The
Girl on the Bridge.
Yönetmen:
Patrice Leconte
Senaryo:
Serge Frydman
Oyuncular:
Vanessa Paradis, Daniel Auteuil
Tür:
Komedi | Dram | Romantik
Yıl:
1999
Süre:
90 dak.
Ülke:
Fransa
Dil:
Fransızca, İtalyanca, azıcık Türkçe
Ödül:
Golden Globe adaylığı, 5 ödül, 15 farklı adaylık
IMDb
Puanı: 7.5/10
Metascore:
75/100
22
yaşına 2 ay kalmış Adèle’in yaşamındaki birkaç ayının anlatıldığı söyleşi
benzeri konuşmayla başlar filmimiz. Şanstan bahseder ve kötü talihin hiç
yakasını bırakmadığını ifade eder, ağlar da. Onun istediği sevmek ve
sevilmektir sadece. Ama başarısız olunan ilişkileri onu sona doğru sürüklemiş
kendisini en sonunda bir köprüde bulmuştur. Ama anlatıldığına göre köprüler bu
hayattan kurtulmak için uğrak yerlerden biridir. İnsanın ölümle yaşam arasında
gelip gidişi belki de suyun suokluğunu düşünmesiyle ortaya çıkar. Hâlbuki tek
yapması gereken ellerini bırakıp gözlerini yummasıdır. Üstelik insanoğlu önüne
sunulanlardan ders de çıkarmalıdır ve bu Adéle için pek de mümkün sayılmaz. Sürekli
yeni bir ilişki dener, onu sevebilecek, Bay Doğru’yu arar durur. “Gerçek
mutluluğu hiçbir zaman yakalayamadım.” der.
Atlamak
ya da atlamamak arasında gidip gelirken köprünün diğer ucundan bir adam
çıkagelir. Kızla konuşmaya başlar. Neyinin eksik olduğunu sorar ona ve işinden
bahseder.
Aralarında
hoş bir muhabbet süregelir ama Adéle seçimini yapar ve atlar nehrin soğuk
suyuna. Ardından Gabor da kendini bırakır.
Hastaneye
kaldırıldıktan sonra bile kız bir işi başaramadığını dile getirir, bu durumda
yine kendini şanssız görür, hem ne zaman şans kapısını çalmıştır ki?
Gabor’un
iş teklifini kabul eder, ölecekse belki de sonu bıçakla deşilmektir.
Gabor
bıçak ustası bir adamdır, sirklerde ya da eğlence mekanlarında bıçaklarıyla
gösteri yapar. Hedefi olan kızların hiçbiriyle yatmamıştır. Fakat bu kez potansiyel
doğru adam gibi görünenlere hiç hayır demeyen bir kız vardır karşısında.
Saçlar
kesilir, manikür yapılır ve şov başlar.
Siyah
beyaz ekranda kimi zaman güldüğümüz kimi zaman da romantizmin göbeğinde
dolandığımız bir film izleriz. Fransız sinemasının o kıvrak diliyle sarhoş
oluruz adeta. İtalya’lara gideriz. Her bıçak çekilişinde kan görmek isteyen
seyirciye karşın yüreğimiz ağzımıza gelir.
Bıçakların
arasındaki süzülüş ve anlık korkular, siyah beyaz ekranın renklenmesi gibi ve
küçük kesiklere yapıştırılan yara bantları.
Finaline
doğru İstanbul sokaklarını seyrettiren, Galata Köprüsü’nde atlamakla atlamamak
arasında gidip gelen bir adamın bilindik senaryoda bu kez kendisinin başrolü
oynadığı, ölüm çemberinde dönen hedefe odaklanıldığında başımızı döndüren ve
inen her bıçak darbesinde toklayan tahtanın sesi…
Kaybedişlere,
şansa ve aşka dair bir film.
Bu filmi facebook üzerinden Htc Bedestani önerdi, kendisine teşekkürler.
0 YORUM:
Yorum Gönder