ölmeden önce görmeniz gereken 101 kült film


Hiç düşündünüz mü? Kült film nedir? Çoğu zaman filmler hakkında konuşurken bu terim karşınıza çıkmaz mı? Aslında “kült film” terimi kendine has sadık, tutkulu ama şart olmamakla beraber genellikle az sayıda hayran kitlesine sahip filmler için kullanılır. Çoğu zaman da düşük bütçeli bağımsız filmlerden çıkar kült filmler. Tabii her zaman böyle bir genellemeden de bahsedilmez. Çünkü kült film kavramı özneldir; birine göre kült olan bir film başka bir izleyiciye göre kült yapıda değildir. Aynı zamanda bir filmin kült olabilmesi için illa bilimkurgu veya korku gibi bu konuda adı çıkmış türlere ait olması gerekmez. Hatta küçük bir hayran kitlesine sahip olması gibi kesin bir ifadeden de söz edemeyiz.
Bu kez incelenen liste 101 Cult Movies You Must See Before You Die adlı kitabın ve daha önce bahsettiğimiz Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Film adlı listenin sahibi Steven Jay Schneider’e ait. Liste 1928 ile 2005 yılları arasındaki filmleri kapsıyor. 101 filmin arasında muhakkak izledikleriniz ve hayatınızın bir köşesinde önemli bir yer etmiş filmler mevcuttur. İşte ölmeden önce görmeniz gereken 101 kült filmin listesi:
paylaş:

kirlenmek


Cami avlularının yanında yerden yüksek oynadığı günler gelince belki büyüdüğü akla geliyor insanın, davulcunun arkasından koşarken takılıp düşünce kanayan dizlerimizin aslında kalbimizi hiç de acıtmadığını anımsıyoruz. Çorap delik, ayakkabının içinde, koşarken sonsuzluğa doğru rüzgâra karşı kollarımızı açtığımız anlarda sadece özgürlüğün tadını çıkardığımız aslında içimizi kanatan. Ve kışın sobanın üzerine konulan portakal kabukları, çizik kestaneler…
Uzadıkça anlatması gereken olguları anlatamayan cümlelere küfür etmek insanın içinden geçmiyor değil, aklımızın ucunda hep bir kötülük, tüten izmarite karışıp gidiyor. Biz dört kat yukarılardan insan kalabalığına baktığımızda hiç de düşemeyeceğimizin inancına varıp, ağzımızdan dökülen kötü sözleri kıskanır oluyoruz.
Yitip gidiyor dakikalar, avucumuzdan yere saçılan bilyelerden farksız, içlerine giren renkleri kimin oraya koyduğunu keşfedeceğiz diye ömrümüzün ne kadar hızlı geçtiğini anlayamıyoruz. Küçüğüz biz tabii, büyüyünce kendimize kızıyoruz.
Geri dönmek mümkün olsa, hangi tarihe geri döner insan, yaptığı en büyük yanlışı yapmadan önceye mi? Kafamızın içindeki bıçak darbelerini merhemlemek ne mümkün, uyuyup büyüyor bedenler, izler hep beynimizde.
Yağmur yağarken kirlenen paçalarımıza mı yanmalıyız yoksa eve gelince yenecek olan bir ton dayağa mı? Kirlenmek bazen hiç de güzel değil, değil mi ey insan, ruhumuz yağmurlarda temizlenmiyor.
Korkudan yastığın altına başımızı sıkıştırıyoruz, her gök gürlediğinde ve şimşekler çaktığında içimizden sayıyoruz, bu sefer kaç saniye sonra iniyor başımıza gürlemeler, tanrı bizi kaç saniye yanıltabiliyor?
Biz küçükken mutlu muyduk, lastikten botlarımız ayağımızda, soğuktan sümüklerimiz akarken ve silerken kolumuza sümüğümüzü, bitlenirken, ellerimize cetveller inerken herkesin içinde, tek ayaküstünde dururken köşe başlarında, birileri ölürken ve gömerken yüreğimize onları, ellerimizi tutanlar kaçarken bizden ya da gülümserken başkaları, birileri anlamamakta diretirken?
Bazen bir şeyleri söylemek işte bu kadar kolay olabiliyor.
-Gözüne bir şey mi kaçtı senin?
-Hayır, ağlıyorum.




Fotoğraf: Kubilay Metehan 

paylaş:

bol vahşet içeren 20 film


Vahşet dediğimiz şey bazen bir savaş, bazen bir aşk çıkmazı, bazen din, bazen intikam, bazen doğaüstü varlıklar, bazen bir ceza, bazen de sadece bir eğlenceden ibaret olabiliyor. Kopan bacaklar, kazığa oturtulan kadınlar, yükselmeden önce çekilen çileler, alınan öç, toprak uğruna verilen canlar… hepsi ama hepsi bu vahşet kavramının içine girebiliyor bazen. Aşağıdaki liste de bu gibi filmlerin bahsi geçtiğinde akla ilk gelecek olanlar arasında. Tabii her zaman dendiği gibi bu filmlerin dışında da akıllara diğer filmler gelmiyor değil. Hatta sayılan filmler arasında bu da vahşet mi içeriyor şimdi de denebilir. Her ne kadar göreceli bir kavrama doğru sürüklense de bu durum, listelerini çok sevdiğimiz TotalFilm’den güzel biri daha.
İşte o filmler:
paylaş:

ölmeden önce görmeniz gereken 1001 film



Steven Jay Schneider önderliğinde 8 ülkeden 57 uluslararası yazarın kaleminden gün yüzüne çıkmış bir listeyle karşı karşıyayız. Kitap haline getirilen ve kısa açıklamalar ve resimlerle zenginleştirilen liste birçok dile çevrilerek satışa sunulmuş. Kitabın her yeni baskısı ve yılların ilerlemesiyle de 1001 listeden bazı filmler çıkarılarak bazıları da eklenmiş. Bu listede ilk çıkan hali ve listenin altında 2009 yılına kadar listeye eklenen filmler mevcut. İşte o upuzun liste:
paylaş:

empire: en iyi 50 korku filmi



Filmlerde listeme mantığı herkese göre değişse de bazı önemli dergi, yayın ve kişinin ellerinden çıkanlar belki sıralama hakkında bizi yanıltsa ya da bizim bakış açımıza uymasa da e azından film adları hakkında önemli bilgiler vermekte. Bu liste de Empire dergisi yazarlarından Adam Smith’e ait.
İşte o en korkunç 50 başarılı film:
paylaş:

lars von trier: altın kalp üçlemesi


Lars von Trier’in Altın Kalp Üçlemesi kendi deyimiyle “kötü dünya tarafından boğulmuş iyi kadın”ı anlatan filmlerden meydana gelir. Küçükken okuduğu “altın kalp” isimli kitaptan esinlenerek oluşturduğu bu kadınlar, aslında duygusal bir vahşetin kurbanı olan, bu vahşeti tüm kitlelere hissettiren ve eleştirdiği kavramları insanın suratı çarpan bireyler. Okuduğu kitapta da anlatılan cepleri ekmek parçaları ve bir sürü diğer şeylerle dolu olan küçük bir kızın ormana girdikten sonra türlü olaylarla karşılaşması ve ormandan çıktıktan sonra kızın çırılçıplak kalmasıdır. Bunun üzerine kitabın son sözleri ise “’bir şey olmaz, nasıl olsa iyi olacağım’ dedi altın kalp…”tir.
Üçlemenin filmlerini teker teker inceleyecek olursak;
paylaş:

idioterne (1998)


Dogma 2: The Idiots
Yönetmen: Lars von Trier (her ne kadar jenerikte yazmasa da)
Senaryo: Lars von Trier
Oyuncular: Bodil Jørgensen, Jens Albinus, Anne Louise Hassing
Tür: Komedi | Dram
Yıl: 1998
Süre: 117 dk.
Ülke: Danimarka, İsveç, Fransa, Hollanda, İtalya
Dil: Danca
Ödül: 5 ödül, 4 adaylık
IMDb puanı: 6.8/10
Metascore: 47/100

Dogma ’95 akımının ikinci filmi olan Idioterne aynı zamanda Lars von Trier’in Altın Kalp Üçlemesinin de ikinci filmi. Filmde anlatılan ise bir grup insanın geri zekâlı rolü yaparak düzene karşı durma isteği. Bu grupta doktordan tutun da sanat öğretmenine kadar önemli insanlar mevcut. Bu kişiler dışarıdaki tekdüze, modern hayatın dayattığı kuralları kırmak için zihinsel özürlü, onların tabiriyle geri zekalı rolü yaparlar. Bu şekilde kendileriyle övünür ve insanların bu gibi kişilere de nasıl baktıklarını bizlere çok da güzel gösterirler. Yine bir gün yemek yerken özürlü taklidi yapan başkarakterlerden biri yan masadaki bir bayanın elini tutar ve bırakmaz.
paylaş:

wilbur wants to kill himself (2002)


Yönetmen: Lone Scherfig
Senaryo: Lone Scherfig, Anders Thomas Jensen
Oyuncular: Jamie Sives, Adrian Rawlins, Shirley Henderson
Tür: Komedi | Dram | Romantik
Yıl: 2002
Süre: 111 dk.
Ülke: Danimarka, İngiltere, İsveç, Fransa
Dil: İngilizce
Ödül: 11 ödül, 20 adaylık
IMDb puanı: 6.9/10
Metascore: 69/100

Biraz gaz, biraz jilet, sıcak banyo, haplar şekerleme tadında, uzatma kablosu tavana asılır ve çat. Hayatın iki yüzünü derinden inceleyen bir film Wilbur Wants to Kill Himself. Sürekli kendini öldürmeye çalışan bir adam, sürekli kardeşinin hayatını kurtarmayı başaran bir ağabey, temizlikçi olarak çalıştığı hastaneden hastaların bırakıp gittiği kitapları ikinci el kitapçıya getiren bir kadın, büyük aklı küçük bedenine sığmayan bir çocuk. Bir ev, bir hastane, bir kitabevi.
Wilbur’un intiharıyla başlıyor filmimiz, bu adam kendine ne yapıyor böyle demeden de geçemiyoruz. 
paylaş:

en iyi 50 film: zamanda yolculuk


Filmlerde çokça bahsedilen bir konu zaman kavramı, zamanda yolculuk. Bulunulan zamandan ileriki bir tarihe ya da geçmişe. Çoğumuzun düşlerinden birisi de zamanda yolculuk etmek. Bunun için gerekli olan bir zaman makinesi, bir kitap ya da sadece istemek. Peki, geçmişe gittiğimizde karşımıza ya kendimiz çıkarsa ya da ileriki bir tarihte gözümüzü açtığımızda biz çoktan ölmüşsek?
Bu konuları ve daha fazlasını işleyen filmler var bu sefer listede. Listeyi hazırlayan, usanmadan her gün illaki bir defa baktığımız Total Film. Listede olayın ne zaman başladığı, nerede sonlandığı da incelenen detaylar arasında. Aşağıdaki linke tıklayarak yazının orijinaline kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Ama ondan önce gelin “zamanda yolculuk” temalı en iyi filmlere şöyle bir göz atalım.
İşte en iyiler:
paylaş:

saman yapraklarda


Açın, açın sonuna kadar, duymak için neden kendimizi zorlayalım, fonda kimsenin sevmediği benim bayıldığım bir müzik var, ezgisine bulaşmak istiyorum, adeta süzülmek geliyor içimden yumuşacık çizikler atmak bedenime. Nerede benim tuvallerim, fırçalarım, boyalarım. Kırmızıyı sürmek istiyorum dünyanın eşiğine, mavi gecenin ölümüne şahit oluncaya kadar siyahlarla karalamak istiyorum tüm yüzleri. Kokuşmaktan çürümüş birisi olarak da görülmek istemem, istediğim bu benim çünkü sizi pek de alakadar etmez öyleyse.
Ana rahmine yeniden düşmek istiyorum, suların içinde, boğulmadan, dinlemeden, düşünmeden, yaşayıp gitmek…
Azıcık çikolata, üç-dört kilo kadar, her üzüntü için bir tablet, biraz süt, ak kaşık olmak istiyorum. Hey siz! Defolun şimdi!
Beni küçümseyenler diz çöksünler önümde, yapmak istediğim cezalandırmak değil aksine ödüllendirmek onları. Onlar olmasalardı bir gün bile yaşayamazdım. İçimdeki kini büyüttükçe büyüdü bu beden, kana bulaştı, köpekdişleri dökülmeden dışarıya çıkmayı öğrendi, sokaklara ve doyumsuz bedenlerde kayarkenki soluklanışları öğrendi. İçini sonsuzluğa doğru boşaltırken söylenecek tüm sözcükleri onlar öğretti, içimdeki beni onlar besledi.
Biraz tiner, biraz yağ, düz olmasından çok, kullanılmış çuval ve inip kalkışlarında fırçanın hatırlanan anlara inat ellerin boyaya bulaşması, kırmızı kırmızı boyalara, her sıkışta parmak aralarından çıkan çamur misali ve kokusuyla kafa yapan.
Biraz daha müzik biraz daha resim, fotoğraflar çekilmemiş olsa, kâğıt üzerinde yaşanan hikâyelerimizden bıkkınlığımız ve duruşlar, nefes alışlar, vadiler, ırmaklar, bol bol temiz hava, bol gıda, vitaminler ve yeşillik her yerde bitişlerinde masmavi bir deniz, uçsuz bucaksız gökyüzü, derelerde yüzen kuğular ve balıkçılar, ellerinde oltalar, her salladıklarında bir gitara takılıyor, kurtarılması gereken varlıklar, düşlerimizde kurcaladığımız burnumuz tek derdimiz, azıcık uzun, düz, yazılar kıvrım kıvrım ve ürpertilerinde gecenin okunan şiirlerden bahsetmek, iç çekişler, avuç içine alınan saç yumağı, kendine çekme, göğe bakan bir baş, şaha kalkmış, ovalleşen bir bel, serin sulara dalmak gibi bir eylem bu, eller birbirinin üzerine, bacaklar hiç olmadığı kadar uzun, yüzümüz kollarımızın arasında, uçuyoruz, kanatlarımız çıkınca düşmediğimizin farkına varıyoruz, iyi de olurum kötüde, hangi tarafı seçeceğim bana kalmış, yarın da ölürüm dün de, dünler ölüm için güzel bir zaman dilimi, geçmişte yaşama isteği ve geleceği işaret parmağıyla göstermeler, dile dokunan dondurma, evet, tek istediğim bu, diller yalamak içindir, konuşmak için değil, bitmeyen sayfalar, saman kokusu geliyor bir yerlerden, unutulmayacak kadar çoklar, dev gibiler, cüceler de var, tümü, elma yiyenler, kovalananlar, ölenler bile, hepsi arka sokağa sıkışmışlar, beni bekliyorlar, ben çıkmadan gitmeyecekler, ikram olarak bir kilo baklava, üstelik hepsine, pelerinim nerede, kapı arkasında bir kuzu, zaman hiç olmadığı kadar hızlı, ben ayarlıyorum, kimin yaşaması gerektiğine ben karar veriyorum, ne yiyeceğime, kaç kilo alacağıma, kimin bedenine gireceğime, kimliğime, altımdakine, üstümdekine, sağım, solum sobe, çıkıyorlar yavaş yavaş, bisikletlerde bir kız, kızlarda bir bisiklet, ormanda, yalnız, bir şeyler mırıldanıyor, anlamıyorum, balon tutanlar bile var, ama yukarılara çıkmıyorlar, renkleri belli oluyor, zifiri karanlık, karanlığın rengi yok, tavşanlar, konuşuyorlar, kibritler de çakıyor, üstelik onlar çakmakları çakmaya gelmişler, ölüler yürüyor, yavaşlar, onların zamanı bizimkinden yavaş, bizim bedenimiz onlardan yaşlı, yanaklardan da süzülüyor, vücutlarımız ıslak, kaygan, yapışkan ve sıcak, tamam bu kadar yeter, defolun şimdi!
Tümü kalemimin ucunda, öldürüyorum ölüyorlar, sonra diriltiyorum, oyuncak olup çıkıyorlar, eğleniyorum, onları kırmıyorum ki, o kadar da korkunç değilim, hem öyle olsa da size ne? Burası benim dünyam!
Yaşımı küçülte de bilirim büyüte de, aklımı da, beynimi de, bedenimi de.
Hey siz! Defolun şimdi!
Ben yazdım, ben çizdim, sorumlusu benim, istersem çıkartırım sizi, ölümünüz bir kelimeden ibaret, farkında değilsiniz. Yaparım, bilirsiniz!
Getirin bana tüm kitapları, açın en olur olmadık sayfaları, yıkanmak istiyorum. Tüm aralıklarına paragrafların, bedenimi akıtmak istiyorum, eriyip bitinceye kadar, size de yaşadığınız yere de, bu dünyaya da tahammül edemiyorum. Ya bunu gerçekleştirirsem, o beni, kendi yazdığım, sonunu, kaderini kendi çizdiğim dünyaya hapsedebilirsem? Kendi edebiyatımı kendim oluşturabilirsem? Ya edebiyat dediğim benliğim, kişiliğim, hayatım, kendi kalemimin ucundaysa?
Suçu bana atamazsınız, sizi yok edersem de, seversem de, sizden nefret edersem de.
Edebiyat, tahammül edemediğim şu dünyanın yeniden tasarımıysa?
Hey siz! Defolun şimdi! 

paylaş:

28 days later (2002)


Yönetmen: Danny Boyle
Senaryo: Alex Garland
Oyuncular: Cillian Murphy, Naomie Harris, Christopher Eccleston
Tür: Korku | Bilim-Kurgu | Gerilim
Yıl: 2002
Süre: 113 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce, İspanyolca, Fince, Fransızca
Ödül: 7 ödül, 21 adaylık
IMDb puanı: 7.6/10
Metascore: 73/100

Kendisini tartışılmaz en iyi korku-gerilim filmleri listelerinde daima gördüğümüz bir film 28 Days Later. Adından da anlaşılacağı gibi patlak veren bir olaydan 28 gün sonrasını anlatır. Bahsi geçen olay ise denek olarak kullanılan hayvanları kurtarmak için araştırma laboratuarına gelen aktivistler, araştırmanın ne düzeyde ve ne üzerine olduğunu bilmeden hayvanları serbest bırakmak isterler. Araştırmayı yürütenlerden birinin gelmesiyle işler sarpa sarar. Her ne kadar denek hayvanlarına “öfke” enjekte edildiği söylense de kafesin kapağı açılır ve ısırılan aktivist saniyeler sonra canavarlaşır. Kan yoluyla bulaşan virüs çok kısa bir zamanda bedeni ele geçirir ve insanda öldürme istediği yaratır.
paylaş:

stake land (2010)


Yönetmen: Jim Mickle
Senaryo: Jim Mickle, Nick Damici
Oyuncular: Connor Paolo, Nick Damici, Kelly McGillis
Tür: Korku
Yıl: 2010
Süre: 98 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 6.7/10
Metascore: 66/100

Bilindik vampir filmlerinden biraz farklı konusu olan 2010 yapımı filmde durağanlık söz konusu. Yani tanıdık gelen vampirler bile yavaş hareket ediyor. Hatta bize öğretilen vampir kavramının biraz dışındalar. Güneşe çıkınca ölüyorlar fakat bunun haricinde başka bir benzerlikleri yok. Yavaş hareket ediyorlar, muhteşem hızları yok anlayacağınız, çok da kuvvetli değiller, atlayıp zıplamıyorlar hatta görüntüleri zombileri andırıyor. Uzun dişleri olmasa zombi olarak anılabilirler.
Post apokaliptik yapıdaki filmde konu ise kısaca şu: Kendisine “mister” denilen bir adam bir gece vampirin elinden bir çocuğu kurtarır. Anne ve babasının ölümünü izleyen çocuk ne olduğunun bir an farkına varamaz. Sonrasında mister ile yolculuğa başlarlar. 
paylaş:

let me in (2010)


Yönetmen: Matt Reeves
Senaryo: Matt Reeves, John Ajvide Lindqvist(roman)
Oyuncular: Kodi Smit-McPhee, Chloe Moretz
Tür: Dram | Fantastik | Korku | Gizem
Yıl: 2010
Süre: 116 dk.
Ülke: İngiltere, ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 5 ödül, 16 adaylık
IMDb puanı: 7.3/10
Metascore: 79/100

On iki yaşına hapsedilmiş bir dişi vampir ile bir oğlanın aşkını anlatan Let Me In 2010 yapımı bir film. Kendisi “Let the Right One In” adlı filmin yeniden çekimi imiş ve ben bunu filmin yarısındayken öğrendim. Yani baştan belirtmek isterim ki orijinal versiyonunu izlemedim o yüzden herhangi bir karşılaştırmanın yersiz olacağını düşünmekteyim. Fakat okuduğum yorumlardan da diyebilirim ki tabii ki de orijinal versiyonu çok daha iyiymiş. IMDb’nin top 250 listesindeki ilk çekimini izledikten sonra muhtemelen bahsederim.
Yine de diyebilirim ki başlı başına iyi bir yapım. Konusu bakımından da diğer vampir filmlerinden biraz farklı. Başrol oyuncularının çocuk olması ve gerçekten başarılı bir performans göstermeleri de filmin başarısını körüklüyor, alevlendiriyor.
paylaş:

fucking åmål (1998)


Show Me Love
Yönetmen: Lukas Moodysson
Senaryo: Lukas Moodysson
Oyuncular: Alexandra Dahlström, Rebecka Liljeberg, Erica Carlson
Tür: Komedi | Dram | Romantik
Yıl: 1998
Süre: 89 dk.
Ülke: İsveç, Danimarka
Dil: İsveççe
Ödül: 19 ödül, 8 adaylık
IMDb puanı: 7.8/10
Metascore: 73/100

Åmål isimli küçük bir kasabada geçen hikâyede Agnes ve Elin adındaki iki genç kızın sevgisi anlatılır. Elin güzel, çekici, popüler, manken olmak isteyen ama her seferinde sıkılganlığını belli eden, hayattan bıkmış biri iken Agnes ise bir buçuk yıl önce taşındığı kasabaya hâlâ ayak uyduramamış, arkadaşı olmayan, üzgün, atarlı ama Elin’e deliler gibi âşık bir kız. Olaylar da Agnes’in on altıncı yaş günü partisinde başlıyor aslında. Annesinin zoruyla dağıttığı parti davetlerinden bir iş çıkmayacağını bildiği halde oturup birilerinin gelmesini bekliyor ailesi ile birlikte. Bu durumdan şikâyetçi olan ailen küçük bireyi, acıkmış, suratında hadi ama geleceklerse gelsinler bakışı var. Ve biri geliyor.
paylaş:

the dreamers (2003)


Yönetmen: Bernardo Bertolucci
Senaryo: Gilbert Adair(roman), Gilbert Adair
Oyuncular: Michael Pitt, Louis Garrel, Eva Green
Tür: Dram | Tarih | Romantik
Yıl: 2003
Süre: 115 dk.
Ülke: İngiltere, Fransa, İtalya
Dil: İngilizce, Fransızca
Ödül: 9 adaylık
IMDb puanı: 7.1/10
Metascore: 62/100

Öncelikle belirtilmelidir ki herkesin çok da seveceği bir film değil The Dreamers. Bu durum muhtemelen filmdeki “ensest” göndermelerden kaynaklanabilir. Lakin sevmeyecek ve filmi ağır bir dille eleştirecek olanlar için 68 kuşağının Fransa iskeletine politik bir yaklaşım da bu duruma eklenebilir. Çokbilmiş film eleştirmenlerinin ensesten çok bu politik bakış açısına değinmelerinden de anlayabiliriz ki “ben cinselliği takmıyorum ama bakın bu filmde bu anlatılmak istenilen durum nasıl da geri planda bırakılmış ve yanlış bir şekilde lanse edilmiş” gibi yorumlar yaparak kendilerini nasıl da kendi kazdıkları kuyuya sürükleyiverirler.
paylaş:

alt-üst


Lime lime doğranmış domatesin üzerine serpiştirilen bir tutam nane, biraz fesleğen ve sarımsak, üzerinde gezdirilen zeytinyağı, biraz tuz.
Sol cebimde bir kaset, kasetin içinde sesler, görüntüler, yatak odaları ve bedenler. Odalar çıplak, beyaz boyalı ve sokak lambaları.
Dışarıda kar yağıyor, yaz ayı, insanlar rüzgâra yenik, şemsiyeler rengârenk açılmışlar göğe doğru, birileri susuyor.
Masanın üzerinde bir kitap, kül tablası, dumanı tüten izmarit, küller… Masanın üzerinde bir el, kalem tutuyor ve altında bir kâğıt. Yazdıkça yazıyor.
Koltuğun üzerinde yarı çıplak bir vücut, uyuyor belli, göğsü inip inip kalkıyor, biz bilmezdik kalp ritmini, bize öğretmediler ve hıçkırmaların yastık altlarına gizlendiğini.
Karışık birkaç paragraf uzadıkça uzuyor saniyeler içinde, anlamsızlaştıkça hayat yazılanlara kulp takmak zorlaşıyor doğrusu, cevaplar hep anlamsız olunca ve anlatılanlar.
Gözlerinde rimeller azalmış, birazı yanaklarda, kirpikler olmadığı kadar kısa, günler bitmek bilmezken, susanlar var kuytu köşelerde ve sokaklar.
Koltuğun önünde bir masa, koltukta uyuyan bir beden, yarı-çıplak, masada bir tabak, tabağın içinde salata, üzerinde zeytinyağı gezdirilmiş, tuzlu ve nar ekşili.
Masanın üzerinde bir el, kalem tutmuş, anlaşılmaya çabalanan sözcükleri karalıyor bir güzel, ışıkların altında sadece o, sokaklarda lambalar var bir de. Göğüs inip inip kalkıyor.
Balkondan aşağıya bırakma hissi bedeni, beyinde bir yerlerde fareler, peynirler. Kemiriliyor. Düşünceler zaten yok olmuş, düşler, suskunluklar, çareler ve pişmanlıklar. Suçluluk kitabının yazarı ortada…
Caddelerde lambalar, kırmızı, sarı ve yeşil. Sokak lambaları acıyı anlar gibi başlarını eğmişler.
Koltukta oturan bir beden masaya ellerini koymuş bir şeyler karalıyor, masada bir kâğıt, kül tablası, çatal ve salata.
Koltuğun kenarına kıvrılmış bir beden uyuyor muhakkak, bize öyle olduğunu hiç öğretmediler, göğsü inip inip kalkıyor.
Dışarıda bir karmaşa, tufan belki.
Sol cebimde bir kaset, kasette görüntüler. Oturmuşum bir koltuğa, bir şeylerin kokusunu alıyorum, sarımsak mı bu?
Sigara sönmeye meyilli ben ölmeye. Yanımda yarı-çıplak bir beden, göğsü titriyor.
İki el masanın üstünde, sabit, bir el çatalı alıyor, ellerim sabit, kafamda fareler ve peynir, kemiriliyor, titreyen bir göğüs, inip inip kalkıyor, bir uzuv, iki lop, bir çatal, göğse giriyor, ellerim sabit, bir el var, bastırıyor, kalbe inen bir çatal, can çekişmeler, hıçkırıklar yastığın altında, bir el yastığın üstünde, bir kafa yastığın altında, ellerim masanın üstünde.
Artık uyumuyor fakat bu bize öğretilmemişti.
Ellerim masanın üstünde.
paylaş:

hostel: part 2 (2007)


Yönetmen: Eli Roth
Senaryo: Eli Roth
Oyuncular: Lauren German, Heather Matarazzo, Bijou Phillips
Tür: Korku | Gerilim
Yıl: 2007
Süre: 93 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Slovak, İtalyanca, Çek
Ödül: 4 adaylık
IMDb Puanı: 5.4/10

Hostel filminin devam niteliğindeki ikinci filmidir kendisi, psikopatlığa da doymamıştır. Bu kez ise başlarına dert gelecek kişiler bayandır. Fakat bu bayanlar bu kez daha masum sebeplerle Slovakya’da bulunurlar. Tabii ilk filmde de olduğu gibi sona kalan kurtulur.
Film ilkine göre daha bir sığ gibi fakat ilkini geçen sahneleri de yok değil. En baştaki sahne filme adapte olmamızı ve ilk filmde neler oldu-bittiyi hatırlamak ve de bağlantıyı kurmak için güzel bir sahne. Hatırlarsınız ilk filmdeki başkarakterimiz Puxton’dı maalesef bu filmin başında onun ölümünü seyrediyoruz.
İlk filmi geride bırakan bir diğer sahne ise Elizabeth Bathory göndermeli sahnedir. Tavana asılı bir beden, altta o bedenden çıkacak, fışkıracak olan kanlarla orgazm olmayı bekleyen bir kadın. Bu sahne de yine birinci filmin veremediği dehşeti veriyor.
Ama tüme bakıldığında kolaylıkla denebilir ki ilk film daha başarılı. Fakat sadece bu iki sahne için bile olsa izlenmeye değer bir vahşet filmidir kendisi.
Üstelik bu filmle ilk filmdeki neden ilişkisini ve olayın kurallarını da daha iyi öğrenmiş oluyoruz. Örneğin bu dümenleri çeviren şirketin dev gibi olduğunu, kurbanlarını açık arttırma ile sattığını öğreniyoruz.
Üstelik bu film işin biraz psikolojisine de el atıyor. Sahnelerin birinde parasını verdiği halde kurbanını doğrayamayan hatta vicdan azabı çeken bir kişiyi görüyoruz. Ve kurallardan biri parayı verdikten sonra kurbanını öldürmek zorunda olman olunca, yani öldürmeden adımını dışarı atamazsın olunca işler sarpa sarıyor. Aynı şekilde bu durumu hiç onaylamayan ama sinirine yenik düşen bir insanın nasıl da ölüm makinesine dönüştüğünü izliyoruz.
Filmin sonun da da paranın gücü bir anda ortaya yeniden çıkıveriyor. Ve insan da öldürme isteği doğuyor.

paylaş:

hostel (2005)


Yönetmen: Eli Roth
Senaryo: Eli Roth
Oyuncular: Jay Hernandez, Derek Richardson, Eythor Gudjonsson
Tür: Korku | Gizem | Gerilim
Yıl: 2005
Süre: 94 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Çekçe, Almanca, Slovak, Japonca, İspanyolca
Ödül: 4 ödül, 5 adaylık
IMDb Puanı: 5.8/10

Vahşetin ağır olarak işlendiği filmlerden biri Hostel. Konusu ise üç gencin sekse olan düşkünlüğünden başlarına gelen olaylar silsilesi. Yani şöyle, üç gencimiz arzuya o kadar açtırlar ki kendilerini bir anda Amsterdam’da bulurlar. Fakat ellerinde bir dişin kovuğunu dolduracak malzeme yoktur. Tanıştıkları bir çocuk onlara aslında olayın Slovakya’da olduğunu söyler. Seksle o kadar kafayı bozmuşlardır ki kendilerini bu sefer Slovakya’da bulurlar. Tabii işler onların istediği gibi gitmez. Teker teker kaybolan gençlerin en son tuzağa düşeni Paxton’dur. Genç çocuk arkadaşlarının ne hale geldiğini ancak kaçırıldığı sırada görür. Olay ise tamamıyla paranın konuştuğu bir zevk üçgeninden ibarettir. Garip bir şirket para karşılığında müşterilerine doğramaları için taze et bulmaktadır. Bunun için elindeki bayanların gücünü de kullanmaktadır. Aklı apış arasında olan gençlerimiz de bu bayanların tuzağına düşüverir ve teker teker yem olmak için kendilerini kuyunun dibine bırakıverirler.
Nasıl bir zevk anlayışı olduğunu hala çözemediğim durum ise şudur: adamlar para verip adam doğruyorlar. Bu kin ve nefret nasıl bir bastırılmış kişilik bozukluğundan ileri gelir?
Neyse, olaylar bu şekilde gelişir, bu esnada bol bol elektrikli testere, kopan bacak, kol, kesilen parmak, neşter, çekiç, bıçak, balta ve kerpeten görebiliriz. Bunların hepsi de canlı bir insan üzerinde garip zevk anlayışını meydana getiren bir araç olarak kullanılır.
Olayın sonunda da başkarakterimiz birkaç tarafı eksik olarak kurtulmayı başarır ve ona bunu yapanların peşine düşer. Peki, sonrasında ne olacaktır?

paylaş:

en iyi 50 öpücük



Listelerine bayıldığımız sitelerden biri olan Total Film’den yine bir listeyle karşınızdayız. Bu sefer ki konu “öpücük”. Tabii bu kelime bazen o kadar da masum olmuyor. Listede sadece bir erkek ve bir kadının öpücüğüne de şahit olmuyoruz. Tabii ki kadın ile kadın, erkek ile erkek ve hatta animasyonlarda yaratıklar, köpekler bile var. Site hangi sinemada geçtiğini, kim ile kim arasında yaşandığını, olayın özünü ve tutku mu romantizm mi olduğunu araştırmış. Biz sadece film ismini ve kimler arasında gerçekleştiğini yazıyoruz. Yazının devamındaki linkten orijinal yazıya göz atabilirsiniz. Aynı zamanda yazının sonuna sinema tarihindeki ilk öpüşme sahnesini de koyduk. 1896 yılına ait ortalama yarım dakikalık film The Kiss (aka The May Irwin Kiss) olarak biliniyor. Görüntüde öpüşenler ise May Irwin ile John Rice. İzlemeden geçmeyin.
İşte en iyi 50 öpücük:


50. Cinema Paradiso (1988)
Öpücük sahiplerini yazmak için uzun bir liste denmiş.

49. Fast Time At Ridgemont High (1982)
Brad Hamilton (Judge Reinhold) ve Linda Barrett (Phoebe Cates).

48. A Room With A View (1986)
Lucy Honeychurch (Helena Bonham Carter) ve George Emerson (Julian Sands).

47. Wild Things (1998)
Kelly Van Ryan (Denise Richards) ve Suze Toller (Neve Campbell).

46. From Russia With Love (1963)
James Bond (Sean Connery) ve Tatiana Romanova (Daniela Bianchi).

45. William Shakespeare’s Romeo + Juliet (1996)
Romeo (Leonardo DiCaprio) ve Juliet (Claire Danes).

44. My Girl (1991)
Thomas J. Sennett (Macauley Culkin) ve Vada Sultenfuss (Anna Chlumsky).

43. Sixteen Candles (1984)
Sam Baker (Molly Ringwald) ve Jake Ryan (Michael Schoeffling)

42. A Nightmare on Elm Street 3: Dream Warriors (1987)
Joey Crusel (Rodney Eastman) ve Marcie (Stacey Alden).

41. Pretty Woman (1990)
Edward Lewis (Richard Gere) ve Vivian (Julia Roberts).

40. Atonement (2007)
Cecilia Tallis (Keira Knightley) ve Robbie Turner (James McAvoy).

39. The Quiet Man (1952)
Sean Thornton (John Wayne) ve Mary Kate Danaher (Maureen O’Hara).

38. Bridget Jones' Diary (2001)
Bridget Jones (Renee Zellweger) ve Mark Darcy (Colin Firth).

37. The Goonies (1985)
Mikey Walsh (Sean Astin) ve Andy Carmichael (Kerri Green).

36. My Beautiful Laundrette (1985)
Omar (Gordon Warnecke) ve Johnny (Daniel Day-Lewis).

35. To Catch A Thief (1955)
Conrad Burns (Cary Grant) ve Frances Stevens (Grace Kelly).

34. Twilight (2008)
Bella Swan (Kristen Stewart) ve Edward Cullen (Robert Pattinson).
                                             
33. Guess Who's Coming To Dinner? (1967)
John Prentice (Sidney Poitier) ve Joey Drayton (Katharine Houghton).

32. Lost In Translation (2003)
Bob Harris (Bill Murray) ve Charlotte (Scarlett Johansen).

31. Rocky (1976)
Rocky Balboa (Sylvester Stallone) ve Adrian Pennino (Talia Shire).

30. Dirty Dancing (1987)
Johnny Castle (Patrick Swayze) ve Frances 'Baby' Houseman (Jennifer Grey).

29. Cruel Intentions (1999)
Kathryn Merteuil (Sarah Michelle Geller) ve Cecile Caldwell (Selma Blair).

28. The Shining (1980)
Jack Torrance (Jack Nicholson) ve… tamam, sadece durun ve görün.

27. Jerry Maguire (1996)
Jerry Maguire (Tom Cruise) ve Dorothy Boyd (Renee Zellweger).

26. Shrek (2001)
Shrek (Mike Myers) ve Princess Fiona (Cameron Diaz).

25. When Harry Met Sally (1989)
Harry Burns (Billy Crystal) ve Sally Albright (Meg Ryan).

24. An Officer and a Gentleman (1982)
Zack Mayo (Richard Gere) ve Paula Pokrifki (Debra Winger).

23. E.T. The Extra-Terrestrial (1982)
Elliott (Henry Thomas) ve isimsiz sınıf arkadaşı (Erika Eleniak).

22. Some Like It Hot (1959)
Sugar Kane Kowalski (Marilyn Monroe) ve Joe (Tony Curtis).

21. Amelie (2001)
Amelie (Audrey Tautou) ve Nino Quincampoix (Matthieu Kassovitz).

20. Ghost (1990)
Sam Wheat (Patrick Swayze) ve Molly Jensen (Demi Moore).

19. Mulholland Dr. (2001)
Camilla Rhodes (Laura Elena Harring) ve diğer Camilla Rhodes (Melissa George).

18. It's A Wonderful Life (1946)
George Bailey (James Stewart) ve Mary (Donna Reed).

17. Gone With The Wind (1939)
Rhett Butler (Clark Gable) ve Scarlett O’Hara (Vivien Leigh).

16. Raiders of the Lost Ark (1981)
Indiana Jones (Harrison Ford) ve Marion Ravenwood (Karen Allen).

15. The Princess Bride (1987)
Westley (Cary Elwes) ve Buttercup (Robin Wright).

14. Vertigo (1958)
Scottie Ferguson (James Stewart) ve Judy Barton (Kim Novak).

13. Four Weddings and a Funeral (1994)
Charles (Hugh Grant) ve Carrie (Andie McDowall)

12. Breakfast At Tiffany's (1961)
Holly Golightly (Audrey Hepburn) ve Paul Varjak (George Peppard).

11. The Godfather Part 2 (1974)
Michael Corleone (Al Pacino) ve kardeşi Fredo (John Cazale).

10. Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2 (2011)
Ron Weasley (Rupert Grint) ve Hermione Granger (Emma Watson).

9.Titanic (1997)
Jack Dawson (Leonardo DiCaprio) ve Rose DeWitt Brubaker (Kate Winslet).

8. Lady and The Tramp (1955)
A classy cocker spaniel (Lady) ve a mongrel (Tramp).

7. Brokeback Mountain (2005)
Ennis del Mar (Heath Ledger) ve Jack Twist (Jake Gyllenhaal).

6. Casablanca (1942)
Rick Blaine (Humphrey Bogart) ve Ilsa Lund (Ingrid Bergman).

5. Spider-Man (2002)
‘Spiderman’ aka Peter Parker (Tobey Maguire) ve Mary Jane Watson (Kirsten Dunst).

4. The Notebook (2004)
Allie Hamilton (Rachel McAdams) ve Noah Calhoun (Ryan Gosling).

3. Back To The Future (1985)
George McFly (Crispin Glover) ve Lorraine Baines (Lea Thompson).

2. The Empire Strikes Back (1980)
Scoundrel Han Solo (Harrison Ford) ve Princess Leia Organa (Carrie Fisher).

1. From Here To Eternity (1953)
Milton Warden (Burt Lancaster) ve Karen Holmes (Deborah Kerr).

Yazının aslını buradan okuyabilirsiniz.
Ve işte sinema tarihinin ilk öpüşme sahnesi, The Kiss.

paylaş:

ölüm pornosu | chuck palahniuk


Snuff.
Feci derecede sakıncalı bir kitap! Chuck Palahniuk gibi edepsizler, terbiyesizler olmasa aslında hayatımız sütten çıkmış ak kaşık ya da “kaşağı” kıvamında olabilir. Çünkü Kaşağı gibi, Eylül gibi kitaplar anlatıyor aslında yaşadıklarımızı. Bizim kültürümüzde ne porno vardır ne de fetiş. Ağzımızdan küfür bile çıkmaz aslında. Üstelik biz yılbaşının gelmesini sarışın hatunları okşamak için isteriz. Çünkü onların saçları tam da okşanmak içindir. Yani anlatılanların dışına çıkılıyorsa hep bu Palahniuk yüzünden, hep onu okuyanlar yüzünden. Yoksa dediğim gibi, cillop gibi insanlarız. Üzerimize krema sıkılıp yalanmalıyız, o derece!
Şaka bir yana açılan toplatılma davasının sadece adında “porno” kelimesinin geçmesinden dolayı olduğunu inatla düşünmekteyim. Yoksa adı başka bir şey olsaydı eminim ki sıyrılıp giderdi. Yoksa kitapta bahsedilen ya da en azından kullanılan kelimelerden daha ağırları başka kitaplarda mevcut. Ve işin ilginç yanı dünya üzerinde en iyi yazarlar arasında kabul edilen, kitapları çok satan, yeraltı edebiyatına derin katkıları bulunan Chuck Palahniuk için bu söz konusu. Çünkü burası Türkiye ve burada Palahniuk’a bile dava açılır.
Gerçi ülkemizde sadece kitaplar “ucube” olarak görülmüyor. Heykeller de bundan nasibini alan sanat eserleri arasında.
Ve aslında Palahniuk bize Gösteri Peygamberi’nde bir şeyler demek istiyor:
paylaş:

martyrs (2008)


Yönetmen: Pascal Laugier
Senaryo: Pascal Laugier
Oyuncular: Morjana Alaoui, Mylène Jampanoi, Catherine Bégin
Tür: Dram | Korku | Gerilim
Yıl: 2008
Süre: 99 dak.
Ülke: Fransa | Kanada
Dil: Fransızca
Ödül: 3 ödül
IMDb puanı: 7/10

Martyrs’i iki parçaya bölüp incelemek sanırım en doğru şey. Şöyle ki, ilk bölüm akıllara zarar sahnelerle doruk noktasına ulaşan, gerilim yüklü ve bu gerilim de izleyicinin istediklerini tam anlamıyla verebilen bir ilk bölüm. Ne olduğu yavaş yavaş anlaşılan, ortada deli olarak görülen bir kız, kızın yaşadıkları, gerçekle kızın hayal dünyası arasında geçişler, karar verme süreci ve bol kanlı sahneler.
Lucie adlı kız, küçükken alıkoyulur ve işkenceye tabi tutulur. Bir şekilde kurtulur fakat aynı işkenceleri gören başka bir kızı kurtarma şansı hiç olmaz. Arkasına bakmadan kaçar. Kurtaramadığı diğer kız bundan sonraki hayatında adeta bir hayalet gibi çıkagelir ve ona en akla yatmayan işkenceleri yaşatır. Ona yardımcı olan tek kişi Anna’dır. Anna onu sever, ona deli gözüyle bakmaz, sırlarını öğrenir. Ve bu şekilde 15 yıl geçer, kızlar büyür.
paylaş:

en iyi 50 harry potter karakteri


J.K. Rowling’in dünyayı sarsan kitabından beyaz perdeye aktarılan, milyonların en iyi fantastik filmi olarak görülen Harry Potter serisi son filmiyle tarihe geçmiş bulunmakta. Fenomen haline dönüşen film kimilerine göre kitaptan biraz sapsa da izleyenlerin çoğu için izlendiği dakikalarda tam da istenilen duyguları izleyiciye vermekte. Kitap mı daha iyi film mi daha iyi soruları bir yanda dursun Total Film sitesi hem yazarını, hem yapımcılarını hem de oyuncularını zengin eden Harry Potter serisinde bulunan karakterleri tek tek incelemiş ve en iyi 50 karakteri belirlemiş. Sitede karakterlerin incelenişini, hangi oyuncunun bahsi geçen karakteri hayata geçirdiğini bulabilirsiniz. Sonuna gelinen film için işte en iyi 50 Harry Potter karakteri:
paylaş:

memento (2000)


Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Jonathan Nolan(kısa öykü), Christopher Nolan
Oyuncular: Guy Pearce, Carrie-Anne Moss, Joe Pantoliano
Tür: Suç | Dram | Gizem | Gerilim
Yıl: 2000
Süre: 113 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Ödül: 2 Oscar’a adaylık, 42 ödül, 33 adaylık
IMDb puanı: 8.7/10
Top 250: #30
Metascore: 80/100

Öncelikle söylenecek bir şey varsa o da bu filmin nasıl anlatılabileceği üzerine. Bir yerden başlanacak olursa o da konu sanırım. Memento’da anlatılan konu özetle şu: Leonard Shelby, evine yapılan korkunç saldırıda karısını kaybeder ve bu esnada başına aldığı darbenin etkisiyle “balık hafıza” olarak nitelendirebileceğimiz hafızaya sahip bir insan olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalır. Tabii karısının katilini aramak için durmayacak ve iz sürmeye başlayacaktır. Ona bu yolculukta elindeki polaroid makinesi, fotoğrafların altına düştüğü kısacık notlar ve vücudundaki dövmeler yardımcı olacaktır.
paylaş:

jumanji (1995)


Yönetmen: Joe Johnston
Senaryo: Chris van Allsburg (kitap), Jonathan Hensleigh, Greg Taylor, Jim Strain
Oyuncular: Robin Williams, Kirsten Dunst, Bonnie Hunt
Tür: Macera | Aile | Fantastik | Gerilim
Yıl: 1995
Süre: 104 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Fransızca
Ödül: 3 ödül, 8 adaylık
IMDb puanı: 6.5/10
Metascore: 39/100

Bir oyun düşünün ki sizi gerçek hayattan koparıp oyunun içine hapsetsin, içinden filler, zebralar fırlasın, evlerin içinde uzun uzun bambuların çıkmasına sebep olsun, bir anda kuyruklu olmanıza, kocaman sivrisinekler tarafından ısırılmanıza, bastığınız zeminin kuma dönüşüp dibe doğru çekilmenize sebep olsun. Bu öyle bir oyun ki eğer başladıysanız bitirmek zorundasınız, sorulan bilmeceleri çözmeniz ve lanetten kurulmak tek kaçış yolunuz. Hata yaparsanız, cezalandırılırsınız, hile yaparsanız yine cezalandırılırsınız. Üstelik oyun tam da hayattan sıkılanlar ve ondan sıkılanlar için.
Çocukluğun en sevilen filmlerinden biri olan Jumanji enerjisiyle izleyiciyi kendine hapsederken yer yer korkutmayı da başarıyor ve bitmek bilmeyen geri dönüşler, tekrarlamalarla da heyecanı bir an olsun elinden bırakmıyor.
Filmde kendisini Spider-Man serisinden tanıdığımız Kirsten Dunst’ın küçüklüğünü de görmekteyiz.
Film her ne kadar çocuk filmi olarak görülse de bence her yaşta izlenebilir bir özelliği var, üstelik zamanına göre çekim kalitesi ve efektler de yerinde. İzlerken sıkmıyor, bittiğinde insanda böyle bir oyun gerçekten olsa, keşke, dedirtiyor. Fakat gerçekten böyle bir oyun olsa kim cesaret edebilir ki bilerek oyunu oynamaya?
Filmden birkaç bilmece ise şöyle, cevapları ise filmin içinde:
“ormandan çıkamazsın sen, zar beş ya da sekiz gelmeden.”
“dişleri var, keskin, hoşuna gider lezzetin, hızlı hareket etmelisin, kendi iyiliğin için.”

paylaş: