Show Me Love
Yönetmen: Lukas Moodysson
Senaryo: Lukas Moodysson
Oyuncular: Alexandra Dahlström, Rebecka
Liljeberg, Erica Carlson
Tür: Komedi | Dram | Romantik
Yıl: 1998
Süre: 89 dk.
Ülke: İsveç, Danimarka
Dil: İsveççe
Ödül: 19 ödül, 8 adaylık
IMDb puanı: 7.8/10
Metascore: 73/100
Åmål isimli küçük bir kasabada geçen hikâyede
Agnes ve Elin adındaki iki genç kızın sevgisi anlatılır. Elin güzel, çekici,
popüler, manken olmak isteyen ama her seferinde sıkılganlığını belli eden,
hayattan bıkmış biri iken Agnes ise bir buçuk yıl önce taşındığı kasabaya hâlâ ayak uyduramamış, arkadaşı olmayan, üzgün, atarlı ama Elin’e deliler gibi âşık
bir kız. Olaylar da Agnes’in on altıncı yaş günü partisinde başlıyor aslında. Annesinin
zoruyla dağıttığı parti davetlerinden bir iş çıkmayacağını bildiği halde oturup
birilerinin gelmesini bekliyor ailesi ile birlikte. Bu durumdan şikâyetçi olan
ailen küçük bireyi, acıkmış, suratında hadi ama geleceklerse gelsinler bakışı var. Ve biri geliyor.
Evin baba karakteri ipi göğüsleyen tek
kişi, annenin olayların içinde gibi görünüp aslında olayı çok da umursamıyor
tavırları izleyeni çileden çıkarıyor. Baba karakteri kızın yanına gidiyor,
anlatıyor, dertleri dinliyor, yüreklendiriyor, incitmeden doğruları söylüyor. İlerleyen
sahnelerde de bunu fark ediyoruz. Kızının okuduğu kitabı merak ediyor, kitaptan
bahsediyor hatta içinden dizeler bile mırıldanıyor. Fakat anne karakterine
baktığımızda daha doğum gününde bile kızının vejetaryen olduğunu bile bile
misafirlerine etli yemek hazırlıyor. Kızının hiç arkadaşının olmadığını bile
bile davetiye bastırıyor ve parti düzenlemesini ve arkadaşlarını davet etmesini
söylüyor. Belki de kızının hiç arkadaşının olmadığının farkında bile değil. Hatta
filmin çok ilerilerinde lezbiyenlikten bahseden ve cinsel bir tercih olduğunu,
kesinlikle hastalık gibi görülememesini, doğal olduğunu savunan anne karakteri
kızının lezbiyen olduğunu duyunca telaşlanıyor, hatta kızının özel hayatına
tecavüz ediyor; yazılarını, günlüğünü okuyor. Bir de gelip bunu kızına
söylüyor, onun için endişelendiğini dile getiriyor.
Olayın başlangıcı yani doğum günü partisine
dönecek olursak da arkadaşı gibi görünen aslında hiç değeri olmayan kız eve
gittikten ve babası Agnes’i az da olsa yumuşattıktan sonra yemek yemeye
koyulduklarında yeniden kapı çalıyor. Gelenler ise aslında cezalı olan ve
dışarı çıkma yasağına uymayan Elin ve kardeşi. Agnes kendisine çeki düzen
verdiği sırada onun odasına geçen kızlar onun durumunu öğreniyorlar ve kendi
aralarında iddiaya giriyorlar. Ve Agnes içeri girdikten sonra zaten her bir şeye meyilli olan ve kendini garip ve farklı olarak gören Elin, Agnesi
öpüyor ve hemen kaçıyor. Şakadan ibaret bir olayın aslında bir insanın hayatını
bitirebileceğini anlıyoruz bu sahnede. Elin yaptığından pişman, çünkü geri
dönüp özür dilemek istiyor ama kardeşi onu tutuyor. Agnes ise bu sırada
bileklerini kesmekle meşgul.
Yine de Elin durmuyor ve geri geliyor, cama
taş atıyor, içeri giriyor, özür diliyor. Bu belki de Agnes için daha zor bir
dönemin başlangıcı oluyor, çünkü Elin’e daha sıkı bağlanıyor. Ve kendisinin de
günlüğüne yazdığı gibi, “onu sonsuza kadar seveceğim ama canımı en çok acıtan
da o.”
Filminde bundan sonra çalkantılı bir dönem başlıyor; kendi kimliğinden kaçan ve ona buna saran Elin, iğneleyici bakışlara maruz
kalan ve içine daha çok kapanan Agnes ve okul ve okulun ergenleri.
Filmin en güzel ve izleyeni içine alan,
oraya hapseden yanı kesinlikle doğallığı. Diyaloglar tam da bizim söylediğimiz,
konuştuğumuz dilden, liseli zamanların kıskançlıkları, tiripleri, zamanın cep
telefonu modelleri ve sidik yarışları. Aptal beyinliler her yerde mevcut.
En güzel sahne birkaç saniyeden oluşuyor, o
da bir rüyadan ibaret. Masalara oturmuş öğrenciler, saçları yüzüne düşmüş Elin
ve bir anda kafalar çevriliyor, herkes Agnes’e bakıyor, gözler Agnes’i izliyor,
Agnes gelip Elin’in saçlarını okşuyor, kulağının arkasına atıyor ve yanağını
Elin’in yanağına yaslıyor, herkes onlara bakıyor ama yaptıkları şeyden hiç
pişmanlık duymuyorlar. Ve Elin uykusundan uyanıyor.
En iyi anlatılan sahne ise sevgili
kavramının ilk anları, ilk dakikalar. Yatakta oturmuşlar ellerinde Elin’in
hazırladığı çikolatalı süt. İçiyorlar. Elin anlattıkça anlatıyor, kardeşine
yaptığı çikolatalı sütten bahsediyor, çikolata ve sütün miktar uyuşmazlığından
bahsediyor, böyle bir durumda neler yapılabilir, çare ne olmalıdır, bardağa
boşaltmak mı yoksa süt mü eklemek, hepsine değiniyor ve en önemlisi de
saçmaladığının farkında. Karşı taraf ise sadece susup bekliyor. Bu durum bu
kadar güzel ve doğal anlatılamazdı.
En çılgın sahne ise Elin'in Agnes'e kasabalarında aslında hiç de iyi kızların olmadığını Stockholm'e gitseler orada muhteşem kızları bulabileceğini söylediği sahne. On mu beş mi deyip beş arabada karar kılıp, eğer beş arabadan biri durursa otostopla Stockholm'e gideceklerini birbirlerine söyledikleri sahne. Ve araba duruyor da. Kalp ritmi bile artıyor insanın.
Sözün kısası dört dörtlük bir film,
müzikleri güzel ve olduğu gibi.
0 YORUM:
Yorum Gönder