Tepelerin
üzerinde sessizce yükselmesinin yanında akıl sağlığının da yerinde olmadığı bir
ev düşünün, karanlığın içinde tek başına, yaşamdan uzak ve yaşanan olaylardan
ötürü efsanelere ve ateş başı korku muhabbetlerine konu olmuş bir yapı,
Tepedeki Ev.
Shirley
Jackson’ın klasik diyebileceğimiz kitabı Tepedeki Ev için korku yazarı Stephen
King, “Tepedeki Ev’e adım atmak, bir delinin zihnine adım atmak gibi… Ürkmeye
başlıyorsunuz.” Demiş ki kendisi ve Neil Gaiman gibi isimleri etkilediği
söylenebilen Shirley Jackson’ın bu kitabı aynı zamanda The Wall Street Journal
tarafından “Gelmiş geçmiş en iyi perili öykü” olarak nitelendirilirken beyaz
perdeye de iki defa uyarlanmıştır.
Akıl
sağlığının yerinde olmadığından bahsettik, King de zaten bir delinin zihninden
örnekleme yapmış, kitapta da eve adım atanların akıl sağlığını
koruyacaklarından pek şüpheli bahsediliyor.
Felsefe
ve antropoloji doktoru olan John Montague bu ev hakkında araştırma yapmak
isteyince birkaç aylığına bu evi kiralar ve birkaç gençle birlikte evde
inceleme yapmak ister. Amacı da kuşkusuz ‘perili’ olarak addedilen bu evdeki gizemli
hareketlerin/olayların sebeplerin inceleyip sonrasında bunun etkilerini de
inceleyip ortaya bir eser çıkarmak. Tabii bu sayede de bilim dünyasında önemli
bir koltuğa oturacak ve an itibari ile çektiği sıkıntılardan kurtulacak.
Yardımcı olarak gelenlerden biri de Elenor,
tabii kitap bu kadın üzerine de diğerlerin daha çok duruyor. Kendisi yıllarca
yatalak annesine bakmış biri, ablasından ve ablasının ailesinden de nefret
ediyor, annesi ölünce de kendini hayatın içinde buluyor ve önüne çıkan bu
perili ev muhabbetini kaçırmak istemeyip, nefret ettiği kişilerden uzaklaşmak
için de Tepedeki Ev’e yok alıyor.
Kitap,
Siren Yayınları’ndan Dost Körpe çevirisiyle çıkmış 228 sayfa uzunluğunda.
Tepedeki
Ev’in canlanmasını her sayfa çevirişte biraz daha hissetmemizi sağlayan bir
roman aslında bu, usta bir kalemin elinden çıktığı da bir gerçek. Psikolojik gerilim
olsa gerek aynı bir gerilim filmi izliyormuş havasında diğer sayfayı
çevirdiğinizde karşınıza birileri çıkıp karanlığın içine düşecekmiş gibi
hissediyorsunuz okurken. Çünkü bu kitap hiç de tekin değil, aynı anlattığı
hikaye gibi. Kanımız da ister istemez donuyor.