Yönetmen:
Andrey Tarkovskiy
Senaryo: Andrey Tarkovskiy, Tonino Guerra
Oyuncular:
Oleg Yankovskiy, Erland Josephson, Domiziana Giordano
Tür:
Dram
Yıl:
1983
Süre:
125 dk.
Ülke:
Sovyetler Birliği, İtalya
Dil:
İtalyanca, Rusça
Ödül:
3 ödül(Cannes), 1 adaylık(Cannes)
IMDb
puanı: 8.0/10
Bir
film düşünün ki tüm sahnelerini fotoğraflasalar gelmiş geçmiş en başarılı
fotoğraf sergisi olur. İşte böyle bir film Nostalghia. Andrey Tarkovskiy’in
yönetmen koltuğunda oturduğu kült bir film.
Sanata
dair derin diyalogların geçtiği film aslında sanattan bahsetmiyor, olduğu gibi
bir sanat eseri olma yolunda yavaşça ilerliyor. Geçişler bir anda oluveriyor
siyah-beyaz ve düşlerde, geçmişte bizi derinden yaralıyor. Ağır ağır ilerleyen
sahnelere baktıkça içimizde bir his sanki biz o zamanın çocuklarıymışız gibi
yüreğimizi dağlıyor. Pişmanlıklarına değinmeden edemiyor yönetmen, odak
noktasına aldığı aile bağını uzadıya işliyor. Geçmişiyle bir şekilde
hesaplaşıyor. Kaldı ki filmi çektiği dönemde kendi ailesinden de çok uzaklarda.
Bu
senfonide hiç müzik sesi duymuyoruz. Çoğu zaman kusurlu sahnelerin üzerini
kapatan müziğe hiç ihtiyaç yok bu filmde. Bizi dinginleştiriyor, yavaş yavaş
gözlerimizin kapanmasını sağlıyor ve gözlerimizi açtığımızda sislerin içinde
buluyoruz kendimiz, sular akıyor bir yerlerden ve çocuklar geçiyor yanı başımızdan.
Zaman olmadığı kadar yavaş ilerliyor. Oysaki anlatılanlar çoktan yaşanmış,
çoktan eskimiş.
Upuzun
sahnelerde bizi düşünmeye sevk ediyor adeta, şevkimizi kırmadan bakakalıyoruz
paltosuyla yatağa uzanan adama, dakikalar geçiyor, öncesinde orda olduğunu bile
bilmediğimiz bir köpek geliyor diğer taraftan ve adam köpeği okşuyor, yıllardan
beri sahibiymişçesine.
Ve
bir deli görüyoruz, taş üstüne oturtulmuş bir bisikletin pedalını çeviriyor. Bu
bizlere bir ders niteliğinde geliyor. Çaba sarf ediyoruz, hedefimiz için büyük
uğraşlar veriyoruz ve bir adım bile ilerleyemiyoruz.
Delinin
evinde dolaşırken yanan mumları fark ediyoruz ve deli bize bir şeyler
anlatıyor. “Bir dala bir damla daha iki damla etmez. Daha büyük bir damla eder.”
Duvarda gözümüze sokulan “1+1=1” yazısını gördüğümüzde tüylerimiz diken diken
oluyor.
Kadın
tanrıyla konuşuyor, tanrı kadınla. Ve adam, deli olan, heykelin üzerine çıkıp
kendini ateşe vermeden önce insanlara sesleniyor, yönetmen, biz filmi izlerken
bizlere sesleniyor. Bağırıyor.
Ve
filmin sonuna yaklaşırız, anlatılamayan bir süre dakika elimizden kayıp
gitmiştir. Adamın elinde bir mum vardır, adam havuzdadır. Mumu deli olan
vermiştir. Adam mumu yakar ve rüzgârdan alevi koruyarak yavaş yavaş ilerlemeye
başlar, adım adım ve mum söner. Adam havuzun başına geri döner ve biz bisiklet
üstünde pedal çeviren deliyi hatırlarız. Çabayı görür elde edilen başarıyı fark
ederiz. Sonra adam mumu tekrar yakar ve ilerlemeye başlar.
Zorlu
bir film. Sanatı anlatmayan bir sanat eseri ve bütünlüğe yoğunlaşma ve tek
varlıktan söz etme. Yönetmenin hissettikleriyle beraber bizlere de çokça yer
veren bir film aslında. Bunu en çok delinin kendini feda ettiği sahnede
anlıyoruz aslında. Adam bağırıyor, çağırıyor, bizi bize anlatıyor. Dinler gibi
görünen bir düzine insan, hepsi birbirinden farklı, hepsi dinliyormuş gibi
davranıyor. Adam bizim çukurumuzda ışık saçan oluyor ve kendini feda ediyor. Bu
olaya müdahale eden kimse yok. Bunlar bizleriz. Sadece köpek tepkisiz
kalamıyor, başrol oyuncusunun başını okşadığı köpek.
Ve
adam mumu ulaştırması gerektiği yere koyduğunda hepimiz ölüyoruz.
0 YORUM:
Yorum Gönder