyor. Kısacası herhangi bir festivalde ön elemeyi geçememiş bir filminiz varsa festivale başvurabiliyorsunuz. Üstelik herhangi bir tür sınırlandırması da yok. Koşul (kısa filmler için) 20 dakikayı geçmesin ve festival kuruluş yılı olan 2007den önce çekilmiş olmasın.
Şu ana kadar toplamda 1280 filmin gösterildiği festivale 13109 kişi seyirci olarak katılmış.
Geçen yılki kapanış konuşmasında kısalardan sonra uzunlara da el atılacağını belirten festivalciler bundan sonra her yıl belirli bir konseptte hareket edeceklerini açıkladı. Örneğin bu yılın konsepti futbol. Başlıkların ise “önümüzdeki festivallere bakacağız”, “şike var”, “film asla 90 dakika değildir”, “dar bütçeyle kısa film çekmeler”, “hakem hatası” olması planlanıyor. Bunun yanında madem konsept futbol e o zaman haydi maça diye düşünen festivalciler kısacılardan, destekçilerden, sinema yazarlarından, yönetmenlerden, oyunculardan oluşan 6 kişilik 6 takım oluşturarak ANKAmall Alışveriş Merkezinde turnuva düzenliyor. Böylelikle festivale renkli bir hava da katılmış olacak. Üstelik bu turnuvada kazanan takım birinci gelen değil “ikinci olmak zordur!” düşüncesiyle ikinci takım oluyor. Böylelikle 2. El festivali adı da anılmış olacak.
Festival bu yıl 29 Şubat-4 Mart tarihleri arasında Büyülü Fener’de. (Kızılay)
Son başvuru ise 1 Şubat.

paylaş:

sundance film festivali'nden 15 film | 2012


Hollywood’a karşı en sağlam bağımsız filmler festivali olarak kabul edilen Sundance Film Festivali her zaman olduğu gibi bu yıl da ocak ayında ABD’nin Utah eyaletinde gerçekleştiriliyor. Başarılı bağımsız katılımcı filmleriyle festival sonrası çokça konuşulacağı kaçınılmaz gibi görülen festivalden muhakkak görülmesi gerektiği söylenen 15 film ise şu şekilde sıralanıyor:
paylaş:

en iyi post-rock albümleri ve grupları | 2011



Post-rock facebook grubu 2011’in en iyi post-rock albümlerini ve yılı en iyi yeni gruplarını seçmiş. Yaklaşık 4000 kullanıcının oylamasıyla oluşan liste şu şekilde:

En iyi 20 post-rock albümü

1. *shels - Plains of the Purple Buffalo

2. Explosions in the Sky– Take Care, Take Care, Take Care

3. Mogwai – Hardcore Will Never Die, But You Will

4. Maybeshewill - I Was Here For a Moment, Then I Was Gone

5. This Will Destroy You – Tunnel Blanket

6. Russian Circles – Empros

7. And So I Watch You From Afar – Gangs

8. Sigur Ros – Inni

9. Exxasens – Eleven Miles

10. Immanu El – In Passage

11. Up There: The Clouds - EP 2011

12. TotorRo – All Glory to John Baltor

13. The Allstar Project – Into the Ivory Tower

14. Sleepmakeswaves – ..And So We Destroyed Everything

15. Kasper Rosa – First Breath. First Blood

16. Collapse Under the Empire – Shoulders and Giants

17. The End of the Ocean - Pacific. Atlantic

18. Tides from Nebula – Earthshine

19. I am waiting for you last summer – Come Full Circle

20. 65daysofstatic – Silent Running


En iyi 10 yeni post-rock grubu

1. Tomorrow We Sail

2. We Stood Like Kings

3. Fleur de lis

4. Sakhalin

5. Dias de Septiembre

6. All Shall Be Well

7. Sleepstream

8. I am waiting for you last summer

9. Atlantic Drop

10. Powder! Go Away


Görsel buradan.


paylaş:

the fountain (2006)


Yönetmen: Darren Aronofsky
Senaryo: Darren Aronofsky
Oyuncular: Hugh Jackman, Rachel Weisz
Tür: Dram | Romantik | Bilim-Kurgu
Yıl: 2006
Süre: 96 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Maya dili
Ödül: Golden Globe adaylığı, 6 ödül, 15 adaylık
IMDb puanı: 7.4/10*
Metascore: 51/100*
Rotten Tomatoes: 51/100*

Geçmiş, günümüz ve gelecekte sürüp giden bir hikâye, Darren Aronofsky’den festivallerde yuhalanan sapsarı bir film.
Bu üç zamanda aslıda görülen karakterler aynıdır ve hikâyelerde adamın âşık olduğu kadın yakın zamanda ölecektir. Şimdiki zaman dediğimiz dilimde Isabel beynindeki tümörle mücadele eden biridir. Kaleme aldığı The Fountain adındaki kitapta ise geçmişte süren bir hikâye yer alır. İspanya’da geçen öyküde ise tehdit altında olan bu kez kraliçedir. Tehdit unsuru ise engizitördür. Buradaki bağlantı engizitörün İspanya’ya karşı açtığı savaşta eline geçirdiği yerleri haritada kanla boyamasında görülür. Aynı günümüz diliminde Isabel’in bedeni tümör tarafından yavaş yavaş ele geçirilirken anlattığı öyküde de engizitör toprakları yavaş yavaş ele geçirir ve sonunda da kraliçeyi öldürmek ister. 
paylaş:

yazarlardan yazarlara hakaretler


Flavorwire sitesi, edebiyat tarihinde ünlü yazarların ünlü yazarlara en sert hakaretlerinden oluşan bir liste hazırlamış. Listeye Nabokov gibi dile getirdiği hakaretlerin üç tanesiyle birden giren yazar da var, Joyce gibi birden çok hakarete uğrayan da; Faulkner ve Hemingway gibi karşılıklı atışan da, hem hakaret edenler hem de hakaret edilenler arasında bulunanlar da... Okurları epey eğlendirecek, yer yer edebi göndermelerle dolu yer yer ise sokak ağzına çalan "yazardan yazara hakaretler listesi" 30. sıradan geriye doğru sayıyor:
paylaş:

tanrı olmak isteyen otobüs şoförü | etgar keret


İtiraf etmeliyim ki ilk kez bir kitap beni güldürdü. Bahsettiğim kitap kısa hikayeleri beyaz perdeye aktarılmış İsrailli yazar Etgar Keret’ın Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü. Kitap yirmi bir adet kısa bir adet de uzun hikayeden oluşuyor. Her biri birbirinden ilginç ve tuhaf olan bu kısa hikayeler vermek istediği mesajı sivri dille söylerken karşı tarafa da dokundurmadan edemiyor.
Kitaptaki hikayeler ve kısaca konularından bahsetmek gerekirse,

1. Tanrı olmak isteyen otobüs şoförü
Kuralları olan bir otobüs şoförü ve hayatında inanılmaz bir fırsatı kovalayan tembelin garip hikayesi.

2. Goodman
Yetmiş yaşındaki rahip ile karısını uykularındayken vuran ve idama mahkum edilen Goodman.

3. Duvardaki delik
İçine bağırınca dileğin gerçekleşeceğine inanılan bir delik, kanatlarını yağmurlukla saklayan bir melek ve yalanlar…
paylaş:

golden globe | 2012



Sinema dünyasının en büyük ödüllerinden bir olan Golden Globe(Altın Küre) töreni 69. kez gerçekleştirildi ve ödüller sahiplerini buldu.
Törende “Yabancı Dilde En İyi Film” ödülünü sahibine vermek için çağrılan Meltem Cumbul, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diyerek dünyaya barış mesajı gönderdi. Ödülü Madonna verdi o ayrı.
İşte adaylar ve kazanlar:
paylaş:

mutlu ölüm | albert camus


“Öyle bir gün geliyor ki, insan olması gerektiği yerde olmak istiyor. Ama kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor.”
Söz konusu Albert Camus olunca her cümlesi ayrı ayrı düşünülüp saatlerce üzerinde kafa yorulacak kitaplar ortaya çıkıyor. Bir defa okumak yetmeyip aynı zamanda kitaplığın en güzel bölümünde yer alan oluyor.
Mutlu Ölüm yazarın Yabancı’sından önce bitirdiği söylenen bir romanı lakin yayımlanması için yazarın ölmesi beklenilmiş. Buradan da kolaylıkla çıkarılabilir ki Camus ölümle öyle cilveleşiyor, onu öyle betimliyor ki, romanındaki karakterin yerine hemen kendimizi koyuyoruz.
Mutlu ölüm, Yabancı’da olduğu gibi yine varoluşçuluk üzerine dayalı ve bu düşünceleri karakterin ağzından aktaran, sürükleyici ve etkileyici bir roman.
İlk bölüm ahlaki bir soruna parmak basmakla başlıyor. Para için sakat birini öldüren Mersault’a göre mutluluk için para gereklidir. İnsan mutlu olmak için yaşamını sürdür ona göre ve mutluluk parayla satın alınabilir. Parası olan insan para kazanmak için zamanını harcamaz, zamanını mutlu olmaya ayırır. Dolaylı da olsa para mutluluk için gereklidir.
Üstelik ölmek isteyen bir sakata onu öldürerek yardım etmiş, onun mutlu olmasını sağlamış olur ve bir nevi kendi mutluluğunu satın alır.
paylaş:

fourteen actors acting | the nytimes

The New York Times Magazine’in internet sitesinde dikkate değer bir konsept bulunuyor. “The Hollywood Issue – Fourteen Actors Acting” başlığı altında yayınlanmış olan bu ilginçlik yönetmenliğini Solve Sundsbo ve müziklerini Owen Pallett’in yaptığı ortalama birer dakikalık videolardan oluşuyor.
Siyah-beyaz bu video galeride isimlerini çokça duyduğumuz on dört aktörün performansını izlemek mümkün.
paylaş:

çürümüşlük


Ne düşündüğümün farkına varmadan aynanın karşısında aksimi izliyorum, gözlerimin altı şiş, bakışlarım derinliklerde kayboluyor.
Önümde bembeyaz bir lavabo, su ardına kadar açılmış, sesi sonradan fark ediyorum. Gövdeme doğru kaldırdığım ellerimden kan damlıyor. Dönerek deliğe ulaşan suyun içinde dağılıp gittiğini görüyorum. Ellerimin üstünü çeviriyorum, kurumaya yüz tutmuş kan birikintilerinden derim gerginleşmiş. Soğuk suyun içine daldırıyorum avucumu. Lavabo kırmızıya boyanıyor.
Soğuk suyu suratıma çarpıyorum, başımı yukarı kaldırdığımda aynada arkamı görüyorum, oysa suratımdan süzülen damlalar o kadar gerçekçi ki. Sağıma bakıyorum, aynada yeniden kendime bakıyorum, elime aldığım havluyla yüzümü silerken farkına varıyorum. Ben nerdeyim?
Yan odadan inleme sesleri geliyor. Yatak gıcırtısına karışan iç çekişlerle horultular ve kesik kesik nefes alışlar, zevkin doruklarına varmaya az kalmış yolcuların son iniltileri. Kulağımı yavaşça duvara yaslıyorum. Duvar kâğıdıyla kulağım arasında bir santimetreden daha az bir mesafe kalıyor.
“Geri çekil!”
İrkilerek duvardan uzaklaşıyorum, arkama bakıyorum. Kimse yok. Sesin nereden geldiğini bulmaya çalışıyorum. Duvara yasladığım kulağımda hazzın son devrelerini duyarken diğer kulağıma kimin bağırdığını merak ediyorum. Tanrım ben nerdeyim. Üzerime bakıyorum. Tertemiz kıyafetler, cilalanmış ayakkabılar. Ellerime bulaşmış kan da neyin nesi, yan odadakiler kim, ben nerdeyim, kulağıma kim seslendi?
Karşıma çıkan ilk kapıyı açıp içeri giriyorum. Kıpkırmızı ışığın altına sevişen bir çift, benim girdiğimi duymadıklarından olsa gerek işlerini sürdürüyorlar. Sevişmekten çok birbirlerine acı verir gibi bir halleri var. Yükselen sesler, inlemeler. Onlardan gelmiyor. Kapının yanından onlara doğru yürüyorum. Diğer duvardaki ekranı fark ediyorum. Ses ekrandaki pornodan geliyor. Yatağa doğru yaklaşıyorum. Elimi sırtı dönük kadına doğru uzatıyorum. Parmaklarım tam omzuna değecekken birden başlarını bana çeviriyorlar. Tek yumurta ikizleri. Yutkunuyorum. İkisi de uzun saçlarını göğüslerinin üzerine getirip ayağa kalkıyor. Bacak aralarından süzülen yapışkanlığı gözler önüne seriyorlar. Bana doğru adım atıyorlar. Geri doğru hareket ediyorum. Kapıdan çıkıyorum. Duvara yaslanıyorum. İlk duyduğum inlemeler beynimi kemirir gibi kulaklarımı çınlatıyor. İkizler kapıyı kapatıyorlar.
Korkarak dışarı çıkıyorum. Beynim benim için en zor oyunlarından birini mi oynuyor? İndiğim merdivenleri, çıktığım apartmanı, yürüdüğüm sokağı, hiçbirini hatırlamıyorum. Beni buraya kim getirdi?
Ayak sesleri, yaklaşan ayak sesleri, biri bana doğru koşuyor. Adımlarımı hızlandırıyorum. Karanlığın içinde biri bana hızla yaklaşıyor, koşmaya başlıyorum. Soluğunu ensemde hissettiğinde kendimi yerde buluyorum. Sırt üstü soğuk kaldırımın üstünde yatıyorum, başımın arkasında sıcaklığın aktığını hissediyorum. Adam bana doğru eğiliyor ve her şey bitiyor.
İlk çürümüşlük kokusunu aldım.
Balkonumda durmuş yığınla binanın çatılarını seyrediyordum. Burnuma gelen kokunun kaynağını merak ettikçe beynimi zorlayan bir ağrı git gide artıyordu. Ayaklarım sanki benden bağımsız hareket ediyor gibiydi. Hangi ara pijamalarımı çıkarıp kıyafetleri üzerime geçirdim hatırlamıyorum. İstasyonun etrafında koşuşturan kalabalığın arasında daldığımda soğuktan buharlaşan nefesimin gözlerimin önünde sis oluşturduğu aklıma dank etti. Sanki bir anda tün kent yoğun bir sisin çökmesiyle beni dışlamıştı.
İlk önce sesler terk etti.
Belli belirsiz görüntünün üzerine doğru yürüyerek nereye kadar geldiğimi fark etmedim. Yıllardan beri yaşadığım kentin, avucumun içi gibi bildiğim sokakların neresinde olduğumu çözemiyordum. Beynimi yoklayan o çürümüş kokuyu aldım yeniden. Burnumun bu kadar keskin olduğunu bilmiyordum. Ayaklarım istemsiz o yöne doğru gitmeye başladı. Bedenim her adım atışımda benliğim biraz daha uzaklaşıyordu sanki. Ne bir ses duyuyordum ne de gördüğüm bir şey vardı. Üzerime yağan grilik…
Kokunun yoğunluğu arttıkça hareketlerim çevikleşiyordu. Bir anda durdum. Sis olabildiğince hızlı etrafımı terk etti. Yine de sanki görüş mesafem büyüse de başka hiçbir şey görmüyordum. Sisten bir fanusun içine sıkışmış gibiydim. Gözlerimle etrafı taradıktan sonra bir şey fark ettim. Kaldırımın üzerinde benden başka bir şey bulunduğu için sevindiğimi hatırlıyorum. Ona doğru yaklaştıkça çürümüşlük kokusu sarhoş etmeye başladı, sanki kendimden geçiyordum. Şu ana kadar alabildiğim en büyük zevk havuzunda yüzüyor gibiydim.
Yüzü koyun yatmış biri vardı kaldırım üzerine. İyice yaklaştığımı hatırlıyorum. Bu kadar grilik gördükten sonra kaldırımın üzerine bulanmış kan gözümü yoruyordu. Ağzımın açıldığını hissettim. Tükürük bezlerim çalışmaya başladı. Kuruyan dudaklarımın arasından salyalarım akıyordu sanki. Kasıklarımda bir hareketlenmenin olduğu, midemden kalbime doğru bir sıcaklığın yayıldığını fark ettim. İyice yaklaşıp, elimi kan gölünün içine soktum korkarak. Şu ana kadar tattığım en büyük hazdı bu. Şimdiye kadar yaşadığım tüm sevişmelerin toplamından daha fazla zevk veriyordu parmaklarım arasında hissettiğim kan. Yarılmış başa baktım. Parmaklarımı beyninin içine sokmak istedim. Yapışmış saçlarına sürttüm parmak uçlarımı ilk, sanki boşalıyordum, bacaklarımdan ayak parmaklarıma doğru hızla ilerleyen sarsıntılarla yüz üstü yere kapaklandım. Parmaklarımı yarığın içinden beyine doğru soktum. Açılan bacak arasından daha kaygan bir yapı vardı. İleri geri oynattığım üç parmağımla beynin giderek daha da yumuşadığını fark ettim. Sanki benim için yarık daha da genişliyor, daha çok ıslanıyordu. Dört parmağımı da yarıktan içeri soktuğumda kendimi artık tutamadım. Adamın üzerine devrildim. Derin soluklar almaya başladım. Kalbim kaburgalarımı dövüyordum. Elimi yarıktan çıkardım.
“Geri çekil!”
Kendimi bir anda geri ittirdim ve kaldırama oturdum. Bu ses de neyin nesi?
Etrafıma baktım, sisten pek de bir şey göremiyordum ama benden ve yere uzanmış bu ölüden başka kimse yoktu. Yerde yatan ölü mü?
Apış aramda sıcaklık hissettim. Elimdeki kanı fark ettiğimde bir an irkildim. Sonrasında ne yaptığımı hatırladım. Ben burada ne yapıyorum. Hızla ayağa kalktım. Nerdeyim ben?
Bu adam da kim? Bu koku da ne?
Cesaretimi toplayıp adamın yanına gittim ve omzundan tutup onu çevirdim. Midemden başlayıp boğazımda düğümlenen çığlıkla bir an nefessiz kaldım. Kendim bana doğru bakıyor. Gözleri donuklaşmış. Ellerimle yüzümü kapayıp rüyadan uyanmayı bekledim. Gözümü açtığımda hala yerde öylece yatıyordum.
Çıldırıyorum. Kafam ağırlaşıyor sanki. Sesim kesilmiş, soluk almakta zorlanıyorum. Kendimden kaçıyorum. Arkamdan kovalayan varmış gibi koşuyorum. Gözümün görmediği halde şansıma güvenerek kaçıyorum. Bulduğum ilk açık kapıdan içeri giriyorum. Merdivenleri tırmanıyorum. Bunların yaşanmamış olmasını dilerken bir anda uzun saçlı bir bayan kapıdan çıkıyor. Beni görünce şaşırmamış gibi önce gülümsüyor ardından beni içeri alıyor.
İçeri girdiğimde ona doğru bakıyorum. Elimi arkama gizlemiş vaziyette suratını inceliyorum. Kapıyı yavaşça kapatıyor. Yere yığılıyorum.
Ne düşündüğümün farkına varmadan aynanın karşısında aksimi izliyorum, gözlerimin altı şiş, bakışlarım derinliklerde kayboluyor.
Önümde bembeyaz bir lavabo, su ardına kadar açılmış, sesi sonradan fark ediyorum. Gövdeme doğru kaldırdığım ellerimden kan damlıyor. Dönerek deliğe ulaşan suyun içinde dağılıp gittiğini görüyorum. Ellerimin üstünü çeviriyorum, kurumaya yüz tutmuş kan birikintilerinden derim gerginleşmiş. Soğuk suyun içine daldırıyorum avucumu. Lavabo kırmızıya boyanıyor.

(görsel buradan)

paylaş:

abd seçti: en iyi 100 kitap


Liste, aralarında İngiliz Daily Telegraph ve The Guardian gazeteleri ile ABD’li talk show sunucusu Oprah Winfrey’nin Kitap Kulübü’nün de bulunduğu 10 farklı en iyi kitap listesinin tercihlerine dayanarak oluşturuldu.
 Newsweek’in “listelerin listesi” olarak nitelendirdiği sıralama, farklı kitapların söz konusu 10 listede ne kadar sıklıkla ve üst sıralarda yer aldığına göre belirlenen bir puanlama sistemiyle hazırlandı. Sadece İngilizce yazılan ve İngilizce’ye çevrilen kitaplara yer veren 10 listenin ‘farklı okur tercihlerini yansıttığının varsayıldığı’ belirtildi.
paylaş:

körlük | josé saramago


Araba kullanırken kırmızı ışıkla durup yeşil ışığın yanmasını beklerken bir anda kör olduğunuzu hayal edin. Yeşil ışığın yanmasıyla büyüyen bir gerilim, basılan kornalar, havada uçuşan küfürler, pencerenize vuran kişiler…
1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli büyük romancı José Saramago’nun eseri Körlük’te bahsi geçen olay meydana gelir.
Körlüğü beyaz bir ışığa bakıyor gibi tanımlayan ilk kör, evine gitmek için bir vatandaştan yardım aldıktan sonra karısıyla beraber göz doktoruna gider. Bu esnada ona yardım eden kişi arabasını çalmıştır. Doktorun ilk kez duyduğu bir vakadır bu. Bir süre sonra doktor da körleşir. Kentteki herkes yavaş yavaş aynı kaderi paylaşmaya başlar. Hükümet önlem almak için kör olanları ve kör olma potansiyeli gösterenleri akıl hastanesinde karantina altına alır. Bir tarafta kör olanlar diğer tarafta ise kör olmayı bekleyen kişiler akıl hastanesinde hükümetin onlar yardım etmesini beklerler.
Kör olmadığı halde kör olduğunu iddia ederek kocasının yanında bulunan doktorun karısı ilerleyen günlerde kentteki tek körleşmeyen kişi olacaktır.
Körlük öldürmese bile kentte bazı sorunların doğmasına yol açar. Arka arkaya yaşanmaya başlayan ve sıklaşan trafik kazaları, kaybolmaya başlayan etik ve ahlaki değerler, herkesin kör olduğu vakit tamamıyla ortadan kalkar.
paylaş:

orhan pamuk | nobel'den de öte


“Türk Ordusunun yaptığı Ermeni ve Kürt kıyımıyla ilgili açıklamaları günümüz Türkiye’sinde siyasi tepkilerin alevlenmesine neden oldu. Buna rağmen ifade özgürlüğü sembolüne dönüşen Pamuk ayrıca sık sık ülkesindeki azınlık sorunlarına da değiniyor: ‘Eski bir konu.’ Pamuk çoğulluğu talep ediyor. ‘1852 de Fransız yazar Teophile Gautier İstanbul sokaklarında Türkçe, Rumca, Ermenice, İtalyanca, Fransızca ve İngilizce konuşulduğunu gözlemledi.’ ‘İstanbul’un Türkçeleşmesi’ diyor, ‘şiddet yoluyla gerçekleşti ve devlet, şehirde tüm bu dillerin varlığını ortadan kaldıran etnik bir temizlik yaptı. Çocukken sokakta yüksek sesle Ermenice veya Rumca konuşan insanların susturulduğunu hatırlıyorum. ‘Hey vatandaş, Türkçe konuş!’ derlerdi. Ve dört bir yanda aynı mesajı veren afişler asılıydı.”
paylaş:

children of men (2006)


Yönetmen: Alfonso Cuarón
Senaryo: P.D. James (roman), Alfonso Cuarón
Oyuncular: Julianne Moore, Clive Owen, Chiwetel Ejiofor
Tür: Macera | Dram | Bilim-Kurgu | Gerilim
Yıl: 2006
Süre: 109 dk.
Ülke: ABD, Birleşik Krallık
Dil: İngilizce, Almanca, İtalyanca, Romanca, İspanyolca, Arapça
Ödül: 3 Oscar Adaylığı, 22 ödül, 28 adaylık
IMDb puanı: 8/10
Rotten Tomatoes: 8/10
Metascore: 84/100

2027 yılının Londra’sında geçen bir hikâye Children of Men. Yıl 2027 olmasına 2027 ama Londra bugünden çok da farksız sayılmaz, belki de bu gelecek için öngörülen umutların çok da gerçekleşmeyeceği konusunda bir fikir vermek için bu şekilde yapılmıştır. Zaten genele bakıldığında filmin konusu “umut” etrafında hayat buluyor diyebiliriz.
Yeni doğan bir çocuk için tanrının dünyadan henüz umudunu kesmediğinin göstergesi olarak bahsedilir bir deyiş ya da şiirde ve film başladığında 2027 yılındayken yaklaşık on dokuz sene boyunca hiç kimse doğum yapmamış. Öncesinde doğumların azaldığı, ölü doğumun arttığı ve düşük sayısındaki artış görülmüş, bunun bir felaket olacağı da kısa süre içinde anlaşılmış. Film ise ironik olarak dünya üzerindeki en genç bireyin öldürülüşüyle başlıyor.
paylaş:

great expectations


Yönetmen: Brian Kirk
Senaryo: Charles Dickens(roman), Sarah Phelps
Oyuncular: Douglas Booth, Vanessa Kirby, Ray Winstone, Gillian Anderson
Tür: Dram
Yıl: 2011
Ülke: Birleşik Krallık
Dil: İngilizce
paylaş:

banliyö, kuşlar ve soğuk


Renginin ne olduğu bilinmeyen kaldırımların üzerine konan birkaç kumru uçuştukça yukarıları doğru, kanatlarından kopan rüzgârın içimize çekilen yarısı benliğimize dolan, arkasına bakmadan yürüyen bir adam delip geçiyor kumru yoğunluğunu, ne kuşlar halinden memnun ne de dünya durmaya devam ediyor. Ardında bırakılan düşlerin sonuna yaklaşıldığında göze çarpan kirpikler, soluk alış verişlerde duraksamalar dağlardan eteklere inerken, damarların içinden geçen sıcaklık ısıtıyor vücutları yoksa hava çoktan gecenin getirdiklerini sunuyor bizlere.
Karanlığın içinde parıldayan kar tanelerinin hüznünü yaşatıyor çıkmaz sokaklar, çöp bidonlarında oynaşan kedilerin mırıltıları tırmalıyor kulaklarımızı, tüylerinin dikleşmesine benziyor kulak hareketleri, patiler ve dillerini çıkarıp birbirlerini yalamaları.
İlerliyor adam, uzun kabanının etekleri dalgalanıyor soğukta, başındaki fötr şapkası uçmasın diye aldığı önlemle parmaklarını görüyoruz, ensesinden kopup giden duman buğu mu yoksa sigara mı içiyor pek fark edilmiyor.
Yola dökülse bitmeyecek bir döngünün içinde bulacak kendini, onun için hazırlanmış hayat oyununda en iyi konsepti sergilemek için gönderilen meleklerin korumalığında yaşamı tükenene kadar soluk alıp vererek dönüp duracak bu kargaşada, ışıklar yanıp sönecek, kırmızı, yeşil, ayaklarının altında tutunmayı bekleyen ıslaklıklarla devam edecek yoluna.
Banliyöler yanaşıp kalkıyor duraklarına, insanlar inip biniyor trenlere, vagonlarda birbirinden farklı yaşanmışlıklar, umutlar ve beklentilerin ele geçirilemeyişini gözler önüne süren gelecekleriyle delik ceplerinde, yeni bir günde açılan yeni bir sayfaları başkaların ellerinde yırtılıp aşağılara doğru yuvarlanacak belki de, kimse farkında değil doğal olarak ve sürüp gidiyor.
Yürüyor, ağır ağır, sokaklar olmadığı kadar suskun, lambalar amaçlarından usanmış gibi sönmeyi bekliyor, yetişecek yarınları varmış gibi bir halleri var, susup bekliyorlar.
Azıcık üşüyor elleri, birbirine sürtüp ağzının önüne taşımasından anlıyoruz, üşümese tutacak bir başka el bulma çabası da güdebilir, etrafta kendinden başka birinin olmayışı sokakların boşluğundan ileri gelmiyor hâlbuki kalabalığın içinde yalnız hissetmesinin sebebi yalnızlığını söyleyebileceği yüzlerin olmayışından. Durup sadece önüne bakıyor.
Uzun, upuzun binalar acıtıyor göğün canını, biz arkasından ne yapacak diye merak ediyoruz, o sadece önüne bakıyor.

(Görsel buradan alınmıştır.)
paylaş:

shaun of the dead (2004)


Yönetmen: Edgar Wright
Senaryo: Simon Pegg, Edgar Wright
Oyuncular: Simon Pegg, Nick Frost, Kate Ashfield
Tür: Komedi | Korku
Yıl: 2004
Süre: 99 dk.
Ülke: Birleşik Krallık, Fransa, ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 6 ödül, 16 adaylık
IMDb puanı: 8.0/10
Rotten Tomatoes: 7.7/10
Metacritic: 76/100

İngilizler ve onların espri anlayışı… Güldürmediği iddia edilir, tabii bu iddia da genellikle espriyi anlayamamak ya da esprinin bizim kültürümüze uzaklığı da belirli etkenler arasındadır. Çoğu zaman sakin görünüşleri ve söylenen küçük sözlerle, sanki önemsiz bir şeyden bahsediyor gibi görünürler lakin birkaç saniye sonra lafı yapıştırmış olunduğu fark edilir, tabii bu espriye gülmekten insanda sinir bozulmasına sebebiyet verir. 
paylaş:

en iyi 50 albüm | 2011


2011 yılını çoktan geride bıraktık. İyi ya da kötü geçen günlerimiz oldu muhakkak, sevindiğimizde müzik dinledik, üzüldüğümüz de müzik dinledik. Tabii bunları tamamıyla konsepte uysun diye yazıyorum. Yoksa üzüldüğünüz zaman yatağın içinde günlerce kaldığınız ve hiçbir şey yapmamış da olabilirsiniz. Neyse konumuz bu değil. Konumuz geride bıraktığımız senenin en iyi albümleri. NME 2011’in en iyi albümlerini seçmiş ve yayınlamış. İşte NME’ye göre 2011 yılının en iyi 50 albümü: 
paylaş:

misfits


Yaratıcı: Howart Overman
Oyuncular: Iwan Rheon, Lauren Socha, Nathan Stewart-Jarrett, Antonia Thomas, Robert Sheehan
Tür: Komedi | Dram | Fantastik
Yıl: 2009-
Ülke: Birleşik Krallık
Dil: İngilizce
Ödül: 3 BAFTA dâhil 6 ödül, 19 adaylık
IMDb puanı: 8.9/10
paylaş:

to lose my life... | white lies

Kimilerine göre 2009 yılının en iyi albümlerinden biri, kimilerine göre ise orijinallikten yoksun, üzerinde fazla uğraşılmamış vasat bir albüm. White Lies’ın ilk albümü olan To Lose My Life… çok farklı yorumlar alsa da göreceli kavramlara çok takılmazsak başlı başına ayakları yere basan bir albüm.
paylaş: