Yönetmen:
Andrey Tarkovskiy
Senaryo:
Andrey Tarkovskiy, Aleksandr Misharin
Oyuncular:
Margarita Terekhova, Filipp Yankovsky, Ignat Daniltsev
Tür:
Biyografi | Dram | Tarih
Yıl:
1975
Süre:
108 dk.
Ülke:
Sovyetler Birliği
Dil:
Rusça, İspanyolca
IMDb
puanı: 8.0/10
Andrey
Tarkovskiy’den çocukluğa özlem duyduğumuz dakikalarda bizi içine alıp,
sürükleyen bir yapıt Zerkalo. Adeta pişmanlıklarıma tutulan bir ayna, bir
haykırış ve gözlerimizden süzülen bir çift gözyaşı. Geride bıraktıklarımız ise
ıslak yanaklardan çok daha fazlası.
Çocukluğundan
kesitler sunan yönetmen, babasından ayrı annesiyle birlikte büyüyen bir çocuğun
gözlerinden sunar hayat hikâyesini ve ağaçlar vardır, gölgeleri, yanan bir ev
vardır, ta yukarılara ulaşan alevleri, düşleri vardır, sayfaları tek tek
çevrilen kitaplar vardır, Leonardo vardır.
Telefonun
ucunda konuşulan anne ile geçmiş anlardan bahsedilir, neden her zaman
tartışıldığı sorulduğunda soğuk bir kapanış sesi gelir ve koridorlara doğru
sürüklenen bizler, sadece olacakları değil geçmişte yaşanmışlıkları izleriz. Savaş
hazırlıkları ve savaşın ortasında kalan insanların yalın ayak çamurların içinde
yürüyüşlere tanık olur, eğitim amaçlı kullanılan bir el bombasından insanların
ne derece korktuklarını seyreyleriz. Gerçek karelerden arşivlerin sepya birikintilerinde,
kameraya gülümsemeyi başarabilen çaresizleri, oturduğu çitin kırılmasıyla yere
yapışan bir adamın kahkahasını, sonrasında defalarca filmlerde göreceğimiz
ıslak saçların gerginliğini ve yıkılan tavanın bizlerde uyandırdığı korkuyu
izleriz. Yavaş yavaş sonuna gelene kadar, anlam çıkarmak istesek de
tıkandığımızda, aslında anlatılmak istenilenin sadece yönetmenin iç dünyasının
bir yansıması ve geçmişindeki pişmanlıklardan kaynaklanan sığlığı ve buhranı keşfederiz.
Ölmeye
adım adım yaklaşan bir adamın gözünden kendi geçmişini, çocukluğunu, annesini,
savaşı ve kişisel dakikaları izlerken bizler çocukların aynadaki aksinden olaya
bakar konuma düşeriz. Karman çorman kişisel hatıralar ormanında yavaşça
diğerlerine karışacak olan gölgeden farksız sayılmayız aslında. Kamera son
dakikaları çekerken o gölgelerin içinde kaybolur ve çocuklar ilerler tarlaların
arasından, yavaş yavaş her şey kararır.
Tüm
bunlar gerçekleşirken şiirler dinleriz Arseni Tarkovsky’nin sesinden. Zaten bu
görev şair olan babasından başkasına yakışır mıydı diye de sorarız.
1975
yılı bir filmin nasıl bu şekilde çekilebildiğine hayranlıkla bakakalırken, tüm
tarlanın otlarını oynatabilen rüzgâra karşı saygıyla eğiliriz. Ki iki
helikopter yardımıyla oluşturulan rüzgâr belki de bizi filmden çekip, bir de
güzel sarsar.
Evet,
belki de yönetmen sadece pişmanlığı anlatmıştır. Olmasını istediği ve daima
aklının köşesine yer ettiği dakikalarla bütünleştirdiği bu pişmanlıklarını
aktarmak, vicdanını biraz olsun rahatlatmak istemiştir.
Zaten
Jean-Paul Sartre ile izledikten sonra üzerinde tartışırlarken Sartre’ın yorum
yapmaya başlayıp işin içinden çıkamadıklarını fark ettiklerinde Tarkovskiy
dönüp “Sen benim filmim üzerinden fikirlerini savunuyorsun” demesiyle çıkmaza
sürüklenirken yardımlarına koşan temizlikçi “Siz neyi çözemediniz? Biri yaptıklarından
pişman, film de bu pişmanlığı anlatıyor.” demiştir. İşte bu olay da bu sığlığı
ve basitliği destekler nitelikte.
tabii hayal dünyasındaki uç noktalar ve filmin ritmine ayak uyduran müzikler, tüm kargaşanın arasından sızan su gibi.
Bu
bölük pörçük sahneleri birbirine bağlayan ise kadının hissettirdiği duygulardan
başkası değil.
Ve
yönetmen diğer filmlerinde de olduğu gibi kamerayı öyle bir açıyla yerleştiriyor
ki ortama sisler içinde milyonlarca fotoğraf karesi izliyoruz adeta ve bu ağır
koşuşturmaca da bizi yormayı başarıp hüzünlendiriyor da. İşte bu şekilde
aynaların ötesindeki ülkesine bizi sürükleyip kaçıveriyor. Tam da şiirde dediği
gibi.
0 YORUM:
Yorum Gönder