İstanbul Başsavcılığı tarafından hakkında muzır soruşturması açılan
Ölüm Pornosu’nun (Snuff) çevirmeni Funda Uncu, ifade vermesi için Bodrum
Karakolu’na çağrıldı. Ve karakolda yaşadıkları gazetelerin birinci sayfalarına
taşındı. “Utanmıyor musun böyle şeyler yazmaya?” diye soruldu ona, “Manken
filan mısın yoksa?” dendi. Aşağıda Füsun Saka’nın bir zamanlar Kurban grubunun
menajerliğini de yapan Uncu’yla sıcağı sıcağına yaptığı söyleşiyi
okuyacaksınız. Ama ben esas şunu merak ediyorum, Chuck Palahniuk bu traji-komik
hikayeyi duysa, kitabının Türkiye’deki ulusal gazetelere manşet olduğunu,
milletin günlerce bunu konuştuğunu, çevirmeninin “manken” diye aşağılandığını
ve geri kalan tüm saçmalıkları öğrense ne derdi acaba… (egoistokur.com)
Chuck Palahniuk’un Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Ölüm Pornosu” (Snuff)
adllı kitabın çevirmenisiniz, kitabın müstehcen öğeler içerdiği iddiasıyla
başlatılan soruşturmada ifade vermeniz gerekti. Bu süreci anlatır mısınız?
8 yıldır Ayrıntı Yayınları’nda sözleşmeli çevirmen olarak çalışıyorum. Chuck Palahniuk’un neredeyse bütün romanlarını çevirdim. Çevirdiğim Tıkanma da aynı sebepten dava konusu olmuştu. O zaman İstanbul’da oturduğum için Ayrıntı’nın eski müdürüyle birlikte mahkemeye gidip ifademizi vermiştik. Yarım saat bile sürmemişti. Ancak ben Bodrum’a taşındığım için ifademi burada verecektim. İfadenin hangi tarihte, hangi saatte, nerede verileceğiyle ilgili herhangi bir karar veya haber bana ulaşmadı. Pazartesi yani 6 Haziran günü öğleden sonra karakoldan aradılar. “Evinize iki kere geldik ama sizi bulamadık. Gelmezseniz zorla götürürüz” dediler. Önce bunun bir şaka olduğunu düşündüm. Çünkü ifade karakola değil, savcılığa verilir. Ancak telefonda konuşan ve polis memuru olduğunu söyleyen beyefendi bağırmaya başlayınca ertesi sabah erkenden karakola gideceğimi söyledim. Sabah beni asayiş bürosuna gönderdiler. Orada bir polis memurun odasına oturttular. İfade vereceğimi zannettim. Meğer o polis memurunun amacı ifade almak değil, hesap sormakmış. “Emin misin, dosyalar karışmasın” dedi. Önünde bir rapor vardı, uzattı. “Karışıklık yok, bunu ben çevirdim” diye cevap verdim. “Utanmıyor musun bunu yazmaya” dedi. “Ben çevirmenim, İngilizce’den Türkçe’ye çevirdim” dedim. “Sen bu kitabı okudun mu?” diye sordu. “Okunmadan çeviri yapılmaz” diye cevap verdim. “Bunlar bize fazla” diyerek raporu fırlattı. Ben de ifade verdiğimi düşenerek yazar olmadığımı, İngilizce edebi eserleri Türkçe’ye çevirdiğimi, Chuck Palahniuk’u, onun neler yazdığını, bu kitapta ne anlattığını açıklamaya çalışırken, “Sen manken misin?” diye sordu. Önce anlamadım. Bir kez daha sordu, “Ne alakası var? Manken falan değilim” diye cevap verdim. “Düştün mü daha önce bu karakola?” deyince neye uğradığımı şaşırıp ağlamaya başladım. Sonrasında gidemeyeceğimi söyleyerek beni saatlerce beklettiler. Gazeteciler röportaj için geldiklerinde sanıyorum biraz paniklediler ve hemen ifademi aldılar.
Bir vatandaş olarak fikir suçundan şüpheli olmanıza rağmen Asayiş Büro
Amirliği’nde size adi suçlu gibi davranıldığını söylemiştiniz. Bu durumun
üzerinizde yarattığı stresten söz edebilir misiniz?
Ben çevirdiğim bir kitapla ilgili ifade vermeye
gitmiştim. Ama orada diğer suçlularla bir arada saatlerce oturup beklemek, beni
suçlamaya kalkan, hakaret eden birine derdimi anlatamaya çalışmak gerçekten
üzücüydü. Zaten niye karakola gittiğimi de anlamamıştım. “İfademi savcıya
vermek istiyorum” dediğimde polis memuru, ancak ekiple gidebileceğimi söyledi.
Ben suçlu değildim ki ekip arabasıyla savcılığa gideyim. Kendimi tutamadım, hıçkıra
hıçkıra ağladım.
Bir kitabın yazarı değil çevirmeniyken böylesine zor bir durumda kalmanız
sizce neyin sonucu?
Romanı şikayet edenler, yani sözde bilirkişi olanlar
yaptıkları işin farkında değiller, okuduklarından bir şey anlamıyorlar, bir de
diğer insanları yargılıyorlar. Sonuç da bu oluyor. Ben çevirmenim. Çevirdiğim
kitaplardan sorumlu değilim. Sadece bana verilen metni doğru olarak Türkçe’ye
aktarırım. Yorum katmam. Ekleme, çıkarma yapmam. Metinlerdeki sözcükler
üzerinde hukuki anlamda bir sorumluluğum yok. Buna rağmen yargılanıyorsam,
değişmesi gereken bir kanun var demektir.
Çevirdiğiniz kitabın müstehcen olarak değerlendirilmesi bir yana,
toplatılması için açılacak davadan da söz ediliyor. Sizce bu konuda nasıl
adımlar atılmalı? Kitabı okuyup çevirmiş biri olarak sizin söyleyecekleriniz
çok önemli.
Çocukları müstehcen eserlerden korumak için Ölüm
Pornosu’nu toplatmak adına dava açıldı. Bu noktada ben şu soruları sormak
istiyorum. Bu edebi eseri okumak isteyen binlerce yetişkinin hakkı nereye
gidiyor? Onlar bu eseri okuyamaz mı? Ayrıca Ölüm Pornosu dünyanın hiçbir
yerinde toplatılmadığı için İngilizler, Almanlar, Portekizler çocuklarını
koruyamamış mı demek oluyor? Dünyanın çocukları müstehcen eserlere kurban mı
gitmiş? Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu öncelikle bu sorulara cevap
versin, sonra da dünyadaki diğer ülkelerde ne tür yöntemler kullanıldığını
araştırsın.
Ölüm Pornosu ya da bir başka kitap fark etmez. Bir kitap sizce ne kadar
müstehcen olabilir?
Müstehcen olabilir. Ancak eserin amacı bir davayı
ortaya çıkarmak, gerçekleri anlatmak ise müstehcen olmasında bir sakınca
yoktur. Chuck Palahniuk, Ölüm Pornosu’nda bir porno yıldızının hayatından
kesitler anlatarak kadın vücudunun metalaştırılmasını şiddetli bir şekilde
eleştiriyor. Hikayesini gerçekçi kılmak için de müstehcen tabirler kullanıyor.
Ama amacı “halkın ar ve haya duygularını incitmek, cinsi arzularını istismar
etmek” değil. Ölüm Pornosu bir eleştiridir ve kesinlikle bir edebi eserdir.
Yayın dünyasının içinde birisiniz. Belki kitap yazıyor ya da yazmayı
düşünüyor olabilirsiniz. Bu olayların ardından bir kitap yazsanız dili ve
kurgusu konusunda tereddüt duyar mısınız?
İnsan tereddüt duyarsa işini istediği gibi yapamaz,
uzun vadede başarısız olur. En azından benim için böyle. Dolayısıyla yıllardır
notlarını aldığım, planlarını yaptığım fikirlerimi yazmaya kalktığımda tereddüt
duyacağımı düşünmüyorum. Her insanın kendine özgü fikirleri vardır ve bence
herkes bu fikirlerini istediği dilde ve kurguda ifade edebilir. Bunları
yasaklamak insanoğlunu ilerletmez, bilakis geriletir.
Çevirmen bir kadın değil de erkek olsaydı sizce yine aynı tepkiyi alır miydi?
Çok güzel bir noktaya değindiniz. Beni en çok bu üzdü. Önceki gün yaşananlar bana şunu gösterdi: Adında “porno” kelimesi geçen bir edebi eseri çeviren kişi kadınsa, manken oluyormuş, karakollara düşüyormuş. Ne acı, ne üzücü! Eminim bu romanı çeviren kişi erkek olsaydı, bana hakaret eden polis o çevirmene “Manken misin, buralara düştün mü?” diye sormazdı. Çünkü o polis memurunun kafasındaki kadın modeli, hamurlu elleriyle roman çevirmez; evinde oturup çocuklarına bakar, kocasına hizmet eder, bunun ötesinde de başka bir sorumluluğun altına girmez. Girerse ancak manken olup karakollara düşer. Ben kadın olduğum için polis memurunun keyfi davranışlarına maruz kaldım. Hesap soran, aşağılayan sözler mesleğimi ve cinsel kimliğimi hedef aldı. Dilekçeyle şikayet ettiğim o polis memuru yalan söylediğimi, iftira attığımı söylemiş. Şunu açıkça söyleyeyim: yalan söyleyecek olsaydım, başka bir şey uydururdum herhalde, çünkü bana göre mankenlik aşağılanacak bir meslek değildir. Benim için mankenler her gün karakollara düşmez. Bu sizin düşünüş biçiminizdir ve bana fazlasıyla uzaktır.
Türkiye muhafazarlık konusunda sizce nereye gidiyor?
Yaşananlar bir resim gibi önümüzde duruyor. Bunun
üzerine söylenecek bir şey yok. Ben sadece bilginin yasaklanmaması gerektiğini
söylüyorum. Bilgi çağındayız, bilgiyi yasaklamak çok komik bir durum.
Funda Uncu kimdir?
İzmirli. Dokuz Eylül Üniversitesi Amerikan Kültürü ve
Edebiyatı bölümü mezunu. Sekiz yıldır Ayrıntı Yayınları’nda çevirmen. Bir süre
Kurban grubunun menajerliğini yapmış, basın danışmanı olarak çalışmış. “Bana
bir şeyler hissettiren her türlü müziği dinlerim, ayrım yapmam. Ama Soul, Funk,
Caz önde gelir. J.R.R. Tolkien gibi hayal gücü geniş ya da Chuck Palahniuk gibi
aykırı yazarları severim. Bağımsız ya da Avrupalı yönetmenlerin filmlerini
izlerim. Yüzmek, spor yapmak benim için önemlidir” diyor. 2007 yılının aralık
ayında beyin kanaması geçirdiğinden daha sakin ve huzurlu bir hayat yaşamak
için bir yıl önce İstanbul’un keşmekeşinden kaçıp Bodrum’a yerleşmiş. “Burası
cennet gibi bir yer. Çeviri yapmama da engel değil” diyor.
-Füsun Saka, Habertürk
Biz bu yazıyı çok değer verdiğimiz egoist okur'dan alıntıladık.
0 YORUM:
Yorum Gönder