saman yapraklarda


Açın, açın sonuna kadar, duymak için neden kendimizi zorlayalım, fonda kimsenin sevmediği benim bayıldığım bir müzik var, ezgisine bulaşmak istiyorum, adeta süzülmek geliyor içimden yumuşacık çizikler atmak bedenime. Nerede benim tuvallerim, fırçalarım, boyalarım. Kırmızıyı sürmek istiyorum dünyanın eşiğine, mavi gecenin ölümüne şahit oluncaya kadar siyahlarla karalamak istiyorum tüm yüzleri. Kokuşmaktan çürümüş birisi olarak da görülmek istemem, istediğim bu benim çünkü sizi pek de alakadar etmez öyleyse.
Ana rahmine yeniden düşmek istiyorum, suların içinde, boğulmadan, dinlemeden, düşünmeden, yaşayıp gitmek…
Azıcık çikolata, üç-dört kilo kadar, her üzüntü için bir tablet, biraz süt, ak kaşık olmak istiyorum. Hey siz! Defolun şimdi!
Beni küçümseyenler diz çöksünler önümde, yapmak istediğim cezalandırmak değil aksine ödüllendirmek onları. Onlar olmasalardı bir gün bile yaşayamazdım. İçimdeki kini büyüttükçe büyüdü bu beden, kana bulaştı, köpekdişleri dökülmeden dışarıya çıkmayı öğrendi, sokaklara ve doyumsuz bedenlerde kayarkenki soluklanışları öğrendi. İçini sonsuzluğa doğru boşaltırken söylenecek tüm sözcükleri onlar öğretti, içimdeki beni onlar besledi.
Biraz tiner, biraz yağ, düz olmasından çok, kullanılmış çuval ve inip kalkışlarında fırçanın hatırlanan anlara inat ellerin boyaya bulaşması, kırmızı kırmızı boyalara, her sıkışta parmak aralarından çıkan çamur misali ve kokusuyla kafa yapan.
Biraz daha müzik biraz daha resim, fotoğraflar çekilmemiş olsa, kâğıt üzerinde yaşanan hikâyelerimizden bıkkınlığımız ve duruşlar, nefes alışlar, vadiler, ırmaklar, bol bol temiz hava, bol gıda, vitaminler ve yeşillik her yerde bitişlerinde masmavi bir deniz, uçsuz bucaksız gökyüzü, derelerde yüzen kuğular ve balıkçılar, ellerinde oltalar, her salladıklarında bir gitara takılıyor, kurtarılması gereken varlıklar, düşlerimizde kurcaladığımız burnumuz tek derdimiz, azıcık uzun, düz, yazılar kıvrım kıvrım ve ürpertilerinde gecenin okunan şiirlerden bahsetmek, iç çekişler, avuç içine alınan saç yumağı, kendine çekme, göğe bakan bir baş, şaha kalkmış, ovalleşen bir bel, serin sulara dalmak gibi bir eylem bu, eller birbirinin üzerine, bacaklar hiç olmadığı kadar uzun, yüzümüz kollarımızın arasında, uçuyoruz, kanatlarımız çıkınca düşmediğimizin farkına varıyoruz, iyi de olurum kötüde, hangi tarafı seçeceğim bana kalmış, yarın da ölürüm dün de, dünler ölüm için güzel bir zaman dilimi, geçmişte yaşama isteği ve geleceği işaret parmağıyla göstermeler, dile dokunan dondurma, evet, tek istediğim bu, diller yalamak içindir, konuşmak için değil, bitmeyen sayfalar, saman kokusu geliyor bir yerlerden, unutulmayacak kadar çoklar, dev gibiler, cüceler de var, tümü, elma yiyenler, kovalananlar, ölenler bile, hepsi arka sokağa sıkışmışlar, beni bekliyorlar, ben çıkmadan gitmeyecekler, ikram olarak bir kilo baklava, üstelik hepsine, pelerinim nerede, kapı arkasında bir kuzu, zaman hiç olmadığı kadar hızlı, ben ayarlıyorum, kimin yaşaması gerektiğine ben karar veriyorum, ne yiyeceğime, kaç kilo alacağıma, kimin bedenine gireceğime, kimliğime, altımdakine, üstümdekine, sağım, solum sobe, çıkıyorlar yavaş yavaş, bisikletlerde bir kız, kızlarda bir bisiklet, ormanda, yalnız, bir şeyler mırıldanıyor, anlamıyorum, balon tutanlar bile var, ama yukarılara çıkmıyorlar, renkleri belli oluyor, zifiri karanlık, karanlığın rengi yok, tavşanlar, konuşuyorlar, kibritler de çakıyor, üstelik onlar çakmakları çakmaya gelmişler, ölüler yürüyor, yavaşlar, onların zamanı bizimkinden yavaş, bizim bedenimiz onlardan yaşlı, yanaklardan da süzülüyor, vücutlarımız ıslak, kaygan, yapışkan ve sıcak, tamam bu kadar yeter, defolun şimdi!
Tümü kalemimin ucunda, öldürüyorum ölüyorlar, sonra diriltiyorum, oyuncak olup çıkıyorlar, eğleniyorum, onları kırmıyorum ki, o kadar da korkunç değilim, hem öyle olsa da size ne? Burası benim dünyam!
Yaşımı küçülte de bilirim büyüte de, aklımı da, beynimi de, bedenimi de.
Hey siz! Defolun şimdi!
Ben yazdım, ben çizdim, sorumlusu benim, istersem çıkartırım sizi, ölümünüz bir kelimeden ibaret, farkında değilsiniz. Yaparım, bilirsiniz!
Getirin bana tüm kitapları, açın en olur olmadık sayfaları, yıkanmak istiyorum. Tüm aralıklarına paragrafların, bedenimi akıtmak istiyorum, eriyip bitinceye kadar, size de yaşadığınız yere de, bu dünyaya da tahammül edemiyorum. Ya bunu gerçekleştirirsem, o beni, kendi yazdığım, sonunu, kaderini kendi çizdiğim dünyaya hapsedebilirsem? Kendi edebiyatımı kendim oluşturabilirsem? Ya edebiyat dediğim benliğim, kişiliğim, hayatım, kendi kalemimin ucundaysa?
Suçu bana atamazsınız, sizi yok edersem de, seversem de, sizden nefret edersem de.
Edebiyat, tahammül edemediğim şu dünyanın yeniden tasarımıysa?
Hey siz! Defolun şimdi! 

paylaş:

28 days later (2002)


Yönetmen: Danny Boyle
Senaryo: Alex Garland
Oyuncular: Cillian Murphy, Naomie Harris, Christopher Eccleston
Tür: Korku | Bilim-Kurgu | Gerilim
Yıl: 2002
Süre: 113 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce, İspanyolca, Fince, Fransızca
Ödül: 7 ödül, 21 adaylık
IMDb puanı: 7.6/10
Metascore: 73/100

Kendisini tartışılmaz en iyi korku-gerilim filmleri listelerinde daima gördüğümüz bir film 28 Days Later. Adından da anlaşılacağı gibi patlak veren bir olaydan 28 gün sonrasını anlatır. Bahsi geçen olay ise denek olarak kullanılan hayvanları kurtarmak için araştırma laboratuarına gelen aktivistler, araştırmanın ne düzeyde ve ne üzerine olduğunu bilmeden hayvanları serbest bırakmak isterler. Araştırmayı yürütenlerden birinin gelmesiyle işler sarpa sarar. Her ne kadar denek hayvanlarına “öfke” enjekte edildiği söylense de kafesin kapağı açılır ve ısırılan aktivist saniyeler sonra canavarlaşır. Kan yoluyla bulaşan virüs çok kısa bir zamanda bedeni ele geçirir ve insanda öldürme istediği yaratır.
paylaş:

stake land (2010)


Yönetmen: Jim Mickle
Senaryo: Jim Mickle, Nick Damici
Oyuncular: Connor Paolo, Nick Damici, Kelly McGillis
Tür: Korku
Yıl: 2010
Süre: 98 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 6.7/10
Metascore: 66/100

Bilindik vampir filmlerinden biraz farklı konusu olan 2010 yapımı filmde durağanlık söz konusu. Yani tanıdık gelen vampirler bile yavaş hareket ediyor. Hatta bize öğretilen vampir kavramının biraz dışındalar. Güneşe çıkınca ölüyorlar fakat bunun haricinde başka bir benzerlikleri yok. Yavaş hareket ediyorlar, muhteşem hızları yok anlayacağınız, çok da kuvvetli değiller, atlayıp zıplamıyorlar hatta görüntüleri zombileri andırıyor. Uzun dişleri olmasa zombi olarak anılabilirler.
Post apokaliptik yapıdaki filmde konu ise kısaca şu: Kendisine “mister” denilen bir adam bir gece vampirin elinden bir çocuğu kurtarır. Anne ve babasının ölümünü izleyen çocuk ne olduğunun bir an farkına varamaz. Sonrasında mister ile yolculuğa başlarlar. 
paylaş:

let me in (2010)


Yönetmen: Matt Reeves
Senaryo: Matt Reeves, John Ajvide Lindqvist(roman)
Oyuncular: Kodi Smit-McPhee, Chloe Moretz
Tür: Dram | Fantastik | Korku | Gizem
Yıl: 2010
Süre: 116 dk.
Ülke: İngiltere, ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 5 ödül, 16 adaylık
IMDb puanı: 7.3/10
Metascore: 79/100

On iki yaşına hapsedilmiş bir dişi vampir ile bir oğlanın aşkını anlatan Let Me In 2010 yapımı bir film. Kendisi “Let the Right One In” adlı filmin yeniden çekimi imiş ve ben bunu filmin yarısındayken öğrendim. Yani baştan belirtmek isterim ki orijinal versiyonunu izlemedim o yüzden herhangi bir karşılaştırmanın yersiz olacağını düşünmekteyim. Fakat okuduğum yorumlardan da diyebilirim ki tabii ki de orijinal versiyonu çok daha iyiymiş. IMDb’nin top 250 listesindeki ilk çekimini izledikten sonra muhtemelen bahsederim.
Yine de diyebilirim ki başlı başına iyi bir yapım. Konusu bakımından da diğer vampir filmlerinden biraz farklı. Başrol oyuncularının çocuk olması ve gerçekten başarılı bir performans göstermeleri de filmin başarısını körüklüyor, alevlendiriyor.
paylaş:

fucking åmål (1998)


Show Me Love
Yönetmen: Lukas Moodysson
Senaryo: Lukas Moodysson
Oyuncular: Alexandra Dahlström, Rebecka Liljeberg, Erica Carlson
Tür: Komedi | Dram | Romantik
Yıl: 1998
Süre: 89 dk.
Ülke: İsveç, Danimarka
Dil: İsveççe
Ödül: 19 ödül, 8 adaylık
IMDb puanı: 7.8/10
Metascore: 73/100

Åmål isimli küçük bir kasabada geçen hikâyede Agnes ve Elin adındaki iki genç kızın sevgisi anlatılır. Elin güzel, çekici, popüler, manken olmak isteyen ama her seferinde sıkılganlığını belli eden, hayattan bıkmış biri iken Agnes ise bir buçuk yıl önce taşındığı kasabaya hâlâ ayak uyduramamış, arkadaşı olmayan, üzgün, atarlı ama Elin’e deliler gibi âşık bir kız. Olaylar da Agnes’in on altıncı yaş günü partisinde başlıyor aslında. Annesinin zoruyla dağıttığı parti davetlerinden bir iş çıkmayacağını bildiği halde oturup birilerinin gelmesini bekliyor ailesi ile birlikte. Bu durumdan şikâyetçi olan ailen küçük bireyi, acıkmış, suratında hadi ama geleceklerse gelsinler bakışı var. Ve biri geliyor.
paylaş:

the dreamers (2003)


Yönetmen: Bernardo Bertolucci
Senaryo: Gilbert Adair(roman), Gilbert Adair
Oyuncular: Michael Pitt, Louis Garrel, Eva Green
Tür: Dram | Tarih | Romantik
Yıl: 2003
Süre: 115 dk.
Ülke: İngiltere, Fransa, İtalya
Dil: İngilizce, Fransızca
Ödül: 9 adaylık
IMDb puanı: 7.1/10
Metascore: 62/100

Öncelikle belirtilmelidir ki herkesin çok da seveceği bir film değil The Dreamers. Bu durum muhtemelen filmdeki “ensest” göndermelerden kaynaklanabilir. Lakin sevmeyecek ve filmi ağır bir dille eleştirecek olanlar için 68 kuşağının Fransa iskeletine politik bir yaklaşım da bu duruma eklenebilir. Çokbilmiş film eleştirmenlerinin ensesten çok bu politik bakış açısına değinmelerinden de anlayabiliriz ki “ben cinselliği takmıyorum ama bakın bu filmde bu anlatılmak istenilen durum nasıl da geri planda bırakılmış ve yanlış bir şekilde lanse edilmiş” gibi yorumlar yaparak kendilerini nasıl da kendi kazdıkları kuyuya sürükleyiverirler.
paylaş:

alt-üst


Lime lime doğranmış domatesin üzerine serpiştirilen bir tutam nane, biraz fesleğen ve sarımsak, üzerinde gezdirilen zeytinyağı, biraz tuz.
Sol cebimde bir kaset, kasetin içinde sesler, görüntüler, yatak odaları ve bedenler. Odalar çıplak, beyaz boyalı ve sokak lambaları.
Dışarıda kar yağıyor, yaz ayı, insanlar rüzgâra yenik, şemsiyeler rengârenk açılmışlar göğe doğru, birileri susuyor.
Masanın üzerinde bir kitap, kül tablası, dumanı tüten izmarit, küller… Masanın üzerinde bir el, kalem tutuyor ve altında bir kâğıt. Yazdıkça yazıyor.
Koltuğun üzerinde yarı çıplak bir vücut, uyuyor belli, göğsü inip inip kalkıyor, biz bilmezdik kalp ritmini, bize öğretmediler ve hıçkırmaların yastık altlarına gizlendiğini.
Karışık birkaç paragraf uzadıkça uzuyor saniyeler içinde, anlamsızlaştıkça hayat yazılanlara kulp takmak zorlaşıyor doğrusu, cevaplar hep anlamsız olunca ve anlatılanlar.
Gözlerinde rimeller azalmış, birazı yanaklarda, kirpikler olmadığı kadar kısa, günler bitmek bilmezken, susanlar var kuytu köşelerde ve sokaklar.
Koltuğun önünde bir masa, koltukta uyuyan bir beden, yarı-çıplak, masada bir tabak, tabağın içinde salata, üzerinde zeytinyağı gezdirilmiş, tuzlu ve nar ekşili.
Masanın üzerinde bir el, kalem tutmuş, anlaşılmaya çabalanan sözcükleri karalıyor bir güzel, ışıkların altında sadece o, sokaklarda lambalar var bir de. Göğüs inip inip kalkıyor.
Balkondan aşağıya bırakma hissi bedeni, beyinde bir yerlerde fareler, peynirler. Kemiriliyor. Düşünceler zaten yok olmuş, düşler, suskunluklar, çareler ve pişmanlıklar. Suçluluk kitabının yazarı ortada…
Caddelerde lambalar, kırmızı, sarı ve yeşil. Sokak lambaları acıyı anlar gibi başlarını eğmişler.
Koltukta oturan bir beden masaya ellerini koymuş bir şeyler karalıyor, masada bir kâğıt, kül tablası, çatal ve salata.
Koltuğun kenarına kıvrılmış bir beden uyuyor muhakkak, bize öyle olduğunu hiç öğretmediler, göğsü inip inip kalkıyor.
Dışarıda bir karmaşa, tufan belki.
Sol cebimde bir kaset, kasette görüntüler. Oturmuşum bir koltuğa, bir şeylerin kokusunu alıyorum, sarımsak mı bu?
Sigara sönmeye meyilli ben ölmeye. Yanımda yarı-çıplak bir beden, göğsü titriyor.
İki el masanın üstünde, sabit, bir el çatalı alıyor, ellerim sabit, kafamda fareler ve peynir, kemiriliyor, titreyen bir göğüs, inip inip kalkıyor, bir uzuv, iki lop, bir çatal, göğse giriyor, ellerim sabit, bir el var, bastırıyor, kalbe inen bir çatal, can çekişmeler, hıçkırıklar yastığın altında, bir el yastığın üstünde, bir kafa yastığın altında, ellerim masanın üstünde.
Artık uyumuyor fakat bu bize öğretilmemişti.
Ellerim masanın üstünde.
paylaş:

hostel: part 2 (2007)


Yönetmen: Eli Roth
Senaryo: Eli Roth
Oyuncular: Lauren German, Heather Matarazzo, Bijou Phillips
Tür: Korku | Gerilim
Yıl: 2007
Süre: 93 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Slovak, İtalyanca, Çek
Ödül: 4 adaylık
IMDb Puanı: 5.4/10

Hostel filminin devam niteliğindeki ikinci filmidir kendisi, psikopatlığa da doymamıştır. Bu kez ise başlarına dert gelecek kişiler bayandır. Fakat bu bayanlar bu kez daha masum sebeplerle Slovakya’da bulunurlar. Tabii ilk filmde de olduğu gibi sona kalan kurtulur.
Film ilkine göre daha bir sığ gibi fakat ilkini geçen sahneleri de yok değil. En baştaki sahne filme adapte olmamızı ve ilk filmde neler oldu-bittiyi hatırlamak ve de bağlantıyı kurmak için güzel bir sahne. Hatırlarsınız ilk filmdeki başkarakterimiz Puxton’dı maalesef bu filmin başında onun ölümünü seyrediyoruz.
İlk filmi geride bırakan bir diğer sahne ise Elizabeth Bathory göndermeli sahnedir. Tavana asılı bir beden, altta o bedenden çıkacak, fışkıracak olan kanlarla orgazm olmayı bekleyen bir kadın. Bu sahne de yine birinci filmin veremediği dehşeti veriyor.
Ama tüme bakıldığında kolaylıkla denebilir ki ilk film daha başarılı. Fakat sadece bu iki sahne için bile olsa izlenmeye değer bir vahşet filmidir kendisi.
Üstelik bu filmle ilk filmdeki neden ilişkisini ve olayın kurallarını da daha iyi öğrenmiş oluyoruz. Örneğin bu dümenleri çeviren şirketin dev gibi olduğunu, kurbanlarını açık arttırma ile sattığını öğreniyoruz.
Üstelik bu film işin biraz psikolojisine de el atıyor. Sahnelerin birinde parasını verdiği halde kurbanını doğrayamayan hatta vicdan azabı çeken bir kişiyi görüyoruz. Ve kurallardan biri parayı verdikten sonra kurbanını öldürmek zorunda olman olunca, yani öldürmeden adımını dışarı atamazsın olunca işler sarpa sarıyor. Aynı şekilde bu durumu hiç onaylamayan ama sinirine yenik düşen bir insanın nasıl da ölüm makinesine dönüştüğünü izliyoruz.
Filmin sonun da da paranın gücü bir anda ortaya yeniden çıkıveriyor. Ve insan da öldürme isteği doğuyor.

paylaş:

hostel (2005)


Yönetmen: Eli Roth
Senaryo: Eli Roth
Oyuncular: Jay Hernandez, Derek Richardson, Eythor Gudjonsson
Tür: Korku | Gizem | Gerilim
Yıl: 2005
Süre: 94 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Çekçe, Almanca, Slovak, Japonca, İspanyolca
Ödül: 4 ödül, 5 adaylık
IMDb Puanı: 5.8/10

Vahşetin ağır olarak işlendiği filmlerden biri Hostel. Konusu ise üç gencin sekse olan düşkünlüğünden başlarına gelen olaylar silsilesi. Yani şöyle, üç gencimiz arzuya o kadar açtırlar ki kendilerini bir anda Amsterdam’da bulurlar. Fakat ellerinde bir dişin kovuğunu dolduracak malzeme yoktur. Tanıştıkları bir çocuk onlara aslında olayın Slovakya’da olduğunu söyler. Seksle o kadar kafayı bozmuşlardır ki kendilerini bu sefer Slovakya’da bulurlar. Tabii işler onların istediği gibi gitmez. Teker teker kaybolan gençlerin en son tuzağa düşeni Paxton’dur. Genç çocuk arkadaşlarının ne hale geldiğini ancak kaçırıldığı sırada görür. Olay ise tamamıyla paranın konuştuğu bir zevk üçgeninden ibarettir. Garip bir şirket para karşılığında müşterilerine doğramaları için taze et bulmaktadır. Bunun için elindeki bayanların gücünü de kullanmaktadır. Aklı apış arasında olan gençlerimiz de bu bayanların tuzağına düşüverir ve teker teker yem olmak için kendilerini kuyunun dibine bırakıverirler.
Nasıl bir zevk anlayışı olduğunu hala çözemediğim durum ise şudur: adamlar para verip adam doğruyorlar. Bu kin ve nefret nasıl bir bastırılmış kişilik bozukluğundan ileri gelir?
Neyse, olaylar bu şekilde gelişir, bu esnada bol bol elektrikli testere, kopan bacak, kol, kesilen parmak, neşter, çekiç, bıçak, balta ve kerpeten görebiliriz. Bunların hepsi de canlı bir insan üzerinde garip zevk anlayışını meydana getiren bir araç olarak kullanılır.
Olayın sonunda da başkarakterimiz birkaç tarafı eksik olarak kurtulmayı başarır ve ona bunu yapanların peşine düşer. Peki, sonrasında ne olacaktır?

paylaş:

en iyi 50 öpücük



Listelerine bayıldığımız sitelerden biri olan Total Film’den yine bir listeyle karşınızdayız. Bu sefer ki konu “öpücük”. Tabii bu kelime bazen o kadar da masum olmuyor. Listede sadece bir erkek ve bir kadının öpücüğüne de şahit olmuyoruz. Tabii ki kadın ile kadın, erkek ile erkek ve hatta animasyonlarda yaratıklar, köpekler bile var. Site hangi sinemada geçtiğini, kim ile kim arasında yaşandığını, olayın özünü ve tutku mu romantizm mi olduğunu araştırmış. Biz sadece film ismini ve kimler arasında gerçekleştiğini yazıyoruz. Yazının devamındaki linkten orijinal yazıya göz atabilirsiniz. Aynı zamanda yazının sonuna sinema tarihindeki ilk öpüşme sahnesini de koyduk. 1896 yılına ait ortalama yarım dakikalık film The Kiss (aka The May Irwin Kiss) olarak biliniyor. Görüntüde öpüşenler ise May Irwin ile John Rice. İzlemeden geçmeyin.
İşte en iyi 50 öpücük:


50. Cinema Paradiso (1988)
Öpücük sahiplerini yazmak için uzun bir liste denmiş.

49. Fast Time At Ridgemont High (1982)
Brad Hamilton (Judge Reinhold) ve Linda Barrett (Phoebe Cates).

48. A Room With A View (1986)
Lucy Honeychurch (Helena Bonham Carter) ve George Emerson (Julian Sands).

47. Wild Things (1998)
Kelly Van Ryan (Denise Richards) ve Suze Toller (Neve Campbell).

46. From Russia With Love (1963)
James Bond (Sean Connery) ve Tatiana Romanova (Daniela Bianchi).

45. William Shakespeare’s Romeo + Juliet (1996)
Romeo (Leonardo DiCaprio) ve Juliet (Claire Danes).

44. My Girl (1991)
Thomas J. Sennett (Macauley Culkin) ve Vada Sultenfuss (Anna Chlumsky).

43. Sixteen Candles (1984)
Sam Baker (Molly Ringwald) ve Jake Ryan (Michael Schoeffling)

42. A Nightmare on Elm Street 3: Dream Warriors (1987)
Joey Crusel (Rodney Eastman) ve Marcie (Stacey Alden).

41. Pretty Woman (1990)
Edward Lewis (Richard Gere) ve Vivian (Julia Roberts).

40. Atonement (2007)
Cecilia Tallis (Keira Knightley) ve Robbie Turner (James McAvoy).

39. The Quiet Man (1952)
Sean Thornton (John Wayne) ve Mary Kate Danaher (Maureen O’Hara).

38. Bridget Jones' Diary (2001)
Bridget Jones (Renee Zellweger) ve Mark Darcy (Colin Firth).

37. The Goonies (1985)
Mikey Walsh (Sean Astin) ve Andy Carmichael (Kerri Green).

36. My Beautiful Laundrette (1985)
Omar (Gordon Warnecke) ve Johnny (Daniel Day-Lewis).

35. To Catch A Thief (1955)
Conrad Burns (Cary Grant) ve Frances Stevens (Grace Kelly).

34. Twilight (2008)
Bella Swan (Kristen Stewart) ve Edward Cullen (Robert Pattinson).
                                             
33. Guess Who's Coming To Dinner? (1967)
John Prentice (Sidney Poitier) ve Joey Drayton (Katharine Houghton).

32. Lost In Translation (2003)
Bob Harris (Bill Murray) ve Charlotte (Scarlett Johansen).

31. Rocky (1976)
Rocky Balboa (Sylvester Stallone) ve Adrian Pennino (Talia Shire).

30. Dirty Dancing (1987)
Johnny Castle (Patrick Swayze) ve Frances 'Baby' Houseman (Jennifer Grey).

29. Cruel Intentions (1999)
Kathryn Merteuil (Sarah Michelle Geller) ve Cecile Caldwell (Selma Blair).

28. The Shining (1980)
Jack Torrance (Jack Nicholson) ve… tamam, sadece durun ve görün.

27. Jerry Maguire (1996)
Jerry Maguire (Tom Cruise) ve Dorothy Boyd (Renee Zellweger).

26. Shrek (2001)
Shrek (Mike Myers) ve Princess Fiona (Cameron Diaz).

25. When Harry Met Sally (1989)
Harry Burns (Billy Crystal) ve Sally Albright (Meg Ryan).

24. An Officer and a Gentleman (1982)
Zack Mayo (Richard Gere) ve Paula Pokrifki (Debra Winger).

23. E.T. The Extra-Terrestrial (1982)
Elliott (Henry Thomas) ve isimsiz sınıf arkadaşı (Erika Eleniak).

22. Some Like It Hot (1959)
Sugar Kane Kowalski (Marilyn Monroe) ve Joe (Tony Curtis).

21. Amelie (2001)
Amelie (Audrey Tautou) ve Nino Quincampoix (Matthieu Kassovitz).

20. Ghost (1990)
Sam Wheat (Patrick Swayze) ve Molly Jensen (Demi Moore).

19. Mulholland Dr. (2001)
Camilla Rhodes (Laura Elena Harring) ve diğer Camilla Rhodes (Melissa George).

18. It's A Wonderful Life (1946)
George Bailey (James Stewart) ve Mary (Donna Reed).

17. Gone With The Wind (1939)
Rhett Butler (Clark Gable) ve Scarlett O’Hara (Vivien Leigh).

16. Raiders of the Lost Ark (1981)
Indiana Jones (Harrison Ford) ve Marion Ravenwood (Karen Allen).

15. The Princess Bride (1987)
Westley (Cary Elwes) ve Buttercup (Robin Wright).

14. Vertigo (1958)
Scottie Ferguson (James Stewart) ve Judy Barton (Kim Novak).

13. Four Weddings and a Funeral (1994)
Charles (Hugh Grant) ve Carrie (Andie McDowall)

12. Breakfast At Tiffany's (1961)
Holly Golightly (Audrey Hepburn) ve Paul Varjak (George Peppard).

11. The Godfather Part 2 (1974)
Michael Corleone (Al Pacino) ve kardeşi Fredo (John Cazale).

10. Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2 (2011)
Ron Weasley (Rupert Grint) ve Hermione Granger (Emma Watson).

9.Titanic (1997)
Jack Dawson (Leonardo DiCaprio) ve Rose DeWitt Brubaker (Kate Winslet).

8. Lady and The Tramp (1955)
A classy cocker spaniel (Lady) ve a mongrel (Tramp).

7. Brokeback Mountain (2005)
Ennis del Mar (Heath Ledger) ve Jack Twist (Jake Gyllenhaal).

6. Casablanca (1942)
Rick Blaine (Humphrey Bogart) ve Ilsa Lund (Ingrid Bergman).

5. Spider-Man (2002)
‘Spiderman’ aka Peter Parker (Tobey Maguire) ve Mary Jane Watson (Kirsten Dunst).

4. The Notebook (2004)
Allie Hamilton (Rachel McAdams) ve Noah Calhoun (Ryan Gosling).

3. Back To The Future (1985)
George McFly (Crispin Glover) ve Lorraine Baines (Lea Thompson).

2. The Empire Strikes Back (1980)
Scoundrel Han Solo (Harrison Ford) ve Princess Leia Organa (Carrie Fisher).

1. From Here To Eternity (1953)
Milton Warden (Burt Lancaster) ve Karen Holmes (Deborah Kerr).

Yazının aslını buradan okuyabilirsiniz.
Ve işte sinema tarihinin ilk öpüşme sahnesi, The Kiss.

paylaş:

ölüm pornosu | chuck palahniuk


Snuff.
Feci derecede sakıncalı bir kitap! Chuck Palahniuk gibi edepsizler, terbiyesizler olmasa aslında hayatımız sütten çıkmış ak kaşık ya da “kaşağı” kıvamında olabilir. Çünkü Kaşağı gibi, Eylül gibi kitaplar anlatıyor aslında yaşadıklarımızı. Bizim kültürümüzde ne porno vardır ne de fetiş. Ağzımızdan küfür bile çıkmaz aslında. Üstelik biz yılbaşının gelmesini sarışın hatunları okşamak için isteriz. Çünkü onların saçları tam da okşanmak içindir. Yani anlatılanların dışına çıkılıyorsa hep bu Palahniuk yüzünden, hep onu okuyanlar yüzünden. Yoksa dediğim gibi, cillop gibi insanlarız. Üzerimize krema sıkılıp yalanmalıyız, o derece!
Şaka bir yana açılan toplatılma davasının sadece adında “porno” kelimesinin geçmesinden dolayı olduğunu inatla düşünmekteyim. Yoksa adı başka bir şey olsaydı eminim ki sıyrılıp giderdi. Yoksa kitapta bahsedilen ya da en azından kullanılan kelimelerden daha ağırları başka kitaplarda mevcut. Ve işin ilginç yanı dünya üzerinde en iyi yazarlar arasında kabul edilen, kitapları çok satan, yeraltı edebiyatına derin katkıları bulunan Chuck Palahniuk için bu söz konusu. Çünkü burası Türkiye ve burada Palahniuk’a bile dava açılır.
Gerçi ülkemizde sadece kitaplar “ucube” olarak görülmüyor. Heykeller de bundan nasibini alan sanat eserleri arasında.
Ve aslında Palahniuk bize Gösteri Peygamberi’nde bir şeyler demek istiyor:
paylaş:

martyrs (2008)


Yönetmen: Pascal Laugier
Senaryo: Pascal Laugier
Oyuncular: Morjana Alaoui, Mylène Jampanoi, Catherine Bégin
Tür: Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2008
Süre: 99 dak.
Ülke: Fransa | Kanada
Dil: Fransızca
Ödül: 3 ödül
IMDb puanı: 7/10

Martyrs’i iki parçaya bölüp incelemek sanırım en doğru şey. Şöyle ki, ilk bölüm akıllara zarar sahnelerle doruk noktasına ulaşan, gerilim yüklü ve bu gerilim de izleyicinin istediklerini tam anlamıyla verebilen bir ilk bölüm. Ne olduğu yavaş yavaş anlaşılan, ortada deli olarak görülen bir kız, kızın yaşadıkları, gerçekle kızın hayal dünyası arasında geçişler, karar verme süreci ve bol kanlı sahneler.
Lucie adlı kız, küçükken alıkoyulur ve işkenceye tabi tutulur. Bir şekilde kurtulur fakat aynı işkenceleri gören başka bir kızı kurtarma şansı hiç olmaz. Arkasına bakmadan kaçar. Kurtaramadığı diğer kız bundan sonraki hayatında adeta bir hayalet gibi çıkagelir ve ona en akla yatmayan işkenceleri yaşatır. Ona yardımcı olan tek kişi Anna’dır. Anna onu sever, ona deli gözüyle bakmaz, sırlarını öğrenir. Ve bu şekilde 15 yıl geçer, kızlar büyür.
paylaş:

en iyi 50 harry potter karakteri


J.K. Rowling’in dünyayı sarsan kitabından beyaz perdeye aktarılan, milyonların en iyi fantastik filmi olarak görülen Harry Potter serisi son filmiyle tarihe geçmiş bulunmakta. Fenomen haline dönüşen film kimilerine göre kitaptan biraz sapsa da izleyenlerin çoğu için izlendiği dakikalarda tam da istenilen duyguları izleyiciye vermekte. Kitap mı daha iyi film mi daha iyi soruları bir yanda dursun Total Film sitesi hem yazarını, hem yapımcılarını hem de oyuncularını zengin eden Harry Potter serisinde bulunan karakterleri tek tek incelemiş ve en iyi 50 karakteri belirlemiş. Sitede karakterlerin incelenişini, hangi oyuncunun bahsi geçen karakteri hayata geçirdiğini bulabilirsiniz. Sonuna gelinen film için işte en iyi 50 Harry Potter karakteri:
paylaş:

memento (2000)


Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Jonathan Nolan(kısa öykü), Christopher Nolan
Oyuncular: Guy Pearce, Carrie-Anne Moss, Joe Pantoliano
Tür: Suç | Dram | Gizem | Gerilim
Yıl: 2000
Süre: 113 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 2 Oscar’a adaylık, 42 ödül, 33 adaylık
IMDb puanı: 8.7/10
Top 250: #30
Metascore: 80/100

Öncelikle söylenecek bir şey varsa o da bu filmin nasıl anlatılabileceği üzerine. Bir yerden başlanacak olursa o da konu sanırım. Memento’da anlatılan konu özetle şu: Leonard Shelby, evine yapılan korkunç saldırıda karısını kaybeder ve bu esnada başına aldığı darbenin etkisiyle “balık hafıza” olarak nitelendirebileceğimiz hafızaya sahip bir insan olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalır. Tabii karısının katilini aramak için durmayacak ve iz sürmeye başlayacaktır. Ona bu yolculukta elindeki polaroid makinesi, fotoğrafların altına düştüğü kısacık notlar ve vücudundaki dövmeler yardımcı olacaktır.
paylaş:

jumanji (1995)


Yönetmen: Joe Johnston
Senaryo: Chris van Allsburg (kitap), Jonathan Hensleigh, Greg Taylor, Jim Strain
Oyuncular: Robin Williams, Kirsten Dunst, Bonnie Hunt
Tür: Macera | Aile | Fantastik | Gerilim
Yıl: 1995
Süre: 104 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Fransızca
Ödül: 3 ödül, 8 adaylık
IMDb puanı: 6.5/10
Metascore: 39/100

Bir oyun düşünün ki sizi gerçek hayattan koparıp oyunun içine hapsetsin, içinden filler, zebralar fırlasın, evlerin içinde uzun uzun bambuların çıkmasına sebep olsun, bir anda kuyruklu olmanıza, kocaman sivrisinekler tarafından ısırılmanıza, bastığınız zeminin kuma dönüşüp dibe doğru çekilmenize sebep olsun. Bu öyle bir oyun ki eğer başladıysanız bitirmek zorundasınız, sorulan bilmeceleri çözmeniz ve lanetten kurulmak tek kaçış yolunuz. Hata yaparsanız, cezalandırılırsınız, hile yaparsanız yine cezalandırılırsınız. Üstelik oyun tam da hayattan sıkılanlar ve ondan sıkılanlar için.
Çocukluğun en sevilen filmlerinden biri olan Jumanji enerjisiyle izleyiciyi kendine hapsederken yer yer korkutmayı da başarıyor ve bitmek bilmeyen geri dönüşler, tekrarlamalarla da heyecanı bir an olsun elinden bırakmıyor.
Filmde kendisini Spider-Man serisinden tanıdığımız Kirsten Dunst’ın küçüklüğünü de görmekteyiz.
Film her ne kadar çocuk filmi olarak görülse de bence her yaşta izlenebilir bir özelliği var, üstelik zamanına göre çekim kalitesi ve efektler de yerinde. İzlerken sıkmıyor, bittiğinde insanda böyle bir oyun gerçekten olsa, keşke, dedirtiyor. Fakat gerçekten böyle bir oyun olsa kim cesaret edebilir ki bilerek oyunu oynamaya?
Filmden birkaç bilmece ise şöyle, cevapları ise filmin içinde:
“ormandan çıkamazsın sen, zar beş ya da sekiz gelmeden.”
“dişleri var, keskin, hoşuna gider lezzetin, hızlı hareket etmelisin, kendi iyiliğin için.”

paylaş:

fight club'ı jane austen yazsaydı


En bilindik filmlerden biridir Fight Club, yeraltı edebiyatı örneklerinden biridir ayrıca kült bir yapımdır. Kitabın yazarı Chuck Palahniuk, muhteşem insan, bakış açısı, Gösteri Peygamberi’nden anladığımız kadarıyla da temizlik konusunda aşmış insan. Jane Austen ise en bilineniyle Aşk ve Gurur’un yazarı. Aşkı anlatan kadınlardan anlayacağınız. Chuck Palahniuk pek bir vurdulu kırdılı gözüküyor, yeraltı edebiyatının getirdiklerinden de fazlasıyla yararlanıyor. Küfretmekten çekinmiyor. Jane Austen ise romantizmi doruklarda yaşıyor, onun dilinde değil küfür kavga bile yok. Peki eğer Fight Club’ı aşkı anlatan kadın, aynı Aşk ve Gurur’daki gibi hanımefendilerin dilinden yazsaydı nasıl olurdu? İşte onun cevabı. Birileri düşünmüş ve bu videoyu çekmiş.
paylaş:

reservoir dogs (1992)


Yönetmen: Quentin Tarantino
Senaryo: Quentin Tarantino, Roger Avary(radyo diyalogu)
Oyuncular: Harvey Keitel, Tim Roth, Michael Madsen, Steve Buscemi
Tür: Suç | Gizem | Gerilim
Yıl: 1992
Süre: 99 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 8.4/10
Top 250: #65
Ödül: 8 ödül, 6 adaylık
Quentin Tarantino’nun soyguncular neler hisseder ve onların psikolojisi nasıldır gibi sorulara cevap verdiği filmi Reservoir Dogs. Kompleks diyalogları güldürürken, kana bulanmış zeminlerde adete insan beynini kaydırıyor. Kadın ihtiva etmeyen filmlerin arasında olmasına rağmen orgazmın doruklarına adeta basit konusuyla çıkarıyor.
Film, beş kişiden oluşan bir soygun ekibinin, polislerin olay yerine erken gelmesinden kaynaklanan başarısızlıktan sonra içlerinden birinin köstebek olduğunu düşünüp, o köstebeği ortaya çıkarma serüvenini konu edinir. Profesyonel bir ekip olduğundan gerçek isimler yerine renklerden oluşan isimleri kullanırlar. Filmdeki komik diyaloglardan biri de bu isimlerin belirlenmesi sahnesinde geçer. Çünkü kimse Mr. Pink olmak istemezken, herkesin dileği Mr. Black olmaktır.
Suç işleyen insanların bir diğer yönünü görmemizi de sağlayan film her ne kadar Tarantino’nun ilk filmi olarak gösterilse de aslında Reservoir Dogs üçüncü filmidir. İlk film Love Birds in Bondage’dır fakat tamamlanamamıştır. İkinci film olan My Best Friend’s Birthday 69 dakikalık bir kısa filmdir fakat çok da başarılı olduğu söylenemez, herkesin kabulü de böyle bir yönetmenin sinema camiasına böyle kült sayılacak bir filmle başladığıdır.
paylaş:

trick 'r treat (2007)


Yönetmen: Michael Dougherty
Senaryo: Michael Dougherty
Oyuncular: Anna Paquin, Brian Cox, Dylan Baker
Tür: Korku | Komedi | Gerilim
Yıl: 2007
Süre: 82 dak.
Ülke: A.B.D.
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 7.0/10

Ülkemizde Cadılar Bayramı Katliamı olarak gösterime girmiş Amerikan korku filmi. Aslında izlenildiğinde çok da korkutmadığı anlaşılıyor. Filmin güzel yani farklı hikâyeleri birbirine bağlama özelliği. Aynı gecede geçen dört farklı olay ve bunların bağlanma şekilleri başarılı.
Olay cadılar bayramı gecesi, cadılar bayramı kurallarına sıkı sıkıya bağlı bir kasabada geçer. Öyle ki balkabakları içinde yanan mumların onları kötülükten koruduğuna inanırlar ve eğer mum sönerse kötülükle yüz yüze gelebileceklerini sanırlar. İlk sahnelerde cadılar bayramından biraz usanmış gibi görülen bir bayan mumlardan birini söndürür ve sevgilisi tarafından uyarılır. Bahçedeki beyaz çarşafları toplarken de öldürülür. Onu öldüren ise filmin sonlarına doğru yüzü görülen muhtemelen bir yaratıktır. Nereden geldiği ise belli değildir. Kafası çuvalla örtülü beş yaşında bir çocuğun uzunluğunda boyu ve turuncu kostümüyle aslında sevimli bile sayılır. Cinayet silahı olarak kullandığı nesne de yalama şekeridir.
paylaş:

kafkaesk porno


“Seninle seks yapmak, Kafkaesk bir deneyim” diyordu ‘Annie Hall’ filminde Diane Keaton, Woody Allen’a… Filmdeki seksin neye benzediğini görmüştük. Pek bi’ şeye benzemiyordu. Yine de Kafkaesk seks nedir diye merak etmiştik. ‘Bi’ şeye benzemeyen seks’ olamazdı. Neydi peki, neydi?

Haberi okumuşsunuzdur; ‘Dönüşüm’, ‘Dava’, ‘Şato’ gibi romanların yaratıcısı Franz Kafka’nın yıllardır British Library’de korunan porno arşivi nihayet gün ışığına çıkıyormuş. Yani akademisyenlerin yarı-aziz imajı biçtikleri bu adamın insan olduğunu, ‘ayıp şeyler de yapabildiğini’ öğrenip kendi insanlığımızı hoş görmeye başlayabilecekmişiz. (Ben James Joyce’un karısına yazdığı şu açık saçık, ahlaksız mektupları çoktan okudum, yani insanlığımı zaten hoş görüyorum.)
paylaş:

srpski film (2010)


A Serbian Film.
Yönetmen: Srdjan Spasojevic
Senaryo: Aleksandar Radivojevic, Srdjan Spasojevic
Oyuncular: Srdjan Todorovic, Sergej Trifunovic, Jelena Gavrilovic
Tür: Yetişkin | Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2010
Süre: 104 dk.
Ülke: Sırbistan
Dil: Sırpça
IMDb puanı: 5.8/10
Biz 7/10 verdik.

Genel olarak olaydan bahsetmek gerekirse, film bir çocuğun porno izlemesiyle başlıyor. İşin trajikomik yanı ise babasının odaya girmesiyle ortaya çıkıyor. Çünkü çocuk babasının bir zamanlar içinde bulunduğu bir pornoyu izlemektedir. Baba, porno sektöründen emekli fakat parası her geçen gün daha da azalan ama bunun yanında eski pişmanlıklarını unutmuş, ailesine bağlı biridir. Anne, eşini tüm ayıplarına ya da günahlarına göz yumarak kabullenmiş, aklı başında güzel bir bayandır. Baba karakterinin kardeşi ise polisliği meslek edinmiş bir kişidir. Anne karakterinin değişiyle kendisi kötü polis yerine pislik bir porno yıldızını seçmiştir.
Ailenin çocuğu ise ergenlik kavramının daha çok başlarında, kendi vücudunu keşfe çıkmış bir küçüktür.
Olay eski işinden garip bir teklif gelmesiyle başlar. Ucunda kaçırılmayacak, tepilmeyecek miktarda para vardır ve baba karakterinin yapması gereken kameraların önünde soyunmak ve düzmektir. Aynı yıllar önce yaptığı gibi. Tabii sadece bu onun düşünceleridir. Çünkü sırf “doğal” görünmesi için asıl konunun ne olduğu söylenmemiştir.
paylaş:

snip (2008)


Yönetmen: Julien Zenier
Senaryo: Julien Zenier
Oyuncular: Zoe Berriatúa
Tür: Kısa
Yıl: 2008
Süre: 11 dk.
Ülke: İspanya
Dil: İspanyolca (diyalog yok)
IMDb puanı: 5.5/10 (28 kişi)
Biz 29.kişi olarak 9/10 puan verdik.

Çıplaklık, kan, vahşet… Anlatılmak istenilen bunlar mı yoksa sadece gördüklerimizden ne derece etkilendiğimiz mi?
Hiçbir muhabbet olmadan, düşünmeden, tepki vermeden karşısında oturduğu televizyonu izleyen bir adam, değişen kanallar, değişen vahşet görüntüleri, porno, vücuda verilen önem, biçilen değer. Seçme özgürlüğünün sadece kumandanın kapama düğmesine basılması kadar basit gösterimi ve sonrasında olacaklar. Etkilenme, kendi bedenimize duyduğumuz güven, verdiğimiz değer.
paylaş:

chuck palahniuk, bir 'manken' ve ölüm pornosu


İstanbul Başsavcılığı tarafından hakkında muzır soruşturması açılan Ölüm Pornosu’nun (Snuff) çevirmeni Funda Uncu, ifade vermesi için Bodrum Karakolu’na çağrıldı. Ve karakolda yaşadıkları gazetelerin birinci sayfalarına taşındı. “Utanmıyor musun böyle şeyler yazmaya?” diye soruldu ona, “Manken filan mısın yoksa?” dendi. Aşağıda Füsun Saka’nın bir zamanlar Kurban grubunun menajerliğini de yapan Uncu’yla sıcağı sıcağına yaptığı söyleşiyi okuyacaksınız. Ama ben esas şunu merak ediyorum, Chuck Palahniuk bu traji-komik hikayeyi duysa, kitabının Türkiye’deki ulusal gazetelere manşet olduğunu, milletin günlerce bunu konuştuğunu, çevirmeninin “manken” diye aşağılandığını ve geri kalan tüm saçmalıkları öğrense ne derdi acaba… (egoistokur.com)


Chuck Palahniuk’un Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Ölüm Pornosu” (Snuff) adllı kitabın çevirmenisiniz, kitabın müstehcen öğeler içerdiği iddiasıyla başlatılan soruşturmada ifade vermeniz gerekti. Bu süreci anlatır mısınız?

paylaş:

en vahşi 10 film


Beyaz perdeyi kana bulayan, tüm zamanların en vahşi, en şiddetli ve en kanlı 10 filmi seçilmiş. Araştırmayı yapan adres FilmSchoolRejects. Yayınlanan liste ise şöyle:


“The Texas Chainsaw Massacre-Teksas Katliamı/1974″ (Tobe Hooper),
“Hostel-Otel/2006″ (Eli Roth),
“Haute Tension-Yüksek Tansiyon/2003″ (Alexandre Aja),
“The Last House on the Left-Soldaki Ev/1972″ (Wes Craven),
“I Spit on Your Grave-Mezarına Tüküreceğim/1978″ (Meir Zarchi),
“A Clockwork Orange-Otomatik Portakal/1971″ (Stanley Kubrick),
“Saw-Testere/2004″ (James Wan),
“Cannibal Holocaust-Yamyamlar Cehennemi/1980″ (Ruggero Deodato),
“Two Thousand Maniacs-İki Bin Manyak/1964″ (Herschell Gordon Lewis) ve
“The Hills Have Eyes-Tepenin Gözleri/2006″ (Alexandre Aja).

Yönetmen Tobe Hooper’ın ikinci filmi olan 1974 yapımı “Teksas Katliamı”, görsel anlamda vahşi şiddet yüklü bir film. Filmde, beş kurban yamyam bir ailenin eline düşer. Bu film zamanında yasaklanmıştı. Elinde elektrikli testereyle sürekli birilerini kovalayan aile testereyle insanları biçiyor. Eli Roth’un yönettiği yeni tarihli “Hostel-Otel” filminde vahşi işkence sahneleri vardı. Film, Slovakya’da geçiyor. Listede genç Fransız yönetmen iki filmiyle yer alıyor. İlki 2003 yapımı “Yüksek Tansiyon” filmi. Bu film yasaklanmıştı. Dean R. Koontz’un “Intensty” adlı romanından uyarlanan filmin şiddet düzeyi çok sarsıcı.
Aja’nın listedeki diğer filmi “Tepenin Gözleri” filmi. Bu filmde şiddet öyle sert ki, yer yer bu şiddetten dolayı insan perdeye bakmakta zorlanıyor. New Mexico çöllerinde geçen hikayede kanlar neredeyse kameraya yapışıyor Aja’nın filminde. Çağdaş korku sinemasının önemli adlarından Wes Craven’ın ilk filmi olan 1972 yapımı “Soldaki Ev”de, bir grup katil kızları kesip biçiyor filmde. İşkence, tecavüz ve şiddetin her türlüsü bir gece boyunca sürüyor.
Meir Zarchi’nin 1978 yapımı “Mezarına Tüküreceğim” için şiddet sinemasının “kült” filmlerinden deniliyor. Dört adam tarafından alıkonulup tecavüze uğrayan bir kadının, olaydan sonra kaçmayıp tek tek bu adamları öldürmesi üzerine kurulu. Beyazperdede görülebilecek en şiddet yüklü sahneleri içeriyor film. Kadın, bu adamları silahla tek vuruşta öldürmüyor. Çünkü bunu hak etmiyorlar ve intikam soğuk yenen bir yemek. Elbette seyircinin midesi kaldıramıyor filmdeki birçok sahneyi.
Stanley Kubrick’in 1971′de Anthony Burgess’ın romanından uyarladığı “Otomatik Portakal”, şiddeti iki taraflı gösteriyor. Önce birey, sonra devletin şiddeti yansıyor perdeye. Her ikisi de vahşice. Alex, Beethoven’ın “9. Senfonisi”ni dinleyerek şiddet saçıyordu “Otomatik Portakal”da. James Wan’ın yönettiği “Testere”de birbirini tanımayan iki adam, pis bir banyoda zincirlenmiş olarak uyanırlar. Manyak bir adamın kurbanı olduklarını hemen anlarlar çok geçmeden. Ardından şiddet uç noktalara ulaşıyor filmde. “Testere”yle ilk yönetmenlik deneyimini gerçekleştiren Wan, bu filminin sinema tarihinin en iyi korku filmi olduğunu söylüyor.
İtalyan Ruggero Deodato’nun “Yamyamlar Cehennemi” filminde hayvanlar diri diri kesiliyorlar. Bu yüzden film yasaklanmış. Kaplumbağalar canlıyken kabuğu çıkartılıyor ve içi deşiliyor. Tecavüzler, kazığa oturtmalar, insan deşme görüntüleri, çürümüş ölü insan bedenleri vs. Herschell Gordon Lewis’in 1964 yapımı “İki Bin Manyak” da döneminin korkutucu filmlerinden biri olarak değerlendiriliyor.

KorkuSitesi için yazan devilboy.

paylaş: