Ne
düşündüğümün farkına varmadan aynanın karşısında aksimi izliyorum, gözlerimin
altı şiş, bakışlarım derinliklerde kayboluyor.
Önümde
bembeyaz bir lavabo, su ardına kadar açılmış, sesi sonradan fark ediyorum. Gövdeme
doğru kaldırdığım ellerimden kan damlıyor. Dönerek deliğe ulaşan suyun içinde
dağılıp gittiğini görüyorum. Ellerimin üstünü çeviriyorum, kurumaya yüz tutmuş
kan birikintilerinden derim gerginleşmiş. Soğuk suyun içine daldırıyorum
avucumu. Lavabo kırmızıya boyanıyor.
Soğuk
suyu suratıma çarpıyorum, başımı yukarı kaldırdığımda aynada arkamı görüyorum,
oysa suratımdan süzülen damlalar o kadar gerçekçi ki. Sağıma bakıyorum, aynada
yeniden kendime bakıyorum, elime aldığım havluyla yüzümü silerken farkına
varıyorum. Ben nerdeyim?
Yan
odadan inleme sesleri geliyor. Yatak gıcırtısına karışan iç çekişlerle
horultular ve kesik kesik nefes alışlar, zevkin doruklarına varmaya az kalmış
yolcuların son iniltileri. Kulağımı yavaşça duvara yaslıyorum. Duvar kâğıdıyla
kulağım arasında bir santimetreden daha az bir mesafe kalıyor.
“Geri
çekil!”
İrkilerek
duvardan uzaklaşıyorum, arkama bakıyorum. Kimse yok. Sesin nereden geldiğini
bulmaya çalışıyorum. Duvara yasladığım kulağımda hazzın son devrelerini
duyarken diğer kulağıma kimin bağırdığını merak ediyorum. Tanrım ben nerdeyim. Üzerime
bakıyorum. Tertemiz kıyafetler, cilalanmış ayakkabılar. Ellerime bulaşmış kan
da neyin nesi, yan odadakiler kim, ben nerdeyim, kulağıma kim seslendi?
Karşıma
çıkan ilk kapıyı açıp içeri giriyorum. Kıpkırmızı ışığın altına sevişen bir
çift, benim girdiğimi duymadıklarından olsa gerek işlerini sürdürüyorlar. Sevişmekten
çok birbirlerine acı verir gibi bir halleri var. Yükselen sesler, inlemeler. Onlardan
gelmiyor. Kapının yanından onlara doğru yürüyorum. Diğer duvardaki ekranı fark
ediyorum. Ses ekrandaki pornodan geliyor. Yatağa doğru yaklaşıyorum. Elimi sırtı
dönük kadına doğru uzatıyorum. Parmaklarım tam omzuna değecekken birden
başlarını bana çeviriyorlar. Tek yumurta ikizleri. Yutkunuyorum. İkisi de uzun
saçlarını göğüslerinin üzerine getirip ayağa kalkıyor. Bacak aralarından
süzülen yapışkanlığı gözler önüne seriyorlar. Bana doğru adım atıyorlar. Geri doğru
hareket ediyorum. Kapıdan çıkıyorum. Duvara yaslanıyorum. İlk duyduğum
inlemeler beynimi kemirir gibi kulaklarımı çınlatıyor. İkizler kapıyı
kapatıyorlar.
Korkarak
dışarı çıkıyorum. Beynim benim için en zor oyunlarından birini mi oynuyor? İndiğim
merdivenleri, çıktığım apartmanı, yürüdüğüm sokağı, hiçbirini hatırlamıyorum. Beni
buraya kim getirdi?
Ayak
sesleri, yaklaşan ayak sesleri, biri bana doğru koşuyor. Adımlarımı hızlandırıyorum.
Karanlığın içinde biri bana hızla yaklaşıyor, koşmaya başlıyorum. Soluğunu ensemde
hissettiğinde kendimi yerde buluyorum. Sırt üstü soğuk kaldırımın üstünde
yatıyorum, başımın arkasında sıcaklığın aktığını hissediyorum. Adam bana doğru
eğiliyor ve her şey bitiyor.
İlk
çürümüşlük kokusunu aldım.
Balkonumda
durmuş yığınla binanın çatılarını seyrediyordum. Burnuma gelen kokunun kaynağını
merak ettikçe beynimi zorlayan bir ağrı git gide artıyordu. Ayaklarım sanki
benden bağımsız hareket ediyor gibiydi. Hangi ara pijamalarımı çıkarıp
kıyafetleri üzerime geçirdim hatırlamıyorum. İstasyonun etrafında koşuşturan
kalabalığın arasında daldığımda soğuktan buharlaşan nefesimin gözlerimin önünde
sis oluşturduğu aklıma dank etti. Sanki bir anda tün kent yoğun bir sisin
çökmesiyle beni dışlamıştı.
İlk
önce sesler terk etti.
Belli
belirsiz görüntünün üzerine doğru yürüyerek nereye kadar geldiğimi fark
etmedim. Yıllardan beri yaşadığım kentin, avucumun içi gibi bildiğim sokakların
neresinde olduğumu çözemiyordum. Beynimi yoklayan o çürümüş kokuyu aldım
yeniden. Burnumun bu kadar keskin olduğunu bilmiyordum. Ayaklarım istemsiz o
yöne doğru gitmeye başladı. Bedenim her adım atışımda benliğim biraz daha
uzaklaşıyordu sanki. Ne bir ses duyuyordum ne de gördüğüm bir şey vardı. Üzerime
yağan grilik…
Kokunun
yoğunluğu arttıkça hareketlerim çevikleşiyordu. Bir anda durdum. Sis olabildiğince
hızlı etrafımı terk etti. Yine de sanki görüş mesafem büyüse de başka hiçbir
şey görmüyordum. Sisten bir fanusun içine sıkışmış gibiydim. Gözlerimle etrafı
taradıktan sonra bir şey fark ettim. Kaldırımın üzerinde benden başka bir şey
bulunduğu için sevindiğimi hatırlıyorum. Ona doğru yaklaştıkça çürümüşlük
kokusu sarhoş etmeye başladı, sanki kendimden geçiyordum. Şu ana kadar
alabildiğim en büyük zevk havuzunda yüzüyor gibiydim.
Yüzü
koyun yatmış biri vardı kaldırım üzerine. İyice yaklaştığımı hatırlıyorum. Bu kadar
grilik gördükten sonra kaldırımın üzerine bulanmış kan gözümü yoruyordu. Ağzımın
açıldığını hissettim. Tükürük bezlerim çalışmaya başladı. Kuruyan dudaklarımın
arasından salyalarım akıyordu sanki. Kasıklarımda bir hareketlenmenin olduğu,
midemden kalbime doğru bir sıcaklığın yayıldığını fark ettim. İyice yaklaşıp,
elimi kan gölünün içine soktum korkarak. Şu ana kadar tattığım en büyük hazdı
bu. Şimdiye kadar yaşadığım tüm sevişmelerin toplamından daha fazla zevk
veriyordu parmaklarım arasında hissettiğim kan. Yarılmış başa baktım. Parmaklarımı
beyninin içine sokmak istedim. Yapışmış saçlarına sürttüm parmak uçlarımı ilk,
sanki boşalıyordum, bacaklarımdan ayak parmaklarıma doğru hızla ilerleyen
sarsıntılarla yüz üstü yere kapaklandım. Parmaklarımı yarığın içinden beyine
doğru soktum. Açılan bacak arasından daha kaygan bir yapı vardı. İleri geri
oynattığım üç parmağımla beynin giderek daha da yumuşadığını fark ettim. Sanki benim
için yarık daha da genişliyor, daha çok ıslanıyordu. Dört parmağımı da yarıktan
içeri soktuğumda kendimi artık tutamadım. Adamın üzerine devrildim. Derin soluklar
almaya başladım. Kalbim kaburgalarımı dövüyordum. Elimi yarıktan çıkardım.
“Geri
çekil!”
Kendimi
bir anda geri ittirdim ve kaldırama oturdum. Bu ses de neyin nesi?
Etrafıma
baktım, sisten pek de bir şey göremiyordum ama benden ve yere uzanmış bu ölüden
başka kimse yoktu. Yerde yatan ölü mü?
Apış
aramda sıcaklık hissettim. Elimdeki kanı fark ettiğimde bir an irkildim. Sonrasında
ne yaptığımı hatırladım. Ben burada ne yapıyorum. Hızla ayağa kalktım. Nerdeyim
ben?
Bu
adam da kim? Bu koku da ne?
Cesaretimi
toplayıp adamın yanına gittim ve omzundan tutup onu çevirdim. Midemden başlayıp
boğazımda düğümlenen çığlıkla bir an nefessiz kaldım. Kendim bana doğru
bakıyor. Gözleri donuklaşmış. Ellerimle yüzümü kapayıp rüyadan uyanmayı
bekledim. Gözümü açtığımda hala yerde öylece yatıyordum.
Çıldırıyorum.
Kafam ağırlaşıyor sanki. Sesim kesilmiş, soluk almakta zorlanıyorum. Kendimden kaçıyorum.
Arkamdan kovalayan varmış gibi koşuyorum. Gözümün görmediği halde şansıma
güvenerek kaçıyorum. Bulduğum ilk açık kapıdan içeri giriyorum. Merdivenleri tırmanıyorum.
Bunların yaşanmamış olmasını dilerken bir anda uzun saçlı bir bayan kapıdan
çıkıyor. Beni görünce şaşırmamış gibi önce gülümsüyor ardından beni içeri
alıyor.
İçeri
girdiğimde ona doğru bakıyorum. Elimi arkama gizlemiş vaziyette suratını
inceliyorum. Kapıyı yavaşça kapatıyor. Yere yığılıyorum.
Ne
düşündüğümün farkına varmadan aynanın karşısında aksimi izliyorum, gözlerimin
altı şiş, bakışlarım derinliklerde kayboluyor.
Önümde
bembeyaz bir lavabo, su ardına kadar açılmış, sesi sonradan fark ediyorum. Gövdeme
doğru kaldırdığım ellerimden kan damlıyor. Dönerek deliğe ulaşan suyun içinde
dağılıp gittiğini görüyorum. Ellerimin üstünü çeviriyorum, kurumaya yüz tutmuş
kan birikintilerinden derim gerginleşmiş. Soğuk suyun içine daldırıyorum
avucumu. Lavabo kırmızıya boyanıyor.
(görsel buradan)