İkinci
yarımı kaybediyorum sokaklarda, sokaklar çok üşüyor, ay yukarılarda, kendi
gölgesine sığınır olmuş. İnsanlar yavaş yavaş akıyor sokaktan, ışıklar bir
kırmızı oluyor, bir sarı, bir yeşil. Bir yerlerden müzik sesleri geliyor, sıcak
metal üzerinde kızaran et sesleri, dumanlar…
Hafifliyoruz,
yer ayaklarımızın altından kayıveriyor. Parmak uçlarımızda yürüme başlıyoruz,
yer çekimi azalıyor. Kravatlarımız havaya doğru kalkıyor, etek giymişler
telaşlı. Uçmamak için kendimizi aşağıya çekiyoruz.
Herkes
düşünceli, korkmuş, hissettirmiyor. Alınlarında yatay çizikler, derinleşiyor.
Kalplerinden
pompalanan kanın sıcaklığı ısıtmaz olunca bedenlerini, sırf ısınmak için başka
çareler düşünür oluyorlar bazen ve susadıkları için değil günlük sıvı
ihtiyaçlarını karşılamak için içiyorlar suları, havalanıyorlar.
Herkes
hep beraber, usul usul gecenin içine doğru yükseliyor, gece yukarıda, ayın
hemen sol yanında. Karın yağdığı yer orası ve durmadan güneş ışığı geçiyor
saçaklardan.
Işık
huzmeleri balerinin ayağının altında dönerek suratımıza vurmaya başlıyor,
merkez kaç kuvvetine dayanamayıp savrulan peri tozları gibi yüzümüzü yaladıkça
anlamsızlaşmaya başlıyor bu hayat, geceye çıkmamız şart oluyor.
Sabahlardan
usanmış insanoğlunun kavgası bu kendiyle, yoksa soluklansa iki adım öteden
bırakıverecek kendini sokaklara. O da herkes gibi olacak, kırmızıya bulayacak
etrafı, sonra uçmaya başlayacak.
Büyük
bir senfoni bu karanlığın içinde, duymak için gözleri kapamak ve dinlemek
yeterli oluyor. Hareketlenen ellerin arasından yere düşen bir dünya misali,
ayaklarımız yere değmediği zaman özgürlüğün tadına varıyoruz, denizdeyken de tam tersi oluyor; ayağımız basmayınca boğuluveriyoruz, güzel şey, uçmak,
yukarılara düşmek adeta.
Ayakkabı
bağına takılmalar yok artık, sonsuzluğa doğru açılan kapının ardında uyuyanları
keşfetmek, ışıkların içinde gecenin gizemine şahit olmak var, düşmek yok artık.
Mekanik
hareketlerle dışarıya doğru açılan kolların bitiminde var olan parmakların
ucunda süzülen bir hayat, kıvrımlarında dudakların, boyundan aşağıya süzüldükçe
durmuş şah damarının üzerinde soluklanırken fark ediyor aslında her şeyin
çoktan bittiğini, havada o da, yerden yüksek, sonsuzlukta, soğudukça bedeni
üzerine sarmak için battaniyeye gerek duymadan hatta üzerindekileri çıkararak
çıplaklığın ayıp olmadığı bir dünyaya doğru herkesle beraber emin adımlarla
usul usul yol alıyor, gecenin tam içine, yukarılara…
Bazen
yerlere gazete kâğıtları sermek gerekir, sokaklara asfalt dökmek, kirpiklere
rimel sürmek. Bazen yorulmak gerekir, bıkmak, ağlamak gerekir. Bazen de gitmek
gerekir, arkana bile bakmadan, sokaklara doğru, geceye doğru koşmak gerekir,
ölmek gerekir bazen de.
(görsel buradan alınmıştır)
(görsel buradan alınmıştır)
0 YORUM:
Yorum Gönder