ciddi yazarlardan gayriciddi fotoğraflar


Annie Leibovitz’in objektifinden ayı kostümlü Susan Sontag


John Brtson’ın objektifinden Ernest Hemingway


Ron Galella’nın objektifinden Truman Capote, Studio 54’te uyuklarken


Tom Wolfe ve Kurt Vonnegut cankurtaran olursa


Edward Gorey ve ayısı


Senaryo yazarı Dalton Trumbo banyoda yazarken



Marcel Proust ve tenis raketinden gitarı


(flavorwire ve edebiyathaber aracılığı ile)

paylaş:

çekiliş sonucu | vahşi şeyler



Vahşi Şeyler adlı kitabı verdiğimiz hediye kitap çekilişi sonuçlandı.
Toplamda 76 kişi çekilişe katıldı ve toplamda 209 çekiliş hakkı elde edildi.
Random.org aracılığıyla gerçekleştirilen çekilişte, ilk olarak yorum sırasına göre kullanıcıların çekiliş hakları sıralandı ve fanusun içine atılan kapalı kâğıt edasıyla random.org yardımıyla karmaşık olarak sıralandı, iyice çalkalandı. Ardından yine random.org’a 1 ile 209 arasında bir sayı tut bakalım dendi ve 137 sayısı kazanan oldu.
137. sıradaki şanlı isim Gul/İnn
Kendisini kutluyoruz ve en kısa sürede kendisinden iletişim bilgilerini info@kalemsuare.com adresine iletmesini istiyoruz.
Diğer kullanıcılarımıza ise üzülmemelerini, hayatın oyunlardan, şanstan ve biraz da tesadüften ibaret olduğunu söylüyoruz ve en yakın zamanda hediye çekilişlerimizin devam edeceğinin müjdesini veriyoruz. Gerçekten yakın bir sürede.


paylaş:

black mirror



2011 yılında yayınlanan Black Mirror, üç bölümden oluşan bir mini dizi. Bölümler ise birbirinden bağımsız, farklı hikayeleri anlatıyor ve tamamıyla farklı oyuncular tarafından oynanıyor. Ana tema ise aslında teknolojinin getirdikleri üzerine ya da getirecekleri üzerine. Sonuçta teknoloji geliştikçe özellikle paylaşım ortamları sürekli artar halde ve insanların bir bilgiye ulaşmak için bir tuşa basmaları yeterli.
Black Mirror ismi ise gün içerisinde kullandığımız ekrana sahip elektronik cihazlara gönderme, enerjisi bitince ekranın karamasından yola çıkılmış.
Bölümleri ayrı ayrı inceleyecek olursak,

1. Bölüm: The National Anthem
Mini serinin ilk bölümü heyecan ve gerilim dozu oldukça yüksek, konu bakımından da yeterince ilgi çekici ve aykırı.
İngiltere başkanı telefonun çalmasıyla uyanıyor ve önemli bir haberin gelmesiyle acil toplantıya çağırılıyor. Durum ise düşünüldüğünden de vahim bir hal içerisinde. Prenses kaçırılmış ve videosu yetkililere gönderilmiş. Videoda prensesin görüntüsünü izliyoruz ve durumun daha da kötü bir hal alacağını fark ediyoruz. Video çoktan paylaşım sitelerine verilmiş durumda ve Youtube’ta izlenme rekorları kırıyor, Twitter’da dakikada binlerce tweet atılıyor. Olaydaki ilginç durum ise prensesin kaçırılmasından çok prensesin serbest kalması için yapılması istenen. Prensesin sağ salim kurtulabilmesi için başbakanın canlı yayında, bir domuz ile seks yapması isteniyor.
Bundan sonrasında ise olaylar gelişiyor ve koşuşturmaca başlıyor.

2. Bölüm: 15 Million Merits
Serinin ikinci bölümü ilk bölüme göre daha durağan ve kurgu bakımından daha zayıf geçse de anlattığı konu bakımından oldukça sağlam bir bölüm. İnsanların kapalı bir ortamda avatarlar ile yaşadığı, pedal çevirerek puanlar toplayıp bu puanlar ile yemek satın aldıkları, temel ihtiyaçlarını karşıladıkları, avatarlarını süsledikleri, arkadaşlarına hediyeler gönderdikleri ve çeşitli programlar seyredebildikleri bir distopyada geçiyor. Pedal çevirenlerin bir alt grubu ise obezlik gibi çeşitli sorunları olan insanlar, bu gibi kişiler ise ortamın düzeninden ve temizliğinden sorumlu kişiler. Pedalcıların üstünde olan grup ise çeşitli yarışmalar düzenleyerek pedalcıları pedal çevirmekten kurtulup kendi programlarında gösteri sunmaya teşvik edenler. Burada çalışanlar ise pedalcıların kazandıkları puanlarla izledikleri programlarda hünerlerini sergileyip bir nevi televizyon oyunculuğu yapmaktalar. Bu programlarda şarkı söylenebildiği gibi porno sektörüne de hizmet gösterilebiliyor.
Kahramanımız ise pedalcılık yaparak puan kazanan ve kazandığı puanları aşık olduğu kızın yarışmaya katılmasına harcayan biri. Şarkı söylemek için katıldığı yarışama başka özellikleri keşfedilen bayan kahramanımız ise onu bekleyen sondan bir haber pedal çevirmekten bıkmış vaziyette ona ilgi gösteren kişiyi sevmeye başlıyor.

3. Bölüm: The Entire History of You
Mini dizinin son bölümü hafızaya yönelik. Değişik bir teknoloji, kulak arkasına yerleştirilen küçük bir çiple gözle görülen her şeyin hafızaya alınmasını, geri sarıp neler görüldüğünün izlenmesini, hafızanın küçük bir aparatla televizyon ekranına aktarılmasını ve konu komşuyla izlenmesini sağlıyor.
Karakterimiz Liam, iş bulma konusunda sorun yaşayan bir avukat, evli ve yine bir başarısızlıkla sonuçlanan iş başvurusundan sonra karısının arkadaşlarının da olduğu bir yemeye katılıyor. Ortamda çok eğlenmese de sıkıntısını pek belli etmiyor. Ortamdaki Jonas adındaki adama da baştan beri sempati duymuyor. Jonas ise Liam’ın karısının eski sevgilisi. Karısının dediğine göre birkaç haftalık bir ilişkileri olmuş ve ayrılmışlar.
Yemekten sonra bu durumu yeniden tartışmaya açan Liam yemek esnasında karısının Jonas’a gösterdiği ilgiyi geri sarıp sarıp izliyor ve olaylar gelişiyor.
Bilim kurgu adına bu üç bölümlük dizi gerçekten başarılı ve her bir bölümde kısa film izlenmiş havası veriyor.



paylaş:

tepedeki ev | shirley jackson


Tepelerin üzerinde sessizce yükselmesinin yanında akıl sağlığının da yerinde olmadığı bir ev düşünün, karanlığın içinde tek başına, yaşamdan uzak ve yaşanan olaylardan ötürü efsanelere ve ateş başı korku muhabbetlerine konu olmuş bir yapı, Tepedeki Ev.
Shirley Jackson’ın klasik diyebileceğimiz kitabı Tepedeki Ev için korku yazarı Stephen King, “Tepedeki Ev’e adım atmak, bir delinin zihnine adım atmak gibi… Ürkmeye başlıyorsunuz.” Demiş ki kendisi ve Neil Gaiman gibi isimleri etkilediği söylenebilen Shirley Jackson’ın bu kitabı aynı zamanda The Wall Street Journal tarafından “Gelmiş geçmiş en iyi perili öykü” olarak nitelendirilirken beyaz perdeye de iki defa uyarlanmıştır.
Akıl sağlığının yerinde olmadığından bahsettik, King de zaten bir delinin zihninden örnekleme yapmış, kitapta da eve adım atanların akıl sağlığını koruyacaklarından pek şüpheli bahsediliyor.
Felsefe ve antropoloji doktoru olan John Montague bu ev hakkında araştırma yapmak isteyince birkaç aylığına bu evi kiralar ve birkaç gençle birlikte evde inceleme yapmak ister. Amacı da kuşkusuz ‘perili’ olarak addedilen bu evdeki gizemli hareketlerin/olayların sebeplerin inceleyip sonrasında bunun etkilerini de inceleyip ortaya bir eser çıkarmak. Tabii bu sayede de bilim dünyasında önemli bir koltuğa oturacak ve an itibari ile çektiği sıkıntılardan kurtulacak.
 Yardımcı olarak gelenlerden biri de Elenor, tabii kitap bu kadın üzerine de diğerlerin daha çok duruyor. Kendisi yıllarca yatalak annesine bakmış biri, ablasından ve ablasının ailesinden de nefret ediyor, annesi ölünce de kendini hayatın içinde buluyor ve önüne çıkan bu perili ev muhabbetini kaçırmak istemeyip, nefret ettiği kişilerden uzaklaşmak için de Tepedeki Ev’e yok alıyor.
Kitap, Siren Yayınları’ndan Dost Körpe çevirisiyle çıkmış 228 sayfa uzunluğunda.
Tepedeki Ev’in canlanmasını her sayfa çevirişte biraz daha hissetmemizi sağlayan bir roman aslında bu, usta bir kalemin elinden çıktığı da bir gerçek. Psikolojik gerilim olsa gerek aynı bir gerilim filmi izliyormuş havasında diğer sayfayı çevirdiğinizde karşınıza birileri çıkıp karanlığın içine düşecekmiş gibi hissediyorsunuz okurken. Çünkü bu kitap hiç de tekin değil, aynı anlattığı hikaye gibi. Kanımız da ister istemez donuyor.

paylaş:

gösterime giren filmler | 11 mayıs


Can Dostum
Intouchables
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Dram

Geçirdiği kazadan sonra felç olan zengin aristokrat Philippe, cezaevinden çıkmış Driss’i bakıcısı olarak işe alır. Herkes Driss’in bu iş için uygun olmayacağını düşünürken, Philippe O’na inanır ve bir şans verir. Dünya dursa yan yana gelmeyecek olan bu iki karşıt dünya görüşünün çarpışmasının ve zamanla çılgın bir dostluğa dönüşmesinin, insanı derinden etkileyen hikâyesi.

Anadolu Ateşi
Anadolu Ateşi
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Müzikal

Kaynağını Anadolu’nun binlerce yıllık mitolojik ve kültürel tarihinden alan, her yöreden derlenmiş 3000 halk dansı figürü 3D olarak sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Ünlü dans gösterisinin sinema filmi detaylı çekimleri 100 kişilik animasyon ve profesyonel 3D çekim ekibi tarafından 6 aylık süre içinde gerçekleştirildi. Dünya standartlarında 3D efekt ve animasyonlar ile desteklenerek izleyiciyi konseptin içinde tarihte yolculuğa çıkartıyor.

Aşk ve Para
One for the Money
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Romantik,Komedi,Gerilim,Aksiyon,Suç

Altı aydır işsiz olan Stephanie, son çare olarak kuzeninin, kefalet senedi veren şirketinde tahsilât ajanı olarak çalışmaya başlar. Tercih ettiği silâh biber gazı spreyidir ama bu Stephanie’yi kuzeninin en büyük borçlusunu yakalamasını engellemez: Cinayet zanlısı, eski polis Joe Morelli. Evet, lise yıllarında Stephanie’yi baştan çıkarıp terk eden Joe Morelli.

Can
Can
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Dram

Ayşe ve Cemal birbirlerini çok sevmiş ve evleneli daha birkaç yıl olmuştur. Kaçarak geldikleri Büyükşehir’de geçinebiliyor ve mutlu mesut yaşıyorlardır. Tek eksikleri bir ‘çocuk’ tur. Normal yollardan çocuk sahibi olamayınca Cemal’in zoruyla illegal yollara başvururlar.
Ancak bu kararları onların yuvasını dağıtacaktır. Başından beri bu duruma karşı tavır alan Ayşe çocuğu bir türlü bağrına basamaz ve çocuk bir yaşına gelirken Cemal evi terk eder. Ayşe çocukla bir başına kalır. Ondan kurtulmak için her yolu deneyecek ama bir türlü başaramayacaktır. Cemal’in ise artık bambaşka bir hayatı vardır.

İkizler Firarda
İkizler Firarda
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Aile

Sihirbazlık yaparak hayatını geçindiren Necmi’nin ikiz kızları vardır. İkizler annelerini kaybettikten sonra babalarına çok bağlanmışlardır ve bir gün babalarından duydukları bir konuşmayı yanlış anlayarak annelerinin hayatta olduklarını zannetmeleriyle onu bulmaya, Bursa’ya gitmeye karar verirler. Komik ve maceralı bir hikâye başlar…

Koruyucu
Safe
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Gerilim,Aksiyon,Suç

Yeraltı suç örgütü 10 yaşındaki Çinli matematik dahisi Mei’yi kaçırır ve Amerika’ya götürür. Böylece örgütün bütün belgeleri küçük kızın aklında olacaktır. Luke Wright, New Jersey’de ikinci sınıf bir dövüşçüdür. Evsiz ve beş parasız yaşamakta ve intihar etmeyi düşünmektedir. Rus Mafyası küçük kızı Triadların elinden kaçırmaya çalışırken, Luke Wright olayı görür ve müdahale eder.

sinema.mynet.com
paylaş:

15. uçan süpürge uluslararası kadın filmleri festivali



Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu yıl 15. yaşını kutluyor. Festival 15 yılı geride bırakırken, 10-17 Mayıs 2012 tarihlerinde Ankara’da izleyicisine bir kez daha sinemanın büyülü diliyle seslenecek.

Festival, sinemada kadın emeğinin görünür kılınması amacıyla çıktığı yolda dünyanın dört bir köşesinden kadın yönetmenlerin filmlerini seyirciyle buluşturmaya devam ediyor.

Ankara’daki sinemaseverleri 15 yıldır sinemaya doyuran festival,  bu yıl 10-17 Mayıs tarihleri arasında yapılacak.

Dünyada Fipresci Jürisinin yer aldığı tek kadın filmleri festivali olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın filmleri Festivali geçtiğimiz günlerde Fas’ta düzenlenen 5. Sale Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nden aldığı Onur Ödülüyle 15. festivale heyecanla hazırlanıyor.

Fas’tan Uçan Süpürge’ye verilen ödülün gerekçesinde Türkiye’de kadınlar haklarının korunması, yerel ve ulusal ağların geliştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği için verilen mücadele ve yıllardır büyük emekle sürdürülen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin önemine değinilmişti.

15. festivale doğru hazırlıklar tüm hızıyla sürerken, festival ekibi sinemaseverlere birbirinden özel filmleri, yerli ve yabancı konukları, ödülleri, etkinlikleri ve sürprizleriyle dopdolu bir festival vaad ediyor.

Festival geçtiğimiz yıl “iktidar” temasıyla yola çıkmış, Ankara Üniversitesi, ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi rektörlerinin katkılarıyla ilk kez üniversite kampuslerine de girmişti. Ece Temelkuran, Oya Baydar, Melek Ulagay, Murathan Mungan, Sırrı Süreyya Önder, Can Dündar, İlksen Başarır, Meral Okay, Zeki Demirkubuz, Derya Alabora, Nadire Mater’in de aralarında bulunduğu 60’dan fazla sinemacı, yazar, gazeteci, akademisyen ve aktivist, festival söyleşilerinde seyircilerle buluşmuştu. Geçtiğimiz yıl toplam 12 salonda; 100 seans ve 9 bölümde, 30 ülkeden 68 yönetmenin filminin gösterildiği festivali toplam 110 bin sinemasever izlemişti.

Ayrıntılı bilgi ve festival programı için tıklayın.

paylaş:

8bit film posterleri


Birileri sürekli yenilikçi hareketle filmlere posterler üretiyor hatta çoğunlukla minimalist yaklaşımla ortaya çıkanlar orijinallerinden çok daha büyük ilgi görüyor. Eric Palmer ise filmlere bu bahsettiğimiz yeniden tasarım olayını getirmiş lakin minimalist bir yaklaşım söz konusu değil direkt daha da indirgemiş bu fikri ve 8 bitlik posterler üretmiş. Keyifli dakikalar.













paylaş:

üretim hatası


Berlinli koleksiyoncu Heike Bolling’in topladığı gereçler üretim hatası bulunan eşyalar/ürünler. Örneğin, birbirine yapışışmış hatta başlangıçta birbirinden ayrı olmayan jelibonlar, yamuk çiviler, yanlış kesilmiş ya da baskı hatası bulunan kitaplar. Kendisi her ne kadar arasa da çoğunlukla eşyaların/ürünlerin karşısına çıktığını ya da arkadaşlarının bulup getirdiğini söyleyen koleksiyoncunun tüm hatalı ürünleri şurada, aşağıda da bazı örnekleri mevcut.






paylaş:

drive (2011)


Yönetmen: Nicolas Winding Refn
Senaryo: Hossein Amini, James Sallis (kitap)
Oyuncular: Ryan Gosling, Carey Mulligan, Bryan Cranston
Tür: Dram | Gerilim
Yıl: 2011
Süre: 100 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Seksenler, new wave akımından müzikler ile pembe fontlu yazılarla açılan bir film Drive. Kim ne derse desin tartışmasız yılının en iyi filmlerinden bir belki de en iyisi. Üstelik konu itibariyle çok da yenilikçi durmadığı halde, bu başarısını baştan sona kadar içeriyor.
Bilindik taksi sürücüsü, katiller, mafya ve aşk girdabında seyir etmesine rağmen benzerlerinden ayrı kılan özelliğe sahip aslında. Sağlam bir beynin elinden çıkmış, oyunculuktan tutun da sanatsal yönüne, kullanılan müziklerden kurgusuna kadar başlı başına bir sanat eseri.
Çoğu kimsenin ağır geçen sahnelerinden sıkılmasına rağmen bu türü seven ve farkındalık sahibi izleyicilerin yağlarının eriyeceği bir film. Tabii her iki koşulun dışında kalacaklar da olacaktır.
Şehrin içinde akıp giden yollar, yalnızlığa doğru emin adımlarla ilerleyen farlar, gece. Sükunet eşliğinde başlayan dakikalar yerini başlı başına karizmatik ve “cool” bir izlenime sahip bakışlara bırakıyor ve merkezdeki konu yavaştan şekillenmeye başlıyor. 

Adını bile öğrenemediğimiz, iki dudağının arasından kürdan düşmeyen ve akrep işlemeli montu efsane olacak karakterimiz Driver, iyi planlanmış bir soygunun kaçışını sağlayan biri. Boş zamanlarında dublörlük de yapan adam, kendi yalnızlığından hiçbir kötü hissi barındırmayan benliğiyle yaşamını sürdürürken, kaldığı apartmandaki yan komşusuyla başlayan sevimli, bir o kadar da içinden çıkılmaz masum ilişki, bir anda kendini muğlâk bir çemberin içinde buluyor. Kadının çocuğu ve kadınla yaşanan seviyeli ve anlamlı ilişki bir anda odak konunun etrafını çevreleyen ve ardından ana konunun iyice katmerlenmesine neden oluyor. Pis işlerden dolayı hapisteki kocasının tekrar eve dönüşü ve yeniden pis işlere bulaşmasıyla aileye tehdit unsuru haline gelen kişilerin Driver tarafından yardım edilerek aileden uzaklaştırılması planlanırken kadının kocasının bir anda öldürülmesi ve ele yüze bulaşan hikâyeyle sevilen kadın ve küçük çocuğun daha da ölüme yaklaşmalarıyla teker teker gelen belanın üstesinden gelen Driver’ın gösterdiği başarıyı izliyoruz bir nevi ve terk edilişleri, gidişleri ve soluk alışları.

Geri doğru saran zamanda hızlı olmanın ne demek olduğunu geçmek bilmeyen dakikalarla anlıyoruz filmi izlerken ve ister istemez geriliyoruz. Sade, yalın ve sanatsal dokunuşlarla bezenmiş filmde fışkıran kanları her gördüğümüzde “gore” olgusunu içten içe yaşıyoruz.
Yönetmenin başarısının yanında Driver ve komşu kadının suskunluğuyla gösterdikleri başarılı oyunculuk, hisler ve samimi ilişki çerçevesinde filmin başarıyı kucaklamasını anbean seyrediyoruz. Aslında tehlikeli görülen müzik seçimleriyle kült yapıya erişeceği gün gibi ortada.
Uzun uzun bakışlar, sözlere gerek duyulmayan anlatım ve muhteşem bir ürün. Stop-motion tekniğinin harikalar yaratması, özellikle akıllarda kalan sahne nedir diye sorulursa o da asansör sahnesidir denilebilir çok kesin bir ifadeyle. Kocasının ölümünden birkaç süre geçmiş bir kadın ve onu korumak, onunla yaşamak isteyen bir adamın konuşmasından sonra açılan asansör kapısı, içeride ölüme götürecek bir kişi, kapının kapanması ve ışık oyunları, öpüşme ve ardından gelen şiddet, kapının açılması, kadının ayrılışı ve kapanan kapılar. Demek istediğim sahneyi buradan izleyebilirsiniz.
Tanıtmak, ifade etmek ve ne derece başarılı olduğunu anlatmak için çok da söz sarf etmek gerekmiyor aslında Drive için, aldığı ödüller zaten bahsi geçen başarıyı taşlandırıyor lakin Akademi Ödülleri’nde adının pek geçmeyişi filmi izlemek için bile bir sebep haline getiriyor. Bu çok zor değil.
Bir süre önce bahsettiğimiz 2011 yılının en iyi 50 filmi listesinde de ilk sırada yer aldığını belirtmeden geçmeyelim.
İyi seyirler.

paylaş:

gösterime giren filmler | 4 mayıs


Yenilmezler
The Avengers
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Bilim Kurgu,Macera,Aksiyon

Beklenmedik bir düşman su yüzüne çıkıp dünyanın güvenliğini tehdit etmeye başlayınca, S.H.I.E.L.D. adlı, uluslararası barışı koruma teşkilâtının yöneticisi olan Nick Fury, dünyayı felâketten kurtarmak için bir takıma ihtiyacı olduğunu anlıyor. Marvel’in ünlü kahramanları, Demir Adam, Hulk, Thor, Kaptan Amerika, Hawkeye ve Black Widow’u biraraya getiriyor.




Paris'te Çılgın Macera
Un monstre à Paris
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Animasyon,Fantastik,Macera,Müzik

1900′lü yılların başı, Paris… Bir bahçede yaşayan canavar, çok güzel ve genç bir sarkıcı kıza aşık olur. İcat düşkünü kargo elemanı Raoul ile sinema aşığı arkadaşı Emile ve zıpır maymun beraber bir deney yapmaya koyulurlar ve yanlışlıkla bir pireyi 2 metrelik dev haline getirirler. Bu sevimli dev kendini Paris’in sokaklarında bulur.




Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir
Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Belgesel

Her açıdan gittikçe büyüyen, ne büyümesi ne de nüfus artışı durdurulamayan bir şehir İstanbul. 1980'de yapılan ilk metropolitan planlamasında kentin kaldırabileceği nüfus 5 milyon olarak belirlenmişken bugün İstanbul 15 milyonu aşan nüfusuyla, halen önlemeyen bir artışın ve iştah kabartan yeni uydu kentlerin merkezi konumunda.
İmre Azem imza attığı bu ilk uzun metrajlı belgeselinde, seyircileri yıkık gecekondu mahallelerinden gökdelenlerin zirvesine, son yılların büyük projesi Marmaray’dan ihale aşamasındaki üçüncü köprü projesine kadar İstanbul’un yeni rant mekanlarını, ve tüm bu senaryolar arasına sıkışan kent insanlarını beyazperdeye taşıyor.

Sevimli Balık Pupi
SeeFood
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Animasyon

Sevimli Bambu Köpek Balığı Pup, Mercan kayalıklarının orada Bamboo Köpek Balığı yumurtalarını bulunca bir hayli heyecanlanır. Fakat yalnız değildir, iki dalgıç yumurtaları toplamaya gelmiştir. Pup yumurtaları kaçak avcılardan koruyamaz. Su altındaki yaşamları zehirli endüstriyel çöp atıklarıyla zehirlenmektedir. Pup tek başına çevresini kurtarma görevine başlar.




Ateşin Düştüğü Yer
Ateşin Düştüğü Yer
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Dram

“Ateşin Düştüğü Yer” bir yol hikâyesidir. Beklenmeyen bir şekilde rahatsızlanan 16 yaşındaki kız çocuğu Ayşe acilen ameliyata alınır. Aile bu ameliyatı gerçekleştirmek için büyük bir dayanışma sergiler. Ameliyat sırasında kızın üç buçuk aylık hamile olduğu anlaşılır. “Yaşatmak” için büyük mücadele vermiş olan aile bu defa “öldürmek” için mücadeleye girişir. Öldürme işini üstlenen baba Osman ve kızı Ayşe birlikte yolculuğa çıkarlar. Osman yol boyunca kızını zehirlemek için çaba gösterirken kız öldürüleceğini bilmemektedir. Baba ve kızın bu yolculuğu ikisi için de birbirlerini yeniden tanıma yeniden sevme ve pişmanlık duygusu üzerine devam eder.

Vücut
Vücut
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Dram

Leyla artık orta yaşlara merdiven dayamış ve ömrünün büyük bölümünde Almanya'da yaşamış eski bir porno oyuncusudur. Bu sıkıntılı sektöre girmesine neden olan sevgilisi Yılmaz ile İstanbul'a döndüklerinde, Yılmaz Leyla'dan ayrılır. Fakat beraber son bir film çekmek için Layla'yı ikna da eder. Leyla’nın genç İzzet ile yolu bu filmin çekimlerinde kesişir.
İzzet de Leyla gibi normalin dışında bir hayat sürmüştür. Küçük yaşlarda tanık olduğu trajik bir olay ömrünün geri kalanını etkilemiştir. Yılmaz’ın film için internete verdiği ilanı duyunca fırsatı değerlendirmek isteyen İzzat çekim günü sette bir kavga yaşanınca her şeyi bırakır kaçar fakat Leyla’nın suretini hiç unutmaz, zihnine kazır ve içi yangın yeri olan bu kadının peşinden gider.

sinema.mynet.com
paylaş:

değişik dünyanın değişik aşığı


Akşamın 6 sında uyanmıştım. Tam 2 gündür uyuyordum. Yataktan çıkmasam bir 2 gün daha uyuyabilirdim. Bu yüzden ters takla atarak yataktan çıktım. Şaka şaka. 2 gündür uyuduğum için vücudum kendine gelememiş ve Ben-Ten'li yorganımla birlikte yere düşmüştüm. Karnım çok açtı. Aney aney diye bağırdım, ses gelmedi. Tekrar bağırdım yine ses gelmedi. Tekrar bağıracaktım ki salona gidip bakmak daha mantıklı geldi. Anam ve diğerleri evde yoktu. Bu demek oluyor ki alt komşuda bir kısır partisi vardı. Vücudum hala kendinde değildi. Sağ omuzum yüksek sol omuzum alçak kafam da yana kayık bir şekilde kıyafetlerimi giyip börekçiye yol aldım. Alt komşudan hiç ses çıkmıyordu. Bunu umursamadan börekçiye yürümeye devam ettim. Camdan kıymalı böreği gözüme kestirmiştim. İçeriye girip bir masaya oturdum ve ''Muzaffer ağğbi bir tepsi getirsene bana, içinde börek falan olsun. Vallahi çok açım. 2 gündür evde yemek vemi...'' kendi kendime konuştuğumu fark ettim. Dükkân bomboştu. Böreklerin yapıldığı beyaz kapılı odanın kapısını açıp ''Muzaffer ağğbi'' diye bağırdım ama kimse yoktu. Böcekler bile yoktu. Vitrinde duran börekleri yiyip bazılarını da cebime koyduktan sonra dışarı çıktım. Dışarıda ses yoktu. Diğer dükkânlara baktım onlarda boştu. Kuruyemişe girip kendime bir tane aysti alıp etrafıma bakmaya başladım. Her yerde muhteşem bir sessizlik vardı. Kale Center'a gitmeye karar verdim. Ayaklarım çok ağrıyordu ve yolda bir koyun birde bisiklet görmüştüm. Koyun yanıma gelip çoraplarımı yalamaya başladı. Çoraplarım koyunyünündendi. Bu yüzden koyun çoraplarımı bir arkadaşına benzetmişti herhal. Onun yanından uzaklaşıp bisikleti almaya gittim. Tam giderken koyun ''Meeeeeeehmet'' diye bağırdı. Adım Mehmet değildi ama yine de baktım. ''Bende geliyorum hacı. Bi sen sür bi ben'' dedi. ''Buyur gel, kim olursan ol yine gel. Gelirken yanında 2.5 luk kola al içeriz yolda'' dedim. Kale Canter'a giderken yollarda kapıları açık bir sürü araba vardı. Her yer yine sessizdi. Evlerin ışıkları yanık, ama içleri bomboştu... Kale Center'a vardığımızda koyun benle gelmemişti. ''Çimenleri koruyacam ben hacı, gir sen içeri'' dedi. Kale Canter'a girdiğimde içerisi bomboştu. Bu demek oluyor ki Güngören de bir şeyler olmuştu. Belki de dünyada bir şeyler olmuştu. 21. yüzyılın Güngören'in de, saat 19 da Kale Canter bomboştu. Bu boşluktan  faydalanmam gerek diyerekten Collins'den girip D&R dan çıkmıştım. Kale Canter'dan çıkıp koyunumun yanına gitmiştim ki o da ne? Bir yaban çakalı koyunuma göz dikmiş ve bağırışmalar geliyordu. ''Hayır, neyi paylaşamıyorsunuz'' diye bağıra bağıra yanlarına koştum. '' 4+4+4 hakkında sen ne düşünüyorsun'' diye araya girdi koyun. Şaşkın bir şekilde olayları anlamaya çalışıyordum. Yaban çakalının boynunda ''Güngören Muhtarlığı İlçe Gençlik Kolları” şeysinden vardı.  Yaban çakalı araya girdi ve ''bence bu eğitim sistemi bizim refah sevi...'' cümlesini bitirmesine izin vermeden koyunumu alıp oradan uzaklaştım. Delirdiğimi düşünmeye başlamıştım. Bir yaban çakalı ile 4+4+4 ü tartışmak iyi bir şey değildi. Saat 19:45'e geldiğinde bir ıslık sesi duydum. Etrafıma baktım kimseyi göremedim. Islık sesi tekrar geldi yine kimseyi göremedim. Ardından birisi yukardan kafama bir kova su döktü. Sırılsıklam olmuştum.''La oğlum kaç saattir ıslık çalıyorum sen neden bakmıy...''dünyadan kopmuştum. O an hiç beklemediğim bir şekilde âşık olmuştum. Bir şeyler söylüyordu ama ben dünyadan kopmuştum. Aval aval suratına bakıyordum. Sonra içeri girip Erikli Damacanasını getirip üzerime döktü. Sırılsıklam âşık olmuştum. Sonra tekrar dünyaya döndüm ve  ''çabuk şu sarı kapının 5. ziline bas, saat 8 olacak çabuk'' dedi. Koyunumu alıp kapıya yöneldim ve zile bastım.''Kimoo'' diye bir erkek sesi gelmişti. Yoksa gerçekten bir erkeğe mi âşık olmuştum diye kala kaldım.''Bbbben'' diye kekeleyerek cevap verdim. Otomatiğe bastı ve içeriye girdim. 3. kata çıkıp zile bastım. Koyunumla beraber balayına çıkan çiftler gibiydik. Kapı ağır çekimde açılıyordu. Önce kısa sarı saçlarını gördüm. Sonra beyaz tenini… Sonra bıyıklarını ve birleşik kaşlarını gördüm. Kapı hala ağır çekimde açılıyordu. Dayanamayıp kapıya tekme attım ve  ''burada bir kız vardı'' diye çemkirmeye başladım, koyunumu balkona doğru gönderirken.
Gözlerim yanlış görmüş olamazdı. Bir kız olmalıydı. Karşımda ki adam konuştu:''Gel gel, yorulmuşsundur. Nasıl kurtulmayı başardın? Geç içerde biraz dinlen.'' dedi. Konuşan adam adeta hiç sahip olmadığım dedem gibiydi. Kendisine dedoli demek istiyordum... Holden geçerken bir oda da bir sürü tabanca, bomba, otomatikli silah, roket atar, boncuklu silah ve Hacı Şakir sabunundan görmüştüm. Hem de gül kokuluydu. Oturma odasında da silahlar vardı. Korkmuştum. Bellona koltuğuna oturup olayları anlamaya çalıştım. Oturma odası oturmak için çok büyüktü. Sanki bütün bina bu oturma odasından ibaretti. Odanı diğer tarafından bir kişneme sesi geldi. Bir at bize doğru koşuyordu. Oturma odasının büyüklüğünü anladınız umarım. Yoksa bir ata mı âşık olmuştum diye kendi kendimi yerken at da konuştu:''Hoş geldin hacı''... Sonra kapıdan o çıkageldi ve elim ayağım birbirine dolandı. Elinde iki tane silahla odaya girdi ve ''haydi zaman geldi'' dedi Beni kalbimden vuracağını sanmıştım. Dedoli kafasını salladı, ''sende içerden silah kap, çatıya çık'' dedi. Şaşkındım. Odaya gidip bende silah aldım ve çatıya çıktım. Saat 20:15 ti.15 dakika önce boş olan sokaklar şimdi bir sürü insanla doluydu. Güneş batmıştı. Geğirme sesleri geliyordu. Çatıdan aşağıya baktığımda her yerde insanlar vardı. Ama hepsi değişikti. İnsan değildi bunlar. O araya girdi. ''Zort adamlar uyandı'' dedi. Zort adamlar insanları yiyen ve hastalık bulaştıran bir şeydi.''Yarın buradan kaçıp çok uzaklara gideceğiz. Orada insanlar normalmiş, TRT RADYO da anonsu yapıldı'' dedi dedoli. Orası neresi dememiştim nedense. Jeton sonradan düşmüştü. Bütün insanlar zort adam olduğuna göre ailemde zort adamlar gibi olmuş olabilirdi. Önce biraz üzüldüm sonra da onların memlekette olmalarını diledim. Memleket lafı içimi ısıtmıştı. Bütün dertlerimi almıştı. Birden bir türkü patlatmak geldi içimden ama sonra geri kaçmıştı... Sabah olduğunda hazırlıkların tamamlandığını gördüm. Zort adamlar ortadan kaybolmuştu. Arabaya yüklenen eşyalara baktım. 32'li tuvalet kâğıdı, okumalık bir kaç kitap, şiir yazmak için bir kaç defter... Ve daha bir sürü ıvır zıvır. ''Silahlar nerede dedoli ''dedim. Bana tip tip baktı ve bir kaç dakika sonra bagajdaki her şeyi yere fırlatıp silahları yerleştirdi. Ayrıca bir tane daha 32'li tuvalet kâğıdı koymuştu... 64 tane tuvalet kâğıdı ile yola çıkmıştık. At ve koyunu ise arabanın üzerine yerleştirmiştik. Bir dakika sonra güvenli yer denilen yere Kale Canter'a gelmiştik.''Allah cezanızı versin, güvenli yer dediğiniz burası mı ?''diye çemkirdim.''Evet burası, beğenemedin mi ?'' diye yanıtladı o. ''Yoo güzelmiş aslında, ilk defa görüyorum burayı bilin mi Hacı'' dedim. O'na hacı dedikten sonra Allah'ın belamı vermesini istedim. Platonik aşkıma Hacı demiştim... Sonra cebinden BİM de satılan çikilatadan çıkartıp ''sever misin '' diye sordu. ''Sevmem Hacı'' demiştim ve belamın gelmesini beklemeden kafamı 64'lük tuvalet kâğıtlarının arasına sokup boğulmayı bekledim. Ardından dedoli gelip ''haydi gitmeliyiz buradan'' dedi. Arabayı ben kullanacaktım. Onları Tekirdağ'a götürme fikri yolun ortasında aklıma gelmişti...
Geceleyin de arabayı ben kullanıyordum. O yanımda, dedoli ise arka koltukta uyuyordu. Uyuduğundan iyice emin olduktan sonra ''Seni Seviyorum'' dedim. Bir yanıt bekledim lakin gelmedi. Uyumuş olduğunu hatırladım ve ''Seni seviyorum Hacı'' dedim. Uyandı.''Her şeyi duydum.'' dedi.''Her şeyyy mi ?'' diye değişik bir ses çıkmıştı ağzımdan.''Evet her şeyi, bana yine Hacı dedin.''dedi. Rahatlamalı mıydım üzülmeli miydim derken sabaha doğru köyüme varmıştım. Ailem sapa sağlamdı. Zort adam değillerdi. Aney aney diye yanına koştum. ''Nasıl böyle kalabildiniz'' dedim. Annem;1 değil, 2 değil, 3 değil, 4 değil, 4.5 değil tam 5 kavanoz bal ile her şey mümkün dedi. Şaşkındım. Balın gücünü bir kez daha anladım...
   Zort adamların olmadığı bir yerdeydik.1 hafta sonra yanıma gelip ''seni seviyorum köfte hor'' dedi. Şaşkın değildim.''Gel evlenelim'' dedim.''Haydi'' dedi. Saat 12 de sözlendik.1 de nişanlandık.1:30 da düğünlendik. Düğünde kardeşim zort adam olmuştu ama takı törenine yetişmişti...
   10 yıl sonra dünya yine zort adamlarla doluydu.3 çocuğumuz olmuştu. Alara, Dilara ve Kolera'ydı isimleri. Kolera repçi olmuş, Dilara spiker olmuş, Alara ise evde kalmıştı. Dedoli bir bakkal açmıştı. Koyun ve at ise evlenip çoluk çocuğa karışmak istemişlerdi. Ama bu zordu. Bu yüzden evlatlık bir midilli edinmişlerdi... Ben ise sokakta çiftçi, mutfakta yiyici, salonda izleyici yatak odasında ise köfte hor olarak hayatımı geçiriyordum...

Emre Yıldız

(siz de yazı/fikir/görsel/liste/deneme göndermek istiyorsanız iletişim bölümüne uğrayınız)
paylaş:

the cabin in the woods (2011)


Yönetmen: Drew Goddard
Senaryo: Drew Goddard, Joss Whedon
Oyuncular: Kristen Connolly, Chris Hemsworth, Anna Hutchison, Fran Kranz, Jesse Williams
Tür: Korku | Gerilim
Yıl: 2011
Süre: 95 dakika
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Bildiğimiz teen-slasher filmlerindeki karakterlere benzeyen beş genç, bildiğimiz korku filmlerindeki gibi karanlık bir ormanın içindeki kulübede birkaç gününü geçirmek için yola çıkar, yolda bildiğimiz ve klişeleşmiş bir terk edilmiş ya da kapanmış bir benzin istasyonundan benzin almak için durduklarında ansızın ortaya çıkan kendini bilmez ama bizim çok iyi bildiğimiz korkunç suratlı bir adam öleceklerine dair kötü laflar, gittikleri yer hakkında da amansız hikâyeler anlatır ve ardından kulübeye ulaşan gençlerimiz bildiğimiz korku-gerilim filmlerindeki başlangıç olan müzik eşliğinde kopuş hareketleriyle sevişmeye başlarlar. İlk yarım saatinde derinliklere inmektense klasikleşmiş tekdüze korku-gerilim filmlerindeki atmosferi sonuna kadar yakalayan film, iyi bir dalga geçme yöntemiyle kendi çizgisini oluşturup izleyicinin beklentisini filmin sonu için minimum düzeye indirirken, alışılagelmiş “herkes ölecek” mantığıyla çok güzel beyinleri sıvıyor ve devamında da araya serpiştirilen mizah sözcükleriyle kişilerin atmosfere daha farklı bakmasına neden oluyor.
Film, diğer filmlere nazaran çarpık bir konuyu da içinde barındırmasıyla, ilerleyen dakikalarda minimum düzeye inmiş beklentinin ani bir patlamayla kendisine hayran bırakacak yapısını gümüş tepsiyle servis ediyor.

Ta filmin en başından beri klişelerle hafiften dalga geçmesi, muhabbetlerin sıradanlığı, yan konunun ortaya çıkmasıyla bir anda başka yöne seyretmemize sebep oluyor. Asıl komedinin başlaması da kılık kıyafetiyle bu ateşli gençlerden biraz daha resmi duran ve ölümlerine dakikalar kalan gençlerimiz kendi cellâtlarını seçerken bunun için bahis oynayıp kafa dağıtan ve tüm bu olanların altyapısını hazırlayan bir ekiple karşı karşıya kalıyoruz. Bildiğimiz korku-gerilim filmlerindeki neredeyse tüm kötülüklerin bir filmde toplandığını düşünsenize; zombiler, vampirler, kurt adamlar, hayaletler, yavaş hareketleriyle korkutan küçük kızlar, dehşet saçan balerinler, güldürmeyip süründüren palyaçolar, dev yılanlar, dev yarasa benzeri yaratıklar, uzaylılar, deniz canavarları, tek boynuzlu atlar, cadılar ve özel adlarını bilmediğimiz onlarcası daha.
Kulübenin dışına da taşan yapısıyla aslında geniş çevreden bakmamız gerektiği de ortada. Dünyadaki kötülükleri kontrol altına alan ve eski tanrıların köpürüp dünyayı yok etmemeleri için onlara oyuncak sunan bu düzgün giyimli insanlar tekilalarını gösteri başladıktan sonra yudumlayadursun çok da belli bir sıraya göre ölmeyen gençlerimiz çırpınarak seçtikleri ölümcül yaratıkların ellerinden kurtulmaya çalışırlar.

Ezber bozan yapı da aslında filmin son yirmi dakikasında ortaya çıkmış oluyor. Tüm geçilen dalgalar, bir ortama bağlı kalmalar vs. tamamının farklılaşmasıyla ortaya dört dörtlük bir film çıkmış oluyor. Belirli bir süre belli başlı sebepler yüzünden birkaç yıl gösterime giremeyen, her geçen gün ilginin artmasıyla izleyici kitlesinin oluşması ve bu kitleyle doğan hayranlık, daha film gösterilmeden zaten sevenlerinin oluşmuş olmasıyla da sosyal ortamlarda ve IMDb gibi oylama yapılabilen sitelerde filmin korku-gerilim kategorisine göre oldukça yüksek bir puan almasına sebep oluyor. Artık izleyenlerin “sağlam” bir korku-gerilim filmine hasret kalışlarını yerinde mizah anlayışı, yerinde gerilim ve korku öğeleriyle The Cabin in the Woods yeteri kadardan biraz daha fazla karşılıyor.
Aslında yüzeysel bakıldığında çoğu izleyicinin saçma bile bulacağı bir yapısı olsa da günümüz filmlerinden kült bir filmin doğuşunu seyretmek, hele hele korku-gerilim kategorisinde bunu görebilmek, insanı mutlu etmiyor değil.
Karakterlerin değil de dünyanın her ne olursa olsun eninde sonunda belirli yöntemlerle zor da olsa kurtulduğu bir film bekliyorsanız bu film hiç size göre değil, son olarak da bunu söyleyelim.
İyi seyirler.

paylaş: