Yönetmen:
Ingmar Bergman
Senaryo:
Ingmar Bergman
Oyuncular:
Bibi Andersson, Liv Ullmann
Tür:
Dram
Yıl:
1966
Süre:
85 dk.
Ülke:
İsveç
Dil:
İsveççe
Ödül:
BAFTA adaylığı, 5 ödül, 1 adaylık
IMDb
puanı: 8.2/10
Top250:
#201
Sinema
tarihinin usta yönetmenlerinden Ingmar Bergman’ın 1966 yılında çektiği Persona
adlı filmi çoğu eleştirmenler ve yönetmenler tarafından sinemanın en iyi filmi
ya da sinemanın en iyilerinden bir olarak görülüyor. Başyapıt olarak tabir
edilen film, hastane odasında başlar. Bunun öncesinde filmin giriş bölümünde
ise avuca çakılan çivi, dışarı çıkarılan işkembe, kesilen hayvandan akıtılan
kan, erekte olmuş bir penis, hareket eden bir örümcek ve ölüleri görürüz. Bu sahneler
yer yer filmin belirli bölgelerine uyum içinde yerleştirilmiştir.
Elizabeth
ünlü bir sanatçıdır, sahne aldığı bir oyununda susar ve bir daha hiç konuşmaz. Bunu
hasta bakıcıya anlatılan hikâyeden anlıyoruz. Sonrasında hemşire Alma Elizabeth’in
odasına gidiyor ve böylelikle iki kadının hayatı birbirinin içine girmeye başlıyor.
Aslen herhangi bir ruhsal bir bozukluğunun olmadığını savunan doktorlar
tarafından deniz kıyısındaki evinde Alma ile birlikte bir dinlenme süresine
girmesi söyleniyor.
Alma
ile Elizabeth çok geçmeden sıkı birer dost oluyorlar. Konuşmayan Elizabeth’in
karşısında kendisinin konuşması gerektiğini düşünen Alma da tüm hayatını hiç
çekinmeden tek tek anlatıyor. Beraber kitap okuyup, güneşleniyor, sigara içip
bir nevi dertleşiyorlar. Alma’nın zamanında hiç tanımadığı bir gençten hamile
kaldığını, aldattığını ve çocuğunu aldırdığını öğreniyoruz. İçkinin de verdiği
etkiyle tüm çıplaklığıyla hayatının en kötü dakikalarını anlatıyor.
Bir
süre sonra Alma, Elizabeth’e karşı derin bir sevgi bir hayranlık duymaya
başlıyor. Çünkü Elizabeth bir sanatçıdır, her şeye sahiptir, konuşmaması bile
ilgi uyandırıyordur, istediği hayata istediği zaman sahip olabilecek
kapasitededir. Yine de kendini büyük görmemesi, onu dinlemesiyle de kendini ona
yakın hissetmektedir.
Elizabeth’in
mektubunu teslim etmek için yola çıktığı bir gün ise dayanamaz ve mektubu okur.
Tüm anlattıklarını mektupta sanki dalga geçiyormuş gibi yazmasına, hatta alttan
alta ona aşk beslediğini okuyan Alma, geri döndüğünde çılgına döner. Zaten yeterince
sıkılmıştır. Her şeye sahip bu kişi neden konuşmuyordur? Sürekli kendisinin bir
şeylerden bahsederken onun sadece kafa sallaması canını sıkmaya başlamıştır. Üzerine
bunları yazması her şeyin bitmesine sebep olmuştur. Korku anında da suskun
kalıp kalmayacağını ölçmek isteyen alma yere dürdüğü bardağın kırıklarını
yerden almaz. Lakin üzerine Elizabeth bassa da sesini çıkarmaz. İyice çığırından
çıkan bu işten git gide sıkılmaya başlayan Alma dayanamaz ve içindeki tüm
nefreti Elizabeth’in suratına kusar. En sonunda suratına yediği bir tokatla
delirme noktasına gelen Alma ocağın üstünde kaynayan suyu alır ve tam üzerine
atacakken Elizabeth konuşur.
Bu
bir nevi savını destekler niteliktedir. Aslında kendisi şu an olduğu insandır. Korkabilen
biri.
Bundan
sonra filmde derin bir geçiş izleriz. Artık seyrettiğimiz rüya mıdır gerçek mi
pek algılanmaz. Karısının durumunu merak eden adam ve Almanın konuşmalarını
izleriz. Elizabeth’in kocası karşısında sanki Elizabeth gibi konuşan Alma bir
nevi Elizabeth’in tercümanı, dili olmuştur. Adamla öpüşür, kendini öptürür. Bu esnada
Elizabeth ise arkada olanları izler. Sonrasında bunların düş olduğunu kavrarız
fakat bu düşler Elizabeth’in kafasının dışa bükümü gibi aktarılır. Bunun aksine
bu düşlerin sahibinin Alma olduğunu da görürüz. Uykusundan uyanan Alma hastane
odasındadır. Delirecekmiş gibi tavırlar sergiler. Elizabeth’in kocasının
yanında yatar ve her şeyin daha da kötüleşeceğinden bahseder.
Filmin
sonuna doğru Alma, Elizabeth’in sakladığı fotoğrafı görür. Bu daha filmin ilk
dakikalarındaki fotoğraftır. Bir çocuğa aittir. Mektubun içinden çıkan
fotoğrafı gördüğünde Elizabeth hiç durmadan fotoğrafı yırtmıştır. Bunun sonrasında
Elizabeth’in karşısına geçen Alma olayı anlatmaya başlar.
Elizabeth
çok ünlü bir aktristir, hayatı her şeyiyle mükemmeldir. Oyuncu arkadaşlarından
biri bir gün ona, yaşamındaki her şeyinin tam olduğunu, güzel olduğunu söyler
fakat anneliğinin eksik kaldığını vurgular. Bunun üzerine düşünen Elizabeth
kocasının onu hamile bırakmasına izin verir. Fakat hiç de düşündüğü gibi
olaylar gelişmez. Bir de içini korku sarmıştır ve bu çocuğu istemediğinin
farkına varır. Azar azar nefret besler ve bebeğin düşmesi için birkaç yol dener
ama çocuk dünyaya gelir. Daha çocuğun hayata gözlerini açtığı ilk dakikalarda
bir tiksinme duyar ve çocuğun ölmesini diler. Elizabeth’in nefreti her geçen
gün artar. Bunun yanında çocuk büyüdükçe daha çok annesini ister ve ona daha
çok bağlanır.
İstemediği
ama arkadaşlarının, çevresindekilerin ona yakıştırdığı bu rolde başarısız kalan
Elizabeth, kendisine, çocuğuna ve kocasına karşı yabancılaşır ve kendini
soyutlar. Aslında dışarıdan bakıldığında Elizabeth sırtlandığı tüm rollerde çok
başarılıdır ta ki annelik rolü ona verilene dek.
Bu
benlik çatışmasının benzerini aslında Alma da yaşar. Aldatma ve kürtajı
hayatına sokan ve bu durumdan ötürü derin vicdan azabı çeken Alma bir nevi
filmdeki asıl “deli”dir. Bir süre sonra da Elizabeth ile aynılaşmaya başlar. Kendini
onun yerinde görmeye çalışır.
evet izledim bunu izledim izledim! hatta yaban çilekleriyle yedinci mührü de izledim, mutluyum -.-
YanıtlaSilönerdiğini düşünüyorum ve en kısa sürede onları izlemek istediğimi belirtiyorum. izleyince bahsederim zaten. sevgiler.
YanıtlaSilevet kesinlikle =) persona'yı sevdiğine göre onları da beğenirsin. rica ederim =)
YanıtlaSil