Aşağıda okuyacağınız yazı Film School Rejects adlı siteden alıntıdır. Bizlerin Amerikan filmlerini yakından takip etmemiz ve dili "ingilizce" olmayan ya da Amerikan yapımı olmayan filmlere karşı ön yargımız olduğunu düşündüğüm için yayımlamak istedim. Fransız filmlerine karşı olan görüş ise Amerikanlardan pek de farksız değil.
İyi okumalar...
Bilge biri bir keresinde ''Fransız filmleri... çok fransız.''
demiş. Amerikalı seyircilerin genellikle yabancı filmlere karşı önyargısı
vardır. Bu filmlerin sıkıcı, abuk sabuk, kendini beğenmiş falan olduklarını
düşünürler, ama özellikle Fransız filmleri hepsinden daha gösterişci, yapmacık
bir izlenim bırakır. O zaman biz (Film School Rejects'dekiler) bu yanlış
fikirle nasıl savaşıyoruz? İlk olarak, bu düşünülenlerin çoğunun doğruluğunu
kabul ediyoruz. İkinci olarak ise bu kaideye istisnalar bulmaya odaklanıyoruz,
yani o dumanlı Fransız kalıbını kırıp, sadece iyi filmler izlemeyi sevenlere
hitap eden filmleri.
Bu yazıda Jean-Luc Godard
veya François Truffaut gibilerinin yere göğe sığdırılamayan klasiklerini
bulamayacaksınız. Bazıları baya iyi olsa da (mesela Breathless ve Day
for night), o filmlerin insanın nikotin bağımlısı öz benliğinin
varoluşsal irdelemelerinden etkilenmeyen seyircilere yutturulması çok zor
gibi. Fakat aşağıdaki on bir başlık öncelikle muhteşem, ikinci olarak ise
Fransız filmler. Yani eğer film izlemeyi seviyorsanız fakat Fransa'nın
sinematik çamuruna ayağınızı sokmakta tereddüt ediyorsanız, bunlardan birkaçını
deneyin, kısa zamanda bütün yabancı düşmanlıklarınıza 'va te faire foutre!' (Siktir!)
der hale gelirsiniz. (İngilizceden çok farklı oldukları durumlarda Fransızca
isimlerini de yazdım.)
#11. Irreversible
Amerikalılar intikama ve yanlış kimlik tespitlerinden doğan şamataya
bayılır! Listedeki bütün filmlerin içinde seyirciye hem içerik hem de yapı
bakımından en çok meydan okuyanı Irreversible. Gasper Noe'nun
2002 tarihli bu şok edici filminde başrolleri Monica Belluci ve Vincent Cassell
paylaşmakta ve konu tersine kronolojik sıralamayla işlenmekte. İnanılmaz
derecede canlı ve şiddetli bir intikam olayı, ardından gözü kara, hayvani ve
hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir tecavüz. En sonunda da mutlu, birbirlerine
aşık oldukları çok belli olan tatlı bir çifti izliyoruz ve başlarına
gelecekleri bildiğimiz için kahroluyoruz. Noe'nun şiddete karşı görüşleri
izlemesi zor ve acı verici fakat aynı zamanda bu cesur, taşaklı ve büyüleyici
bir filmcilik.
#10. Maelstrom
Amerikalılar kürtaja ve deniz ürünlerine
bayılır! Aslında burada biraz hile yaptık çünkü Maelstorm katıksız bir Fransız
filmi değil, bir Fransız/Kanadalı filmi. Ama dili Fransızca ve çok güzel bir
film yani bu listeden çıkaramayız. Bir kadının sürekli düşüşünün ve ümit verici
kurtuluşunun hikâyesini konuşan bir balık anlatmakta (kasap dükkânından). Kaderin ve niyetin bu
tuhaf ve görkemli keşfinde seks, intihar, intikam ve günahlardan arınmanın
hepsi sergilenmekte (baş döndürücü yıldız Marie-Josee Croze dâhil.)
#9. Tell No One (Ne le dis
a personne)
Amerikalılar belirsizliğin heyecanına ve çıplaklığa bayılır!
Amerikan yazar Harlan Coben'ın romanından yola çıkılarak çekilen bu
şaşırtmacalarla dolu gerilim filminde bir doktorun karısı kaçırılıp öldürülür
fakat birkaç yıl sonra geri döner. Tell No One harhangi bir büyük Hollywood
gerilim filmi karşısında gururla ayakta kalabilecek bir film. Büyük bir gizem,
yoğun aksiyon, şaşırtıcı mizah, inandırıcı bir aşk hikâyesi... ve yıllara
meydan okuyan güzelliğiyle Marie-Josee Croze!
#8. 8 Women (8 femmes)
Amerikalılar müzikallere ve cinayete bayılır! Sekiz kadın ve
bir ölü adam tartışmalar, kavgalar ve şarkı söylemek için yeteri kadar malzeme
sağlamakta. Kısıtlı ortamı olan bir tiyatro oyunu gibi sahnelenen filmdeki
parlak ve cesur renkler, dışarıda hüküm süren kar fırtınasıyla tamamen bir
zıtlık oluşturmakta. Güçlü karakterler ve Catherine Deneuve, Isabelle Huppert, Emmanuelle Beart gibi oyuncuların güçlü performansı, bu müzikal gizem çözülürken ilginizi canlı
tutmayı başarıyor.
#7. High Tension (Haute
Tension)
Amerikalılar 'gore' a ve mastürbasyona
bayılır! Eğer sonrasan eklenmiş ve bütünüyle korkunç ''twist'' sonu olmasaydı, High Tension kendi türünde bir
klasik sayılabilirdi. Alexandre Aja'nın bu ilk filmi aslında gerçekten
mükemmel, karanlık, şiddetli, şaşırtıcı ve acımasızca kuvvetliyken, son 20
dakikasında kıçının üstüne oturuyor. Top yuvarlamalı (daha doğrusu kafa
yuvarlamalı) gece saldırısı, agresifçe doğrudan hislerinize yapılan bir hücum.
Mükemmel kanlı sahneler, belirsizlikler, çarpık espri anlayışı ve elektrikli
aletlerin yenilikçi kullanımı bu korkunç ve kanlı gerilim filmini tamamlamakta.
#6. That Obscure Object of
Desire
Amerikanlar... neyse tamam bu seferki fazla
Fransız olabilir. Luis Bunuel'nin son filmi gerçekte varolmayan bir aşkı
anlatan bir kara komedi. Etraflarındaki diğer herkes aralarındaki tek şeyin
nefret ve saplantı olduğunu açıkça görürken, birbirlerine ihtiyaçları olduğuna
inanan bir çift beraber kalabilmek için bütün yollara başvurur. Mathiu eşek
herifin teki, Conchita ise bir kevaşe, ve ikisi de sırayla birbirini kendi
çıkarı için kullanıyor. Bunuel'nin sürreal evreni birkaç yolla filmin içine
sızmakta, bunlardan en dikkate değer olanı Conchita'yı iki farklı kadının
canlandırması ve karakteri canlandıranın film boyunca, hatta bazen sahnenin
ortasında değişip durması. Ah bir de terörist bombardımanları var tabii. Bana
güvenin, yatak odasının ikiyüzlülüğünü ve entrikalarını şaşırtıcı bir
doğrulukla hedef alan tuhaf ve komik bir film bu.
#5. Leon
Amerikalılar kiralık katillere ve Danny
Aiello'ya bayılır! Luc Besson'nun Leon'u New York'da geçtiği
ve filmde herkes İngilizce konuştuğu için, onu listeye ekleyerek başka hafiften
bir hile yapıyoruz fakat bu film Besson'nun The Professional'ının Fransız
versiyonu yani listede kalabilir. Başrollerde Jean Reno ve Natalie Portman var,
ama Gary Oldman hapçı, klasik müzik sevdalısı, öfke bağımlısı ve aynı zamanda
da tesadüf bu ya hem de bir polis olan karakteriyle bütün ilgiyi üstüne
topluyor. Amerikalılar daha çok Mathilda'nın (Portman) gizemli ve tek heceli
Leon'a karşı giderek büyüyen aşkına odaklandığı için, ek çekimleri izlemenin
tehlikeli olabileceği söylenmekte. Bu filmi birazcık sapıklaştırırken aynı
zamanda da muhteşem bir filmi daha muhteşem yapıyor.
#4. Them (ils)
Amerikalılar korkudan altlarına sıçmaya
bayılır! Geçen bahar gösterime giren aynı temalı korku filmi The Strangers tansiyonu yüksek
tutmayı başardı sayılır fakat Them bunu ondan bin kat
daha iyi yapıyor. The Stranger'ın neredeyse bütün sahnelerinin Them'den
araklama olması hiç şaşırtıcı değil gerçekten... Ne mutlu ki, bir Amerikan
filminin üç zayıf özelliği olan gereksizce vahşi bir son, stres altındaki
çiftin artık klişeleşen aptal davranışları ve kötü karakterlerin doğaüstü
uyanıklığı bu yüksek kaliteli Fransız filminde yok. Bu filmi gece ışıkları
kapatıp... ve altınıza bez bağlayıp seyredin.
#3. Brotherhood of the Wolf
(Le Pacts des loups)
Amerikalılar Iron Chef'e bayılır! Bu film
size dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecek. Masum insanları parçalayan kıyak
bir canavarı, ''Chairman'' Mark Dacascos sayesinde güzel bir dövüş sanatı aksiyonu,
ortalıkta kaçışıp duran seksi çıplak kızları, Fransa tarihi (sayılır veya
sayılmaz ama kulağa ilginç geliyor), ve tecavüze uğramayan bir Monica
Belluci'si var. Daha ne isteyebilirsiniz ki? İnsanı içine çeken bir hikâyeye,
güçlü karakterlere ve sizi üzecek en az iki ölüme ne dersiniz? Brotherhood of the Wolf cidden ilginç bir ''genre-bender''.
#2. Hate (La Haine)
Amerikalılar çikolatalı süte ve polislerin
yaptığı ırkçılığa bayılır! Bu film Fransız olmasının yanında bir de siyah
beyaz. Bunun onu yabancı filmlerden nefret edenlere satmayı iki kat
zorlaştırdığının farkındayım ama bu film harbiden eğlendirici. Mathieu Kassovitz bu ikinci yapımını izleyeni kaçışı
olmayan bir doruğa sürükleyen bir itici güç ve enerjiyle yönetiyor. Paris'in
dış kesimindeki varoşlarda yaşayan üç genci polisler, aileler, arkadaşlar ve
dolu bir tabanca ile cebelleşirken izliyoruz. Kulağa aşırı sıkıcı geliyor fakat
üçü arasında geçen konuşmalar ve yaşadıkları komik ve ilgi çekici. Kassovitz
size üçlünün gününün nasıl biteceği konusunda tahminlerde bulundurup
beklemenizi sağlıyor ve en sonunda bittiğinde sizi şaşırtıyor.
#1. Amelie (Le Fabuleux destin
d’Amelie Poulain)
Amerikalılar romantik
komedilere ve bilgisayarla oluşturulan görüntülere bayılır! Amelie hayal gücü
ve aşk konusunda son bir sınav niteliğinde, kulağa ne kadar uyduruk geldiğini
biliyorum ama bu dediğim doğru. Eğer Amelie'yi
izleyip, kocaman yüreğinden, hayata karşı inanılmaz sevgisinden, aşka olan
dayanıklı inancından, bilgisayarla oluşturulan görüntülerin yenilikçi ve
rengarenk kullanımından, kapkara mizahından, albenisinden ve zekasından, ''şu
anda kaç kişi orgazm oluyordur kim bilir?'' sahnesinden, Yann Tiersen'n
mükemmel müziklerinden, en sonundaki duygusal ödeşmeden ve/veya Audrey
Tautou'nun aldatıcı güzelliğinden en ufak bir şekilde etkilenmediyseniz o zaman
büyük olasılıkla sizin içiniz geçmiş.
Aynı zamanda bunları da es
geçmemek lazım– Delicatessen, Baxter, The Diving Bell and the Butterfly, La Femme Nikita, The City of Lost Children, Swimming Pool, Jean de Florette/Manon of the Spring.
Kalemsuare için çeviren C. G.
Kaynak: Film School Rejects.
Aman Tanrım, listede Angel-A yok. 2. sıraya ekleyin hemen. Çabuk! :))
YanıtlaSilpeki tamam, en azından izlenecekler listesine alındı :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilohoyt müthiş liste izlemediklerimi ekledim bile:)
YanıtlaSil