Steven Jay Schneider önderliğinde 8 ülkeden 57 uluslararası yazarın kaleminden gün yüzüne çıkmış bir listeyle karşı karşıyayız. Kitap haline getirilen ve kısa açıklamalar ve resimlerle zenginleştirilen liste birçok dile çevrilerek satışa sunulmuş. Kitabın her yeni baskısı ve yılların ilerlemesiyle de 1001 listeden bazı filmler çıkarılarak bazıları da eklenmiş. Bu listede ilk çıkan hali ve listenin altında 2009 yılına kadar listeye eklenen filmler mevcut. İşte o upuzun liste:
empire: en iyi 50 korku filmi
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 8/02/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: empire, en iyi korku filmleri, jaws, korku filmi, liste, the exorcist, the shining
yorum:
2 yorum
Filmlerde listeme mantığı herkese göre
değişse de bazı önemli dergi, yayın ve kişinin ellerinden çıkanlar belki
sıralama hakkında bizi yanıltsa ya da bizim bakış açımıza uymasa da e azından
film adları hakkında önemli bilgiler vermekte. Bu liste de Empire dergisi
yazarlarından Adam Smith’e ait.
İşte o en korkunç 50 başarılı film:
lars von trier: altın kalp üçlemesi
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 8/01/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: altın kalp üçlemesi, araştırma, breaking the waves, dancer in the dark, dosya, golden heart üçlemesi, idioterne, lars von trier
yorum:
3 yorum
Lars
von Trier’in Altın Kalp Üçlemesi kendi deyimiyle “kötü dünya tarafından
boğulmuş iyi kadın”ı anlatan filmlerden meydana gelir. Küçükken okuduğu “altın
kalp” isimli kitaptan esinlenerek oluşturduğu bu kadınlar, aslında duygusal bir
vahşetin kurbanı olan, bu vahşeti tüm kitlelere hissettiren ve eleştirdiği
kavramları insanın suratı çarpan bireyler. Okuduğu kitapta da anlatılan cepleri
ekmek parçaları ve bir sürü diğer şeylerle dolu olan küçük bir kızın ormana
girdikten sonra türlü olaylarla karşılaşması ve ormandan çıktıktan sonra kızın
çırılçıplak kalmasıdır. Bunun üzerine kitabın son sözleri ise “’bir şey olmaz,
nasıl olsa iyi olacağım’ dedi altın kalp…”tir.
Üçlemenin
filmlerini teker teker inceleyecek olursak;
idioterne (1998)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/31/2011 03:44:00 ÖS
etiket: anne louise hassing, bodil jørgensen, dogma 95, film, golden heart üçlemesi, jens albinus, lars von trier
yorum:
Hiç yorum yok
Dogma 2: The Idiots
Yönetmen:
Lars von Trier (her ne kadar jenerikte yazmasa da)
Senaryo:
Lars von Trier
Oyuncular:
Bodil Jørgensen, Jens Albinus, Anne Louise Hassing
Tür:
Komedi | Dram
Yıl:
1998
Süre:
117 dk.
Ülke:
Danimarka, İsveç, Fransa, Hollanda, İtalya
Dil:
Danca
Ödül:
5 ödül, 4 adaylık
IMDb
puanı: 6.8/10
Metascore:
47/100
Dogma
’95 akımının ikinci filmi olan Idioterne aynı zamanda Lars von Trier’in Altın
Kalp Üçlemesinin de ikinci filmi. Filmde anlatılan ise bir grup insanın geri zekâlı
rolü yaparak düzene karşı durma isteği. Bu grupta doktordan tutun da sanat
öğretmenine kadar önemli insanlar mevcut. Bu kişiler dışarıdaki tekdüze, modern
hayatın dayattığı kuralları kırmak için zihinsel özürlü, onların tabiriyle geri zekalı rolü yaparlar. Bu şekilde kendileriyle övünür ve insanların bu gibi
kişilere de nasıl baktıklarını bizlere çok da güzel gösterirler. Yine bir gün
yemek yerken özürlü taklidi yapan başkarakterlerden biri yan masadaki bir
bayanın elini tutar ve bırakmaz.
wilbur wants to kill himself (2002)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/28/2011 09:38:00 ÖS
etiket: adrian rawlins, anders thomas jensen, film, jamie sives, lone scherfig, shirley henderson
yorum:
7 yorum
Yönetmen:
Lone Scherfig
Senaryo:
Lone Scherfig, Anders Thomas Jensen
Oyuncular:
Jamie Sives, Adrian Rawlins, Shirley Henderson
Tür:
Komedi | Dram | Romantik
Yıl:
2002
Süre:
111 dk.
Ülke:
Danimarka, İngiltere, İsveç, Fransa
Dil:
İngilizce
Ödül:
11 ödül, 20 adaylık
IMDb
puanı: 6.9/10
Metascore:
69/100
Biraz
gaz, biraz jilet, sıcak banyo, haplar şekerleme tadında, uzatma kablosu tavana
asılır ve çat. Hayatın iki yüzünü derinden inceleyen bir film Wilbur Wants to
Kill Himself. Sürekli kendini öldürmeye çalışan bir adam, sürekli kardeşinin
hayatını kurtarmayı başaran bir ağabey, temizlikçi olarak çalıştığı hastaneden
hastaların bırakıp gittiği kitapları ikinci el kitapçıya getiren bir kadın,
büyük aklı küçük bedenine sığmayan bir çocuk. Bir ev, bir hastane, bir kitabevi.
Wilbur’un
intiharıyla başlıyor filmimiz, bu adam kendine ne yapıyor böyle demeden de
geçemiyoruz.
en iyi 50 film: zamanda yolculuk
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/27/2011 07:26:00 ÖS
etiket: 12 monkeys, back to the future, donnie darko, liste, primer, the terminator, zamanda yolculuk
yorum:
Hiç yorum yok
Filmlerde
çokça bahsedilen bir konu zaman kavramı, zamanda yolculuk. Bulunulan zamandan
ileriki bir tarihe ya da geçmişe. Çoğumuzun düşlerinden birisi de zamanda
yolculuk etmek. Bunun için gerekli olan bir zaman makinesi, bir kitap ya da
sadece istemek. Peki, geçmişe gittiğimizde karşımıza ya kendimiz çıkarsa ya da
ileriki bir tarihte gözümüzü açtığımızda biz çoktan ölmüşsek?
Bu
konuları ve daha fazlasını işleyen filmler var bu sefer listede. Listeyi hazırlayan,
usanmadan her gün illaki bir defa baktığımız Total Film. Listede olayın ne
zaman başladığı, nerede sonlandığı da incelenen detaylar arasında. Aşağıdaki linke
tıklayarak yazının orijinaline kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Ama ondan önce gelin
“zamanda yolculuk” temalı en iyi filmlere şöyle bir göz atalım.
İşte
en iyiler:
saman yapraklarda
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/27/2011 06:09:00 ÖS
etiket: benim umudum var, yazılar
yorum:
8 yorum
Açın,
açın sonuna kadar, duymak için neden kendimizi zorlayalım, fonda kimsenin
sevmediği benim bayıldığım bir müzik var, ezgisine bulaşmak istiyorum, adeta
süzülmek geliyor içimden yumuşacık çizikler atmak bedenime. Nerede benim
tuvallerim, fırçalarım, boyalarım. Kırmızıyı sürmek istiyorum dünyanın eşiğine,
mavi gecenin ölümüne şahit oluncaya kadar siyahlarla karalamak istiyorum tüm
yüzleri. Kokuşmaktan çürümüş birisi olarak da görülmek istemem, istediğim bu
benim çünkü sizi pek de alakadar etmez öyleyse.
Ana
rahmine yeniden düşmek istiyorum, suların içinde, boğulmadan, dinlemeden,
düşünmeden, yaşayıp gitmek…
Azıcık
çikolata, üç-dört kilo kadar, her üzüntü için bir tablet, biraz süt, ak kaşık
olmak istiyorum. Hey siz! Defolun şimdi!
Beni
küçümseyenler diz çöksünler önümde, yapmak istediğim cezalandırmak değil aksine
ödüllendirmek onları. Onlar olmasalardı bir gün bile yaşayamazdım. İçimdeki kini
büyüttükçe büyüdü bu beden, kana bulaştı, köpekdişleri dökülmeden dışarıya
çıkmayı öğrendi, sokaklara ve doyumsuz bedenlerde kayarkenki soluklanışları
öğrendi. İçini sonsuzluğa doğru boşaltırken söylenecek tüm sözcükleri onlar
öğretti, içimdeki beni onlar besledi.
Biraz
tiner, biraz yağ, düz olmasından çok, kullanılmış çuval ve inip kalkışlarında
fırçanın hatırlanan anlara inat ellerin boyaya bulaşması, kırmızı kırmızı
boyalara, her sıkışta parmak aralarından çıkan çamur misali ve kokusuyla kafa
yapan.
Biraz
daha müzik biraz daha resim, fotoğraflar çekilmemiş olsa, kâğıt üzerinde
yaşanan hikâyelerimizden bıkkınlığımız ve duruşlar, nefes alışlar, vadiler,
ırmaklar, bol bol temiz hava, bol gıda, vitaminler ve yeşillik her yerde
bitişlerinde masmavi bir deniz, uçsuz bucaksız gökyüzü, derelerde yüzen kuğular
ve balıkçılar, ellerinde oltalar, her salladıklarında bir gitara takılıyor,
kurtarılması gereken varlıklar, düşlerimizde kurcaladığımız burnumuz tek
derdimiz, azıcık uzun, düz, yazılar kıvrım kıvrım ve ürpertilerinde gecenin
okunan şiirlerden bahsetmek, iç çekişler, avuç içine alınan saç yumağı, kendine
çekme, göğe bakan bir baş, şaha kalkmış, ovalleşen bir bel, serin sulara dalmak
gibi bir eylem bu, eller birbirinin üzerine, bacaklar hiç olmadığı kadar uzun,
yüzümüz kollarımızın arasında, uçuyoruz, kanatlarımız çıkınca düşmediğimizin
farkına varıyoruz, iyi de olurum kötüde, hangi tarafı seçeceğim bana kalmış,
yarın da ölürüm dün de, dünler ölüm için güzel bir zaman dilimi, geçmişte
yaşama isteği ve geleceği işaret parmağıyla göstermeler, dile dokunan dondurma,
evet, tek istediğim bu, diller yalamak içindir, konuşmak için değil, bitmeyen
sayfalar, saman kokusu geliyor bir yerlerden, unutulmayacak kadar çoklar, dev
gibiler, cüceler de var, tümü, elma yiyenler, kovalananlar, ölenler bile, hepsi
arka sokağa sıkışmışlar, beni bekliyorlar, ben çıkmadan gitmeyecekler, ikram
olarak bir kilo baklava, üstelik hepsine, pelerinim nerede, kapı arkasında bir
kuzu, zaman hiç olmadığı kadar hızlı, ben ayarlıyorum, kimin yaşaması
gerektiğine ben karar veriyorum, ne yiyeceğime, kaç kilo alacağıma, kimin
bedenine gireceğime, kimliğime, altımdakine, üstümdekine, sağım, solum sobe,
çıkıyorlar yavaş yavaş, bisikletlerde bir kız, kızlarda bir bisiklet, ormanda,
yalnız, bir şeyler mırıldanıyor, anlamıyorum, balon tutanlar bile var, ama
yukarılara çıkmıyorlar, renkleri belli oluyor, zifiri karanlık, karanlığın
rengi yok, tavşanlar, konuşuyorlar, kibritler de çakıyor, üstelik onlar
çakmakları çakmaya gelmişler, ölüler yürüyor, yavaşlar, onların zamanı bizimkinden
yavaş, bizim bedenimiz onlardan yaşlı, yanaklardan da süzülüyor, vücutlarımız
ıslak, kaygan, yapışkan ve sıcak, tamam bu kadar yeter, defolun şimdi!
Tümü
kalemimin ucunda, öldürüyorum ölüyorlar, sonra diriltiyorum, oyuncak olup
çıkıyorlar, eğleniyorum, onları kırmıyorum ki, o kadar da korkunç değilim, hem
öyle olsa da size ne? Burası benim dünyam!
Yaşımı
küçülte de bilirim büyüte de, aklımı da, beynimi de, bedenimi de.
Hey
siz! Defolun şimdi!
Ben
yazdım, ben çizdim, sorumlusu benim, istersem çıkartırım sizi, ölümünüz bir
kelimeden ibaret, farkında değilsiniz. Yaparım, bilirsiniz!
Getirin
bana tüm kitapları, açın en olur olmadık sayfaları, yıkanmak istiyorum. Tüm aralıklarına
paragrafların, bedenimi akıtmak istiyorum, eriyip bitinceye kadar, size de
yaşadığınız yere de, bu dünyaya da tahammül edemiyorum. Ya bunu
gerçekleştirirsem, o beni, kendi yazdığım, sonunu, kaderini kendi çizdiğim
dünyaya hapsedebilirsem? Kendi edebiyatımı kendim oluşturabilirsem? Ya edebiyat dediğim
benliğim, kişiliğim, hayatım, kendi kalemimin ucundaysa?
Suçu
bana atamazsınız, sizi yok edersem de, seversem de, sizden nefret edersem de.
Edebiyat,
tahammül edemediğim şu dünyanın yeniden tasarımıysa?
Hey
siz! Defolun şimdi!
28 days later (2002)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/26/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: alex garland, christopher eccleston, cillian murphy, danny boyle, film, naomie harris
yorum:
2 yorum
Yönetmen:
Danny Boyle
Senaryo:
Alex Garland
Oyuncular:
Cillian Murphy, Naomie Harris, Christopher Eccleston
Tür:
Korku | Bilim-Kurgu | Gerilim
Yıl:
2002
Süre:
113 dk.
Ülke:
İngiltere
Dil:
İngilizce, İspanyolca, Fince, Fransızca
Ödül:
7 ödül, 21 adaylık
IMDb
puanı: 7.6/10
Metascore:
73/100
Kendisini
tartışılmaz en iyi korku-gerilim filmleri listelerinde daima gördüğümüz bir
film 28 Days Later. Adından da anlaşılacağı gibi patlak veren bir olaydan 28
gün sonrasını anlatır. Bahsi geçen olay ise denek olarak kullanılan hayvanları
kurtarmak için araştırma laboratuarına gelen aktivistler, araştırmanın ne
düzeyde ve ne üzerine olduğunu bilmeden hayvanları serbest bırakmak isterler. Araştırmayı
yürütenlerden birinin gelmesiyle işler sarpa sarar. Her ne kadar denek
hayvanlarına “öfke” enjekte edildiği söylense de kafesin kapağı açılır ve
ısırılan aktivist saniyeler sonra canavarlaşır. Kan yoluyla bulaşan virüs çok
kısa bir zamanda bedeni ele geçirir ve insanda öldürme istediği yaratır.
stake land (2010)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/25/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: connor paolo, film, jim mickle, kelly mcgillis, nick damini
yorum:
Hiç yorum yok
Yönetmen:
Jim Mickle
Senaryo:
Jim Mickle, Nick Damici
Oyuncular:
Connor Paolo, Nick Damici, Kelly McGillis
Tür:
Korku
Yıl:
2010
Süre:
98 dk.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce
IMDb
puanı: 6.7/10
Metascore:
66/100
Bilindik
vampir filmlerinden biraz farklı konusu olan 2010 yapımı filmde durağanlık söz
konusu. Yani tanıdık gelen vampirler bile yavaş hareket ediyor. Hatta bize
öğretilen vampir kavramının biraz dışındalar. Güneşe çıkınca ölüyorlar fakat
bunun haricinde başka bir benzerlikleri yok. Yavaş hareket ediyorlar, muhteşem
hızları yok anlayacağınız, çok da kuvvetli değiller, atlayıp zıplamıyorlar
hatta görüntüleri zombileri andırıyor. Uzun dişleri olmasa zombi olarak
anılabilirler.
Post
apokaliptik yapıdaki filmde konu ise kısaca şu: Kendisine “mister” denilen bir
adam bir gece vampirin elinden bir çocuğu kurtarır. Anne ve babasının ölümünü
izleyen çocuk ne olduğunun bir an farkına varamaz. Sonrasında mister ile yolculuğa başlarlar.
let me in (2010)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/24/2011 05:19:00 ÖS
etiket: chloe moretz, film, john ajvide lindqvist, kodi smit-mcphee, matt reeves
yorum:
Hiç yorum yok
Yönetmen:
Matt Reeves
Senaryo:
Matt Reeves, John Ajvide Lindqvist(roman)
Oyuncular:
Kodi Smit-McPhee, Chloe Moretz
Tür:
Dram | Fantastik | Korku | Gizem
Yıl:
2010
Süre:
116 dk.
Ülke:
İngiltere, ABD
Dil:
İngilizce
Ödül:
5 ödül, 16 adaylık
IMDb
puanı: 7.3/10
Metascore:
79/100
On
iki yaşına hapsedilmiş bir dişi vampir ile bir oğlanın aşkını anlatan Let Me In
2010 yapımı bir film. Kendisi “Let the Right One In” adlı filmin yeniden çekimi
imiş ve ben bunu filmin yarısındayken öğrendim. Yani baştan belirtmek isterim ki
orijinal versiyonunu izlemedim o yüzden herhangi bir karşılaştırmanın yersiz
olacağını düşünmekteyim. Fakat okuduğum yorumlardan da diyebilirim ki tabii ki
de orijinal versiyonu çok daha iyiymiş. IMDb’nin top 250 listesindeki ilk
çekimini izledikten sonra muhtemelen bahsederim.
Yine
de diyebilirim ki başlı başına iyi bir yapım. Konusu bakımından da diğer vampir
filmlerinden biraz farklı. Başrol oyuncularının çocuk olması ve gerçekten
başarılı bir performans göstermeleri de filmin başarısını körüklüyor,
alevlendiriyor.
fucking åmål (1998)
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/24/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: alexandra dahlström, erica carlson, film, lukas moodysson, rebecka liljeberg, show me love
yorum:
Hiç yorum yok
Show Me Love
Yönetmen: Lukas Moodysson
Senaryo: Lukas Moodysson
Oyuncular: Alexandra Dahlström, Rebecka
Liljeberg, Erica Carlson
Tür: Komedi | Dram | Romantik
Yıl: 1998
Süre: 89 dk.
Ülke: İsveç, Danimarka
Dil: İsveççe
Ödül: 19 ödül, 8 adaylık
IMDb puanı: 7.8/10
Metascore: 73/100
Åmål isimli küçük bir kasabada geçen hikâyede
Agnes ve Elin adındaki iki genç kızın sevgisi anlatılır. Elin güzel, çekici,
popüler, manken olmak isteyen ama her seferinde sıkılganlığını belli eden,
hayattan bıkmış biri iken Agnes ise bir buçuk yıl önce taşındığı kasabaya hâlâ ayak uyduramamış, arkadaşı olmayan, üzgün, atarlı ama Elin’e deliler gibi âşık
bir kız. Olaylar da Agnes’in on altıncı yaş günü partisinde başlıyor aslında. Annesinin
zoruyla dağıttığı parti davetlerinden bir iş çıkmayacağını bildiği halde oturup
birilerinin gelmesini bekliyor ailesi ile birlikte. Bu durumdan şikâyetçi olan
ailen küçük bireyi, acıkmış, suratında hadi ama geleceklerse gelsinler bakışı var. Ve biri geliyor.
the dreamers (2003)
yazan: Adsız
tarih: 7/23/2011 02:29:00 ÖS
etiket: bernardo bertolucci, eva green, film, louis garrel, michael pitt
yorum:
5 yorum
Senaryo:
Gilbert Adair(roman), Gilbert Adair
Oyuncular:
Michael Pitt, Louis Garrel, Eva Green
Tür:
Dram | Tarih | Romantik
Yıl:
2003
Süre:
115 dk.
Ülke:
İngiltere, Fransa, İtalya
Dil:
İngilizce, Fransızca
Ödül:
9 adaylık
IMDb
puanı: 7.1/10
Metascore:
62/100
Öncelikle
belirtilmelidir ki herkesin çok da seveceği bir film değil The Dreamers. Bu durum
muhtemelen filmdeki “ensest” göndermelerden kaynaklanabilir. Lakin sevmeyecek
ve filmi ağır bir dille eleştirecek olanlar için 68 kuşağının Fransa iskeletine
politik bir yaklaşım da bu duruma eklenebilir. Çokbilmiş film eleştirmenlerinin
ensesten çok bu politik bakış açısına değinmelerinden de anlayabiliriz ki “ben
cinselliği takmıyorum ama bakın bu filmde bu anlatılmak istenilen durum nasıl
da geri planda bırakılmış ve yanlış bir şekilde lanse edilmiş” gibi yorumlar
yaparak kendilerini nasıl da kendi kazdıkları kuyuya sürükleyiverirler.
alt-üst
Lime
lime doğranmış domatesin üzerine serpiştirilen bir tutam nane, biraz fesleğen
ve sarımsak, üzerinde gezdirilen zeytinyağı, biraz tuz.
Sol
cebimde bir kaset, kasetin içinde sesler, görüntüler, yatak odaları ve
bedenler. Odalar çıplak, beyaz boyalı ve sokak lambaları.
Dışarıda
kar yağıyor, yaz ayı, insanlar rüzgâra yenik, şemsiyeler rengârenk açılmışlar göğe
doğru, birileri susuyor.
Masanın
üzerinde bir kitap, kül tablası, dumanı tüten izmarit, küller… Masanın üzerinde
bir el, kalem tutuyor ve altında bir kâğıt. Yazdıkça yazıyor.
Koltuğun
üzerinde yarı çıplak bir vücut, uyuyor belli, göğsü inip inip kalkıyor, biz
bilmezdik kalp ritmini, bize öğretmediler ve hıçkırmaların yastık altlarına
gizlendiğini.
Karışık
birkaç paragraf uzadıkça uzuyor saniyeler içinde, anlamsızlaştıkça hayat
yazılanlara kulp takmak zorlaşıyor doğrusu, cevaplar hep anlamsız olunca ve
anlatılanlar.
Gözlerinde
rimeller azalmış, birazı yanaklarda, kirpikler olmadığı kadar kısa, günler
bitmek bilmezken, susanlar var kuytu köşelerde ve sokaklar.
Koltuğun
önünde bir masa, koltukta uyuyan bir beden, yarı-çıplak, masada bir tabak,
tabağın içinde salata, üzerinde zeytinyağı gezdirilmiş, tuzlu ve nar ekşili.
Masanın
üzerinde bir el, kalem tutmuş, anlaşılmaya çabalanan sözcükleri karalıyor bir
güzel, ışıkların altında sadece o, sokaklarda lambalar var bir de. Göğüs inip
inip kalkıyor.
Balkondan
aşağıya bırakma hissi bedeni, beyinde bir yerlerde fareler, peynirler. Kemiriliyor.
Düşünceler zaten yok olmuş, düşler, suskunluklar, çareler ve pişmanlıklar. Suçluluk
kitabının yazarı ortada…
Caddelerde
lambalar, kırmızı, sarı ve yeşil. Sokak lambaları acıyı anlar gibi başlarını
eğmişler.
Koltukta
oturan bir beden masaya ellerini koymuş bir şeyler karalıyor, masada bir kâğıt,
kül tablası, çatal ve salata.
Koltuğun
kenarına kıvrılmış bir beden uyuyor muhakkak, bize öyle olduğunu hiç
öğretmediler, göğsü inip inip kalkıyor.
Dışarıda
bir karmaşa, tufan belki.
Sol
cebimde bir kaset, kasette görüntüler. Oturmuşum bir koltuğa, bir şeylerin
kokusunu alıyorum, sarımsak mı bu?
Sigara
sönmeye meyilli ben ölmeye. Yanımda yarı-çıplak bir beden, göğsü titriyor.
İki
el masanın üstünde, sabit, bir el çatalı alıyor, ellerim sabit, kafamda fareler
ve peynir, kemiriliyor, titreyen bir göğüs, inip inip kalkıyor, bir uzuv, iki
lop, bir çatal, göğse giriyor, ellerim sabit, bir el var, bastırıyor, kalbe inen
bir çatal, can çekişmeler, hıçkırıklar yastığın altında, bir el yastığın
üstünde, bir kafa yastığın altında, ellerim masanın üstünde.
Artık
uyumuyor fakat bu bize öğretilmemişti.
Ellerim
masanın üstünde.
hostel: part 2 (2007)
yazan: Adsız
tarih: 7/22/2011 06:51:00 ÖS
etiket: bijou phillips, eli roth, film, heather matarazzo, lauren german
yorum:
Hiç yorum yok
Senaryo:
Eli Roth
Oyuncular:
Lauren German, Heather Matarazzo, Bijou Phillips
Tür:
Korku | Gerilim
Yıl:
2007
Süre:
93 dk.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce, Slovak, İtalyanca, Çek
Ödül:
4 adaylık
IMDb
Puanı: 5.4/10
Hostel
filminin devam niteliğindeki ikinci filmidir kendisi, psikopatlığa da
doymamıştır. Bu kez ise başlarına dert gelecek kişiler bayandır. Fakat bu
bayanlar bu kez daha masum sebeplerle Slovakya’da bulunurlar. Tabii ilk filmde
de olduğu gibi sona kalan kurtulur.
Film
ilkine göre daha bir sığ gibi fakat ilkini geçen sahneleri de yok değil. En baştaki
sahne filme adapte olmamızı ve ilk filmde neler oldu-bittiyi hatırlamak ve de
bağlantıyı kurmak için güzel bir sahne. Hatırlarsınız ilk filmdeki
başkarakterimiz Puxton’dı maalesef bu filmin başında onun ölümünü seyrediyoruz.
İlk
filmi geride bırakan bir diğer sahne ise Elizabeth Bathory göndermeli sahnedir.
Tavana asılı bir beden, altta o bedenden çıkacak, fışkıracak olan kanlarla
orgazm olmayı bekleyen bir kadın. Bu sahne de yine birinci filmin veremediği
dehşeti veriyor.
Ama
tüme bakıldığında kolaylıkla denebilir ki ilk film daha başarılı. Fakat sadece
bu iki sahne için bile olsa izlenmeye değer bir vahşet filmidir kendisi.
Üstelik
bu filmle ilk filmdeki neden ilişkisini ve olayın kurallarını da daha iyi
öğrenmiş oluyoruz. Örneğin bu dümenleri çeviren şirketin dev gibi olduğunu,
kurbanlarını açık arttırma ile sattığını öğreniyoruz.
Üstelik
bu film işin biraz psikolojisine de el atıyor. Sahnelerin birinde parasını
verdiği halde kurbanını doğrayamayan hatta vicdan azabı çeken bir kişiyi
görüyoruz. Ve kurallardan biri parayı verdikten sonra kurbanını öldürmek
zorunda olman olunca, yani öldürmeden adımını dışarı atamazsın olunca işler
sarpa sarıyor. Aynı şekilde bu durumu hiç onaylamayan ama sinirine yenik düşen
bir insanın nasıl da ölüm makinesine dönüştüğünü izliyoruz.
Filmin
sonun da da paranın gücü bir anda ortaya yeniden çıkıveriyor. Ve insan da öldürme
isteği doğuyor.
hostel (2005)
yazan: Adsız
tarih: 7/22/2011 06:25:00 ÖS
etiket: derek richardson, eli roth, eythor gudjonsson, film, jay hernandez
yorum:
Hiç yorum yok
Senaryo:
Eli Roth
Oyuncular:
Jay Hernandez, Derek Richardson, Eythor Gudjonsson
Tür:
Korku | Gizem | Gerilim
Yıl:
2005
Süre:
94 dk.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce, Çekçe, Almanca, Slovak, Japonca, İspanyolca
Ödül:
4 ödül, 5 adaylık
IMDb
Puanı: 5.8/10
Vahşetin
ağır olarak işlendiği filmlerden biri Hostel. Konusu ise üç gencin sekse olan
düşkünlüğünden başlarına gelen olaylar silsilesi. Yani şöyle, üç gencimiz
arzuya o kadar açtırlar ki kendilerini bir anda Amsterdam’da bulurlar. Fakat ellerinde
bir dişin kovuğunu dolduracak malzeme yoktur. Tanıştıkları bir çocuk onlara
aslında olayın Slovakya’da olduğunu söyler. Seksle o kadar kafayı bozmuşlardır
ki kendilerini bu sefer Slovakya’da bulurlar. Tabii işler onların istediği gibi
gitmez. Teker teker kaybolan gençlerin en son tuzağa düşeni Paxton’dur. Genç çocuk
arkadaşlarının ne hale geldiğini ancak kaçırıldığı sırada görür. Olay ise tamamıyla
paranın konuştuğu bir zevk üçgeninden ibarettir. Garip bir şirket para
karşılığında müşterilerine doğramaları için taze et bulmaktadır. Bunun için
elindeki bayanların gücünü de kullanmaktadır. Aklı apış arasında olan
gençlerimiz de bu bayanların tuzağına düşüverir ve teker teker yem olmak için
kendilerini kuyunun dibine bırakıverirler.
Nasıl
bir zevk anlayışı olduğunu hala çözemediğim durum ise şudur: adamlar para verip
adam doğruyorlar. Bu kin ve nefret nasıl bir bastırılmış kişilik bozukluğundan
ileri gelir?
Neyse,
olaylar bu şekilde gelişir, bu esnada bol bol elektrikli testere, kopan bacak,
kol, kesilen parmak, neşter, çekiç, bıçak, balta ve kerpeten görebiliriz. Bunların
hepsi de canlı bir insan üzerinde garip zevk anlayışını meydana getiren bir
araç olarak kullanılır.
Olayın
sonunda da başkarakterimiz birkaç tarafı eksik olarak kurtulmayı başarır ve ona
bunu yapanların peşine düşer. Peki, sonrasında ne olacaktır?
en iyi 50 öpücük
yazan: Adsız
tarih: 7/21/2011 03:35:00 ÖS
etiket: back to the future, en iyi öpücük, film tarihindeki öpüşme sahneleri, from here to eternity, ilk öpüşme sahnesi, liste, öpüşme, romantik filmler, the empire strikes back, the kiss, the notebook
yorum:
Hiç yorum yok
Listelerine
bayıldığımız sitelerden biri olan Total Film’den yine bir listeyle
karşınızdayız. Bu sefer ki konu “öpücük”. Tabii bu kelime bazen o kadar da
masum olmuyor. Listede sadece bir erkek ve bir kadının öpücüğüne de şahit
olmuyoruz. Tabii ki kadın ile kadın, erkek ile erkek ve hatta animasyonlarda
yaratıklar, köpekler bile var. Site hangi sinemada geçtiğini, kim ile kim
arasında yaşandığını, olayın özünü ve tutku mu romantizm mi olduğunu
araştırmış. Biz sadece film ismini ve kimler arasında gerçekleştiğini
yazıyoruz. Yazının devamındaki linkten orijinal yazıya göz atabilirsiniz. Aynı
zamanda yazının sonuna sinema tarihindeki ilk öpüşme sahnesini de koyduk. 1896
yılına ait ortalama yarım dakikalık film The Kiss (aka The May Irwin Kiss)
olarak biliniyor. Görüntüde öpüşenler ise May Irwin ile John Rice. İzlemeden
geçmeyin.
İşte
en iyi 50 öpücük:
50.
Cinema Paradiso (1988)
Öpücük
sahiplerini yazmak için uzun bir liste denmiş.
49.
Fast Time At Ridgemont High (1982)
Brad
Hamilton (Judge Reinhold) ve Linda Barrett (Phoebe Cates).
48.
A Room With A View (1986)
Lucy
Honeychurch (Helena Bonham Carter) ve George Emerson (Julian Sands).
47.
Wild Things (1998)
Kelly
Van Ryan (Denise Richards) ve Suze Toller (Neve Campbell).
46.
From Russia With Love (1963)
James
Bond (Sean Connery) ve Tatiana Romanova (Daniela Bianchi).
45.
William Shakespeare’s Romeo + Juliet (1996)
Romeo
(Leonardo DiCaprio) ve Juliet (Claire Danes).
44.
My Girl (1991)
Thomas
J. Sennett (Macauley Culkin) ve Vada Sultenfuss (Anna Chlumsky).
43.
Sixteen Candles (1984)
Sam
Baker (Molly Ringwald) ve Jake Ryan (Michael Schoeffling)
42.
A Nightmare on Elm Street 3: Dream Warriors (1987)
Joey
Crusel (Rodney Eastman) ve Marcie (Stacey Alden).
41.
Pretty Woman (1990)
Edward
Lewis (Richard Gere) ve Vivian (Julia Roberts).
40.
Atonement (2007)
Cecilia
Tallis (Keira Knightley) ve Robbie Turner (James McAvoy).
39.
The Quiet Man (1952)
Sean
Thornton (John Wayne) ve Mary Kate Danaher (Maureen O’Hara).
38.
Bridget Jones' Diary (2001)
Bridget
Jones (Renee Zellweger) ve Mark Darcy (Colin Firth).
37.
The Goonies (1985)
Mikey
Walsh (Sean Astin) ve Andy Carmichael (Kerri Green).
36.
My Beautiful Laundrette (1985)
Omar
(Gordon Warnecke) ve Johnny (Daniel Day-Lewis).
35.
To Catch A Thief (1955)
Conrad
Burns (Cary Grant) ve Frances Stevens (Grace Kelly).
34.
Twilight (2008)
Bella
Swan (Kristen Stewart) ve Edward Cullen (Robert Pattinson).
33.
Guess Who's Coming To Dinner? (1967)
John
Prentice (Sidney Poitier) ve Joey Drayton (Katharine Houghton).
32.
Lost In Translation (2003)
Bob
Harris (Bill Murray) ve Charlotte (Scarlett Johansen).
31.
Rocky (1976)
Rocky
Balboa (Sylvester Stallone) ve Adrian Pennino (Talia Shire).
30.
Dirty Dancing (1987)
Johnny
Castle (Patrick Swayze) ve Frances 'Baby' Houseman (Jennifer Grey).
29.
Cruel Intentions (1999)
Kathryn
Merteuil (Sarah Michelle Geller) ve Cecile Caldwell (Selma Blair).
28.
The Shining (1980)
Jack
Torrance (Jack Nicholson) ve… tamam, sadece durun ve görün.
27.
Jerry Maguire (1996)
Jerry
Maguire (Tom Cruise) ve Dorothy Boyd (Renee Zellweger).
26.
Shrek (2001)
Shrek
(Mike Myers) ve Princess Fiona (Cameron Diaz).
25.
When Harry Met Sally (1989)
Harry
Burns (Billy Crystal) ve Sally Albright (Meg Ryan).
24.
An Officer and a Gentleman (1982)
Zack
Mayo (Richard Gere) ve Paula Pokrifki (Debra Winger).
23.
E.T. The Extra-Terrestrial (1982)
Elliott
(Henry Thomas) ve isimsiz sınıf arkadaşı (Erika Eleniak).
22.
Some Like It Hot (1959)
Sugar
Kane Kowalski (Marilyn Monroe) ve Joe (Tony Curtis).
21.
Amelie (2001)
Amelie
(Audrey Tautou) ve Nino Quincampoix (Matthieu Kassovitz).
20.
Ghost (1990)
Sam
Wheat (Patrick Swayze) ve Molly Jensen (Demi Moore).
19.
Mulholland Dr. (2001)
Camilla
Rhodes (Laura Elena Harring) ve diğer Camilla Rhodes (Melissa George).
18.
It's A Wonderful Life (1946)
George
Bailey (James Stewart) ve Mary (Donna Reed).
17.
Gone With The Wind (1939)
Rhett
Butler (Clark Gable) ve Scarlett O’Hara (Vivien Leigh).
16.
Raiders of the Lost Ark (1981)
Indiana
Jones (Harrison Ford) ve Marion Ravenwood (Karen Allen).
15.
The Princess Bride (1987)
Westley
(Cary Elwes) ve Buttercup (Robin Wright).
14.
Vertigo (1958)
Scottie
Ferguson (James Stewart) ve Judy Barton (Kim Novak).
13.
Four Weddings and a Funeral (1994)
Charles
(Hugh Grant) ve Carrie (Andie McDowall)
12.
Breakfast At Tiffany's (1961)
Holly
Golightly (Audrey Hepburn) ve Paul Varjak (George Peppard).
11.
The Godfather Part 2 (1974)
Michael
Corleone (Al Pacino) ve kardeşi Fredo (John Cazale).
10.
Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2 (2011)
Ron
Weasley (Rupert Grint) ve Hermione Granger (Emma Watson).
9.Titanic
(1997)
Jack
Dawson (Leonardo DiCaprio) ve Rose DeWitt Brubaker (Kate Winslet).
8.
Lady and The Tramp (1955)
A
classy cocker spaniel (Lady) ve a mongrel (Tramp).
7.
Brokeback Mountain (2005)
Ennis
del Mar (Heath Ledger) ve Jack Twist (Jake Gyllenhaal).
6.
Casablanca (1942)
Rick
Blaine (Humphrey Bogart) ve Ilsa Lund (Ingrid Bergman).
5.
Spider-Man (2002)
‘Spiderman’
aka Peter Parker (Tobey Maguire) ve Mary Jane Watson (Kirsten Dunst).
4.
The Notebook (2004)
Allie
Hamilton (Rachel McAdams) ve Noah Calhoun (Ryan Gosling).
3.
Back To The Future (1985)
George
McFly (Crispin Glover) ve Lorraine Baines (Lea Thompson).
2.
The Empire Strikes Back (1980)
Scoundrel
Han Solo (Harrison Ford) ve Princess Leia Organa (Carrie Fisher).
1.
From Here To Eternity (1953)
Milton
Warden (Burt Lancaster) ve Karen Holmes (Deborah Kerr).
Yazının
aslını buradan okuyabilirsiniz.
Ve
işte sinema tarihinin ilk öpüşme sahnesi, The Kiss.
ölüm pornosu | chuck palahniuk
yazan: Adsız
tarih: 7/18/2011 03:36:00 ÖS
etiket: ayrıntı yayınları, chuck palahniuk, funda uncu, kitap, yeraltı edebiyatı
yorum:
Hiç yorum yok
Feci
derecede sakıncalı bir kitap! Chuck Palahniuk gibi edepsizler, terbiyesizler
olmasa aslında hayatımız sütten çıkmış ak kaşık ya da “kaşağı” kıvamında
olabilir. Çünkü Kaşağı gibi, Eylül gibi kitaplar anlatıyor aslında
yaşadıklarımızı. Bizim kültürümüzde ne porno vardır ne de fetiş. Ağzımızdan küfür
bile çıkmaz aslında. Üstelik biz yılbaşının gelmesini sarışın hatunları okşamak
için isteriz. Çünkü onların saçları tam da okşanmak içindir. Yani anlatılanların
dışına çıkılıyorsa hep bu Palahniuk yüzünden, hep onu okuyanlar yüzünden. Yoksa
dediğim gibi, cillop gibi insanlarız. Üzerimize krema sıkılıp yalanmalıyız, o
derece!
Şaka
bir yana açılan toplatılma davasının sadece adında “porno” kelimesinin
geçmesinden dolayı olduğunu inatla düşünmekteyim. Yoksa adı başka bir şey
olsaydı eminim ki sıyrılıp giderdi. Yoksa kitapta bahsedilen ya da en azından
kullanılan kelimelerden daha ağırları başka kitaplarda mevcut. Ve işin ilginç
yanı dünya üzerinde en iyi yazarlar arasında kabul edilen, kitapları çok satan,
yeraltı edebiyatına derin katkıları bulunan Chuck Palahniuk için bu söz konusu.
Çünkü burası Türkiye ve burada Palahniuk’a bile dava açılır.
Gerçi
ülkemizde sadece kitaplar “ucube” olarak görülmüyor. Heykeller de bundan
nasibini alan sanat eserleri arasında.
Ve
aslında Palahniuk bize Gösteri Peygamberi’nde bir şeyler demek istiyor:
martyrs (2008)
yazan: Adsız
tarih: 7/17/2011 11:47:00 ÖÖ
etiket: film, morjana alaoui, mylène jampanoi, pascal laugier
yorum:
Hiç yorum yok
Senaryo:
Pascal Laugier
Oyuncular:
Morjana Alaoui, Mylène Jampanoi, Catherine Bégin
Tür:
Dram | Korku | Gerilim
Yıl:
2008
Süre:
99 dak.
Ülke:
Fransa | Kanada
Dil:
Fransızca
Ödül:
3 ödül
IMDb
puanı: 7/10
Martyrs’i
iki parçaya bölüp incelemek sanırım en doğru şey. Şöyle ki, ilk bölüm akıllara
zarar sahnelerle doruk noktasına ulaşan, gerilim yüklü ve bu gerilim de
izleyicinin istediklerini tam anlamıyla verebilen bir ilk bölüm. Ne olduğu
yavaş yavaş anlaşılan, ortada deli olarak görülen bir kız, kızın yaşadıkları,
gerçekle kızın hayal dünyası arasında geçişler, karar verme süreci ve bol kanlı
sahneler.
Lucie
adlı kız, küçükken alıkoyulur ve işkenceye tabi tutulur. Bir şekilde kurtulur
fakat aynı işkenceleri gören başka bir kızı kurtarma şansı hiç olmaz. Arkasına bakmadan
kaçar. Kurtaramadığı diğer kız bundan sonraki hayatında adeta bir hayalet gibi
çıkagelir ve ona en akla yatmayan işkenceleri yaşatır. Ona yardımcı olan tek
kişi Anna’dır. Anna onu sever, ona deli gözüyle bakmaz, sırlarını öğrenir. Ve bu
şekilde 15 yıl geçer, kızlar büyür.
en iyi 50 harry potter karakteri
yazan: Adsız
tarih: 7/16/2011 02:21:00 ÖS
etiket: dumbledore, harry potter, harry potter karakterleri, hermione, liste, ron, severus snape, voldemort
yorum:
1 yorum
J.K.
Rowling’in dünyayı sarsan kitabından beyaz perdeye aktarılan, milyonların en
iyi fantastik filmi olarak görülen Harry Potter serisi son filmiyle tarihe
geçmiş bulunmakta. Fenomen haline dönüşen film kimilerine göre kitaptan biraz
sapsa da izleyenlerin çoğu için izlendiği dakikalarda tam da istenilen duyguları
izleyiciye vermekte. Kitap mı daha iyi film mi daha iyi soruları bir yanda
dursun Total Film sitesi hem yazarını, hem yapımcılarını hem de oyuncularını
zengin eden Harry Potter serisinde bulunan karakterleri tek tek incelemiş ve en
iyi 50 karakteri belirlemiş. Sitede karakterlerin incelenişini, hangi oyuncunun
bahsi geçen karakteri hayata geçirdiğini bulabilirsiniz. Sonuna gelinen film
için işte en iyi 50 Harry Potter karakteri:
memento (2000)
yazan: Adsız
tarih: 7/13/2011 06:04:00 ÖS
etiket: carrie-anna moss, christopher nolan, film, guy pearce
yorum:
Hiç yorum yok
Senaryo:
Jonathan Nolan(kısa öykü), Christopher Nolan
Oyuncular:
Guy Pearce, Carrie-Anne Moss, Joe Pantoliano
Tür:
Suç | Dram | Gizem | Gerilim
Yıl:
2000
Süre:
113 dak.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce
Ödül:
2 Oscar’a adaylık, 42 ödül, 33 adaylık
IMDb
puanı: 8.7/10
Top
250: #30
Metascore:
80/100
Öncelikle
söylenecek bir şey varsa o da bu filmin nasıl anlatılabileceği üzerine. Bir yerden
başlanacak olursa o da konu sanırım. Memento’da anlatılan konu özetle şu:
Leonard Shelby, evine yapılan korkunç saldırıda karısını kaybeder ve bu esnada başına
aldığı darbenin etkisiyle “balık hafıza” olarak nitelendirebileceğimiz hafızaya
sahip bir insan olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalır. Tabii karısının
katilini aramak için durmayacak ve iz sürmeye başlayacaktır. Ona bu yolculukta
elindeki polaroid makinesi, fotoğrafların altına düştüğü kısacık notlar ve
vücudundaki dövmeler yardımcı olacaktır.
jumanji (1995)
yazan: Adsız
tarih: 7/12/2011 09:32:00 ÖS
etiket: bonnie hunt, film, joe johnston, kirsten dunst, robin williams
yorum:
1 yorum
Senaryo:
Chris van Allsburg (kitap), Jonathan Hensleigh, Greg Taylor, Jim Strain
Oyuncular:
Robin Williams, Kirsten Dunst, Bonnie Hunt
Tür:
Macera | Aile | Fantastik | Gerilim
Yıl:
1995
Süre:
104 dak.
Ülke:
ABD
Dil:
İngilizce, Fransızca
Ödül:
3 ödül, 8 adaylık
IMDb
puanı: 6.5/10
Metascore:
39/100
Bir
oyun düşünün ki sizi gerçek hayattan koparıp oyunun içine hapsetsin, içinden
filler, zebralar fırlasın, evlerin içinde uzun uzun bambuların çıkmasına sebep olsun,
bir anda kuyruklu olmanıza, kocaman sivrisinekler tarafından ısırılmanıza,
bastığınız zeminin kuma dönüşüp dibe doğru çekilmenize sebep olsun. Bu öyle bir
oyun ki eğer başladıysanız bitirmek zorundasınız, sorulan bilmeceleri çözmeniz
ve lanetten kurulmak tek kaçış yolunuz. Hata yaparsanız, cezalandırılırsınız,
hile yaparsanız yine cezalandırılırsınız. Üstelik oyun tam da hayattan
sıkılanlar ve ondan sıkılanlar için.
Çocukluğun
en sevilen filmlerinden biri olan Jumanji enerjisiyle izleyiciyi kendine
hapsederken yer yer korkutmayı da başarıyor ve bitmek bilmeyen geri dönüşler,
tekrarlamalarla da heyecanı bir an olsun elinden bırakmıyor.
Filmde
kendisini Spider-Man serisinden tanıdığımız Kirsten Dunst’ın küçüklüğünü de
görmekteyiz.
Film
her ne kadar çocuk filmi olarak görülse de bence her yaşta izlenebilir bir
özelliği var, üstelik zamanına göre çekim kalitesi ve efektler de yerinde. İzlerken
sıkmıyor, bittiğinde insanda böyle bir oyun gerçekten olsa, keşke, dedirtiyor. Fakat
gerçekten böyle bir oyun olsa kim cesaret edebilir ki bilerek oyunu oynamaya?
Filmden
birkaç bilmece ise şöyle, cevapları ise filmin içinde:
“ormandan
çıkamazsın sen, zar beş ya da sekiz gelmeden.”
“dişleri
var, keskin, hoşuna gider lezzetin, hızlı hareket etmelisin, kendi iyiliğin
için.”
fight club'ı jane austen yazsaydı
yazan: Adsız
tarih: 6/28/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: araştırma, chuck palahniuk, dosya, jane austen's fight club
yorum:
1 yorum
En bilindik filmlerden biridir Fight Club, yeraltı edebiyatı örneklerinden biridir ayrıca kült bir yapımdır. Kitabın yazarı Chuck Palahniuk, muhteşem insan, bakış açısı, Gösteri Peygamberi’nden anladığımız kadarıyla da temizlik konusunda aşmış insan. Jane Austen ise en bilineniyle Aşk ve Gurur’un yazarı. Aşkı anlatan kadınlardan anlayacağınız. Chuck Palahniuk pek bir vurdulu kırdılı gözüküyor, yeraltı edebiyatının getirdiklerinden de fazlasıyla yararlanıyor. Küfretmekten çekinmiyor. Jane Austen ise romantizmi doruklarda yaşıyor, onun dilinde değil küfür kavga bile yok. Peki eğer Fight Club’ı aşkı anlatan kadın, aynı Aşk ve Gurur’daki gibi hanımefendilerin dilinden yazsaydı nasıl olurdu? İşte onun cevabı. Birileri düşünmüş ve bu videoyu çekmiş.
reservoir dogs (1992)
yazan: Adsız
tarih: 6/27/2011 08:33:00 ÖS
etiket: film, harvey keitel, michael madsen, quentin tarantino, steve buscemi, tim roth
yorum:
Hiç yorum yok
Senaryo:
Quentin Tarantino, Roger Avary(radyo diyalogu)
Oyuncular:
Harvey Keitel, Tim Roth, Michael Madsen, Steve Buscemi
Tür: Suç |
Gizem | Gerilim
Yıl: 1992
Süre: 99
dak.
Ülke: ABD
Dil:
İngilizce
IMDb
puanı: 8.4/10
Top 250:
#65
Ödül: 8 ödül, 6 adaylık
Quentin
Tarantino’nun soyguncular neler hisseder ve onların psikolojisi nasıldır gibi
sorulara cevap verdiği filmi Reservoir Dogs. Kompleks diyalogları güldürürken,
kana bulanmış zeminlerde adete insan beynini kaydırıyor. Kadın ihtiva etmeyen
filmlerin arasında olmasına rağmen orgazmın doruklarına adeta basit konusuyla
çıkarıyor.
Film, beş
kişiden oluşan bir soygun ekibinin, polislerin olay yerine erken gelmesinden
kaynaklanan başarısızlıktan sonra içlerinden birinin köstebek olduğunu düşünüp,
o köstebeği ortaya çıkarma serüvenini konu edinir. Profesyonel bir ekip olduğundan
gerçek isimler yerine renklerden oluşan isimleri kullanırlar. Filmdeki komik
diyaloglardan biri de bu isimlerin belirlenmesi sahnesinde geçer. Çünkü kimse
Mr. Pink olmak istemezken, herkesin dileği Mr. Black olmaktır.
Suç
işleyen insanların bir diğer yönünü görmemizi de sağlayan film her ne kadar
Tarantino’nun ilk filmi olarak gösterilse de aslında Reservoir Dogs üçüncü
filmidir. İlk film Love Birds in Bondage’dır fakat tamamlanamamıştır. İkinci
film olan My Best Friend’s Birthday 69 dakikalık bir kısa filmdir fakat çok da
başarılı olduğu söylenemez, herkesin kabulü de böyle bir yönetmenin sinema
camiasına böyle kült sayılacak bir filmle başladığıdır.
trick 'r treat (2007)
yazan: Adsız
tarih: 6/25/2011 10:00:00 ÖÖ
etiket: anna paquin, brian cox, cadılar bayramı katliamı, dylan baker, michael dougherty
yorum:
Hiç yorum yok
Senaryo:
Michael Dougherty
Oyuncular:
Anna Paquin, Brian Cox, Dylan Baker
Tür:
Korku | Komedi | Gerilim
Yıl:
2007
Süre:
82 dak.
Ülke:
A.B.D.
Dil:
İngilizce
IMDb
puanı: 7.0/10
Ülkemizde
Cadılar Bayramı Katliamı olarak gösterime girmiş Amerikan korku filmi. Aslında izlenildiğinde
çok da korkutmadığı anlaşılıyor. Filmin güzel yani farklı hikâyeleri birbirine
bağlama özelliği. Aynı gecede geçen dört farklı olay ve bunların bağlanma
şekilleri başarılı.
Olay
cadılar bayramı gecesi, cadılar bayramı kurallarına sıkı sıkıya bağlı bir
kasabada geçer. Öyle ki balkabakları içinde yanan mumların onları kötülükten
koruduğuna inanırlar ve eğer mum sönerse kötülükle yüz yüze gelebileceklerini
sanırlar. İlk sahnelerde cadılar bayramından biraz usanmış gibi görülen bir
bayan mumlardan birini söndürür ve sevgilisi tarafından uyarılır. Bahçedeki beyaz
çarşafları toplarken de öldürülür. Onu öldüren ise filmin sonlarına doğru yüzü
görülen muhtemelen bir yaratıktır. Nereden geldiği ise belli değildir. Kafası
çuvalla örtülü beş yaşında bir çocuğun uzunluğunda boyu ve turuncu kostümüyle
aslında sevimli bile sayılır. Cinayet silahı olarak kullandığı nesne de yalama
şekeridir.