Senaryo:
Quentin Tarantino, Roger Avary(radyo diyalogu)
Oyuncular:
Harvey Keitel, Tim Roth, Michael Madsen, Steve Buscemi
Tür: Suç |
Gizem | Gerilim
Yıl: 1992
Süre: 99
dak.
Ülke: ABD
Dil:
İngilizce
IMDb
puanı: 8.4/10
Top 250:
#65
Ödül: 8 ödül, 6 adaylık
Quentin
Tarantino’nun soyguncular neler hisseder ve onların psikolojisi nasıldır gibi
sorulara cevap verdiği filmi Reservoir Dogs. Kompleks diyalogları güldürürken,
kana bulanmış zeminlerde adete insan beynini kaydırıyor. Kadın ihtiva etmeyen
filmlerin arasında olmasına rağmen orgazmın doruklarına adeta basit konusuyla
çıkarıyor.
Film, beş
kişiden oluşan bir soygun ekibinin, polislerin olay yerine erken gelmesinden
kaynaklanan başarısızlıktan sonra içlerinden birinin köstebek olduğunu düşünüp,
o köstebeği ortaya çıkarma serüvenini konu edinir. Profesyonel bir ekip olduğundan
gerçek isimler yerine renklerden oluşan isimleri kullanırlar. Filmdeki komik
diyaloglardan biri de bu isimlerin belirlenmesi sahnesinde geçer. Çünkü kimse
Mr. Pink olmak istemezken, herkesin dileği Mr. Black olmaktır.
Suç
işleyen insanların bir diğer yönünü görmemizi de sağlayan film her ne kadar
Tarantino’nun ilk filmi olarak gösterilse de aslında Reservoir Dogs üçüncü
filmidir. İlk film Love Birds in Bondage’dır fakat tamamlanamamıştır. İkinci
film olan My Best Friend’s Birthday 69 dakikalık bir kısa filmdir fakat çok da
başarılı olduğu söylenemez, herkesin kabulü de böyle bir yönetmenin sinema
camiasına böyle kült sayılacak bir filmle başladığıdır.
Angryalien.com
adresinin tavşanlarla anlattığı 30 saniyelik Reservoir Dogs için ise burayı
tıklayabilirsiniz.
Bu da
filmin ilk sahnesindeki diyalog:
mr brown: durun size like a virgin'in ne
hakkında olduğunu söyleyeyim. şarkı, kocaman aletli bir adamla düzüşen bir kız
hakkında. şarkının tamamı büyük çüklerle ilgili bir metafor.
mr blonde: hayır. şarkı savunmasız bir kızı anlatıyor. kız daha önce birkaç kez düzüşmüş. sonra da duyarlı bir adamla tanışıyor.
mr brown: ha ha ha. yavaş gel dostum. git bu saçmalıkları turistlere anlat. like a virgin tabii ki duyarlı bir adamla tanışan hoş bir kız hakkında değil. bu true blue'nun hikayesi. tamam true blue bunu anlatıyor, kimse itiraz edemez.
mr orange: true blue hangisiydi?
nice guy eddie: true blue madonna'nın en büyük hitlerindendi. bu popçu saçmalıklarını takip etmeyen ben bile en azından true blue'yu duydum.
mr orange: bak gerzek, sana şarkıyı hiç duymadım demedim. sadece şarkının hangisi olduğunu sordum. dünyadaki en büyük madonna hayranı olmadığım için beni affet.
mr pink: ben şahsen madonna'sız yapabilirim.
mr blue: ben eski işlerini severim. lucky star, borderline... ama şu papa don't preach dönemine girdikten sonra dinlemeyi bıraktım.
mr brown: hey durun ne diyeceğimi unutturdunuz. ne diyodum ben?
mr pink: true blue'nun iyi bir adamla tanışan hassas bir kız hakkında olduğundan; ama like a virgin'in büyük çükler hakkında bir metafor olduğundan bahsediyordun.
mr brown: size like a virgin'in hikayesini söyleyeyim. şarkı, tam bir düzüşme makinesi olan bir şıllık hakkında. yani, sabah, öğlen, akşam, gece... çük çük çük çük çük çük çük çük çük...
mr blue: kaç tane çük etti bu?
mr white: bir sürü...
mr brown: sonra bu şıllık bir gün şu john holmes kılıklı herifle tanışıyor, ve dostum... bu herif tıpkı the great escape'teki charles bronson gibi. sürekli tünel kazıyor. şimdi bizim şıllık ciddi bir çükle karşı karşıya ve daha önce hiç hissetmediği bir şey hissediyor: acı... acıtıyor. aslında acıtmaması lazım, şıllığın kukusu çoktan laçka olmuş olmalı. ama bu herif onu düzdüğünde acıtıyor. tıpkı ilk seferindeki gibi acıtıyor. işte gördüğünüz gibi; acı, bir düzüşme makinesine bir zamanlar sahip olduğu bakireliğin nasıl bir şey olduğunu hatırlatıyor. dolayısıyla; like a virgin...
mr blonde: hayır. şarkı savunmasız bir kızı anlatıyor. kız daha önce birkaç kez düzüşmüş. sonra da duyarlı bir adamla tanışıyor.
mr brown: ha ha ha. yavaş gel dostum. git bu saçmalıkları turistlere anlat. like a virgin tabii ki duyarlı bir adamla tanışan hoş bir kız hakkında değil. bu true blue'nun hikayesi. tamam true blue bunu anlatıyor, kimse itiraz edemez.
mr orange: true blue hangisiydi?
nice guy eddie: true blue madonna'nın en büyük hitlerindendi. bu popçu saçmalıklarını takip etmeyen ben bile en azından true blue'yu duydum.
mr orange: bak gerzek, sana şarkıyı hiç duymadım demedim. sadece şarkının hangisi olduğunu sordum. dünyadaki en büyük madonna hayranı olmadığım için beni affet.
mr pink: ben şahsen madonna'sız yapabilirim.
mr blue: ben eski işlerini severim. lucky star, borderline... ama şu papa don't preach dönemine girdikten sonra dinlemeyi bıraktım.
mr brown: hey durun ne diyeceğimi unutturdunuz. ne diyodum ben?
mr pink: true blue'nun iyi bir adamla tanışan hassas bir kız hakkında olduğundan; ama like a virgin'in büyük çükler hakkında bir metafor olduğundan bahsediyordun.
mr brown: size like a virgin'in hikayesini söyleyeyim. şarkı, tam bir düzüşme makinesi olan bir şıllık hakkında. yani, sabah, öğlen, akşam, gece... çük çük çük çük çük çük çük çük çük...
mr blue: kaç tane çük etti bu?
mr white: bir sürü...
mr brown: sonra bu şıllık bir gün şu john holmes kılıklı herifle tanışıyor, ve dostum... bu herif tıpkı the great escape'teki charles bronson gibi. sürekli tünel kazıyor. şimdi bizim şıllık ciddi bir çükle karşı karşıya ve daha önce hiç hissetmediği bir şey hissediyor: acı... acıtıyor. aslında acıtmaması lazım, şıllığın kukusu çoktan laçka olmuş olmalı. ama bu herif onu düzdüğünde acıtıyor. tıpkı ilk seferindeki gibi acıtıyor. işte gördüğünüz gibi; acı, bir düzüşme makinesine bir zamanlar sahip olduğu bakireliğin nasıl bir şey olduğunu hatırlatıyor. dolayısıyla; like a virgin...
-alıntı
0 YORUM:
Yorum Gönder