david lynch etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
david lynch etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ev arkadaşım david lynch -2-



 ‘’Sen David Lynch ile ne ara halaoğlu kıvamına geldin? Dünya ne ara zombi oldu?’’ diyen kalemsuare halkı! Buradan başlayınız.


   Dünyanın zombi virüsü ile cebelleştiğini duyduğumuzda David ile birlikte kahvaltımızı yapıyorduk. Oldukça durağan bir gündü bizim için. Ekmek almaya gitmediği için David ile biraz atıştıktan sonra ekmeği yine ben almaya gitmiştim. Biz şanslıydık dostlarım. David bizim hayatımızı kurtarmıştı. Eyvallah! Ama zombiler de ‘’Walking Dead’’ zombilerindendi. ‘’I am Legend’’ filmindeki pijj zombiler gibi çılgın atmıyorlardı bizim zombiler. Hepsi ekmeğindeydi ama uzak durmak yine bizim hayrımızaydı.
   Salgının üzerinden 1 hafta geçmesine rağmen bize bir şey olmamıştı. Bu da David sayesinde olmuştu tabii. Salgın başladığında evdeki bütün şurupları süd ile içirmişti bana. 4 gün üst üste basurlu kabız olmama rağmen sağlığım eski haline dönüyordu.
   Bakkaldaki yiyecek stoğumuz azalıyordu. Ajlığa bir süre olsun dayanabilirdim ama David dayanamazdı. 2 saatte bir tava ekmeği yemesi gerekiyordu. Buralardan gitmenin zamanı gelmişti… Bakkaldan 2 tane tava ekmeği alıp topuklarımı kıçıma vura vura evime doğru koştum. Apartmanın kapısını anahtarımla açıp evime çıktım. Zile bastım ‘’kimo’’ diye kodaman bir ses çıktı. Yanıt vermedim. David sesini yükselti. ‘’kiimmmoohh.’’ Yine yanıt vermeyip kapıyı tekme atarak açtım. David beni zombi sanmış olacak ki içeriye girdiğimde ‘’eneni eneni eneni’’ diye kaçmaya başlamıştı. ‘’Meh meh meh’’ diye bağıra bağıra güldüm mutfağa giderken. Ardından ‘’gidiyoruz buradan deyvidddh. Hazırlan’’ dedim. Salondan yanıma doğru gelen David ensemin köküne tekme atarak ‘’pijj misin oğlum sen? İnsan böyle korkutulur mu? Ya gerçekte…’’ diye devam edecekti ki tava ekmeğini poşetten çıkartıp sakinleşmesini sağladım. 1 saat içerisinde gerekli hazırlıkları yaptık. Son kez evimizi baktık ve apartmandan dışarıya, zombi deryasının içine attık kendimizi. Birbirimizi korumak için hiçbir tekniğimiz yoktu. Sadece tırnak makası ile bu savaşta yer alıyorduk. Tek bir amacımız vardı; alış veriş merkezine gitmek.
   Alış veriş merkezine gitmemizin tek nedeni bir ulaşım aracı bulabilmekti. Ne David ne de ben ehliyet gerektiren taşıtların kullanımını bilmiyorduk. Alış veriş merkezine ‘’go-kart’’ araçları için gidiyorduk.
   Apartmandan dışarı çıktığımızda sokakta sadece bir tane zombi vardı. ‘’Başkalarına zarar vermesin lan bağğri’’ diye düşünerekten zombinin elini, ayaklarını ve ağzını koli bandı ile bantladık. David bunların yetersiz olduğunu düşünmüş, üzerine de zombinin kafasına ‘’BİM’’ poşeti geçirmişti… Alış veriş merkezine giden yol oldukça tenhaydı. Yürümeye devam ederken David bir itirafta bulundu: ‘’Çok iyi insanmışsın lan Emre’’ dedi. Duygulandım. Sarıldım göbeğine. Bende bir itirafta bulundum: ‘’Filmlerin bok gibiydi Deyvid’’ dedim. Yetmedi ‘’Fil Adam filmindeki yaratık yüzünden geceleri uyuyamadım pijj’’ dedim. ‘’Ne dedin sen?’’ diye bağırıp ensemin kökünden tuttu ve döğüşmeye başladık. Biz tam döğüşürken iki tane zombi bize doğru koşuyordu. Hemen döğüşe son verip el ele tutuşarak ortamdan uzaklaştık.
  Alış veriş merkezine ulaştığımızda karanlık ve zombili bir ortam bekliyordum. Zombi temalı bütün filmlerde durum böyleydi. Ama burası oldukça temiz ve ışıklıydı. Bütün mağazaların ışıkları efil efil yanıyordu. ‘’Her koşulda tasarruf ulan’’ diyerekten şartelleri indirmek için otoparka indik David ile. Şartelleri indirdik. Ortam çok karanlık olunca bir daha açmak zorunda kaldık. ‘’Elektrik faturası kol gibi gelecek na buraya’’ dedi David.
  Otoparkın diğer tarafına gidip go-kart araçlarına bakmaya gitmiştik David ile. İkimiz de beğendiğimiz araçlara binip çıkışa doğru sürdük araçlarımızı. Otopark çıkışı tıkalı olunca geri dönmek zorunda kaldık. Araçlarımızdan inip alış veriş merkezinden sırtımızda go cart araçları ile çıktık…
  ‘’Şumaahyer çok hızlı geliyor. Geçicek mi raikkönen’i? Geçti mi? Geçtiiii’’ diye bağırdı David beni geçerken. ‘’lan şimdi görürsün’’ deyip bastım gaza. David’i geride bıraktım. Keskin bir virajdan döndüğümde binlerce zombi ile göz göze gelmiştim. Aracı geri döndürmem imkansızdı. Hemen araçtan inip ‘’eneni eneni eneni’’ diye kaçmaya başladım. David’in geldiği yöne doğru koşup otostop işareti yaparak David’i bekledim. Go-kart aracı 1 kişilik olunca mecburen ön kaputa oturdum. Adeta dolmuşta şoförün paraların yanına oturttuğu insanlar gibiydim. ’’Bazz gaza Deyyvid bazzz’’ dedim.
  Nereye gittiğimizi bilmeden yolumuza devam ediyorduk. Ön kaputta oturduğum için David hiçbir şey göremiyordu. Bu yüzden komutları ben veriyordum. İkinci kez ‘’Bazz gaza Deyvidd bazz’’ dediğimde David bir şekilde aracın stop etmesine neden olmuştu. Aracı düzeltecek zamanımız olmadığından go-kartımızı orada bırakıp yolumuza koşarak devam ettik.
  Go-kart aracımız bozulunca var gücümüzle koşmaya başladık. 2 saatten fazla bir süre olmuştu. David’in tava ekmeği yemesi gerekiyordu. En yakın bakkala girdik birlikte. 1 tanecik tava ekmeği salgından kurtulmuş yenmeyi bekliyordu. Tava ekmeğini yanımıza aldıktan sonra işe yarar şeyler bulmaya başladık David ile. Rafların üzerindeki petiböre ulaşmaya çalışırken sol diz kapağımda bir karıncalanma, bir zorlanma hissetmiştim. ‘’Deyvid’in şakasıdır meh meh meh’’ diye geçiştirdim. Baktım şakası devam ediyor ‘’Yeter ulaan’’ diye bağırıp arkama döndüm. David uzaktan bana baktı. Ayağımla uğraşan David değil pijj bir zombiydi. 2 dakikadır bacağımı çiğnemesine rağmen ortalıkta kan falan yoktu. Sonradan anladım ki çok taşlaşmış kotum sayesinde zombinin dişlerinden korunmuştum. Teşekkürler çok taşlaşmış kot!
  Hiç zombinin olmadığı bir mahalleye girdiğimizde kendimize kalacak yer arıyorduk. Girdiğimiz apartmanlardan birinin sensörlü ışıkları hala yanıyordu. David ile birlikte en üst kata çıkıp bir kapıyı açmak için zorladık. Kapı açıldığında haci şakir kokusu burnumuzun içine hücum etmişti. Ev iki katlıydı. Üst katı David alt katı ben kontrol ettim. Evin temiz olduğunu anladığımızda David ile birlikte salonda PES attık. İlk maçta David’i 5-0 yendim. İkinci maçta David beni 19-0 yenerken 5 tane kırmızı kart görüp hükmen 3-0 mağlup sayıldım. David yaptığım şeyin ne kadar şerefsizce bir şey olduğunu açıklarken içerden bir ses geldi. ‘’Huuuahhhyy. Ovvv.’’ Ses git gide bize yaklaşıyordu. David ile birbirimize sarılmıştık. Sesin kaynağı en sonunda şortlu bir biçimde salona girdi. Şaşkın şaşkın bize baktı. Sonra ‘’beyler evimde David Lynch var cappsslii’’ demişti Serkan İnci.

Haftaya Serkan, David ve ben güvenli bölgeye gitmek için kafa kafaya vereceğiz. Yarı zombi kaşsız,palto giymiş bir kovboy gören David bir şeyler hatırlayıp yönetmen olmaya tekrardan karar vericek… 
paylaş:

ev arkadaşım david lynch


   

  Her şey ramazan çadırında açtığım iftar ile gerçekleşmişti. Saçı başı dağınık, kıyafetleri paçavra olmuş bir adam en arkada oturmuş biz yemek yiyenleri izliyor, notlar alıyordu. Fazladan bir tepsi alıp yanına koştum hemen. Tanımıştım bu adamı. David Lynch’ti bu. ‘’Oturam mı ağğbey?’’ diye sorduğumda ‘’yemeğinin yarısını alırım ama’’ demişti. Daha o anda açgözlü bir insan olduğunu anlamıştım. ‘’Ağğbi sen David Lynch misin?’’ diye sorduğumda kafasını sallamıştı. Gerçekten David Lynch olabilirdi bu adam. Çok benziyordu David’e. Hatta ta kendisi olabilirdi. Kendisini sınamak adına ‘’Kıristophır Noğğlan çok iyi bir yönetmen meh meh meh’’dedim. Lafımı duyar duymaz bardağındaki ayranın hepsini suratıma fırlattı. Yüzüm gözüm ayran içinde kalmıştı ama bu umurumda değildi. Ellerimi ağzımın kenarına getirip boru şekline soktum ve ‘’Deyviddd Liynçççç’’ diye bağırdım ve göbeğine sarıldım.
    ‘’Oğlum çık. La çık. Bırak göbeğimi’’ dediğinde ayranlı suratımı baklava desenli süveterine siliyordum. ‘’Ağğbi senin burada ne işin var? Türkçe konuşmayı nereden öğrendin? İftar çadırında ne yapıyorsun Değğvidd ağğbi’’ diye bir sürü soru sordum. Ama o bulgur pilavının gizemli dünyası ile meşguldü. Ben yemek yememiş, David Lynch’i izliyordum. Sanki 4 gündür yemek yemiyordu. Ya da ilk kez bulgur pilavı ile karşılaşmıştı. Sonunda yemeğini bitirdiğinde sorularımı cevaplamıştı.  ‘’Adın ney senin?’’ dedi  ‘’Mulholland  Drive’’ dedim. Birkaç saniye sonra ‘’Emre ağğbi. Adım Emre’’ dedim. ‘’Bak Emre, artık film çekemiyorum. Yeteneğimi kaybettim. Bir türlü ismime yakışacak bir film çekemedim.  Artık parada kazanmak istiyorum. Ve dizi çekmeye karar verdim. 100 dakika olacak. Arkasında da gülme efekti olacak. Kimsenin beynini zorlamasın istiyorum. Arkadaşlarıma sordum. Türkiye’ye koş dediler. Geldim İstanbul’a. Benim baba tarafı Artvin’li olduğunda Türkçem iyidir’’ diye cevapladı ve ben kala kaldım. Yılların yönetmeni arkasında gülme efekti olan dizi çekmek istiyordu… Otogarda arada kaynadı da birileri bir şey mi yaptı bu adama? Yanlışlıkla Akasya Durağını mı izledi? Yılların yönetmeni bir de baklava desenli süveter giymişti…
   Yaşadığım şoku atlattıktan sonra David’in kolundan tutup evime getirdim. Hemen bilgisayarımdan Torrent’i kontrol ettim. Mulholland Drive %98’de idi. Birkaç dakika sonra yaptığım hayvanlığı fark edip ‘’Ağğbi öğrenci adamız. Yoksa gider orjinalini alı…’’ derken sözümü kesti ve ‘’korkma oğul. Ben esnaf olmaya karar verdim’’ dedi. Söylediği son söz fazlaydı artık. Mulholland Drive inmişti sonunda. Hemen filmin dışı mavi içi siyah olan kutunun sahnesini açıp David’e izletmeye başlamıştım. ‘’Sen busun Değğvid ağğbii’’ diye bağırdım suratına. Birazda sarstım omuzlarından. Söylediklerim daha etkili olsun diye zaman zaman göbeğine vuruyordum. Ben bunu sarstıkça geğirmeye başladı. En sonunda dayanamayıp kusmaya gitti.
  Mulholland Drive’ı kapatıp David’in yanına gittim. Anti bakteriyel katı sabunum ile bol köpük yapıp, iki parmağını da yuvarlak yapıp balon çıkartmaya çalışıyordu. Gördüklerimden sonra David’in içinde bir ‘’Halaoğlu’’ yaşadığını anlamıştım. Hatta bu ‘’halaoğlu’’ vücut bulmuş, David’in bedeninde at koşturmaya başlamıştı… Bu adama ne yaparsam yapayım yılların yönetmeni geri gelmeyecekti.  ‘’Halaoğlu’’ bütün vücuduna yayılmıştı.
  Akşam vakti geldiğinde David belki eski haline gelir diye  ‘’sienbisi-e’’yi izlemeye başladık. The Prestige filmi tüm gizemiyle akıyordu. Ama birkaç dakika sonra ‘’öfff. Ohheeyy. Pufff. Altyazıyı nasıl takip ediyorsun yaa’’ gibi sitemlerde bulunmuştu. Bende mecburen Arka Sokaklar’ı açtım. Yarım saat sonra ikimizde televizyon karşısında uyuya kalmıştık. Kalkıp üstünü örttüm ve odama, yatmaya gittim. Sonra geri dönüp yattığı odanın kapısını kilitledim. Korumam gereken yarım sucuk ve 1 kase puding vardı.
   Sabah olduğunda evimin içi hiç olmadığı kadar sucuk ve halaoğlu kokuyordu. Hemen mutfağa koşup sucuğumu kontrol etmeliydim. Mutfağa girdiğimde sucuklu yumurta, yaz helvası ve çay masada tiril tiril bana bakıyordu. Bunların üzerine bir de okunmuş Posta ve Güneş gazetesi de masadaydı. En son evime gazete girdiğinde klon koyun Doli’nin haberleri vardı… Duygulanmıştım. Gittim David’in elinden öptüm. Sonra göbeğine sarıldım. Birlikte kahvaltımızı yapıp hayatımızda hiç görmediğimiz yerlerin hava durumlarını izlemeye başladık. İngiltere’de yaşanmayacağını, paramız olursa Yeni Zelanda’da ev yapıp bahçemize de ayşe kadın fasülyesi yetiştirmeye karar kıldık.
  David halaoğlu olmanın hakkını veriyordu. ‘’Birkaç eksikliğini de ben tamamlayayım bağri’’ diyerekten berbere gittik. Saçımızı 3 e vurup kaşlarımıza çizik attırdık. Berber ile Alex’in performansı hakkında tartıştık. Sonunda Messi’nin iyi bir topçu olduğuna karar kıldık. Berberden çıktıktan sonra çarşıya inip birkaç üniversiteli öğrenciye laf attık. İçlerinden biri beni bir güzel dövdü. David o sırada bir simitçi ile ‘’buralar eskiden hep dutluktu’’ muhabbetini yapıyordu… David’e altlı üstlü eşofman takımı aldık. Üzerinde ‘’Fantastik Sports 19’’ yazıyordu. Akşama doğru korsan sidicim Mümtazın yanına gidip Recep İvedik serisini aldık. Eve gelirken de 1 kilo tuzlu çekirdek almıştık.
   Recep İvedik 2’in bir sahnesinde David gülmekten kanepeden düşmüştü. Hemen kendisini yerden kaldırdım. Suratını gördüğümde geri dönüşü olmayan halaoğlu tiplemesi vücudunda derin izler bırakmaya başlamıştı. Dudakları tuzlu çekirdek yemekten aşırı derecede şişmiş, suratında da göz büyüklüğünde sivilceler çıkmıştı. Sivilcelerinden birisini patlattığımda içinden ‘’tısss’’ diye hava çıkmıştı.  Sivilcelerini patlattığımda dudaklarındaki kabarcıklarda çıkan hava kadar iniyordu. Yılların yönetmeni ve kendisine has vücudu deyip geçiştirdim… Arka sokakları izlerken yine uyuya kalmıştık. Bu sefer kapıyı kilitlemeyecektim.  Odama gidip yer yatağını aldım, salona kurdum. David’i uyandırıp yer yatağında yatmasını söyledim. Bende yanına sokulmuş arada sivilcelerini patlatıyordum.
  Sabah olduğunda erken kalkıp kahvaltılıkları hazırlamaya koyuldum. Gazete almak için dışarı çıktığımda sokaklar bomboştu. Gazete bayisinde kimse yoktu. Yinede gazetemi alıp altı yüz elli kuruş bırakıp evime koştum. İnsanlar yok olmuştu sanki. Haberleri açtım. ‘’ Sayın seyirciler dün gece dünyadaki her evin tuvalet deliğinden içeriye bir terörist grubu tarafından zehirli bir madde salgılandı. Bunu soluyan her insan değişim geçiri… Ahhh…  ĞĞııh. Hırrraaa’’ diyebilmişti Oğuz Haksever. Evimdeki tuvalet deliğini kontrol ettim hemen. Tıkalıydı. David dün 45 dakika boyunca içerden çıkmamıştı. Vücudundan çıkan gübre bizi korumuştu. David’İn yanına gidip kendisini öperek uyandırdım…
  
 Haftaya David ile birlikte zombilerden kaçıyor olacağız. İçindeki halaoğlunu yok edip David Lynch’i bulacağız... 

Görsel: Umut Sarıkaya

Yazının devamı hemen burada.
paylaş:

100 yıllık kamera david lynch'e verilirse | lumiere


Lumiere Kardeşlerden kalma kamera, 95 yılında 41 sinemacıya verilmiş ve film çekmeleri istenmiş. Bahsi geçen kamera yüz küsür yıllık ve sinema tarihinin ilk kamerası. Filmi çekenlere ise üç kural konmuş, 52 saniyelik makaranın dışında başka başka bir film kullanılmayacak, senkronize ses olmayacak ve sadece üç çekim hakkı.
Şimdi bu sinemacılardan biri David Lynch olunca 52 saniyelik filmini paylaşmak istedik. Bas bas “Ben Lynch filmiyim” diye bağırmıyor mu?
İyi seyirler.


paylaş:

the straight story (1999)


Yönetmen: David Lynch
Senaryo: John Roach, Mary Sweeney
Oyuncular: Richard Farnsworth, Sissy Spacek, Jane Galloway Heitz
Tür: Macera | Biyografi | Dram
Yıl: 1999
Süre: 112 dk.
Ülke: Fransa, Birleşmiş Krallık, ABD
Dil: İngilizce
Ödüller: Oscar’a adaylık, 12 ödül, 28 adaylık
IMDb puanı: 8.0/10
Metascore: 86/100

Kızıyla beraber yaşayan Alvin Straight, yıllardır küs olduğu kardeşinin hastalandığını öğrenir. Küskünlüğün ne kadar da bencilce sebeplerden çıktığı aklına çivi gibi çakılan adam kardeşiyle barışmak, belki de son kez af dilemek için onu görmek için yola çıkar. Bu yol onun için hiç de kolay olmayacaktır. Az parası vardır ve yolculuğunda ona yardımcı olacak tek şey çim biçme makinesidir. Hünerini konuşturup çim biçme makinesinden küçük bir araç yapar, arka kısmına da yolculuk için gerekli eşyalarını koymak için bir bölme oluşturur ve haftalar sürecek yolculuğuna kızının tüm reddetmelerine karşı çıkar. Alvin’in yüzünden hiçbir zaman gülümsemesi eksik olmaz, aksakalıyla da sevimliliği hayatla barışık ve güvenilecek bir insan olduğunu gösterir aslında. O, dayanıklıdır.
Yol boyunca değişik insan modelleriyle karşılaşır. Bu onun düşünmesini sağlar, eskiyi hatırlamasını, aslında yıllar önce onun da birçok hata yapmış olduğunu gösterir.
Yolda karşılaştığı olaylardan dersler çıkarır, insanlara dersler verir.
Kalıplaşmış David Lynch filmlerine hiç de benzemeyen bir film The Straight Story. Gerçek bir hayat hikâyesinden sinemaya aktarım. Duygusal, dram yoğunluklu, anlaşılamayan hiçbir yeri bulunmayan, sade.
Aile sevgisinin, insan sevgisinin yoğun olarak işlendiği filmde dünya hayatının gelip geçici olduğundan bahsediliyor ve bu çarpıcı bir çabanın meyvesi olarak gösterilir.
Lynch filmlerine benzememesi bir yana en başarılı Lynch filmidir aynı zamanda.
-Peki, yaşlı olmanın en kötü yanı ne Alvin?
-Bunun en kötü yanı, bir gün senin de genç olduğunu hatırlamak evlat.

paylaş:

darkened room (2002)

8 dakika uzunluğunda bir David Lynch kısası, lakin bir Lynch filminde olması gereken tüm özellikleri ihtiva ediyor: karanlık, sonuçsuzluk, gizem, garip bir olgu…
Atmosferi durağanlıktan çıkarıp gerilime sokan fondaki soundtrack’e zaten söylenecek bir söz yok.
8 dakikada gerçeklesen olay ise iki bireyin arasında geçer, başlangıçta konuşan bayan diğerinden  “arkadaş” olarak bahsetse de bunun anlatılmak istenen olguda geçerliliği olup olmadığı tartışılır. Onun arkadaşı da olabilir, annesi de ya da tanımadığı biri de. Belki de baskı altındaki benliğinde kendisi de olabilir.
Olayda konu ise kızın yaptığı bir hatadır. Hata belirsizdir, nedeni ya da bundan sonra olacaklar anlatılmaz.
2002 yapımı Darkened Room, Rabbits'in devamı niteliğindedir; fakat benzerlik içerir mi, anlatılmak istenilen desteklenir mi, orası yine yönetmenin bildiği bizim bunun üzerinde kafa kurcaladığımız konular arasında.
Filmde boy gösterenler Jordan Ladd, Etsuko Shikata, Cerina Vincent. Film IMDb’den de 5.7 puan almış, oylama sayısı ise an itibari ile 1242. Rabbits’in puanı ise 7.0 idi ve yaklaşık Darkened Room’un oylarının iki katı kadar oy almıştı.
Beğenilmediğinde 8 dakika olmasından hiçbir şey kaybettirmeyen ama izlendiğinde kesinlikle beyin jimnastiği yaptıran kısa filmlerden biri.

paylaş:

eraserhead (1977)

Ve olaylar gelişir… Her zaman bir anlatılmak istenilen olguyu anlama çabası güderiz ve eğer anlamazsak ya çamur atar ya da anlayan birilerine sorular sorarız. Tam açıklamanın ne olduğu kişinin kendisine göre değiştiği durumlar vardır. Çünkü kendi mantık çerçevesine hangisi tam oturuyorsa kişi ya da kişiler için o olgu anlatılmak istenilendir. Peki, gerçekten yönetmen o kişilerin anladığını mı anlatmak istemiştir?
Söz konusu yönetmen David Lynch olunca işler her zaman olduğu gibi sarpa sarıyor.
Kimine göre anlatılan olay çocuk sahibi olma dönemine derin bakış, babalık korkusu, kimine göre baskı altında kalan bir adamın karar verme aşaması, kimine göre sadece bir kâbus, güzel de olsa kötü de olsa bir kâbus, kimine göre ortam şartlarını eleştiren bir düş, kimine göre ise hiçbir şey ifade etmeyen gereksiz bir olay.
David Lynch’in yazdığı, yönettiği, çekebilmek için para biriktirdiği, arkadaşlarından borç aldığı, yapımcılığını üstlendiği, müziklerini hazırladığı filmi. Başrolde Jack Nance yer alıyor.
Sürreal bir yapıt olarak görülen 77 yapımı film 85 dakika uzunluğunda ve insanı rahatsız edici özelliği var. Bunalım, karanlık bir ortam, ses tufanı, endüstrinin getirdikleri, zırlayan bir bebek, kavgacı bir eş…
Film dram, fantastik ve korku öğeleri içeriyor ve yaklaşık 30 bin kullanıcının oylarıyla 7.4 IMDb puanına layık görülmüş.
İki ödül sahibi film için Charles Bukowski “Hayatımda izlediğim en iyi film, ikinci bir film adı veremem size.” demiş, Kubrick ise, en sevdiği beş filmden biri olduğunu söylemiş. Hatta filmdeki bebeği nasıl yaptığını öğrenmek için Lynch’e para teklifinde bulundu gibi söylentiler bile var.
Yönetmen ne anlatmak istedi biz ne anladık o bilinmez ama ortada anlaşılmak istenen en iyi soru varsa o da şudur: filmin başkarakteri yedinci dakikada sağ ayağını su birikintisine sokar. Eve döndüğünde ise sol ayağındaki çorabı çıkarıp kalorifer peteğinin üzerine koyar. Bu bir hata mıdır yoksa rüyaların tersi çıkar tezinin bir ispatı mıdır?
Filmi henüz izlememiş olanlar için bir öneri, eğer Lost Highway ve Mulholland Dr. adlı filmlerin en az birini izlemiş ve sevmemişseniz, Eraserhead'e elinizi sürmeyin derim. Ama ben çok merak ettim, izlemezsem kahrolurum, diyorsanız buyurun izlerken felç geçirin. Ama bahsi geçen filmleri izlemişseniz ve sevmişseniz, film hakkında bir yorum yapabilir ya da filmi sevmeseniz bile vakit kaybı demezsiniz.

paylaş:

rabbits (2002)

David Lynch’ten garip bir güldürü. Yönetmenin diğer filmlerinden farklı 50 dakikalık adını koyamadığımız bir deneyim. Kafa patlatmak için çözümlenmesi zor bir bulmaca, boş gözlerle izlendikten sonra ağızdan çıkan yorumlar, beyin fırtınası…
David Lynch’in yazıp yönettiği 2002 yapımı fantastik komedi-dram. Oyuncu listesi Mulholland Dr. de boy gösteren kişilerden oluşuyor: Scott Coffey, Laura Harring ve Naomi Watts.
Diğer Lynch filmlerine nazaran anlaşılması daha zor bir film. İzlendikten sonra, ortada gerçekten bir konu var mı diye düşündürür insanı. Filmi izlerken görülenler ise tavşan kostümü giymiş bireylerin değişmeyen tiyatro sahnesinde anlatmak istedikleri, dışarıdan gelen sesler, çıkan bir yangın, ekranın üst köşesinde beliren bir kibrit, çalan telefon, devrik cümleler, cevabın sorulardan önce söylenmesi…
8 ayrı bölümden oluşan Rabbits, çoğu kişiye göre apayrı bir David Lynch garipliği.
Film sabit bir kamera görüntülerinden oluşmuş bir tür sit-com olarak da gösterilir. Bu fikir, kaynağı belli olmayan ve ara ara duyulan kahkaha seslerine dayandırılır.  Kamera sadece bir defa sabitliğini bozar.
IMDb’de an itibari ile 2175 kullanıcının oylamasıyla 7.0 puan almış.
Filmdeki tavşanlar görüldüğünde, Donnie Darko ile bir bağlantısı olup olmadığı düşünülür fakat herhangi bir bağdaştırma pek de yapılamaz.
Diğer bir Lynch filmi olan Inland Empire’da filmden kareler boy gösterir. Hatta filmde Jack Rabbit isimli bir karakter vardır. Rabbits’te de Jack, en aktif karakterdir. IMDb kaynaklarına göre, Cabin Fever adlı filmde, hastanede görülen tavşan kostümlü insan karelerinin aslında Donnie Darko’dan değil direkt Rabbits’ten alındığı söylenir.
Sözlük camialarında bile çokça konuşulmayan bu filme en iyi yorumu ekşisözlük yazarlarından “sir gawain” getirmiş. Eğer filmi izleyip, kafa patlatır ve yine de pek bir şey anlamazsanız, sir gawain’in yorumu içinize su serpecektir. Yorumu okuduktan sonra emeğine karşılık olarak yazara teşekkür mesajı göndermemek için kendinizi zor tutabilirsiniz.
Rabbits’i izlemeniz umuduyla.
sir gawain’in yorumuna buradan ulaşabilirsiniz.

paylaş:

mulholland dr. (2001)

Genç bir bayan başarılı bir aktris olma umuduyla Hollywood’a gelir ve kendini çıkmazın içinde bulur. Gizemli bir araba kazası sonucu geçmişini hatırlamayan bir kadını yerleştiği dairede bulan bayan, çemberin aralıklarından sızabilmek için geçmişi ve anıları deşmeye çalışır. Bu oyunda fark edilmeyen tek gerçekse izlenilenin hangisinin yaşanılan hangisinin hayal olduğudur.
David Lynch’in en iyi yapıtlarından biri olan Mulholland Dr. izleyiciyi her filmde olduğu gibi yanıltıyor ve şaşırtıyor. Etkilenmemek elde bile değil.
Başrollerini Naomi Watts, Laura Harring ve Justin Theroux’un paylaştığı film 147 dakika uzunluğunda ve IMDb’den yaklaşık 111bin kullanıcının oylamasıyla 8.0 puan almış.
Oscar’a adaylığı olan filmin 33 ödülü (BAFTA ve Cannes da dahil) ve 30 farklı adaylığı bulunuyor.
  



paylaş:

wild at heart (1990)

İki genç âşık, Sailor ve Lula ve onları ayırmaya çalışan, hatta Sailor’ı öldürmek için bir adam tutan Lula’nın cadaloz annesi. Yılan derisinden bir ceket,yüze sürülen kırmızı bir ruj. Bir cinayet, hapishane günleri, garip insanlar ve bir David Lynch filmi.
Nicolas Cage, Laura Dern ve enteresan karakteriyle Willem Dafoe.
Suç, romantizm ve gerilim.
1990 yapımı film, IMDb’den 7.2 puan almış ve 125 dakika uzunluğunda.




paylaş:

blue velvet (1986)

Isabella Rossellini, Kyle MacLachlan, Dennis Hopper ve Laura Dern. 1986 yapımı bir David Lynch filmi.
Çim arazide bulunan bir insan kulağı, bunu araştırmak isteyen kolej öğrencisi ve ona yardım eden şerifin kızı, yeraltından bilmeceler, şiddet, cinayet, tecavüz ve uyuşturucu. Bataklıklar prensi ve mazoşist, sadist ve anlamsızlıklar bütünü.
David Lynch filmlerini anlamaya çalışanlar ve anlayanlar ve anlayamayanlar. İzlenmesi gereken ve anlamakta çok da zorlanılmayacak bir film. Filmi izledikten sonra “oh be bunu anladım” deyip mutlu bile olabilirsiniz.
Yaz gecelerinde söylenen “blue velvet” şarkısı. Film IMDb’den ortalama 56bin kişinin oylamasıyla 7.8 puan almış ve metascore’u 75/100.




paylaş:

lost highway (1997)

"Dick Laurent öldü." Yumak olan bu sözle başlayan Lost Highway, akıllara zarar konusu, ruhu okşayan hatta durup durup sevişen müzikleriyle 135 dakikalık kayboluş. Karşında duran adamın telefonda seninle konuşması neyse Lost Highway de o. Gizemli video kasetlerin gizemli görüntüleri, uyumalar, uyurken görülen kabuslar, uyanıkken görülen düşler ve hayat oyunları. Nereden çıktığı belirsiz, gözünü hiç kırpmayan birisi, karısının katilinin kendisi olduğunu öğrenen bir adam, 7.6 puanlık bir David Lynch filmi.
Ünlü Amerikan eleştirmenler tarafından film için“rezalet”, “hiçbir şey anlamadık”  yorumlarına Lynch’in verdiği cevap ise “filme gitmek için iki neden”.



paylaş: