the loved ones (2009)


Yönetmen: Sean Byrne
Senaryo: Sean Byrne
Oyuncular: Xavier Samuel, Robin McLeavy, Victoria Thaine
Tür: Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2009
Süre: 84 dak.
Ülke: Avustralya
Dil: İngilizce
Ödül: 2 ödül
IMDb Puanı: 6.8/10

Aslına bakılırsa piyasada pek çok benzeri bulunan bir film olmasıyla beraber yine de kendini izletmeyi başarabilen filmler kategorisine sokabiliriz bu filmi. İşkence severler her ne kadar denildiği gibi çokça benzeri bulunsa da seveceğini düşünüyorum.
Konu ise kısaca şöyle, ilgiye muhtaç bir kız, daha doğrusu hoşlandığı çocuk tarafından sevilmeyi bekleyen bir kız ve kızının bu durumunu gören ve onun mutlu olmasını isteyen bir baba mevcut bu filmde. Hoşlandığı çocuğu bir şekilde kaçırır ve evinde küçük bir partiyle eğlenmeye çalışır. Psikolojisi öyle bozuktur ki bu aile bireylerinin eğlence bir süre sonra işkenceye dönüşür. 
paylaş:

christiane f. - wir kinder vom bahnhof zoo (1981)


Yönetmen: Uli Edel
Senaryo: Kai Hermann(kitap), Horst Rieck(kitap), Uli Edel, Herman Weigel
Oyuncular: Natja Brunckhorst, Thomas Haustein, Jens Kuphal
Tür: Biyografi | Dram
Yıl: 1981
Süre: 138 dak.
Dil: Almanca
Ülke: Batı Almanya
Ödül: 2 ödül
IMDb puanı: 7.6/10

Okudunuz mu ya da hatırlar mısınız bilemiyorum, ilkokul son sınıflarda ya da lisede herkesin elinde gezdirdiği bir kitap vardı: Eroin. Hatta bu kitabı edebiyat öğretmenleri ya da büyükler, okuyalar eroinin ya da bu belaya benzer diğer uyuşturucuların insan hayatına ne gibi zararlar getirdiğini öğrenmek ve hiçbir zaman denemek olsa bile başlanılmaması gerektiğini göstermek için diğer kişilere/öğrencilere önerirdi. İşte o kitaptan uyarlama olan bu film de kitap gibi aynı etkiyi gösterdiği söyleniyor, sinemaya aktarım konusunda başarılı sayılıyor. Kitabı okumadım ama bu kişilere benzer oyuncuları bulup filmde oynatmaları konusunda söylenenlere katılıyorum.
paylaş:

2011 yazının en iyi 11 filmi


Soğukları iliklerimizde hissettiğimiz şu günlerde belki de düşlediğimiz yeniden yaz sıcağında sokaklarda dolaşmak ya da buz gibi denizin içinde ferahlamak. Azıcık güneş çıktığında bile kendimizi dışarıya atıyorsak en azından yazın özlemini çekiyoruzdur. Neyse, konumuz yaz sıcakları değil, kışa yaklaşırken 2011in yazında bizleri sinema salonlarına sürükleyen ya da en azından kiralayıp/indirip evde izlediğimiz filmler. Film School Rejects de boş durmamış 2011 yazındaki en iyi 11 filmi belirlemiş. Bazılarını şu an izliyoruz bizler lakin yine de ne izlesem ki bu yılın filmlerinden sorusuna bir öneri niteliğinde. İşte o sıralama:
paylaş:

the last house on the left (2009)


Yönetmen: Dennis Iliadis
Senaryo: Adam Alleca, Carl Ellsworth, Wes Craven(ilk versiyon)
Oyuncular: Garret Dillahunt, Monica Potter, Tony Goldwyn
Tür: Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2009
Süre: 110 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 1 ödül, 1 adaylık
IMDb puanı: 6.6/10
Metascore: 42/100

Öncelikle belirtmek isterim ki 72 yapımı orijinal versiyonunu izlemedim, ilk yapım IMDb üzerinden 5.9 puana layık görülmüş. Şöyle bir şey de söylersek istisnaların dışında olarak yeniden bir çekim olarak hem de korku-gerilim türünde yer alan bir filmin 6.6 puan alması iyi bir başarı kabul edilebilir en azından puanına bakarak ilk elemeyi yapan izleyiciler için. Gerilim ve korkudan beklenen eğer filmin izlenirken başınızı çevirmenize sebep vermesi ve de arada bir “hih” deyip yerinizden hafif hoplatmasıysa evet bunu kısmen de olsa başarıyor bu film. Her ne kadar çok ahım şahım bir konusu olmasa da izledim zamanım boşa gitmedi diyebiliyorsunuz. Tabii bu söylenenler tamamıyla göreceli kavramlar, filmi çok klişe de bulabilirsiniz, hele hele ilk çekimi izlediyseniz, olmamış bile diyebilirsiniz. Takdir size kalmış.
paylaş:

sayfa 53


İncir aslında güzel bir meyvedir.
Sapkınlığımızın mükâfatı cehennemse bu dünya, biz acizlerin anlaşılmak için kıvrandığı anlamak istemeyenlerin karşısında, haritada bir nokta bile etmeyen bizler, yakıştırmalarda bulunduğumuz bu boşlukta aslı dünyada, sonunu hiçbir zaman göremeyeceğimiz kara asfalt kaplı otobanlarda ömrümüz el verdiği kadar yürümeye cesaret ediyoruz.
Gece çoktan gündüz karşısında galip…
Destenin içinde sahiplerini bilmediğimiz ellerle bir bahisten öte geçemiyoruz oysa. Yürürken burnumuza gelen acı kömür kokusundan, yanımızda en azından birer eldiven getirmeyi akıl edecek kadar beynimiz çalışıyor. Halimize gülen varlıkların oluşu kaçınılmaz hâlbuki. Aksini iddia ettikçe günaha giriyoruz.
Yutkunurken boğazımızdan geçen mantarın bıraktığı acıdan anlıyoruz azıcık üşüttüğümüzü yahut birlikte olmamak için boğaz acımızı bahane ediyoruz. Düşüşümüzün sebebi kaldırımlar değil, birileri ayağımızı kaydırmıyor, aksine biz düşmemek için tutunduğumuz kişilerin ayaklarına dolaşıyoruz.
Sayfa 52, “…mutlak bir dehşet ifadesi!” ya da “…altı yaşında babasının serbest bırakılması için mahkemelerde ricada bulunurmuş.” ya da “…sahipliği yapar.” ya da “…Pru’yu ırgalamıyordu açıkçası.” ya da “…gülerek-”…
Kendi sayfamıza geldiğimizde üç noktayı koymadan önce uzunca düşünüyoruz, ardına yerleştireceğimiz birkaç kelime bulmak zorlaşıyor, 53. Sayfaya atlamak yerine kapağımızı kapatıyoruz.
Geceleri çok da fark etmiyor yaprakların rengi, ışık olmayınca bulutların ardına saklanan aya suç bulamıyoruz, gözlerimizi kapatsak kayboluyor birden nasılsa, gölgemiz uzadıkça uzuyor yanımızdan geçen farla, sonrasında sağımızdan kıvrılıp yok oluyor. Arkamıza bakmaya cesaret edemiyoruz.
Bir alışveriş mağazasının tuvaleti kapılarını açtığında bizlere, cennete girmiş gibi seviniyoruz hoş kokulardan, sifonu çekene kadar tedirgin oluşumuz arkamızda bırakacağımız ışıktan ama biz hala gecenin altında, tepelere kurulu yollardayız. Solumuzdan arabalar geçtikçe sesi duyuyor, varlığımızı hatırlıyoruz. Yutkunsak aslında, şimdiye kadar çektiğimiz acıların yanında ufacık bir çentik gibi kalacak. Kafamızı duvara dayadığımız an karşımızda oturanın surat ifadesindeki değişimi görememek görmekten daha utanç veriyor belki. Eller bazen gözlerin önüne çekilen barikat olabiliyor.
Rüzgârın uğultusu çıkarken dalların arasından ve geldikçe kömür kokusu burnumuza, hep o kullandığımız çoğul kavramlar uçuveriyor, aslında sadece bir kişiyiz, anlattıklarımızı kime anlatıyoruz, kime anlatmaya çalışıyoruz ki, biz çoktan tek başımıza kalmışız. Fayda da etmiyor kendimizle konuşmak, aynanın karşısına geçip aksimize yumruk atanlarız.
Düşmemizin sebebi de kelebekler, her zaman birilerinin yakamızdan tutup insanlara yukarılardan bakmamızı sağlayan altıncı katlara bizi geri çekeceğini düşünüyoruz, kendimize yediremesek de kelebek değiliz, düşeriz. Geçmişi gösterdiğimiz parmak ucumuzun önündeki arkamızda, bizi tutacaklar yok, birilerinin halimize güldüğüne adımız gibi eminiz, oysa onlar arkamızdan ağlamak için bekliyorlar.
Kafamızı pencereden çıkarmak için hava çok soğuk ya da içinde bulunduğumuz otomobil çok hızlı ilerliyor. Saymakta güçlük çektiğimiz trafik lambalarının boyunlarının eğikliğini bize acımalarına yormamak gerek, kesikli yol çizgilerini düz bir çizgiye indirgeyenler onlar. Nereye gittiğimizi de sormadık henüz kendimize, yollar nasıl olsa hiç bitmiyor.
Ayağımızın altında ezilen meyvelerin yumuşak hissi bizi kendimize getiren, biz dayansak da esen uğultuya tutunamayıp kendini yere bırakanlar var. Ortada ne bir ışık ne de biz, sadece kendimiz ve ayağımızın altında asfalt. Gelmişiz, oturmuşuz birilerinin karşısına kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Aynanın karşısına geçip kendimize bakabildiğimizde tüm sorunun ortadan kalkacağına da inanmak istiyoruz. Biz sadece düşlerin üzerimizi örtmesini beklerken aklımıza bir de toprak karışıyor, kalkmak istediğimizde kalkamıyoruz yattığımız yerden hâlbuki toprak çok güzel kokar yağmurda. Denemekten yorulmayan bedenimiz, sifonu çekmesini de biliyor, sayfayı çevirmesini de.
Sayfa 53, incir aslında güzel bir meyvedir.


Fotoğraf buradan alınmıştır.
paylaş:

self medicated (2005)


Yönetmen: Monty Lapica
Senaryo: Monty Lapica
Oyuncular: Monty Lapica, Diane Venora, Michael Bowen
Tür: Biyografi | Dram
Yıl: 2005
Süre: 107 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 25 ödül, 1 adaylık
IMDb Puanı: 6.5/10
Metascore: 51/100

Babasının ölümüyle hayatı başka diyarlara sürüklenmeye başlayan 17 yaşındaki Andrew, annesiyle birlikte yaşayan, zeki bir çocuktur. Bir dönem karnesinde A’lar ile ailesini sevindirmiştir bile. Lakin babasının ölümü onu bunalıma sokmuş ve babasının ölümünü kabullenmeyen genç için hayat ot, içki, uyuşturucunun verdiği hazdan fazlası değildir.
Kocasının ölümüyle kullandığı depresyon haplarının haddi hesabı olmayan anne karakteri ise aslıda çocuğundan çok da farksız değildir. Aralarındaki tek fark, anne karakteri kullandığı hapları legal yollarla, yeşil reçete ile alırken çocuk ise illegal yolları tercih eder. Her geçen gün hayatları daha da kötüye giden aile, her deneme de aralarındaki bağın daha da zayıfladığını görür. 
paylaş:

river's edge (1986)


Yönetmen: Tim Hunter
Senaryo: Neal Jimenez
Oyuncular: Crispin Glover, Keanu Reeves, Ione Skye, Dennis Hopper
Tür: Suç | Dram
Yıl: 1986
Süre: 99 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 3 ödül, 5 adaylık
IMDb puanı: 7.0/10

Geri plana atılmış iyi bir film olma özelliği taşıyan River’s Edge, bir grup lise öğrencisinin başından geçen bir cinayeti ve bu durum karşısındaki davranışlarını inceliyor. Grup içinden birinin kız arkadaşını öldürüp bunu diğer arkadaşlarına söylemesiyle başlayan olay, kişilerin bu duruma nasıl yaklaştığını ve bundan sonraki davranışlarını çözümleyerek devam ediyor.
Aslında film cinayetten ve cinayetin işlenmesinden çok kişiler üzerindeki etkilerine değiniyor. Film cinayet etrafında bile ilerlemiyor. Bu sebeple oyuncuların performansları ve filmdeki diyaloglar gerçekten iyi. Bundan sonrasında ise arkadaşlık kavramını çokça izliyoruz.
paylaş:

asla yeniden çekilmemesi gereken 30 film



İzlediğimiz bir filmden sonra acaba bu filmi tekrar çekseler nasıl olur diye merak ederiz ya ve bazen de yeniden çekim bir film izlediğimizde orijinalinin yerini tutmadığını görürüz yahut yeniden çekim versiyonunu daha çok beğeniriz. İşte Total Film de kendi çapında bir liste oluşturmuş, konu ise yeniden çekilmemesi gereken filmler. Listede bu konuya ait 30 film bulabilirsiniz. Listenin altındaki linkten ise neden bu filmlerin yeniden çekilmemesi gerektiğini okuyabilirsiniz.
İşte bahsi geçen 30 film:
paylaş:

gummo (1997)


Yönetmen: Harmony Korine
Senaryo: Harmony Korine
Oyuncular: Nick Sutton, Jacob Sewell, Lara Tosh
Tür: Dram
Yıl: 1997
Süre: 89 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 4 ödül ve 2 adaylık
IMDb Puanı: 6.1/10

Pembe tavşankulağı takmış, tuvalette akordeon çalan yarı çıplak bir çocuk, meme uçlarına bant yapıştırıp çekmeyle memelerini büyütmeye çalışan iki kız, sokaklardan topladıkları kedileri suda boğan ya da tabancalarıyla öldürüp kilo başına Çin restoranlarına satan ve kazandıkları parayla özürlü kardeşini satan adama gidip özürlü bireyle ilişkiye giren iki genç, tornadonun etkisiyle mahvolmuş bir kasaba ve bu yıkımdan sonra normal insan yaşantısı formundan yavaş yavaş uzaklaşan insanlar, akıllara zarar, sinir bozucu, farklı bir film.
paylaş:

Dünya Çeviri Günü kutlu olsun: Ölüm Pornosu'nun çevirmenine 3 yıla kadar hapis isteniyor!


İstanbul Basın Savcılığı Chuck Palahnıuk’un ‘Ölüm Pornosu’ isimli kitabıyla ilgili bir soruşturma başlatmış, kitabı T.C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu Başkanlığı’na göndermişti. Soruşturma sonrası Türkçeye tercümesini yapan Funda Uncu ile kitabı yayınlayan Ayrıntı Yayıncılık’ın sahibi Hasan Basri Çıplak hakkında 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Davanın "30 Eylül Çeviri Dünya Çeviri Günü"ne denk gelmesi hayli ironik!

İstanbul Cumhuriyet Savcısı İsmail Onaran’ın hazırladığı iddianamede, kitapta cinsel organlara kadar detaylara yer verildiği ve bu anlatımların kitabın birkaç yerinde değil tamamına yakın bölümde bulunduğunu belirtildi.

Kitap üzerinde yaş uyarısının bulunmadığını ve bu nedenle küçük yaştaki çocukların ulaşabileceğinin dikkate alınarak, kitabın T.C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu Başkanlığı’na gönderildiği vurgulandı.

İddianamede kurul tarafından yapılan incelemenin sonucu da yer aldı. İnceleme sonrasında söz konusu kitapta birçok gayri ahlaki ve edebi olmayan anlatımların bulunduğu ifade edildi. Kitabın asıl ağırlığının cinselliğe yöneltilmiş olduğu ve bu nedenle toplumun ahlak yapısı ile bağdaşmadığı bu hali ile de müstehcen bulunduğu belirtildi. İddianamede, yine Muzır Kurul raporundaki ifadelerle, ülkelerin ahlak anlayışlarının birbirinden farklılık gösterdiğinin bir gerçek olduğu, kitabın hiçbir uyarı yapılmadan satışa sunulduğu ve çocuklara ulaşmasını engelleyecek hiçbir önlem alınmadığı dolayısıyla suçun oluşumu için yeterli olduğu vurgulandı. Muzır Kurul'un yetişkinler için hazırlanmış bir kitap için traji-komik raporu ilgili haberi ve raporun tümünü bu haberimizde görebilirsiniz: İşte Ölüm Pornosu Raporunun Tamamı!

Yayınevi sahibi Hasan Basri Çıplak alınan ifadesinde suçlamaları kabul etmediğini belirtti. Çıplak, yazarın dünyaca ünlü bir kişi olduğunu, eserde pornografinin değil kadının bir meta olarak kullanılmasının eleştirildiği, yayın evlerinde bu yazarın basılan onuncu kitabı olduğunu belirtti. Kitabın tercümanı Funda Uncu ise alınan ifadesinde kendisinin çevirmenlik yaptığını Ayrıntı Yayınevi’nde yazarın sekiz adet kitabını çevirdiğini eserin kendisinin tercüme ettiğini görevinin kendisine teslim edilen eserin aslına sadık kalarak tercüme etmek olduğunu ve mesleğini icra ettiğini belirtti.


paylaş:

this is england (2006)


Yönetmen: Shane Meadows
Senaryo: Shane Meadows
Oyuncular: Thomas Turgoose, Stephen Graham, Jo Hartley
Tür: Suç | Dram
Yıl: 2006
Süre: 101 dak.
Dil: İngilizce
Ülke: Birleşik Krallık
Ödül: BAFTA Film Award, 8 ödül ve 14 farklı adaylık.
IMDb puanı: 7.8/10
Metasore: 86/100

Faşizmi anlatan diğer filmlere nazaran farklı üslubuyla duruşunu belli eden bir film This is England. Çünkü faşizmi anlatırken bunda kötü bir hal varmış gibi anlatmıyor aksine insanlar faşizmin arkasına saklandıklarında elde edeceklerini, duygularını, kendilerini motive ediş şekillerini inceliyor. Üstelik bahsi geçen insanlar gerçekten yaşadıkları vatanı bu kadar çok seviyor mu, bu yüzden mi yabancılardan nefret ediyorlar yoksa kendilerindeki savaşma arzusundan mı bu nefret doğuyor, bu nefret insanoğlunda nasıl bu derece ileri seviyede olabilir gibi soruları da sormaktan çekinmiyor. Üstelik filmin başlarında avlanmaya gittiklerindeki yakma yıkma arzuları ve bundan zevk almaları bunu düşünmemize de sebep oluyor.
paylaş:

2010un en iyi 10 korku filmi


2010 yapımı korku filmlerine değinen Film School Rejects ekibi izlenilen filmlere ayrı yorumlar getirirken en iyi 10 filmi de sıralamış. Listede gördüğümüz ve ilkten “bu korku filmi mi?” diye tepki verdiğimiz Black Swan için ise muhtemelen böyle tepkilerin geleceğinden ötürü korku filminin aslında ne demek olduğunu açıklamış ve bu yüzden bu filme de korku filmi diyebiliriz demiş. Belki gerilim demek daha doğru olur, neyse.
İşte bahsi geçen 10 film:
paylaş:

en iyi gençlik filmleri (2000-09)


Listenin konusu bu kez gençler. Argo konuşmaları, rekabetçi davranışları, ergen tavırlarıyla beyaz perdeyi süsleyen bireyler.
Film School Rejects seçkisiyle 2000lerin başlarındaki en iyi gençlik filmleri:

paylaş:

la fille sur le pont (1999)


The Girl on the Bridge.
Yönetmen: Patrice Leconte
Senaryo: Serge Frydman
Oyuncular: Vanessa Paradis, Daniel Auteuil
Tür: Komedi | Dram | Romantik
Yıl: 1999
Süre: 90 dak.
Ülke: Fransa
Dil: Fransızca, İtalyanca, azıcık Türkçe
Ödül: Golden Globe adaylığı, 5 ödül, 15 farklı adaylık
IMDb Puanı: 7.5/10
Metascore: 75/100

22 yaşına 2 ay kalmış Adèle’in yaşamındaki birkaç ayının anlatıldığı söyleşi benzeri konuşmayla başlar filmimiz. Şanstan bahseder ve kötü talihin hiç yakasını bırakmadığını ifade eder, ağlar da. Onun istediği sevmek ve sevilmektir sadece. Ama başarısız olunan ilişkileri onu sona doğru sürüklemiş kendisini en sonunda bir köprüde bulmuştur. Ama anlatıldığına göre köprüler bu hayattan kurtulmak için uğrak yerlerden biridir. İnsanın ölümle yaşam arasında gelip gidişi belki de suyun suokluğunu düşünmesiyle ortaya çıkar. Hâlbuki tek yapması gereken ellerini bırakıp gözlerini yummasıdır. Üstelik insanoğlu önüne sunulanlardan ders de çıkarmalıdır ve bu Adéle için pek de mümkün sayılmaz. Sürekli yeni bir ilişki dener, onu sevebilecek, Bay Doğru’yu arar durur. “Gerçek mutluluğu hiçbir zaman yakalayamadım.” der.
paylaş:

en iyi 50 bağımsız film


Total Film’den Simon Kinnear’ın hazırladığı bir listeyle karşınızdayız. Bir süre önce en iyi 15 miramax filmi’nden bahsetmiştik. Listeyi hazırlayan Film School Rejects’ti. Bu kez ise Total Film’in özgün seçkisiyle en iyi bağımsız filmlere göz atıyoruz. Tabii her ne kadar kendini kanıtlamış bir site/dergi olsa da listede kişisel görüş kokusu almamak güç. O sebeple sıralamadan çok izlenecek filmler için bir örnek niteliğinde olduğunu düşünerek paylaşmaya karar verdik.
İşte bahsi geçen 50 bağımsız film:


50. Living in Oblivion (1995)
49. Roger Dodger (2002)
48. Piranha (1978)
47. American Splendor (2003)
46. Napoleon Dynamite (2004)
45. Primer (2004)
44. Safe (1995)
43. Killer of Sheep (1977)
42. Juno (2007)
41. The Station Agent (2003)
40. Gummo (1997)
39. My Own Private Idaho (1991)
38. Happiness (1998)
37. Secretary (2002)
36. Swingers (1996)
35. Winter’s Bone (2010)
34. Spanking The Monkey (1994)
33. Kids (1995)
32. Slacker (1991)
31. Lone Star (1996)
30. Pink Flamingos (1972)
29. Stranger Than Paradise (1984)
28. Pi (1998)
27. THX-1138 (1971)
26. The Passion of the Christ (2004)
25. She’s Gotta Have It (1986)
24. Lost in Translation (2003)
23. The Last Seduction (1994)
22. Grosse Pointe Blank (1997)
21. El Mariachi (1992)
20. A Woman Under The Influence (1974)
19. Sideways (2004)
18. The Evil Dead (1981)
17. Rushmore (1998)
16. Clerks (1994)
15. Being John Malkovich (1999)
14. The Texas Chainsaw Massacre (1974)
13. The Usual Suspects (1995)
12. Hallowe’en (1978)
11. Donnie Darko (2001)
10. Blood Simple (1984)
9. The Blair Witch Project (1999)
8. The Terminator (1984)
7. Mean Streets (1973)
6. Eraserhead (1977)
5. Memento (2000)
4. sex, lies and videotape (1989)
3. Easy Rider (1969)
2. Night Of The Living Dead (1968)
1. Reservoir Dogs (1992)



paylaş:

benim hüzünlü orospularım | gabriel garcía márquez


Dünya üzerinde çok seneler geçirmiş, gezmiş, tozmuş, eğlenmiş, yemiş, içmiş ve doksan yaşına gelince kendine şöyle körpe bir bakire hediye etmek istemiş birini hayal edin. Sizce nasıl olur? Asıl soruya gelelim; peki bu vatandaş bu on dörtlük bakire kıza âşık olursa neler olur? Bunu nasıl karşılarsınız, sapıkça mı? Olmaz mı böyle bir şey, yoksa komik mi olur? Akla pek yatkın değil mi yoksa?
Elimizde tuttuğumuz kitap 1982 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Gabriel García Márquez’e ait.
Başkarakterimiz, parasını vermediği sürece bir kadınla beraber olmamış bir gazeteci, zamanın tutsağı olmuş ve nice yaşlar geçirmiş biri. Yalnızlığını işte bahsi geçen kadınlarla tamamlamaya çalışan biri aynı zamanda. 90 yaş da çoğu kişiye nasip olmayan bir rakam ve karakterimiz de buna özel bir hediye vermek ister kendine, 90 yaşa uygun bir hediye. Tanıdık bir genelev patroniçesini arar ve el değmemiş birini ister yeni yaşının şerefine. Kadın da bu yaşlı adamın dileğini kırmayarak on dördünde el değmemiş bir kızı karşına çıkarır. Lakin yaşlı amcamızın bu yaşına kadar hissetmediği duygular ölüme bu kadar yaklaşmışken düşüverir yüreğine. Küçük bayanı seyretmekten başka bir şey yapamaz, kıyamaz belki, belki de buna aşk deniyordur onun mısralarında. Kendi kaderine boyun eğmeye mahkûm ihtiyar delikanlımız, bu zamana kadar tatmadığı duyguların minnettarlığını yaşamaktadır böylelikle.
paylaş:

big fish (2003)


Yönetmen: Tim Burton
Senaryo: Daniel Wallace(roman), John August
Oyuncular: Ewan McGregor, Albert Finney, Billy Crudup, Helena Bonham Carter
Tür: Macera | Dram | Fantastik
Yıl: 2003
Süre: 125 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: Oscar adaylığı ve 32 farklı adaylık
IMDb Puanı: 8.0/10
Top 250: #225
Metascore: 58/100

Adamın biri o kadar çok öykü anlatır ki kendi de öykü olur, öyküler ondan sonra da anlatılır böylece ölümsüz olur.
Tim Burton’ın Big Fish’i tam anlamıyla ılık, sevecen, şaşırtıcı, renkli, dopdolu ama tek kelimeyle ifade edilecek olsa sanırım bunu karşılayan sıfat “masalsı” olurdu.
İçinde birkaç film çıkacak düzeyde konu barındırmasıyla da anlatılacak öykünün doyuruculuğu seyirciyi tatmin ediyor.
paylaş:

reprise (2006)


Yönetmen: Joachim Trier
Senaryo: Joachim Trier
Oyuncular: Anders Danielsen Lie, Espen Klouman-Høiner, Viktoria Winge
Tür: Dram
Yıl: 2006
Süre: 105 dak.
Ülke: Norveç
Dil: Norveççe
Ödül: 12 ödül, 5 adaylık
IMDb puanı: 7.3/10
Metascore: 79/100

Başarısızlıklardan yılmadan ilerlemeyi bilen, düştüğünde ağlamadan kalkabilen ve yeniden düşmekten de korkmayan iki yakın arkadaş, yazar olmayı kafaya koyduklarında ellerindeki taslakları yayınevlerine gönderirler. Erik olumsuz cevap alırken, Phillip ise bir anda yazar olur.
Kitabı basıldıktan sonra psikolojisindeki bozuklukları kaldıramayan Phillip hastaneye yatırılır. Bu süre zarfında sevgilisi Kari’nin ziyarete gitmesi Phillip için iyi olmayacağı söylenir. Denildiğine göre Kari, Phillip üzerindeki bu psikozu olumsuz yönde etkiler.
paylaş:

Fransız Filmlerinden Nefret Edenler İçin On Bir Fransız Filmi



Aşağıda okuyacağınız yazı Film School Rejects adlı siteden alıntıdır. Bizlerin Amerikan filmlerini yakından takip etmemiz ve dili "ingilizce" olmayan ya da Amerikan yapımı olmayan filmlere karşı ön yargımız olduğunu düşündüğüm için yayımlamak istedim. Fransız filmlerine karşı olan görüş ise Amerikanlardan pek de farksız değil.
İyi okumalar...
paylaş:

düşüş | albert camus


Saygın bir avukat ve burjuva ortamına söylenen bir küfür, Amsterdam’da bir barda otururken hatırlanmaya çalışılan bir geçmiş, belirsizliklere dönüşen kesinlikler, başarı gibi lanse edilen başarısızlıklar…
Taşın altına koymamız gereken ellerimiz ve kendimizi okuduğumuz bir roman; 1957 Nobel Edebiyat sahibi Albert Camus’nün Düşüş’ü.
Parisli, işinde başarılı, elit yaşamları adalet önünde savunan, çapkın kişiliği de azımsanmayacak bir kişi o. Elitliği, soyluluğu, başarıyı, çaresizliği sorgulamayan bir düşen, aynı bizler gibi. Ahlak anlayışını sivri bir dille alaya alan bir kitap.
Kitap, “Size hizmetlerimi sunabilir miyim, bayım, canınızı sıkmadan? Korkarım ki bu kuruluşun kaderini elinde tutan saygıdeğer gorille anlaşmayı bilmiyorsunuz.” diye başlar ve “Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!” diye biter.
Ya doğruluğuna kesinlikle inandığımız duygu ve düşüncelerimiz, kendimizi tatmin etmemizdeki ikiyüzlülüğümüzse?
“Aynı zamanda hem kadınları, hem adaleti sevmeyi başarıyordum ki çok kolay bir iş değildir bu.” diyen bir avukatın yabancıya anlattığı hikâyede kendimizden bir yansımayı görmemek imkansız gibi. Üstelik bunu özgün bir edebi anlatıyla yaparken.
Can Yayınları’ndan çıkan bu 108 sayfalık kitabı Fransızca aslından çeviren ise Hüseyin Demirhan.
20. yüzyılın kuşkusuz en etkileyici yazarların biri olan Albert Camus şöyle diyor romanında; “Bazen, yalan söyleye, doğru söyleyenden daha aydınlatıcıdır. Gerçek, tıpkı ışık gibi insanın gözünü köreltir.”
Ve şöyle der Jean-Paul Sartre kitap için; “Belki de Camus’nün en güzel ve en az anlaşılan romanı.”
İyi okumalar.

Kitabın idefix sayfası için tıklayın.
paylaş:

tüm zamanların en iyi 100 komedi filmi


“Amerikan Film Enstitüsü’nün ya da film hocasının söylediklerini unut! Sıkıcı insanlar! En sevdiğin komedi filmini oylamanı istedik ve tüm zamanların en iyi 100 komedisini belirledik.(Liste filmleri izleyen ve adı geçen yaşlıları pek takmayanlar tarafından hazırlandı)”
Böyle diyerek ne başardıklarını halka arz eden bir listeyle karşınızdayız bu kez. Oy sayısı 1 milyon 37 bin. Oylama işlemi şu şekilde yapılmış; “vote” tuşuna basıldığında karşınıza gelen iki filmin hangisinin daha komik olduğu soruluyor. Eğer filmleri izlememişseniz sayfayı yenilemeniz yeterli oluyor. Yani karşılıklı “o diğerinden daha komik” mantığıyla çalışan ve oylardaki yüzdelikler karşılaştırılarak bir derecelendirme yapılıyor.
Listenin ilk 10u şu şekilde ve aşağıdaki linkten listenin tamamına ulaşabilirsiniz, oylama işleminin bittiği yazıyor lakin oylama kısmı halen aktif ama sonuçlara etki etmiyor olsa gerek.
paylaş:

FSR: 2010'un en iyi yabancı filmleri


Listeyi hazırlayan FilmSchoolRejects(FSR) olduğu için her ne kadar 2010 yılının en iyi yabancı filmleri olarak geçse de aldanmayın. Çünkü liste 2010da Amerika'da gösterime giren ve FSR'deki bu yazıyı hazırlayan kişinin izleyip beğendiği filmler. Filmler güzele benzediği için yayımlamak istedim. Filmlerin yanında yapım ülkeleri ve IMDb puanları(an itibari ile, muhtemelen değişeceklerdir) mevcut ve bazı filmler aşağıda da belirtildiği gibi 2009 yapımı.
Liste şu şekilde:
paylaş:

tıkanma | chuck palahniuk


Choke.
Hasta annesinin tedavi masraflarını karşılamak için tıp eğitimini yarıda bırakmış ve geçimini elit/pahalı restoranlarda boğulma taklidi yapıp kurtaran kişiyi bir kahramana çevirerek onun duygularını kendini sahiplenmeye doğru sürükleyip belirli aralıklarla ona para gönderilmesiyle sağlayan bir anti-kahramanla karşı karşıyayız bu kez. Üstelik kendinden de nefret ediyor ve anlatıcı olduğu kitaba “Eğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin.” Diyerek başlıyor. Biz bu uyarıyı dikkate almayıp kitaba başlarsak eğer Chuck Palahniuk sonsuz hayal dünyasının kapılarını sonuna kadar aralamış oluyor ve biz arkamızda bıraktıklarımızı unutarak bambaşka bir dünyaya adımımızı atmış oluyoruz ta ki kitap bitene kadar.
“Gerçek şu ki, dul bir anne tarafından yetiştirilen her erkek çocuk evli olarak doğmuş sayılır. Bilmiyorum ama bence annesi ölene dek bir erkeğin hayatındaki diğer kadınların hepsi metres olmaktan öteye gidemez.” Diyerek tanımlıyor kendini, annesiyle arasındaki bağ da bu yolda devamlılığını sağlıyor.
Kendisi bir seks bağımlısı ve bunun bir rahatsızlık olduğunun farkında ama kendini durduramıyor. Bunda karşı cinsin de etkisi azımsanmayacak ölçüde tabii; baştan çıkarmalar, karşı cinsin kahramanımızdan daha azgın olması, vs.
paylaş:

i spit on your grave (2010)


Yönetmen: Steven R. Monroe
Senaryo: Meir Zarchi(78 yapımlı orijinalinden), Stuart Morse
Oyuncular: Sarah Butler, Jeff Branson, Andrew Howard
Tür: Suç | Korku | Gerilim
Yıl: 2010
Süre: 108 dak.
Dil: İngilizce
Ülke: ABD
IMDb puanı: 6.3/10
Metascore: 27/100

1978 yapımı filmin aynı isimli yeniden çekimi olan filmde Jennifer adındaki yazarın yeni romanı için sessiz, sakin bir kulübeyi kiralayıp oraya yerleşmesiyle gelişen olayları anlatır. Kızımız tek başına geldiği ve üç dört ay kalmayı planladığı kulübede arzuladığı hayatı yaşamaya başlar ve romanına devam eder. Sabah koşularını yapıp akşamları da gölün yanındaki kulübesinin sundurmasında şarabını yudumlayarak kafasını toplar.
Ne var ki daha kulübeye gelmeden önce kaybolup yol sormak için durduğu benzin istasyonundaki bir grup genç tarafından hayatı zindana döner. Kulübeye girmeyi başaran gençler Jennifer için korkulu bir gece yaşatırlar.
paylaş:

yukarılara doğru



İkinci yarımı kaybediyorum sokaklarda, sokaklar çok üşüyor, ay yukarılarda, kendi gölgesine sığınır olmuş. İnsanlar yavaş yavaş akıyor sokaktan, ışıklar bir kırmızı oluyor, bir sarı, bir yeşil. Bir yerlerden müzik sesleri geliyor, sıcak metal üzerinde kızaran et sesleri, dumanlar…
Hafifliyoruz, yer ayaklarımızın altından kayıveriyor. Parmak uçlarımızda yürüme başlıyoruz, yer çekimi azalıyor. Kravatlarımız havaya doğru kalkıyor, etek giymişler telaşlı. Uçmamak için kendimizi aşağıya çekiyoruz.
Herkes düşünceli, korkmuş, hissettirmiyor. Alınlarında yatay çizikler, derinleşiyor.
Kalplerinden pompalanan kanın sıcaklığı ısıtmaz olunca bedenlerini, sırf ısınmak için başka çareler düşünür oluyorlar bazen ve susadıkları için değil günlük sıvı ihtiyaçlarını karşılamak için içiyorlar suları, havalanıyorlar.
Herkes hep beraber, usul usul gecenin içine doğru yükseliyor, gece yukarıda, ayın hemen sol yanında. Karın yağdığı yer orası ve durmadan güneş ışığı geçiyor saçaklardan.
Işık huzmeleri balerinin ayağının altında dönerek suratımıza vurmaya başlıyor, merkez kaç kuvvetine dayanamayıp savrulan peri tozları gibi yüzümüzü yaladıkça anlamsızlaşmaya başlıyor bu hayat, geceye çıkmamız şart oluyor.
Sabahlardan usanmış insanoğlunun kavgası bu kendiyle, yoksa soluklansa iki adım öteden bırakıverecek kendini sokaklara. O da herkes gibi olacak, kırmızıya bulayacak etrafı, sonra uçmaya başlayacak.
Büyük bir senfoni bu karanlığın içinde, duymak için gözleri kapamak ve dinlemek yeterli oluyor. Hareketlenen ellerin arasından yere düşen bir dünya misali, ayaklarımız yere değmediği zaman özgürlüğün tadına varıyoruz, denizdeyken de tam tersi oluyor; ayağımız basmayınca boğuluveriyoruz, güzel şey, uçmak, yukarılara düşmek adeta.
Ayakkabı bağına takılmalar yok artık, sonsuzluğa doğru açılan kapının ardında uyuyanları keşfetmek, ışıkların içinde gecenin gizemine şahit olmak var, düşmek yok artık.
Mekanik hareketlerle dışarıya doğru açılan kolların bitiminde var olan parmakların ucunda süzülen bir hayat, kıvrımlarında dudakların, boyundan aşağıya süzüldükçe durmuş şah damarının üzerinde soluklanırken fark ediyor aslında her şeyin çoktan bittiğini, havada o da, yerden yüksek, sonsuzlukta, soğudukça bedeni üzerine sarmak için battaniyeye gerek duymadan hatta üzerindekileri çıkararak çıplaklığın ayıp olmadığı bir dünyaya doğru herkesle beraber emin adımlarla usul usul yol alıyor, gecenin tam içine, yukarılara…
Bazen yerlere gazete kâğıtları sermek gerekir, sokaklara asfalt dökmek, kirpiklere rimel sürmek. Bazen yorulmak gerekir, bıkmak, ağlamak gerekir. Bazen de gitmek gerekir, arkana bile bakmadan, sokaklara doğru, geceye doğru koşmak gerekir, ölmek gerekir bazen de.


(görsel buradan alınmıştır)

paylaş:

kaçaklar ve mülteciler | chuck palahniuk

Fugitives and Refugees.
Okuduğumuz kitapların yazarları ya da şairlerini kimi zaman bizler bir şehirle özdeşleştiririz kimi zamanda kendileri anlatır kendi şehirlerini bizlere. Çocukken oyunlar oynadığı, komşularından tutundan da sokaktan geçen satıcılara kadar her ayrıntıyı o şehirlerde yaşayanlar, orada büyüyenler kadar hiç kimse bilemez doğrusu.
Turistik bir gezi yapmak için seçilen şehirler için de rehber kitaplar imdadımıza yetişen ilk materyaller olur. Müzeler, nerede ne yenir ne içilir, görülmesi gereken mekanlar ve bol bol fotoğraf çekilebilecek doğal güzellikler.
Kaçaklar ve Mülteciler’de anlatılan şehir ise Portland, yazar yeraltı edebiyatından tanıdığımız, Dövüş Kulübü, Gösteri Peygamberi, Tıkanma, Ölüm Pornosu gibi kitaplara imzasını atmış ve son dönemde şüpheli yazarlar arasında görülen Chuck Palahniuk. Sevgili Chuck, Portland’ı en ücra köşelerden başlayarak anlatmış.
Nerede yemek yenmeli konusuna değinerek görmemiz gereken mekanların isimlerini, menülerini, telefon numaralarını, adreslerini hatta menüdeki bazı yemeklerin hazırlanışını dahi kaleme almış. Hangi müzeye gidilmeli, ayrıntıları, internet siteleri, hayvanat bahçeleri, seks mekanları, alışveriş merkezleri, bahçeler, içmek için uygun mekanlar, … hepsini bu kitapta bulabiliriz. Aynı zamanda paranormal durumlara da değiniyor yazar bu kitabında. Hayaletli olduğu söylenen ve görmediğimiz varlıkların fink attığı mekanlar hakkında da bilgiler veriyor bizlere.
Kaybolmak yabancı bir yerde çok da sorun olmasa gerek lakin bu kitap ile Portland sokaklarında kaybolmak bile sıkıcı olamaz.
Yolumuz bu şehri düşmese de eğlenmek ve mekanların tasvirlerine hayran kalmak, daha doğrusu keşfetmek için çok hoş bir kitap. Portland yolcuları için ise kaçırılmaması gereken bir yol arkadaşı.
147 sayfadan oluşan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitabın çevirmeni Esra Arışan.


paylaş:

the texas chainsaw massacre (1974)

Yönetmen: Tobe Hooper
Senaryo: Kim Henkel, Tobe Hooper
Oyuncular: Marilyn Burns, Edwin Neal, Gunnar Hansen, Allen Danziger
Tür: Korku | Gizem | Gerilim
Yıl: 1974
Süre: 83 dk.
Dil: İngilizce
Ülke: ABD
Ödül: 1 ödül
IMDb puanı: 7.5/10

Film başlangıcında şöyle bir yazı akar aşağıdan yukarıya doğru:
“ İzlemek üzere olduğunuz film, beş gencin ama özellikle Sally Hardesty ve sakat kardeşi Franklinin başına gelen bir trajedidir. Onların genç olmaları olayı daha da trajik hale getirir. Ama çok çok daha uzun hayatlar yaşamış olsalardı bile o gün gördükleri dehşeti ve çılgınlığı ne görebilirlerdi ne de bunu görmek isterlerdi. Sakin bir yaz öğleden sonrası onlar için bir kabusa dönüşür. O günün olayları Amerikan tarihindeki en tuhaf suçlardan birinin keşfine neden oldu. Teksas Elektrikli Testere Katliamı.”
paylaş:

en iyi 15 miramax filmi


1979 yılında Weinstein kardeşler tarafından kurulan ve ismini anne ve babalarının adlarından (Miriam ve Max) alan, bağımsız filmlere imzası atan bir film şirketidir Miramax. İlk işleri 80li ve 90lı yıllarda yabancı filmlerin ve bağımsız filmlerin dağıtımını üstlenmek olsa da sonrasında büyüyen Pazar payıyla adlarını her kesime duyurmayı başarırlar ve ardından yapımcılığa başlarlar. Tarantino ve Kevin Smith gibi yönetmenler ilk kez Miramax ile tanınmışlardır. 93 yılında ise şirketi Disney satın almıştır. 90lı yıllardaki popüler filmlere yönelmesi ve devleşen stüdyo kavramlarıyla Oscar törenlerinde boy boy fotoğraflarının çıkmasına sebep olmuştur. Bu başarılarla 2000li yıllarda bağımsız filmlerden iyice uzaklaşmış ve bilinen stüdyolara dönüşmüştür. Sonrasında Weinstein kardeşler şirketten ayrılmış ve nihayetinde Disney son bir hamleyle Miramax’ı kapatmıştır.

paylaş:

Palahniuk: Tanrı bile bir cehennem yaratacak kadar kindar olamaz, belki Türkler...


Türkiye’de Ölüm Pornosu adlı kitabı Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından “halkın ar ve hayâ duygularını incitici” ve müstehcen bulunan ve yargılanmaya devam edenChuck Palahniuk’un “Damned” isimli yeni kitabı yayımlandı. The Guardian’ın yazarla yeni kitap üzerine yaptığı röportajda Türkiye’deki dava da soruldu.
paylaş:

99 francs (2007)


Yönetmen: Jan Kounen
Senaryo: Frédéric Beigbeder(roman), Nicolas Charlet, Bruno Lavaine
Oyuncular: Jean Dujardin, Jocelyn Quivrin
Tür: Komedi | Dram
Yıl: 2007
Süre: 100 dak.
Dil: Fransızca
Ülke: Fransa
Ödül: 2 ödül, 1 adaylık
IMDb puanı: 7.1/10


99F.
Karşımızda bir tür tüketim/üretim çılgınlığından bahseden bir film duruyor. Kullandığı araç ise reklamlar. Hani şu televizyon izlerken çıkan ve kanal değiştirmemize sebep olan, yolculuk yaparken yol kenarlarındaki panolarda gördüklerimiz. Reklamcılar ve onların hayatlarına da değinmeden, çektikleri sıkıntıları ve hayattan nasıl ve ne derece keyif aldıklarından bahseden bir film. Bir kitap uyarlaması. Kitabını okumadığım için yorum yapmak yanlış olacaktır lakin yorumlara göre gayet başarılı. Tabii kitabın yerini tutmaz diyenler de mevcut.
paylaş: