Renginin
ne olduğu bilinmeyen kaldırımların üzerine konan birkaç kumru uçuştukça
yukarıları doğru, kanatlarından kopan rüzgârın içimize çekilen yarısı
benliğimize dolan, arkasına bakmadan yürüyen bir adam delip geçiyor kumru
yoğunluğunu, ne kuşlar halinden memnun ne de dünya durmaya devam ediyor. Ardında
bırakılan düşlerin sonuna yaklaşıldığında göze çarpan kirpikler, soluk alış
verişlerde duraksamalar dağlardan eteklere inerken, damarların içinden geçen
sıcaklık ısıtıyor vücutları yoksa hava çoktan gecenin getirdiklerini sunuyor
bizlere.
Karanlığın
içinde parıldayan kar tanelerinin hüznünü yaşatıyor çıkmaz sokaklar, çöp
bidonlarında oynaşan kedilerin mırıltıları tırmalıyor kulaklarımızı, tüylerinin
dikleşmesine benziyor kulak hareketleri, patiler ve dillerini çıkarıp
birbirlerini yalamaları.
İlerliyor
adam, uzun kabanının etekleri dalgalanıyor soğukta, başındaki fötr şapkası
uçmasın diye aldığı önlemle parmaklarını görüyoruz, ensesinden kopup giden
duman buğu mu yoksa sigara mı içiyor pek fark edilmiyor.
Yola
dökülse bitmeyecek bir döngünün içinde bulacak kendini, onun için hazırlanmış
hayat oyununda en iyi konsepti sergilemek için gönderilen meleklerin
korumalığında yaşamı tükenene kadar soluk alıp vererek dönüp duracak bu
kargaşada, ışıklar yanıp sönecek, kırmızı, yeşil, ayaklarının altında tutunmayı
bekleyen ıslaklıklarla devam edecek yoluna.
Banliyöler
yanaşıp kalkıyor duraklarına, insanlar inip biniyor trenlere, vagonlarda
birbirinden farklı yaşanmışlıklar, umutlar ve beklentilerin ele geçirilemeyişini
gözler önüne süren gelecekleriyle delik ceplerinde, yeni bir günde açılan yeni
bir sayfaları başkaların ellerinde yırtılıp aşağılara doğru yuvarlanacak belki
de, kimse farkında değil doğal olarak ve sürüp gidiyor.
Yürüyor,
ağır ağır, sokaklar olmadığı kadar suskun, lambalar amaçlarından usanmış gibi
sönmeyi bekliyor, yetişecek yarınları varmış gibi bir halleri var, susup
bekliyorlar.
Azıcık
üşüyor elleri, birbirine sürtüp ağzının önüne taşımasından anlıyoruz, üşümese
tutacak bir başka el bulma çabası da güdebilir, etrafta kendinden başka birinin
olmayışı sokakların boşluğundan ileri gelmiyor hâlbuki kalabalığın içinde
yalnız hissetmesinin sebebi yalnızlığını söyleyebileceği yüzlerin olmayışından.
Durup sadece önüne bakıyor.
Uzun,
upuzun binalar acıtıyor göğün canını, biz arkasından ne yapacak diye merak
ediyoruz, o sadece önüne bakıyor.