çürümüşlük


Ne düşündüğümün farkına varmadan aynanın karşısında aksimi izliyorum, gözlerimin altı şiş, bakışlarım derinliklerde kayboluyor.
Önümde bembeyaz bir lavabo, su ardına kadar açılmış, sesi sonradan fark ediyorum. Gövdeme doğru kaldırdığım ellerimden kan damlıyor. Dönerek deliğe ulaşan suyun içinde dağılıp gittiğini görüyorum. Ellerimin üstünü çeviriyorum, kurumaya yüz tutmuş kan birikintilerinden derim gerginleşmiş. Soğuk suyun içine daldırıyorum avucumu. Lavabo kırmızıya boyanıyor.
Soğuk suyu suratıma çarpıyorum, başımı yukarı kaldırdığımda aynada arkamı görüyorum, oysa suratımdan süzülen damlalar o kadar gerçekçi ki. Sağıma bakıyorum, aynada yeniden kendime bakıyorum, elime aldığım havluyla yüzümü silerken farkına varıyorum. Ben nerdeyim?
Yan odadan inleme sesleri geliyor. Yatak gıcırtısına karışan iç çekişlerle horultular ve kesik kesik nefes alışlar, zevkin doruklarına varmaya az kalmış yolcuların son iniltileri. Kulağımı yavaşça duvara yaslıyorum. Duvar kâğıdıyla kulağım arasında bir santimetreden daha az bir mesafe kalıyor.
“Geri çekil!”
İrkilerek duvardan uzaklaşıyorum, arkama bakıyorum. Kimse yok. Sesin nereden geldiğini bulmaya çalışıyorum. Duvara yasladığım kulağımda hazzın son devrelerini duyarken diğer kulağıma kimin bağırdığını merak ediyorum. Tanrım ben nerdeyim. Üzerime bakıyorum. Tertemiz kıyafetler, cilalanmış ayakkabılar. Ellerime bulaşmış kan da neyin nesi, yan odadakiler kim, ben nerdeyim, kulağıma kim seslendi?
Karşıma çıkan ilk kapıyı açıp içeri giriyorum. Kıpkırmızı ışığın altına sevişen bir çift, benim girdiğimi duymadıklarından olsa gerek işlerini sürdürüyorlar. Sevişmekten çok birbirlerine acı verir gibi bir halleri var. Yükselen sesler, inlemeler. Onlardan gelmiyor. Kapının yanından onlara doğru yürüyorum. Diğer duvardaki ekranı fark ediyorum. Ses ekrandaki pornodan geliyor. Yatağa doğru yaklaşıyorum. Elimi sırtı dönük kadına doğru uzatıyorum. Parmaklarım tam omzuna değecekken birden başlarını bana çeviriyorlar. Tek yumurta ikizleri. Yutkunuyorum. İkisi de uzun saçlarını göğüslerinin üzerine getirip ayağa kalkıyor. Bacak aralarından süzülen yapışkanlığı gözler önüne seriyorlar. Bana doğru adım atıyorlar. Geri doğru hareket ediyorum. Kapıdan çıkıyorum. Duvara yaslanıyorum. İlk duyduğum inlemeler beynimi kemirir gibi kulaklarımı çınlatıyor. İkizler kapıyı kapatıyorlar.
Korkarak dışarı çıkıyorum. Beynim benim için en zor oyunlarından birini mi oynuyor? İndiğim merdivenleri, çıktığım apartmanı, yürüdüğüm sokağı, hiçbirini hatırlamıyorum. Beni buraya kim getirdi?
Ayak sesleri, yaklaşan ayak sesleri, biri bana doğru koşuyor. Adımlarımı hızlandırıyorum. Karanlığın içinde biri bana hızla yaklaşıyor, koşmaya başlıyorum. Soluğunu ensemde hissettiğinde kendimi yerde buluyorum. Sırt üstü soğuk kaldırımın üstünde yatıyorum, başımın arkasında sıcaklığın aktığını hissediyorum. Adam bana doğru eğiliyor ve her şey bitiyor.
İlk çürümüşlük kokusunu aldım.
Balkonumda durmuş yığınla binanın çatılarını seyrediyordum. Burnuma gelen kokunun kaynağını merak ettikçe beynimi zorlayan bir ağrı git gide artıyordu. Ayaklarım sanki benden bağımsız hareket ediyor gibiydi. Hangi ara pijamalarımı çıkarıp kıyafetleri üzerime geçirdim hatırlamıyorum. İstasyonun etrafında koşuşturan kalabalığın arasında daldığımda soğuktan buharlaşan nefesimin gözlerimin önünde sis oluşturduğu aklıma dank etti. Sanki bir anda tün kent yoğun bir sisin çökmesiyle beni dışlamıştı.
İlk önce sesler terk etti.
Belli belirsiz görüntünün üzerine doğru yürüyerek nereye kadar geldiğimi fark etmedim. Yıllardan beri yaşadığım kentin, avucumun içi gibi bildiğim sokakların neresinde olduğumu çözemiyordum. Beynimi yoklayan o çürümüş kokuyu aldım yeniden. Burnumun bu kadar keskin olduğunu bilmiyordum. Ayaklarım istemsiz o yöne doğru gitmeye başladı. Bedenim her adım atışımda benliğim biraz daha uzaklaşıyordu sanki. Ne bir ses duyuyordum ne de gördüğüm bir şey vardı. Üzerime yağan grilik…
Kokunun yoğunluğu arttıkça hareketlerim çevikleşiyordu. Bir anda durdum. Sis olabildiğince hızlı etrafımı terk etti. Yine de sanki görüş mesafem büyüse de başka hiçbir şey görmüyordum. Sisten bir fanusun içine sıkışmış gibiydim. Gözlerimle etrafı taradıktan sonra bir şey fark ettim. Kaldırımın üzerinde benden başka bir şey bulunduğu için sevindiğimi hatırlıyorum. Ona doğru yaklaştıkça çürümüşlük kokusu sarhoş etmeye başladı, sanki kendimden geçiyordum. Şu ana kadar alabildiğim en büyük zevk havuzunda yüzüyor gibiydim.
Yüzü koyun yatmış biri vardı kaldırım üzerine. İyice yaklaştığımı hatırlıyorum. Bu kadar grilik gördükten sonra kaldırımın üzerine bulanmış kan gözümü yoruyordu. Ağzımın açıldığını hissettim. Tükürük bezlerim çalışmaya başladı. Kuruyan dudaklarımın arasından salyalarım akıyordu sanki. Kasıklarımda bir hareketlenmenin olduğu, midemden kalbime doğru bir sıcaklığın yayıldığını fark ettim. İyice yaklaşıp, elimi kan gölünün içine soktum korkarak. Şu ana kadar tattığım en büyük hazdı bu. Şimdiye kadar yaşadığım tüm sevişmelerin toplamından daha fazla zevk veriyordu parmaklarım arasında hissettiğim kan. Yarılmış başa baktım. Parmaklarımı beyninin içine sokmak istedim. Yapışmış saçlarına sürttüm parmak uçlarımı ilk, sanki boşalıyordum, bacaklarımdan ayak parmaklarıma doğru hızla ilerleyen sarsıntılarla yüz üstü yere kapaklandım. Parmaklarımı yarığın içinden beyine doğru soktum. Açılan bacak arasından daha kaygan bir yapı vardı. İleri geri oynattığım üç parmağımla beynin giderek daha da yumuşadığını fark ettim. Sanki benim için yarık daha da genişliyor, daha çok ıslanıyordu. Dört parmağımı da yarıktan içeri soktuğumda kendimi artık tutamadım. Adamın üzerine devrildim. Derin soluklar almaya başladım. Kalbim kaburgalarımı dövüyordum. Elimi yarıktan çıkardım.
“Geri çekil!”
Kendimi bir anda geri ittirdim ve kaldırama oturdum. Bu ses de neyin nesi?
Etrafıma baktım, sisten pek de bir şey göremiyordum ama benden ve yere uzanmış bu ölüden başka kimse yoktu. Yerde yatan ölü mü?
Apış aramda sıcaklık hissettim. Elimdeki kanı fark ettiğimde bir an irkildim. Sonrasında ne yaptığımı hatırladım. Ben burada ne yapıyorum. Hızla ayağa kalktım. Nerdeyim ben?
Bu adam da kim? Bu koku da ne?
Cesaretimi toplayıp adamın yanına gittim ve omzundan tutup onu çevirdim. Midemden başlayıp boğazımda düğümlenen çığlıkla bir an nefessiz kaldım. Kendim bana doğru bakıyor. Gözleri donuklaşmış. Ellerimle yüzümü kapayıp rüyadan uyanmayı bekledim. Gözümü açtığımda hala yerde öylece yatıyordum.
Çıldırıyorum. Kafam ağırlaşıyor sanki. Sesim kesilmiş, soluk almakta zorlanıyorum. Kendimden kaçıyorum. Arkamdan kovalayan varmış gibi koşuyorum. Gözümün görmediği halde şansıma güvenerek kaçıyorum. Bulduğum ilk açık kapıdan içeri giriyorum. Merdivenleri tırmanıyorum. Bunların yaşanmamış olmasını dilerken bir anda uzun saçlı bir bayan kapıdan çıkıyor. Beni görünce şaşırmamış gibi önce gülümsüyor ardından beni içeri alıyor.
İçeri girdiğimde ona doğru bakıyorum. Elimi arkama gizlemiş vaziyette suratını inceliyorum. Kapıyı yavaşça kapatıyor. Yere yığılıyorum.
Ne düşündüğümün farkına varmadan aynanın karşısında aksimi izliyorum, gözlerimin altı şiş, bakışlarım derinliklerde kayboluyor.
Önümde bembeyaz bir lavabo, su ardına kadar açılmış, sesi sonradan fark ediyorum. Gövdeme doğru kaldırdığım ellerimden kan damlıyor. Dönerek deliğe ulaşan suyun içinde dağılıp gittiğini görüyorum. Ellerimin üstünü çeviriyorum, kurumaya yüz tutmuş kan birikintilerinden derim gerginleşmiş. Soğuk suyun içine daldırıyorum avucumu. Lavabo kırmızıya boyanıyor.

(görsel buradan)

paylaş:

abd seçti: en iyi 100 kitap


Liste, aralarında İngiliz Daily Telegraph ve The Guardian gazeteleri ile ABD’li talk show sunucusu Oprah Winfrey’nin Kitap Kulübü’nün de bulunduğu 10 farklı en iyi kitap listesinin tercihlerine dayanarak oluşturuldu.
 Newsweek’in “listelerin listesi” olarak nitelendirdiği sıralama, farklı kitapların söz konusu 10 listede ne kadar sıklıkla ve üst sıralarda yer aldığına göre belirlenen bir puanlama sistemiyle hazırlandı. Sadece İngilizce yazılan ve İngilizce’ye çevrilen kitaplara yer veren 10 listenin ‘farklı okur tercihlerini yansıttığının varsayıldığı’ belirtildi.
paylaş:

körlük | josé saramago


Araba kullanırken kırmızı ışıkla durup yeşil ışığın yanmasını beklerken bir anda kör olduğunuzu hayal edin. Yeşil ışığın yanmasıyla büyüyen bir gerilim, basılan kornalar, havada uçuşan küfürler, pencerenize vuran kişiler…
1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli büyük romancı José Saramago’nun eseri Körlük’te bahsi geçen olay meydana gelir.
Körlüğü beyaz bir ışığa bakıyor gibi tanımlayan ilk kör, evine gitmek için bir vatandaştan yardım aldıktan sonra karısıyla beraber göz doktoruna gider. Bu esnada ona yardım eden kişi arabasını çalmıştır. Doktorun ilk kez duyduğu bir vakadır bu. Bir süre sonra doktor da körleşir. Kentteki herkes yavaş yavaş aynı kaderi paylaşmaya başlar. Hükümet önlem almak için kör olanları ve kör olma potansiyeli gösterenleri akıl hastanesinde karantina altına alır. Bir tarafta kör olanlar diğer tarafta ise kör olmayı bekleyen kişiler akıl hastanesinde hükümetin onlar yardım etmesini beklerler.
Kör olmadığı halde kör olduğunu iddia ederek kocasının yanında bulunan doktorun karısı ilerleyen günlerde kentteki tek körleşmeyen kişi olacaktır.
Körlük öldürmese bile kentte bazı sorunların doğmasına yol açar. Arka arkaya yaşanmaya başlayan ve sıklaşan trafik kazaları, kaybolmaya başlayan etik ve ahlaki değerler, herkesin kör olduğu vakit tamamıyla ortadan kalkar.
paylaş:

orhan pamuk | nobel'den de öte


“Türk Ordusunun yaptığı Ermeni ve Kürt kıyımıyla ilgili açıklamaları günümüz Türkiye’sinde siyasi tepkilerin alevlenmesine neden oldu. Buna rağmen ifade özgürlüğü sembolüne dönüşen Pamuk ayrıca sık sık ülkesindeki azınlık sorunlarına da değiniyor: ‘Eski bir konu.’ Pamuk çoğulluğu talep ediyor. ‘1852 de Fransız yazar Teophile Gautier İstanbul sokaklarında Türkçe, Rumca, Ermenice, İtalyanca, Fransızca ve İngilizce konuşulduğunu gözlemledi.’ ‘İstanbul’un Türkçeleşmesi’ diyor, ‘şiddet yoluyla gerçekleşti ve devlet, şehirde tüm bu dillerin varlığını ortadan kaldıran etnik bir temizlik yaptı. Çocukken sokakta yüksek sesle Ermenice veya Rumca konuşan insanların susturulduğunu hatırlıyorum. ‘Hey vatandaş, Türkçe konuş!’ derlerdi. Ve dört bir yanda aynı mesajı veren afişler asılıydı.”
paylaş:

children of men (2006)


Yönetmen: Alfonso Cuarón
Senaryo: P.D. James (roman), Alfonso Cuarón
Oyuncular: Julianne Moore, Clive Owen, Chiwetel Ejiofor
Tür: Macera | Dram | Bilim-Kurgu | Gerilim
Yıl: 2006
Süre: 109 dk.
Ülke: ABD, Birleşik Krallık
Dil: İngilizce, Almanca, İtalyanca, Romanca, İspanyolca, Arapça
Ödül: 3 Oscar Adaylığı, 22 ödül, 28 adaylık
IMDb puanı: 8/10
Rotten Tomatoes: 8/10
Metascore: 84/100

2027 yılının Londra’sında geçen bir hikâye Children of Men. Yıl 2027 olmasına 2027 ama Londra bugünden çok da farksız sayılmaz, belki de bu gelecek için öngörülen umutların çok da gerçekleşmeyeceği konusunda bir fikir vermek için bu şekilde yapılmıştır. Zaten genele bakıldığında filmin konusu “umut” etrafında hayat buluyor diyebiliriz.
Yeni doğan bir çocuk için tanrının dünyadan henüz umudunu kesmediğinin göstergesi olarak bahsedilir bir deyiş ya da şiirde ve film başladığında 2027 yılındayken yaklaşık on dokuz sene boyunca hiç kimse doğum yapmamış. Öncesinde doğumların azaldığı, ölü doğumun arttığı ve düşük sayısındaki artış görülmüş, bunun bir felaket olacağı da kısa süre içinde anlaşılmış. Film ise ironik olarak dünya üzerindeki en genç bireyin öldürülüşüyle başlıyor.
paylaş:

great expectations


Yönetmen: Brian Kirk
Senaryo: Charles Dickens(roman), Sarah Phelps
Oyuncular: Douglas Booth, Vanessa Kirby, Ray Winstone, Gillian Anderson
Tür: Dram
Yıl: 2011
Ülke: Birleşik Krallık
Dil: İngilizce
paylaş:

banliyö, kuşlar ve soğuk


Renginin ne olduğu bilinmeyen kaldırımların üzerine konan birkaç kumru uçuştukça yukarıları doğru, kanatlarından kopan rüzgârın içimize çekilen yarısı benliğimize dolan, arkasına bakmadan yürüyen bir adam delip geçiyor kumru yoğunluğunu, ne kuşlar halinden memnun ne de dünya durmaya devam ediyor. Ardında bırakılan düşlerin sonuna yaklaşıldığında göze çarpan kirpikler, soluk alış verişlerde duraksamalar dağlardan eteklere inerken, damarların içinden geçen sıcaklık ısıtıyor vücutları yoksa hava çoktan gecenin getirdiklerini sunuyor bizlere.
Karanlığın içinde parıldayan kar tanelerinin hüznünü yaşatıyor çıkmaz sokaklar, çöp bidonlarında oynaşan kedilerin mırıltıları tırmalıyor kulaklarımızı, tüylerinin dikleşmesine benziyor kulak hareketleri, patiler ve dillerini çıkarıp birbirlerini yalamaları.
İlerliyor adam, uzun kabanının etekleri dalgalanıyor soğukta, başındaki fötr şapkası uçmasın diye aldığı önlemle parmaklarını görüyoruz, ensesinden kopup giden duman buğu mu yoksa sigara mı içiyor pek fark edilmiyor.
Yola dökülse bitmeyecek bir döngünün içinde bulacak kendini, onun için hazırlanmış hayat oyununda en iyi konsepti sergilemek için gönderilen meleklerin korumalığında yaşamı tükenene kadar soluk alıp vererek dönüp duracak bu kargaşada, ışıklar yanıp sönecek, kırmızı, yeşil, ayaklarının altında tutunmayı bekleyen ıslaklıklarla devam edecek yoluna.
Banliyöler yanaşıp kalkıyor duraklarına, insanlar inip biniyor trenlere, vagonlarda birbirinden farklı yaşanmışlıklar, umutlar ve beklentilerin ele geçirilemeyişini gözler önüne süren gelecekleriyle delik ceplerinde, yeni bir günde açılan yeni bir sayfaları başkaların ellerinde yırtılıp aşağılara doğru yuvarlanacak belki de, kimse farkında değil doğal olarak ve sürüp gidiyor.
Yürüyor, ağır ağır, sokaklar olmadığı kadar suskun, lambalar amaçlarından usanmış gibi sönmeyi bekliyor, yetişecek yarınları varmış gibi bir halleri var, susup bekliyorlar.
Azıcık üşüyor elleri, birbirine sürtüp ağzının önüne taşımasından anlıyoruz, üşümese tutacak bir başka el bulma çabası da güdebilir, etrafta kendinden başka birinin olmayışı sokakların boşluğundan ileri gelmiyor hâlbuki kalabalığın içinde yalnız hissetmesinin sebebi yalnızlığını söyleyebileceği yüzlerin olmayışından. Durup sadece önüne bakıyor.
Uzun, upuzun binalar acıtıyor göğün canını, biz arkasından ne yapacak diye merak ediyoruz, o sadece önüne bakıyor.

(Görsel buradan alınmıştır.)
paylaş:

shaun of the dead (2004)


Yönetmen: Edgar Wright
Senaryo: Simon Pegg, Edgar Wright
Oyuncular: Simon Pegg, Nick Frost, Kate Ashfield
Tür: Komedi | Korku
Yıl: 2004
Süre: 99 dk.
Ülke: Birleşik Krallık, Fransa, ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 6 ödül, 16 adaylık
IMDb puanı: 8.0/10
Rotten Tomatoes: 7.7/10
Metacritic: 76/100

İngilizler ve onların espri anlayışı… Güldürmediği iddia edilir, tabii bu iddia da genellikle espriyi anlayamamak ya da esprinin bizim kültürümüze uzaklığı da belirli etkenler arasındadır. Çoğu zaman sakin görünüşleri ve söylenen küçük sözlerle, sanki önemsiz bir şeyden bahsediyor gibi görünürler lakin birkaç saniye sonra lafı yapıştırmış olunduğu fark edilir, tabii bu espriye gülmekten insanda sinir bozulmasına sebebiyet verir. 
paylaş:

en iyi 50 albüm | 2011


2011 yılını çoktan geride bıraktık. İyi ya da kötü geçen günlerimiz oldu muhakkak, sevindiğimizde müzik dinledik, üzüldüğümüz de müzik dinledik. Tabii bunları tamamıyla konsepte uysun diye yazıyorum. Yoksa üzüldüğünüz zaman yatağın içinde günlerce kaldığınız ve hiçbir şey yapmamış da olabilirsiniz. Neyse konumuz bu değil. Konumuz geride bıraktığımız senenin en iyi albümleri. NME 2011’in en iyi albümlerini seçmiş ve yayınlamış. İşte NME’ye göre 2011 yılının en iyi 50 albümü: 
paylaş:

misfits


Yaratıcı: Howart Overman
Oyuncular: Iwan Rheon, Lauren Socha, Nathan Stewart-Jarrett, Antonia Thomas, Robert Sheehan
Tür: Komedi | Dram | Fantastik
Yıl: 2009-
Ülke: Birleşik Krallık
Dil: İngilizce
Ödül: 3 BAFTA dâhil 6 ödül, 19 adaylık
IMDb puanı: 8.9/10
paylaş:

to lose my life... | white lies

Kimilerine göre 2009 yılının en iyi albümlerinden biri, kimilerine göre ise orijinallikten yoksun, üzerinde fazla uğraşılmamış vasat bir albüm. White Lies’ın ilk albümü olan To Lose My Life… çok farklı yorumlar alsa da göreceli kavramlara çok takılmazsak başlı başına ayakları yere basan bir albüm.
paylaş:

the hobbit: an unexpected journey (2012) ilk fragman

En başarılı uyarlamalardan biri olarak kabul edilen The Lord Of The Rings’in yönetmeninden J.R.R. Tolkien’in en az LOTR kadar bilinen ve takdir edilen kitabı Hobbit’in uyarlaması 2012de sinemalarda olacak. İki bölümden oluşan film LOTR’dan önceki zamanı ele alıyor ve güç yüzüğünün bulunmasını, Hobbit’e geçişini anlatıyor.
İlk bölüm olan The Hobbit: An Unexpected Journey’in ilk fragmanı yayınlandı.
İşte fragman:
paylaş:

stephen king's bag of bones



Bag of Bones.
Yönetmen: Mick Garris
Senaryo: Stephen King (roman), Matt Venne
Oyuncular: Pierce Brosnan, Melissa George, Annabeth Gish
Tür: Dram | Korku
Yıl: 2011
Süre: 234 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 6.5/10 (ort. 1000 kullanıcı)
paylaş:

nobel'den de öte | xavi ayén | kim manresa


Tartışmasız Nobel, edebiyat dünyasındaki en itibarlı ödül. Bir ayrım yapmak ve karar verme sürecinde önemli bir etken, çoğu kişiye göre de etkili bir kıstas. Tabii Nobel, kazanıldıktan sonra da tartışmalara maruz kalmanın kaçınılmaz olduğu bir getiri.
Bu ödülü kazanan yazarlar dünya çapında bir ikona dönüşmüş durumda, saygınlıkları tartışılmaz. Tabii ödülü kazananlar kadar ödülü kazanıp reddedenlerin öyküleri de ilgi çekiyor. Ucunda bir milyon dolarlık bir maddi getirinin yanında, bitmeyen telefon konuşmaları, uzayıp giden röportaj kuyrukları, evrensel bir saygınlık, kitap satışlarındaki artış…
Nobel Edebiyat Ödüllü 16 yazarlarla söyleşilerin yer aldığı “Nobel’den de Öte” adlı kitap, bu ödülü hak eden yazarların hayata bakış açılarını, bizden farklılıklarını, kendi içlerindeki benzerliklerini, hayatın göbeğine edebiyatı yerleştiren bu kişilerle geçirilen zorlukları görmek için çarpıcı bir kaynak. Siyah beyaz fotoğraflarla zenginleştirilmiş eserin meydana gelme hikâyesini ise yazar Xavi Ayén şu şekilde anlatıyor kitabın girişinde,
paylaş:

illallah! şimdi de einstein yargılanıyor


Metis Yayınları’nın ajandaları dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Her yıl farklı konular işleyen ajandaları 2012 yılı için “olmayan kelimeler” konusuna değinmiş. Takdir edilesi.
Fakat 2009’un sonlarına doğru hazırlanan 2010 ajandasının işlediği konu birilerinin sinirini bozmuş ki mahkemelik olmuş. Ajandanın ismi “İllallah!”. İşlenilen konu ise tahmin edileceği gibi dini öğeler.
Yasaklamalara artık her yeni günde rastlamanın mümkün olduğu ülkemizde çok da şaşılası bir durum değil aslında. Hele hele dinsel açıdan bazı değerler anlatılmaya ya da göz önüne getirilmeye başlandığında sonucunu tahmin etmek pek zor olmuyor.
paylaş:

silmarillion | j.r.r tolkien


J. R. R. Tolkien denince akla muhakkak The Lord Of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) gelir. Kitabı okunmamış olsa da filmi muhakkak çoğu kişi tarafından defalarca izlenmiştir. En iyi üçlemeler, en iyi uyarlamalar arasında rahatlıkla söylenebilecek yapıdadır aynı zamanda. Belirtmeliyim ki ben de filmleri defalarca izleyip kitapları henüz okumayanlardanım.
Aslında okumaya karar verdiğimde yaptığım internet taramalarından sonra aslında tüm hikayenin Silmarillion ile başladığını sonrasında Hobbit ile devam ettiğini keşfettim. Bu sebeple eğer bu hayran kaldığım Orta Dünya macerasına adım atmam gerekiyorsa ilk önce Silmarillion’u yalayıp yutmam kanısına vardım. Ardından elime aldığım kitaba daldım ve bitene kadar kendimi okumaktan alamadım.
Yapılan yorumlarda kitabı tamamlayamayanların yahut ilk birkaç sayfasında bırakanlar da yok değil. Bunun sebebi ortak bir görüşten doğuyor aslında. Kitabın uzun olması ve kitaptaki karakterlerin çokluğu ve isimler. Bana göre kitabın okunmasında çok sıkıntı yok, güzel diliyle akıp gidiyor ve eğer fantastik kurgu ilginizi çekiyorsa zaten bundan çok da söz etmek doğru değil fakat isimler konusunda çoğunluğun dediğine hak veriyorum. Çünkü ilk iki cümlesinde bile dört adet özel isim geçiyor.  Ama bu ilerleyen sayfalara doğru kitabın okuyanı içine çekmesiyle ortadan kalkıveriyor. Bu yüzden gözü korkutmamak gerek.
paylaş:

ya sahne buz tutarsa: ice age live!


2012 yazında dördüncü filmiyle beyaz perdeyi süslemesi beklenen Buz Devri, diğer üç filmiyle en başarılı animasyonlar arasında yerini almış ve milyar dolarlık hâsılatıyla da yapımcıların ceplerini doldurmuştu.
Açıklamalara göre 20th Century ve Stage Entertaintment Touring Productions’ın üstlendiği bir gösteriyle Buz Devri macerasının bu geçen filmlerinin toplandığı bir konuyla sahnenin buz tutmasını sağlanacak. Öykü üzerine kurgulanan şovların, buz pateni ve kukla gösterilerinin yer verileceği bu organizasyonla bir nevi efsane canlanacak.
Ice Age Live! A Mammoth Adventure adıyla izleyicilerinin karşısına çıkmaya hazırlanan ekip, dünya turu yaparak sevenlerinin önünde performansını sergileyecek. Açılış ise ilk olarak 2012 kasımında Londra’da gerçekleştirilecek. Dünya turunun yaklaşık beş yıl süreceği ve otuzdan fazla ülkede gösterileceği söyleniyor.
Gösteriyi yöneten kişi ise Guy Caron olacakmış.
paylaş:

bizim büyük çaresizliğimiz (2011)


Yönetmen: Seyfi Teoman
Senaryo: Barış Bıçakçı (roman), Seyfi Teoman
Oyuncular: İlker Aksum, Fatih Al, Güneş Şahin
Tür: Dram
Yıl: 2011
Süre: 102 dak.
Ülke: Türkiye, Almanya, Hollanda
Dil: Türkçe
Ödül: 2 ödül, 2 adaylık
IMDb puanı: 6.9/10

Bizim büyük çaresizliğimiz aynı kişiye âşık olmamız mıydı yoksa sokaktan gelen çocuk seslerinin arasında sesimizin olmayışı mıydı? Ya kadınlar kelebek değilse, kitap değilse, gizemli değilse? Peynirin üzerine reçel dökülebilir belki, köftenin üzerine dökülürse?
Aynı evde yaşayan iki eski arkadaşın hayatlarına dolaylı yollardan dâhil olan bir kızla birlikte yaşadıkları dramatik, romantik ve komik hikâyesini anlatan Bizim Büyük Çaresizliğimiz, sakin bir o kadar da samimi Ankara filmi.
paylaş:

telefon kütüphanesi: kitaplar konuşur, engeller yok olur


Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Laboratuvarı (GETEM) ve Türk Telekom, Türkiye’nin ilk telefon kütüphanesini hayata geçiriyor. Telefon Kütüphanesi Projesi ile yüzlerce sesli kitap 0 800 219 91 91 numaralı telefon üzerinden görme engelli Türk Telekom müşterilerine ev telefonları üzerinden ücretsiz olarak sunuluyor.
paylaş:

bad sex in fiction award / edebiyatta kötü seks ödülü


Edebiyatta Kötü Seks Ödülü (Bad Sex in Fiction Award), Literary Review adlı derginin 1993 yılından bu yana verdiği bir ödül. Amacı kötü seksi anlatan değil seksi kötü şekilde anlatan yazarları bulup bunu yapmaktan caydırmak olarak bilinen ödül, edebiyatta sıklıkla görülen cinsel ilişki kavramlarında gereksiz paragraflarda yapılan özensiz, kaba ve hiçbir zevk ihtiva etmeyen anlatımlara dikkat çekerek ve bu durumu bir daha yapmamalarını sağlayarak, aynı zamanda bundan sonra yazılacak kitaplar için diğer yazarlara da bir mesaj göndererek tepkisini dile getiriyor.
paylaş:

yabancı | albert camus


L'étranger.
Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcisi Albert Camus’nün 1942’de yayımlanan Yabancı’sında insanın kendisi ve dış dünya arasındaki mesafe anlatılır. Meursault, kavurucu güneşle birlikte aslında hiçbir sebep yokken bir Arap’ı öldürür. Aslına bakıldığında işlenen cinayet sanki kendi iradesi dışında gerçekleşmiş hatta buna Meursault’un başına geçen ve gözlerini alan güneş sebep olmuştur. Hatta Camus olayı öyle bir betimlemiştir ki cinayetin kaçınılmaz olduğunu anlar okuyucu.
Sonrasında Meursault tutuklanır ve yargılanır. Fakat mahkemede yargılanan ve bu durum karşısında hayatı söz konusu olan kişi kendisi değil de bir başkasıymış gibi tüm olan biteni anlamayan, kayıtsız bakışlarla izler durur dışarıdan. Olay karşısında sergilediği hareketlere inanamayanlara, yaptıklarına mantıklı anlamlar yüklemeye çalışanlara da şaşar, onların neden böyle bir tavır gösterdiğini umursamaz, çözmeye de çalışmaz.
Yargı süresince kendisini savunma zahmetine de girmez. Doğrusunu söylemek gerekirse o, üzerine giydiği bedenden çok farklı birisidir, sanki içinde yaşadığı hayata uygun biri olarak yaratılmamış ve olay bittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gidecek bir varlıktır, çevresine uyum gösteremeyen bir yaratık, herkese ve kendisine karşı bir yabancıdır.
paylaş:

mr. nobody (2009)


Yönetmen: Jaco Van Dormael
Senaryo: Jaco Van Dormael
Oyuncular: Jared Leto, Sarah Polley, Diane Kruger
Tür: Dram | Fantastik | Romantik | Bilim-kurgu
Yıl: 2009
Süre: 141 dak.
Ülke: Kanada, Belçika, Fransa, Almanya
Dil: İngilizce
Ödül: 5 ödül, 3 adaylık
IMDb puanı: 7.8/10

Beyaz malum sıvının içinde yüzmektesiniz, portakalda vitamin olayları vs. anneniz ve babanızı kendiniz seçiyorsunuz, gelecek hakkında tüm bilgi birikimine sahisiniz, olacakları görüyorsunuz ve bir anda melekler çıkıveriyor ve dudaklarınıza dokunuyor, tam da üst dudağın ortasına ve dudak aşağı doğru bükülüveriyor, siz de o küçük saflığınızla tüm bildiklerinizi unutuveriyorsunuz. Ama işler küçük bir aksilik sonucu bozuluyor, melekler bir çocuğa dokunmayı unutuyor.
paylaş:

tehlikeli diyardan öyküler | j.r.r. tolkien


Tales From The Perilous Realm.
J.R.R. Tolien’in Ham’li Çiftçi Giles (1949), Yaprak Çizen Niggle (1964), Büyük Woottom Demircisi (1967) adlı öykülerinden ve içinde 16 şiirin bulunduğu Tom Bombadil’in Maceraları (1961) adlı bölümden oluşam Tehlikeli Diyardan Öyküler, Niran Elçi çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıkan 223 sayfalık bir kitap.
Kitap Tolkien’in Peri Masalları Üzerine başlıklı dersinden bir alıntıyla başlıyor. Alıntı şöyle:
“Peri Diyarı tehlikeli bir yerdir ve ihtiyatsız ayaklar için pek çok çukur, fazla cüretli olanlar için pek çok zindan barındırır… Peri masallarının dünyası engin, derin ve yüksektir ve birçok şeyle doludur: Orada her tür hayvan ve kuş; kıyısız denizler, sayısız yıldız; kendisi bir büyü olan güzellik ve her daim mevcut bir tehlike; kılıç kadar keskin coşku ve hüzün vardır. O diyara girmiş bir insan orayı gördüğü için kendini talihli sayabilir ama Peri Diyarı’nın zenginliği ve tuhaflığı gezginin dilini bağlar, anlatamaz. Ve orada bulunduğu sürece, çok fazla soru sorması tehlikelidir, çünkü kapılar yüzüne kapanabilir ve anahtarlar kaybolabilir.”
Kitaptaki bölümlerden bahsedecek olursak,
paylaş:

melancholia (2011)


Yönetmen: Lars von Trier
Senaryo: Lars von Trier
Oyuncular: Kristen Dunst, Charlotte Gainsbourg, Kiefer Sutherland, Alexander Skarsgård, Stellan Skarsgård, Udo Kier
Tür: Dram | Bilim-kurgu
Yıl: 2011
Süre: 136 dak.
Ülke: Danimarka, İsveç, Fransa, Almanya
Dil: İngilizce
Ödül: 2 ödül, 6 adaylık
IMDb puanı: 7.5/10
Metascore: 82/100

Melancholia bir Amerikan filmi olsaydı muhakkak dünyaya çarpacak olan gezegeni patlatma planları kurulurdu ama bu bir Lars von Trier filmi ve işler hiç de düşünüldüğü gibi gitmiyor, herkes sadece hayale sığınıyor ve bekliyor. Üstelik Melancholia’yı bir felaket filmi olarak görmek de ne kadar doğrudur bilinmez, sonrasında böyle sığ düşüncelere kapılanlardan yer çekimi kanunu, kütle kanunu gibi kurallara uyulmadığı fikri çıkabiliyor ve bu da komikliğe sebebiyet verebiliyor.
paylaş:

dogville (2003)


Yönetmen: Lars von Trier
Senaryo: Lars von Trier
Oyuncular: Nicole Kidman, Paul Bettany, Lauren Bacall
Tür: Dram | Gizem | Gerilim
Yıl: 2003
Süre: 178 dak.
Ülke: Danimarka, İsveç, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Norveç, Finlandiya
Dil: İngilizce
Ödül: 13 ödül, 19 adaylık
IMDb puanı: 8.0/10
Metascore: 59/100

Bazı insanlar ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın eğitilemezler ve bazılarını ise kötülükten uzak tutamazsınız. Bu kişiler her zaman çevrenizde bulunduğu için onları görmezden gelemez, başınızı her gördüğünüzde çeviremezsiniz. Yaptığı kötülükleri söyleyemez ve bunu hata olarak gösteremezsiniz. Çünkü her yapılan kötülük bir hata değildir. Eğer bu yapılanları söylerseniz bunu karşılığında size duyulan nefret elinize kalan olacaktır. Bu kişilere her daim merhamet de gösteremezsiniz, çünkü gösterilen merhamet değer görmeyecektir ve denilebilir ki merhamet denilen kavram bazen en iyisi, doğrusu ve ahlaklısı olmayabilir. 
paylaş:

into the wild (2007)


Yönetmen: Sean Penn
Senaryo: Sean Penn, Jon Krakauer (kitap)
Oyuncular: Emile Hirsch, Vince Vaughn, Catherine Keener, Kristen Stewart
Tür: Macera | Biyografi | Dram
Yıl: 2007
Süre: 148 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Danca
Ödül: 2 Oscar adaylığı, 15 ödül, 37 adaylık
IMDb puanı: 8.2/10
Top 250: #148
Metascore: 73/100

Gerçek mutluluk sadece paylaşılarak mı yaşanır yoksa acılara tek başına katlanmak zor mudur? Into the Wild bu sorunu cevabını arıyor bir nevi.
Macera düşkünü bir genç, okuldaki başarısını hiçe sayıp, ailesinin onun eğitimi için biriktirdiği parayı yardım kuruluşuna vererek medeniyetin kaosundan uzaklaşmak, sadece kendisiyle kalabileceği bir yer bulmak için doğaya doğru adım atmaya karar verir. Ebeveynleriyle olan sorunlu ilişkisi, kafasını kurcalayan soru işaretleri ve anlama çabası bu kararı almasındaki en büyük etkenlerden bir kaçı. Ailesinde en çok değer verdiği kişi kız kardeşi ve biz filmi onun dilinden izliyoruz.
paylaş:

idefix 9. sanal kitap fuarı


“1014 yayınevi ve 90000 kitapla Türkiye’nin en büyük kitap fuarı” sloganıyla bu yıl sanal dünyada 9. Kez okurlarla birlikte olan İdefix kitap fuarı 21 Aralığa kadar kapılarını aralık bırakacak.
255 yayınevinde %25-30, 528 yayınevinde %35, 202 yayınevinde %40 ve 30 yayınevinde %45-50 indirim sunan sanal kitap fuarı bunun yanında kitap setlerinde %70e varan indirim imkânı da yaratıyor.
Kitap okumayı erteleyenler ya da yeni kitap almak için iyi bir indirim fırsatından yararlanmak isteyenler, bu fuarı kaçırmayacaklardır.
Sitede özel olarak hazırlanmış bölümlerle tam da fuarlardaki gibi bir ortam oluşturulmuş. İndirimli setleri bir yerden bulmanız, yazarların sizin için önerdiklerine bakmanız oldukça kolay. Bunun yanında ödüllü yarışmalar da düzenleniyor. Ayrıca 2011 yılı kitapları yazarlar, eleştirmenler ve sanatçılar tarafından değerlendirilip oylanmış ve ortaya 2011 yılının en iyi 100 romanı çıkmış, yine buradan bu listeye ulaşabiliyor, kitaplar hakkında kısa bilgileri okuyabilir ve kolaylıkla sepetinize ekleyebiliyorsunuz. Bununla beraber imzalı kitap alma şansınız da var.
İdefix 9. Sanal Kitap Fuarına bu bağlantıyı kullanarak ulaşabilirsiniz.
paylaş:

gezici festival 2011


1995 yılından bu yana amacı ülkenin ücra köşeleri de dahil yer yere filmleri taşımak ve insanları hem yerli hem yabancı filmlerle tanıştırırken hem de dünya ülkelerine yerli yapımları tanıtmak olan festival bu yıl 17. yolculuğuna çıkıyor.
paylaş:

repo! the genetic opera (2008)


Yönetmen: Darren Lynn Bousman
Senaryo: Darren Smith, Terrance Zdunich
Oyuncular: Paul Sorvino, Anthony Head, Alexa Vega, Paris Hilton
Tür: Korku | Komedi | Müzikal | Bilim-kurgu
Yıl: 2008
Süre: 98 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 4 ödül
IMDb puanı: 6.4/10
Metascore: 32/100

Çok da ileriki yıllar değil aslında, 2050lerden bahsediyoruz. Salgın bir hastalık sebebiyle tüm dünyada insanlar ölümle yüz yüze, organlarını kullanamıyorlar. Böyle bir ortamda kurtarıcı olarak görülen bir şirket çıkagelir. GeneCo adlı bu tıp/bio-teknoloji şirketi, reklamlarıyla kendisini insanlara duyurmaya başlıyor. Kişilerin ameliyatla hasarlı organlarını değiştirmesine yönelik bu şirket, her geçen gün daha çok ameliyat yaparak kendini kuvvetlendirirken bir süre sonra sözleşme karşılığında da operasyon yapma yoluna gidiyor. Bir süre sonra tüm halk taksitle bozuk organlarını değiştirmeye başlıyor ve ölümler ortadan kalkıyor. Ama ne yazık ki taksitlerini ödeyemeyenler için garip bir öneri getiriliyor. Eğer sözleşmeli olarak organ nakli gerçekleştirmişseniz ve taksitinizi ödemiyorsanız Repo Man adındaki kişi gelip nakil edilen organı sizden geri alıyor ve doğal olarak ölüyorsunuz. Bu durumun yasallaştırılmasından sonra da Repo Man legal katil oluyor.
paylaş:

bulutlar beyazdır


Sonsuza doğru, bir parmak hareketi daha, tam ileriyi gösteren, bakışlardan kaçmak bu, bardağın üzerinde tutunmaya çalışan bir buhar yığını, aşağılara doğru süzülen…
Kanatlar açıldığında dikleşen tüyler gibi, beyaz, yere düşmekten korkan bir beden, kanayan diz kapakları, yırtık paçalar ve çamur yağmurdan sonra…
Göğe bakan gözler, oysa maviyle boyardık küçükken bulutları, gri olurlar dökülmeden toprağa…
Kaçarken geçmişimizden sahip olduğumuz kimliklere isimler takılır ve yataklardan alevler yükselir tavanlara doğru, yangın ilk perdelerden başlar…
Masanın üzerinde yavaşça ilerleyen kahve yaklaştıkça saman kağıtlara, ona çevrilen gözlerdeki donukluk, zamanın durmasıdır bu, çaresizliğimizden yorganlar yapılır sıcak tutsun diye, odayı aydınlatan mum alevinden çok içimize çektiğimiz sigaranın izmaritidir, bular kırmızıya duvarları…
Kapı eşiğinde duran ayakta insanlar belirir derinlerde, küpeler incidendir, soluk alışlar hızlı…
Kokular kalır gece yattığımızda aklımızda, yastığı ters yüz ederiz, uykuya dalmak için son dakikalarda, buram buram…
Vitrininin ardındaki yaşamlar süre gelir sokakların uçlarında, kaldırım taşlarını mesken tutmuş yağmur damlaları vardır, renkler bir de, gözyaşlarından yapılma…
İsimler silindikçe hafızalardan bitmeye başlayan anılar…
Kalemin ucundan çıkma hikayelerdir bunlar, gece gelir, güneşe yenik, gelgitler vurur kumlara, diplerde başlar mutluluklar, tepelerde biter…

paylaş:

16. uluslararası ankara tiyatro festivali


Bu yıl 18-28 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan festival çok renkli geçeceğe benziyor. Bilet fiyatlarının biraz yüksek olduğunu düşünmekteyim, sonuçta “yaşanılır bir dünya için sanat” sloganı yazılıyorsa ve normalde Devlet Tiyatrolarındaki oyunlar beş lira civarında oluyorsa, festival için biraz abartı kaçmış gibi duruyor. Yine de koltuk doluluğu bir hayli fazla.
İyi vakit geçirmek için güzel bir fırsat.
Festival programı, yerler, saatler ve bilet fiyatları ise şöyle: 
paylaş:

en iyi 50 uyarlama film


Kitaptan uyarlama filmlerdeki genel kanı duyguların tam olarak verilemediği ve kitaptaki bölümlerin kesilerek film içinde yer almaması yönünde. Hal böyle olunca kitabı okuyanların filmden zevk alması biraz güçleşiyor. Tabii apayrı iki dünyadan bahsediyoruz. Ama kitabı okuduktan sonra filmi izleyince eğer istediğimizi bulursak yahut bizim hayal dünyamızda yarattığımız karakterlere ve ortama benzer bir görsellik fark ettiğimizde izlediğimiz filmden muhteşem bir zevk alırız. Bu listenin konusu da en iyi uyarlamalar. Total Film seçmiş, biz de yayımlamak istedik. Sıralama çok önemli değil bu durumlarda, buradaki amaç izlemediğiniz bir film varsa bunun hakkında bir fikir sahibi olmak.
İşte bahsi geçen filmler:
paylaş:

what's eating gilbert grape (1993)


Yönetmen: Lasse Hallström
Senaryo: Peter Hedges(roman)
Oyuncular: Johnny Depp, Leonardo DiCaprio, Juliette Lewis
Tür: Dram | Romantik
Yıl: 1993
Süre: 118 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: Oscar adaylığı, 5 ödül, 1 adaylık
IMDb Puanı: 7.8/10


Samimi olduğu kadar duygu yüklü olan film, intihar ederek hayata veda eden bir eşin ardından depresyona girerek oturduğu koltuğa çakılı kalmış şekilde yaşayıp obez olan bir annenin, dış görünüşü pek önem veren şımarık bir kız kardeşin, evin işlerini üstlenmiş ve bu uğurda neredeyse evde kalma yaşına ilerleyen bir diğer kız kardeşin ve on sekiz yaş gününe az bir süre kalmış zihinsel özürlü bir erkek kardeşin tüm sorumluluğunu üstlenen Gilbert’ı konu edinir.
Aynı annelerinin koltuğa çakılı kalması gibi onlar da yılın bir döneminde kampçıların uğradığı küçük bir kasabaya çakılıp kalmışlardır.
paylaş:

my own private idaho (1991)


Yönetmen: Gus Van Sant
Senaryo: William Shakespeare (oyun), Gus Van Sant
Oyuncular: River Phoenix, Keanu Reeves, James Russo
Tür: Dram | Romantik
Yıl: 1991
Süre: 104 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, İtalyanca
Ödül: 11 ödül, 4 adaylık
IMDb Puanı: 7.0/10
Metascore: 77/100

Kendinizi bir yerlere ait hissetmediğiniz anlar olur zaman zaman ve amacınızın peşinden koşturduğunuz sürece yaşamaya devam edersiniz. Bu koşuşturmacada en yakınlarınız ya da sevdiğiniz insanlar bile sizi yarı yolda bırakabilir ki bu önünüze çıkan engellere göre size en büyük acıyı veren olur. Güvendiğiniz insanlar ve arkanıza bile bakmayacaklarınız, hepsi ama hepsi aynı kefeye sığmaya çalışan ama her zaman sizin gözünüzde farklı değerler biçtiğiniz varlıklar.
My Own Private Idaho’da da buna benzer bir konu işleniyor aslında. İki başkaraktere sahip film Mike ve Scott üzerinden sunuluyor seyirciye lakin her ne kadar iki başkarakter bulunsa da filmde asıl karakter Mike oluveriyor daha ilk sahnede. 
paylaş:

patika


Kayalıklara çarpan denizin yüzü duyulan uzaklardan, kar yağmaya başlaması için benim uykuya dalmam gerekli. Yavaşça sırtımı koyduğumda yatağa, gözlerim daha da ağır şekilde kapanıyor, uzadıkça uzuyor saniyeler.
Armoni yükseliyor, sesler patır patır düşüyor yerlere, kırmızılar süslüyor asfaltları, sokaklarda kaldırım taşları ve uçuşuyor havada, kargalar yedikleri solucanları kusuyorlar bebeklerinin ağızlarına, toprağın altında bir kıpırdanış, olmayacaklar da olmamalı madem ve makaslar girdikçe etin içine, iç çekişlere karışan gözyaşları süzülen yanaklardan, öpülüyor, sesler geliyor dışarıdan, çoktan kar başladı ve uğulduyor gök.
Uzaklara bakan pencerenin önünde duruyorum, dışarıda bir pembe, içeride iki ton açığı, soluk alışlar ortadan kayboluyor, ses yok gibi, kulaklarım duyuyor hâlbuki. Yalın ayak daha önce görmediğim bir patikadan iniyorum, üşüyorum aynı zamanda, üzerimde ince bir hırka. Donmuş yeşilliklere basan ayağımın altında ezilenlere acımıyorum oysa, içim hafifliyor.
Düşmemek için atlamıyorum da oradan buradan, ayaklarım yere değiyor, soğuk.
Balkonda beni izleyen birinin olmasını isterdim arkamı döndüğümde, yavaşça süzülüyorum aşağılara doğru. Sahilin kumlarını ısıtan deniz suyunu görüyorum, biraz ilerisinde tutan karı ve beyazlığı asfalt üstlerindeki kırmızılığa inat. Bir taraf beyaz, bir taraf gri, bulutlar görülmüyor, kar taneleri var bir de değmemeye çalışarak birbirine uçuşup duruyorlar.
paylaş:

el espinazo del diablo (2001)


The Devil’s Backbone

Yönetmen: Guillermo del Toro
Senaryo: Guillermo del Toro, Antonio Trashorras, David Muñoz
Oyuncular: Marisa Paredes, Eduardo Noriega, Federico Luppi, Fernando Tielve
Tür: Fantastik | Korku | Gizem | Gerilim
Yıl: 2001
Süre: 106 dak.
Ülke: İspanya, Meksika
Dil: İspanyolca
Ödül: 6 ödül, 7 adaylık
IMDb Puanı: 7.6/10
Metascore: 77/100

İspanya’da iç savaşın süre geldiği yıllar, yetimhanede bir çocuğun öldürüldüğü gece bahçeye düşen ve patlamayıp çakılan bir bomba sahnesiyle başlıyor film. Babası cephede ölmüş ama bunu bilmeyen Carlos isimli çocuğun da bu yetimhaneye getirilmesiyle devam ediyor. Carlos çizgi romanları okumaktan ve bulduğu garip eşyaları, salyangozları küçük kutusunda biriktiren bir çocuk. Getirildiği yetimhane de ise bir süreliğine kalacağını düşünüyor. Yetimhanenin müdürü bir ayağı olmayan Carmen isimli bir bayan, yetimhanenin doktoru ise yaşlı bir adam. Doktor yetimhaneye para getiren, henüz omurgası oluşmamış ceninleri içindeki rom ve değişik baharatlarla saklı tuttuğu bir içecek hazırlıyor ve bunu kasabada satıyor. Bu içeceğin değişik sorunlara iyi geldiği söyleniyor, film de ismini bu içecekten alıyor bir nevi.
paylaş:

frequency (2000)


Yönetmen: Gregory Hoblit
Senaryo: Toby Emmerich
Oyuncular: Dennis Quaid, Jim Caviezel, Shawn Doyle, Elizabeth Mitchell
Tür: Suç | Dram | Bilim-Kurgu
Yıl: 2000
Süre: 118 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: Golden Globe adaylığı, 2 ödül, 6 adaylık
IMDb Puanı: 7.3/10
Metascore: 67/100


Polis memuru olan John 30 yıl önce babasını kaybetmiştir, evin içinde eşyaları kurcalarken eski zamanlarda kullanılan bir çağrı cihazı benzeri alete eli dokunur ve radyonun frekansını değiştirir gibi kurcalarken garip bir şey meydana gelir. 30 yıl önce ölen babası geçmişte bu aleti kullanırken bir anda gelecekteki oğluyla konuşmaya başlarlar.
paylaş:

fear and loathing in las vegas (1998)


Yönetmen: Terry Gilliam
Senaryo: Hunter S. Thompson (kitap), Terry Gilliam, Tony Grisoni, Tod Davies, Alex Cox
Oyuncular: Johnny Depp, Benicio Del Toro, Tobey Maguire, Cameron Diaz, Christina Ricci
Tür: Macera | Dram
Yıl: 1998
Süre: 118 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 1 ödül, 1 adaylık
IMDb Puanı: 7.6/10
Metascore: 41/100

Bu film bir acayip.
Panik atak benzeri halüsinasyonlar, şizofreni tripleri, buğulu bakışlar, dumanlı kafalar, iki kaçığın yol maceraları ve başarılı bir kötü film. Kıyak konuşmalarıyla insanı delirten hatta uyuşturucuyu özendiren bir yapım, e zaten film süresince içilen sigara sayısı bile bunu destekler nitelikte, tabii benim dediğim bir karalama değil, yanlış anlaşılmasın. Lakin uyuşturucuyu kötülemek gibi bir amaç gütmediği kesin.
paylaş: