Türkiyede Cinsellik


  Türkiyede cinsellik hakkında yorum yapabilmek için öncelikle halkın içinden insanlarla röportaj yapmak gerektiğini düşünüp Ayça'yı aradım, sağolsun kabul etti. Kendisini seçme sebebim ortalama bir güzellikte olması ve türk kızlarını temsil etmesi. 1.63 boyunda, esmer, siyah saçlı normal bir kız Ayça.
  Ayçayla röportaj yapacağımız bara geliyoruz. Kendi evinde görüşmek istemedi. Evime çağırdım onu da istemedi. Topluma açık bi yerde röportaj yapmak istediğini söyledi. Neyi ima ediyor anlamadım doğrusu.
Hoşgeldin ayça nasılsın?
üff snne be slk
(gülüşmeler)
İyiyim mert sen nasılsın?
Ben de iyiyim teşekkür ederim. Ayçalar genelde sarışın olur aslında ama...
(gülüyor) Ben senin bildiğin ayçalara benzemem
(gülüşmeler)
Anlat nedir seni diğer sarışın ayçalardan farklı kılan?
Bir kere sevişmesini bilirim (gülüyor)
(Bu işin ucu bir yere gidiyor ama bakalım)
Görmeden inanmam
Gösteririm(gülüyor)
İyi sana gidelim o zaman
Sapık mısın sen be? iki yüz verdik götün kalktı. Hepiniz böylesiniz işte. Aklınız fikriniz 15 cmden büyük olmayan organınızda
Ama sen... şimdi... öyle diyince...
Tamam sus kalkıyorum ben
(hesabı kitledi)
  Ayçayla röportajımız pek iyi gitmedi. Neyse önce erkekle röportaj yapayım kıza bakarız.
  Süleyman 1.74 boyunda esmer, kirli sakallı, saçları jöleli ve üste doğru taranmış bir türk erkeği. 10 tane türk erkeğini yanına getirin hangisi olduğunu seçemezsiniz o derece normal. Onunla onun evinde buluşuyoruz.
Merhaba süleyman nasılsın?
İyiyim abi sen nasılsın?
İyi ya koşuşturuyoruz
Kola koyayım mı?
Kaç günlük?
Yeni abi 2 günlük daha
Koyma boşver. başlayalım artık. Anlat bakalım ne sorunların var cinsellikle ilgili?
Sorma abi. Porno kalmadı artık güzel ya. Hep aynı ya. Forumlara konulu yazıyorum çıkmıyor, aynı adamlar aynı kadınlar, aynı sahne. Anlatayım istersen önce saks..
Anlatma hayvan, bu mu lan cinsellik? Türk kızlarından ne çekiyorsun?
Nasıl ne çekiyorsun? Neye çekiyorsun mu demek istiyon? Valla abi ne görürsem işte bacak, göğ..
Kardeşim yok mu kız arkadaşın? Hoşlandığın biri veya? 
(cevap veremedi)
Neyse sen kola koy. Bi sigara yakıyom içiliyo demi burda.
İçiliyo abi rahat ol sen.
    Süleymanla da röportajımız umudğum gibi gitmedi. Yılmayacağım ama. Hasretle röportaj ayarladım. Hasret 1.80 boyunda, sarışın, mavi gözlü, güzel bir kız.
Hoşgeldin hasret nasılsın?
İyiyim mert sen nasılsın?
Ben de iyiyim
(kız acayip güzel)
Ne güzel
....
(çok güzel yeminle)
ee sormayacak mısın bişey?
...
(of eğildi az önce kendimi tutamayacağımdan korkuyorum)
Mert?
Çof çisal
Ne?
Buşka suman düvüm ödlüvüm
Neden böyle oluyor diye düşünürken karşıma Ayşe çıktı. Ayşe 1.70 boyunda esmer, ela gözlü güzelce bir kız.
Merhaba ayşe nasılsn?
İyiyim sen nasılsın?
Ben de iyiym. Evet; bir kız olarak ne düşünüyorsun türkiyede cinsellik hakkında?
Türk erkeği dünyada en çok cinsel boşluk içine düşen erkek. Türkiye doğu ile batı arasında bir köprü diyorlar ya, aslında türkiye doğu ile batı arasına sıkışmış, her geçen gün ezilmekte olan bir ülke. Gelişmemiş ülkelerde erkekler daha 20 yaşlarına gelmeden evlendiriliyorlar. Cinsel açlıkları zirveye ulaşmadan evlenmiş oluyorlar. Gelişmiş ülkelerde ise cinsellik ve seks bir tabu değil rahatlar. O yüzden erkekler yine cinsel açlık çekmiyorlar. Türkiyede ise durum çok farklı. Erkekler özellikle internet aracılığı ile cinselliği öğreniyorlar. Ve istek duyuyorlar. Kızların geneli ise " sekse tabu olarak bakmak " ile " bakireliğinden utanmak " arasında bir çizgide sallanıyorlar. Onların bu kararsızlıkları erkekleri değiştiriyor. Kızların kendi kendilerine bu çizgiyi aşıp hazır olunca cinsel ilişkiye girmesini beklemek yerine onları zorluyorlar. Eve film izlemeye çağırıp soymaya çalışmalar, elini sırtına atıp aşağıya inmeler, zorla öpmeye çalışmalar felan... Reizllik anlayacağın. Seks övünülecek bir kavram haline geldi. Seks yapmış olmaya milli olmak denilecek kadar benimsemişiz düşünsene. Erkeklerin bu zorlamaları ve seks için neredeyse ölecek olmaları kızların karakterini de değiştiriyor. Daha karakteri oturmamış kızlar öncelerde görmediği ilgiyi seks gibi bir olguyla kat kat elde edebileceğini görünce bunu kullanmak istiyor. Bunu kullanarak erkeklere hükmetmeye çalışıyor. Böylece bir döngüye giriliyor. Durumu kısaca özetlersek bu.
Çok güzel açıkladın aynen ben de öyle düşünüyorum. Peki senin başına gelen olaylar var mı? Anlatabilir misin?
Var tabi ya olmaz mı? Mesela toplu taşıma araçlarına binmekten nefret ediyorum artık. Kalabalığı fırsat bilen bazı erkekler ufacık bir temas için ne hallere düşüyorlar görmelisin. Öyle rahatsız oluyorum ki anlatamam. Düşünsene köşeye sıkışmış durumda aranda en fazla 10 cm olan bir adamla yarım saat gitmeyi ya da sürekli arkanda dönen bir hareketliliği. Rahatsız olduğumu belli eden hareketler yapsam da, sinirli bakışlar atsam da fayda etmiyor bazen. Bu da beni bir ikileme sürüklüyor. Ya bağırıp rezil edeceğim ki o zaman adım şirrete çıkacak ya da katlanacağım ki o zaman da " istiyor belli " olacak.
Bağır ya akıllanır bi daha yapmaz.
Artık öyle yapacağım yani yeter.
Peki hiç çıkma teklif eden felan olmuyor mu?
Olmaz mı ya. Facebooktan mesaj atıyorlar bazen. Çok güzelsin benimle çıkar mısın diyor. Neyin kafasını yaşıyor anlamıyorum. Bir de reddettikten sonra çirkefleşme var türk erkeğinde. Başta iltifatlar eden o romantik adam gidiyor, yerine " zaten dalga geçiyordum önce bi tipine bak " diyen bir adam geliyor. Bu gerçekten sosyolojik olarak incelenmeli. Böyle mi kurtarıyor onurunu anlamıyorum gerçekten ya. profilimi ve mesajlarımı kapatmadan önce günde 3 arkadaşlık isteği 2 mesaj geliyordu ortalama ya inanabiliyor musun? Zor yani türkiyede kadın olmak.
Peki çok teşekkür ediyorum Ayşe. 
Ben teşekkür ediyorum böyle bi konu hakkında yazı yazdığın için inşallah bi çözüm bulunabilir.
    Sonunda güzel bir röportaj yaptım. Diğer röportajım Melihle. Melih 1.82 boyunda, esmer, uzun saçlı, ela gözlü bir adam.
Merhaba Melih nasılsın?
İyiyim sen nasılsın?
Zaman kaybetmeden sorayım. Nedir abi bu kızlardan çektiğimiz?
(gülüşmeler)
Şimdi Mert, Türkiyede artık karşı cinsle olan doğal münasebet hali alkışla karşılanacak bir başarıya dönüştü. Sevgilisi olmak, hergün başka bir kadınla olmak toplumda kabul görebilmenin anahtarı haline geldi. kabul göremeyenler ise çareyi her gördüğü kıza asılmakta, hayatını kızların çevresine kurmakta buldu. Bu yanlış çok yanlış. Karakter gelişmesi diye bir şey yok. E bu adam her gördüğü kıza asılıyor. Bunun gibi binlerce adamın her gördüğü kıza asıldığını düşün. Kızlar haliyle egomanyak oluyor. Kendilerini olduklarından daha yüce görüyorlar. Erkekleri kendisinden daha aşağıda görüyorlar. Şahit olmuşsundur. Sevgilisiyle kavga eden kız diğer kız arkadaşından yardım istediğinde bırak burnu sürtülsün der kız haksız olsa bile. Yani bu aslında nasıl bir bokun içinde olduğumuzu gösteriyor. Burnu sürtülsün. Biraz burnu sürtülsün ki akıllansın, sözünden çıkmasın.
Aynısını sen yapsan 2 ay trip yersin
Aynen aga. Bir de şöyle birşey var. Erkekler için bahsettik bu sevgili bulma, seks yapma olayından ama kızlar için durum daha vahim. Erkekler sevgilisi olmayan veya hala bakir olan arkadaşlarına şakayla karışık " elizabeth " esprileri yaparlar. Ama kızlarda gerçekten bir dışlama söz konusu. Sevgilisi olmayan kız bazı ortamlara çağırılmaz. Bazı muhabbetlere dahil edilmez. Gerçekten bak. Arkasından konuşulur, dedikodular uydurulur. E bu kız ne yapacak? Az önce bahsettiğim herkese yazan adamı belli bir mesafede tutarak kenarda bekletecek. Bi süre bekleyecek daha iyisi çıkmazsa onunla olacak. Çıkarsa veya bu bekleyen beklemek istemezse ne olacak? O zaman kız adamı oyalanmış olacak ama oğlan saf durumuna düşecek. Ve bu adam bir daha kadınlara güvenmeyecek. Bir kızla flört ederken, beni oyalalıyor olabilir diyerek o da başka bir kızı bekletecek.
Türkiyedeki cinsel çarpıklığın nedeni aslında bu. Güvensizlik.
Hal böyle olunca da tabi ilişkiler kısa süreli ve bu kısa sürede istedğini almaya dayalı olacak. Erkek her fırsatta kıza seksi ima ederken kız da her fırsatta erkeği kendine bağlamaya çalışacak.
Bu yanlış. Çok yanlış.
Çok mükemmel röportajdı teşekkür ediyorum Melih.

Ben teşekkür ederim.
    Gerçekten başta çile çektim ama gerçekten değdi. Ben bu Ayşe'ye yazılırım yalnız hacım. Ya da Ayçadan özür dileyeyim en iyisi. O da fena değildi gider yani.
paylaş:

kısa kısa #6



-Kedi seven bir sürü insan var, kediler de sevilmeyecek hayvanlar değil hani gerçi sevmeyen çok kişi tanıyorum. Facebook, twitter gibi sosyal ortamlarda paylaşılan fotoğraflarda da bolca yer alıyor kediler. Kitapların üstünde, kahve fincanının yanında vs. Kedilerle uğraşmak da insanlara mutluluk veriyor, yapılan işlerde hammadde olarak bile kullanılabiliyorlar. Örneğin şurada bir site mevcut. Kedi severler için hoş bir paylaşım olacağını düşündüm. Sağ taraftaki çizgili kısmı sağ tuş ile tutup yavaşça sola doğru sürükleyin. Muhtemelen beğeneceksiniz. Yavaşça sürükleyin ama.

-Sanat her alanda mevcut, sinemada, sokakta, yatak odasında ve mutfakta. Ünlü ressamlardan biri olan Van Gogh’u keşfetmek için en azından Ankara’da bulunanların hala şansları var. Yıl sonuna kadar Van Gogh Alive sergisi devam ediyor. Gidin görün. Van Gogh’un ürettiği eserler öyle harika ki yeniden düzenlenip farklı yerlerde farklı şekillerde kullanılması bile heyecan verici. Bazen de ağız sulandırıyor.

-Kızarttığınız ekmeğin üzerine bir şeyler yazmanıza olanak veren kızarma makineleri mevcut, en azından tasarlanmış. Hatta her ekmek için farklı bir mesaj yazabiliyorsunuz. Bu masum bir mesaj da olabilir, iş öncesi fantezisi de.

-Şurada bolca icat/buluş mevcut. Bunlardan biri de LiquiGlide. Beş MIT öğrencisi ve Prof. Kripa Varanasi tarafından bulunmuş. Yüzeylerde sürtünme kuvvetini azaltıcı bir özellik bırakan tabaka diyebiliriz bunun için. Uçakların yüzeyine sürüldüğünde buzlanmayı önlüyor ama bizim tav olduğumuz konu ketçap şişelerinin/kutularının iç yüzeyine sürülebilmesi. Tabii gıda ile temasından doğabilecek sonuçları araştırdılar mı bilemiyorum. Yine de kutu içerisinde kalan son ketçap birikintisini elde etme çabasını düşününce oldukça faydalı bir buluş olduğu kesin.

-Gitar çok enteresan bir müzik aleti, daha doğrusu gitar ile yapılabilecekler ilginç bir hal alabiliyor. Örneğin gitardan ilham alarak yapılmış Guitar Pee ile işemeyi eğlenceli hale getirebilirsiniz. Gitarla sevişmek ise apayrı bir boyut.

-1984, Otomatik Portakal, Cesur Yeni Dünya, Farenheit 451, Mezbaha No 5 gibi harika kitaplar bir zamanlar yasaklanmış. Tabii bu şaşırılacak bir şey değil, günümüzde bile kitaplar yasaklanabiliyor.

paylaş:

platonik sevdiceğe açık mektup



  Canım, merhaba. Söylemek istediğim şeyleri bu mektup aracılığıyla dile getirmek istedim. Anlatım tarzımdaki zırtlığı görmezlikten gel. Sonuçta Fecr-i Ati mensubu değildi dedelerim…
  Bugün itibariyle uzaktan uzaktan bakışmamızın 1. Yıl dönümü oldu.  Kutlama yapmak adına pastaneye gittim. İki tane kıymalı börek kestirtip yanına da sarı kola patlattım. Özel günümüz olduğu için peçeteye istek parça yazıp pastaneciye gönderdim. Lakin geri dönüş ‘’7 milyon 35 guruş’’ olarak oldu. ‘’Yuh anasını satim. Bu ne biçim hesap lan böyle!?’’  diye bağırdım ulu orta. Pastaneci boton pastaları üzerime atacağını anda 10 lira verip çıktım, o rezil ve aşksız ortamdan.
   Seni ilk gördüğüm anda söylemiştim zaten ‘’bu kız çok güzel’’ diye. Ben bu lafı içimden söylediğimi sanırken dışa taşmış, Ali de bunu duymuştu ya hani. Sonrada ‘’Emreehh Derryağğyıı seviiyooo. Emreehh Deryağğyıı seviyooo’’ diye bağırmıştı ya hani. Ben de ona reflekssel olarak ‘’nah seviyo işte nah nah’’ demiştim, o da kalkıp beni dövmüş, ağzımdan burnumdan kan getirtmişti ya hani. Ben de ağzımı burnumu temizlemek için hocadan izin alıp yanıma da 5 kişi alarak tuvalete giderken seninle göz göze gelmiş ve sen bana gülmüştün ya hani, işte o an ben sana ‘’ajık’’ oldum Derya… Sana olan aşkımı daha sonra da dile getireceğim zaten. Şimdi anlatacağım daha önemli.
   İşte bu bizim Şerefsiz Ali’nin bir sevgilisi vardı. Adı Kuyguru. Anlamı da cennetteki çimenlerin yanından akan şelalede bilmem kimin sevgilisine koparttığı mor renkli bir çiçeğin içindeki sarı şeylerdenmiş… Ezehehe. Ezehehe diye güldüm ben tabii. Kuyguru diye isim mi olurmuş aşkım? Söyle bana. Ya da sevdiceğim. Sonra söyle ama şimdi değil. Geçen gün sokakta zaar gibi sürterken bu Ali’yi gördüm işte. ‘’Abi’’ dedi.’’Kızın yanına gidicem’’ dedi. ‘’Canım çok sıkılıyor bu kızın yanında. Daşşanı yesinler de sende gel benimle’’ dedi. ‘’Tamam’’ dedim ve gittik kafeye, kızı bekledik.
   Kızın gelmesini beklerken bunların ilişkileri hakkında konuştuk Ali ile. Bu Ali için aşk diye bir kavram yoktu sevgilim. Aklındaki tek şey ‘’göte elle’’ idi bu Ali’nin. Onun için ilişkilerde hiçbir şekilde sorun olmamalı, sabahlara kadar sevişilmeliydi… Biz sevgili olursak böyle olmayız. Değil mi aşkım? Evet, olmayız. Dur sevgilim. Konuyu dağıtma hemen. Biz Ali’yle bunları konuşurken Ali’den izin isteyip masanın altında oturmaya, bunların ilişkilerini gözlemlemeye karar verdim. Kuyguru geldiğinde masanın altında cenin pozisyonunu çoktan almıştım bile…
   Bildiğimiz 21. Yüzyıl ilişkisiydi işte. Sanayileşmiş ilişkiydi bu. Kız gelir gelmez Ali’ye selam bile vermeden aç olduğunu ve hemen bir şeyler yemek istediğini söyledi. Sonra da yine hiç konuşmadan çantasından telefonunu çıkartıp bir şeyler yapmaya başladı. Büyük olasılıkla twitter’a girdi ve ‘’aşkım seni çokkk seviyorum :)))’’  yazdı. Ali de bunu kesin ‘’retwett’’ lemiştir kesin. Sonuçta Ali’nin hedefine ulaşması için gerekli bir şeydi bu pohpohlama… Ben masanın altında cenin pozisyonunda bunlara şahit olurken aklıma sen geldin sevgilim. 1 yıldır deli gibi seni izlememe rağmen bir kez olsun elinde cep telefonu görmedim. Sosyal medya saçmalığından da olabildiğince uzak durdun zaten… Gel de aşık olma işte. Gel de kalbim ‘’Der-der-ya-ya’’ diye atmasındı işte… Konu uçmadan devam edeyim, yeşil gözlerini çok sevdiğim.
   Bu Kuyguru beni fark etmemişti çünkü hem masa uzundu hem de bu bacaklarını içe doğru değil dışa doğru sergilemekteydi. 15 dakika boyunca hiçbir şey konuşmadı bunlar. Ali’nin de canı sıkılınca bu da telofonunu çıkarttı… Biz böyle olmayalım sevgilim. Aynı masada oturan iki insanın hiçbir şey konuşmayıp ‘’voici voici’’ diye dokunmatik telefonla uğraşması doğru mu? Biz böyle olmayız değil mi sevgilim? Evet, olmayız.
  Ali de telefonundan m.facebook’a girdi. ‘’m.facebook’a girdiğini nerden biliyorsun? Nostradamus musun sen ?’’ deme sevgilim. Ben de o sırada facebooktaydım. Mesaj attı bu bana. ‘’Biz kalkıyoruz emre :)))Hesabı sen ödersin :))))’’diye. Tam bunlar kalkarken Ali’nin paçasından tuttum. Kalkamadı bu. Debelendi de debelendi. Sonunda gücüm bitince bırakmak zorunda kaldım, gittiler… Ağır ağır inimden çıktım ve insan gibi masaya oturdum. Hesabı görünce bir an için kalbim tekledi. 15 dakikada iki tane ajktan yoksun insan 85 liralık ne yiyebilirdi sevgilim? Hesabı kem küm ede ede 15 liraya kadar çektim ve ödemeyi yapıp kendimi dışarı attım…
   ‘’Allah’ını seversen Emre, sabahtan beri ne anlatıyorsun?’’ deme bana sakın sevgilim. ‘’Beni sevdiğini söylemeye çalışıyorsun ne güzel. Eee yazsana Cemal Süreya’dan birkaç dize. Kenarlara Özdemir Asaf serpiştirsen ya. Finali Dante ile yapsan ya. Sonra kâğıdın arkasına geçip Walt Whitman arsızı gibi olup yazmaya devam etsen ya’’ falanda hiç deme. Bunları herkes yapar yeşil gözlüm. Ben ilişkimiz sanayileşmesin diye debelenirim. Hoş, sen zaten Kuyguru gibi bir insan değilsin zaten. İlişkimiz istese de sanayileşemez. Biz onlar gibi olmayalım sevgilim. Olur mu? Olur tabii.
   ‘’Ben senin Zebercet’in olayım, sen benim Gecikmeli Ankara Tren ile gelen Kadınım ol’’ diyorum ve çıkma teklifini bekliyorum Derya. Ya da dur. Ben koşarak geleyim sana, sevdiğimi söyleyip ‘’Gecikmeli Ankara Treni ile gelen kadın’’ım ol. Olur mu? Olur tabii.

Görsel Açıklaması: Google'a ''acil resim lazım'' diye yazdım. Çıkan sonuçlar içerisinden en kötüsünü seçtim. Görmezden geliniz efenim.
paylaş:

kısa kısa #5




-Elif Şafak, Independent’ın ‘Yabancı Roman Ödülü’nün jüri üyeleri arasında yer alacakmış. Yazara ve çevirmenine eşit olarak sunulan ödülü ilk kez 1990 yılında, ‘Beyaz Kale’ romanıyla Orhan Pamuk ve çevirmeni Victoria Hobrook almış.

-Mısır’daki Selefilerin lideri, “Büyük Sfenks” ve piramitlerin “put” oldukları gerekçesiyle yıkılması gerektiğini söylemiş. Mısırlı güvenlik yetkilileri ise radikal İslamcı grubun tehditlerini ciddiye aldıklarını ve önlem almaya çalışacaklarını belirtmiş.

-New York Times, Mimar Sinan'a ve eserlerine tam sayfa ayırmış. Yazıda, 300'ün üzerinde esere imza atan Mimar Sinan'ın, sadece Türkiye'nin değil, belki de dünyanın ilk "Yıldız Mimarı-Starchitect" olduğu belirtilmiş.

-J.R.R. Tolkien yaşarken tamamlayamadığı Bitmemiş Öyküler oğlu Christopher Tolkien tarafından tamamlandı ve raflardaki yerini aldı.

-Orhan Pamuk, ABD Başkanı Obama için Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı'nı, Başbakan Erdoğan için ise Ben Bir Kediyim adlı kitabı okumasını önermiş.

-Plaza Dili ve Edebiyatı ciddi anlamda mevcut. Türkçe konuşarak anlaşılamayacağını bile düşünüyoruz.

-Facebook'ta siyaset yapmak çok berbat fakat bundan daha berbat olaylar da var. Mesela çekirdek yerken çiğnen çekirdeğin kurtlu çıkması.

paylaş:

Bukowski'nin "Özgürlük Bildirgesi"


“Kölelere asla özgür olacakları kadar ödeme yapmazlar. Hayatta kalmalarına yetecek kadarını verirler ki çalışmaya devam etsinler.” Bukowski, yayıncısına yazdığı ve tam zamanlı işe sahip olmamanın nasıl bir his olduğunu anlattığı mektupta böyle diyordu.
1969 yılında yayıncı John Martin, Charles Bukowski'ye ömrünün sonuna kadar her ay 100 dolar ödemeyi teklif etti. Tek bir şartı vardı: Postanedeki işini bırakacak ve bir yazar olacaktı. 49 yaşındaki Bukowski bu teklifi kabul etti ve 1971 yılında ilk kitabı Postane, Martin'in Black Sparrow Press yayınevinden çıktı.
15 yıl sonra Bukowski Martin'e, tam zamanlı bir işe sahip olmamanın nasıl bir his olduğunu anlattığı aşağıdaki mektubu yazdı.

8-12-86

Merhaba John,

Mektubun için teşekkür ederim. Sanırım bazen insanın nereden geldiğini hatırlaması çok da canını yakmıyor. Nerelerden geldiğimi iyi biliyorsun. Bir şeyler yazmaya ya da film çekmeye çalışan insanlar bunu doğru düzgün anlatmayı beceremiyor. “9'dan 5'e” deyip işin içinden çıkıyorlar. Hiçbir zaman 9'dan 5'e değildir, oralarda öğle tatili yoktur, hatta işten atılmamak için çoğu yemek arası bile vermez. Bir de fazla MESAİ vardır ki kitapların çoğu fazla mesaiyi doğru düzgün anlatmayı beceremez ve bundan şikayetçiysen senin yerini dolduracak bir enayi daima bulunur.
Eskiden ne dediğimi hatırlarsın; “Kölelik hiçbir zaman kaybolmadı, sadece yeni renkleri de içine alacak kadar genişledi.”
En acıtanı da, sırf daha beterinden korktukları için, çalışmak istemedikleri işlerini kaybetmeme uğruna verdikleri insanlıkdışı mücadele. İnsanlar kolayca harcanıyor. Korku dolu ve itaatkâr bedenler. Gözlerinin feri sönmüş. Sesleri çirkinleşmiş. Bedenleri de. Saçları. Tırnakları. Ayakkabıları. Yaptıkları her şey.
Gençken insanların böylesi koşullara hayatlarını adadıklarına inanamıyordum. Yaşını başını almış biri olarak hâlâ aklım ermiyor. Bunu niçin yapıyorlar? Seks? Televizyon? Taksitle bir araba satın almak için mi? Yahut çocukları? Aynı hayatı yeniden yaşayacak çocukları için mi?
Bir zamanlar, işten işe koşturduğum vakitlerde, mesai arkadaşlarımla konuşacak kadar budalaydım: “Hey, patron her an gelebilir ve hepimizin işine pat diye anında son verebilir, bunun farkında değil misiniz?”
Öylece bakarlardı, çünkü akıllarına getirmek istemedikleri şeyleri söylüyordum onlara.
Bugünlerde büyük işten çıkarmalar gerçekleşiyor (çelik fabikaları öldü, teknolojik gelişmeler insana olan ihtiyacı azalttı). Yüz binlercesini kapı önüne koydular ve atılanlar serseme döndü:
“Bu işe 35 yılımı verdim...”
“Böyle olmamalıydı...”
“Ne yapacağımı bilmiyorum...”
Kölelere asla özgür olacakları kadar ödeme yapmazlar. Sadece hayatta kalmalarına yetecek kadarını verirler ki çalışmaya devam etsinler. Bunların hepsini görebiliyorum. Onlar niye göremiyor? Baktım parktaki banklar fena değil yahut bir bar taburesine tüneyip bar kuşu da olunabilir... Onlar beni yollamadan neden önce davranıp da gitmeyeyim oraya? Ne diye bekleyeyim?
Tüm bunları tiksinerek yazdım ama yine de içimden atmak beni rahatlattı. Ve şimdi buradayım, sözde profesyonel bir yazarım artık. Ve hayatımın ilk elli yılını verdikten sonra farkettim ki bu sistemin de ötesinde çirkinlikler mevcut.
Bir aydınlatma şirketinde çalıştığım dönemde, iş arkadaşlarımdan birinin durduk yerde, “Asla özgür olamayacağım!” dediğini hatırlıyorum.
O sırada patronlardan biri (adı Morrie'ydi) yanımızdan geçiyordu ve bunu duyunca müthiş bir kahkaha patlattı. Çalışanının ömrünün sonuna dek burada tutsak kalacak olması onu eğlendirmişti.
Ne denli uzun sürmüş olsa da sonunda o yerlerden kurtulmuş olmak beni keyiflendiriyor. İşte sonunda bu yerlerden kaçma şansını elde etmiş olmak, ne kadar uzun sürmüş olur olsun hiç fark etmez, bana bir tür hazzı, bir mucizenin sağlayabileceği baş döndürücü bir hazzı tattırdı. Artık yaşlı bir zihin ve yaşlı bir bedenden, çoğu insanın böyle bir şeyi sürdürmeyi aklından bir kereliğine de olsa geçireceği bir zamanın çok ötesinden yazıyorum, fakat bu kadar geç başladığım için devam ettirmeyi kendime bir borç biliyorum ve sözcükler teklemeye başladığı, merdivenleri yardım almadan çıkamadığım ve artık bir mavi kuşu kağıt tutacağından ayıramadığım bir zaman geldiğinde hissediyorum ki içimde bir şeyler cinayet, hengame ve ölesiye çalışmaktan sıyırıp en azından ölmenin cömert bir haline nasıl da vardığımı hatırlayacak (kafam ne kadar bulanmış olursa olsun).
İnsanın hayatını bütünüyle harcatmamış olması önemli bir hasletmiş demek ki, kendimden biliyorum.
Senin çocuk,
Hank

paylaş:

edebiyattan ilham alan 10 mimari yapı

1. Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi eserinden
2. El Castell, Franz Kafka'nın Şato'sundan
3. Martha's Vineyard'daki ev Moby Dick'den esinlenmiş
4. Hobbit Moteli, J.R.R. Tolkien'ın Hobbit eserinden
5. Lichtenstein Kalesi, Wilhelm Hauff'un Lichtenstein eserinden
6. Villa Peet (Tavşan Evi), Lewis Carroll'un Alice Harikalar Diyarında'dan
7. Walden, Henry David Thoreau'nun Walden kitabından
8. Knut Hamsun Merkezi, Knut Hamsun'un yapıtlarından
9. Hotel Tres Sants, Italo Calvino'nun Görünmez Kentler'inden
10. Francisco de Blas'nın evi, Luis Cernuda'nın şiirlerinden

(Flavorwire ve Radikal Kitap aracılığı ile)
paylaş:

fotoğrafçılıkta 10 klişe



Sosyal paylaşım platformları arttıkça bireylerin fotoğraf paylaşımı da aynı oranla arttı, hele hele çekilen fotoğrafın başka kişilerce beğenilip yorumlaması olayı işi çığırından çıkardı. Fotoğraf çekmek güzel uğraş ama klişeler olduğu sürece insanlar hep aynı şeylere bakıyormuş hissi veriyor. Şu adreste karşılaştığımız klişeler ise tam da demek istediğimizi özetler nitelikte.
İşte fotoğrafçılıkta kötünün de kötüsü 10 klişe:

10. gündoğumu/günbatımı


9. siyah-beyazda seçici renk kullanımı


8. su/nehir/şelale


7. bulaşık ağız/yüz


6. kafasız çıplak


5. evsizler


4. çürük/bozuk/hurda


3. iPhone kurcalaması


2. aşırı vurgu/renk


1. yukarıdan kendini çekmeler


paylaş:

huşu



Bedenim ağır ağır irkiliyor her bakışlarında, içimde bir ürperti, sonsuzluğu çoktan aştım; kocaman bir kasvet ilerideki. Hızlanmasından belki zamanın, daha erken karanlık çökmeler; göz bebeklerinin büyümesinden her yerin loşluğu; can, insan içindeki sürekli atan.
Tene sürtünen keman yaylarından hep kanamalar, süzülürken en dibe doğru, yalarken geçmişi ve iz bırakırken soluklanmadan; kafesi deniliyor adına yakışır bir şekilde göğüs, tepelerden koşarken aşağılara, huzursuz bir deprem oluyor da inip kalkıyor yer, toprak olmadığı kadar kuruyken ırmaklar fışkırıyor her bir hücreden, kayganlaşıyor evren, dünya küçülüyor.
Tek tek dinlenmeye başlıyoruz yarıştığımız kulvarda, tuvallerin üzerinde gezerken parmaklarımız, tiner kokusu yakarken ciğerlerimizi, yukarılarda bir varlığı ararken gözlerimiz, tüm soruların yanıtlanmadığı bir tanrı seçerken kendimize, uzaklardan gelen seslerin kaynağını ararken bir de, gittikçe yaklaşan huzurun ta içinde bulurken kendimizi, diş kavuğunu doldurmayan umutlarımız azar azar tükenirken belki, düşlerimizin peşinde sarf ettiğimiz bilinç ve yarınlara uyanmak kâbuslarda.
Nefesimiz değerken coşan suların kaynağına, uzun uzun içe çekeriz karşımızdakini; sürerken yenikliğimiz yelkovanlarda bir koşturmaca, kısaldıkça yitiyoruz her vakit, yoruluyoruz.
Kımıldıyor sanki, hızlanan kalbimiz tutsaklığını hissediyor, çaresiz; dokunuşların hükümdarlığından kaçmaya çalışıyor bakışlar; ölümsüzlüğü bulma çabasında sona yaklaşırken duruyor zaman, umut hiç olmadığı kadar uzak.
Kaburganın sertliğini gölgede bırakırmış gibi kaplanan bir vücut üzerine, usul usul geçerken; her inip yükselişte duyulan iniltiler, boynun geriye çekilmesi ve yere değen her bir saç teli. Aktıkça alnın gerisinden ta derinlere, gölgelerinde saklanan gerçeklerin bir bir yitmesi, sarp kayalıklara çakılan her bir uzuv, sonrası keder, sonrası kasvet.
Lire dokunan tırnakların kırılışıyla sızlanan bedenler, ayak seslerine karışan her bir çığlığa inat yaşamayı sürdürebilen sahiplerinin ne hissettiğini anlatmaya çalışırken duyulan korku, saygının giderek azalışı bu; sanki soğuk bir kış günü yere dökülen kar tanelerini yakalama çabası, neşterin derinlemesine teni çizdiği yerin yavaş yavaş aldığı renk gibi, yavaş, sessiz, kırmızı.
Şemsiyeler açılır bir kalkan gibi göktekine, içte duyulan huzursuzlukla yere inen her baş, toprak kokusuna bulaşan her anda durgunluk; anlatamamak.
Ölü canlarıyla karşımıza geçip pis sırıtışlarını gözümüze sokar gibi sergileyip salyalarını akıttıkları her dakika, ellerinin apış arasında gidip gelmesi bu; ayıp olguların çıplaklığın çok ötesinde durup, bize sahip olmalarına izin vermemizi kolaylaştırıyor. Sonrasında pişmanlık çoğalsa da benliğimizde, biz, kendi çabamızla başkalarının düşüncelerini yıkmak için çırpınıyoruz. Onlar gülüyor.
Yürüyoruz. Parkamızın eteklerini uçuran rüzgâr silmek için uğraşırken geçmişimizi, nefsimizi korumak için tütüne sarılıyoruz. Unutmak için.
Işık huzmelerinin tene düşmesini izliyoruz, her soluğumuzda biraz daha yaklaşıyoruz sahip olduğumuza, onun karşısında duyduğumuz korku, saygımızın gerisinde duruyor, bakışlarımızı kaçırıyoruz.
Yukarıdan seyrediyor, onun yerinde olsak ölümümüz yükseklerden kendimizi ortamıza düşerek olurdu, yarattığında kendini yok olmama şartını koşmasaydı tabii.
Mezar taşının üzerindeki karları elimizle silerken gördüğümüz kendi ismimizin verdiği korkuyla, sabun köpüklerini okşuyoruz kadınımızın bedenindeki.
Aynadaki aksimize bile anlatamazken düşündüklerimizi başkalarının bizi anlamasını beklemekten yorulduğumuz vakit susuyoruz.

Görsel buradan.

paylaş:

edebiyatın en arıza 10 çifti

Flavorwire tarafından hazırlanmış ama bizim Radikal Kitap’ta gördüğümüz ilginç bir çalışma:

George ile Martha, Kim Korkar Hain Kurttan? (Who’s Afraid of Virginia Woolf?)
Catherine ile Heathcliff, Uğultulu Tepeler (Wuthering Heights)
Jamie ile Cersei Lannister, Buz ve Ateşin Şarkısı (A Song of Ice and Fire)
Lestat ile Louis, Vampirle Görüşme (Interview with the Vampire)
Valmont ve Merteuil, Tehlikeli Alakalar (Dangerous Liaisons)
Charles ve Camilla, Gizli Tarih (The Secret History)
Frank ve April, Revolutionary Road
Jake ve Brett, Güneş de Doğar (The Sun Also Rises)
Tom ve Daisy Buchanan, Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby)
Lolita ile Humbert Humbert, Lolita


paylaş:

Paradoksal Edinimler ve Rasyonel Parametrelere Bağlı İnteraktif Çatışmalar


  " Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir " yazan bir ileti gördüm facebookta. Mozart'ın Requiem bestesini dinlerken karşı karşıya kaldığım bu iletiye yorum yazmak istedim.
  " Değişim rasyonel bir kavram olmadığından değişmesinin de mümkün olmadığı, değişim için bir değişim parametresinden söz etmenin anlamsız olduğu açıktır. bu sebeple değişim, değişmek kümesinin dışında kalır.
Tıpkı Tanrının soyut ve somut kavramlarının dışında kalması gibi. Sadece evrenin rasyonelliği içinde kalan parametrelerinin rasyonel olabileceği, irrasyonel evrenlerin içinde kalanların değişim kümesiyle ayrık küme olması Herakleitos un artislik yapma çabasında olan laf cambazı bir ergenden farklı olmadığını öne sürer. " yazdım
  " Hmm peki :) " yazdı kız.
  " Herakleitosun bu paradoksunun aynı nehirde iki kere yıkanılmaz diye devam eder. Ancak Zenonun Ok Paradoksunda söylediği üzere yaydan çıkmış bir ok belirli bir zamanda ve tek bir noktada durağandır. Bu durağanlıklar kümesi içinde ok, herhangi bir anda herhangi bir noktada durağandır. Öyle ise ok asla hareket etmemiştir. Ancak ve ancak Heraklitos un aynı nehirde iki kere yıkanılmaz paradoksunun parametresi nehrin durağan olmaması ise eğer - Zenon a göre nehir durağandır - aynı nehirde iki kere yıkanılamaz. Ama Herakleitos un dandik bir adam olması ve Zenon un über bir insan olmasına dayanarak aynı nehirde iki kere yıkanilabilceği öne sürülebilir " diye ikinci bir yorum yaptım.
  Cevab veremedi kız. İki dakika sonra baktım, gangam style apaçi versiyon paylaşmış. 
  Onun da altına, sosyal hayatın ve orijinalliğin bitiş noktasının aslında insanların tembellik zirvesine ulaşmış olması, tembel hayatlarında zihinlerini yormayacak ürünlerin çok cazip geliyor olmasının aslında interaktif sosyalliğin ve postmodern popülaritenin temeli olduğunu, tembelliğin bir tatlı bir bataklık olduğunu battıkça daha tatlı geldiğini ama sonunda nefes alamadığını fark ettiğinde çıkamayacağını anlatan bir yazı yazdım. 
  " bela mısın sen arkadaşım " dedi.
  Ulu orta topluma açık bir platformda bana arkadaşımlı ve atarlı konuşulması gururuma dokundu. ve ona 
  " Senin bana sataşman aslında evrimin gereğince alanına giren bir aslanın kendinden daha güçlü bir aslana saldırmasına benziyor. Bu interaktif alanda güç göstergesi entellektualite ve bilgi birikimi olduğundan - aslında bundan şüpheliyim - senden güçlü olduğum için bana saldırıyorsun. Bu çok doğal çünkü içinde hayvan tohumları taşıyorsun " yazdım
sonra benim iletimi silip özelden mesaj attı. Özelden mesaj geldiği için çok heyecanlandım. Kızdan geliyordu
  " Bana bak senin ağzına sıçarım, sensin hayvan, hayvanoğlu hayvan itin eniği ya. Sen ne demeye çalışıyorsun bana? Bi daha bişey yazarsan erkek arkadaşıma söylerim seni siktirtirim tamam mı gerizekalı? "
yazıyordu.
Böyle bir tepki beklemiyordum. Bu saldırı çok ağır gelmişti bana. Hemen mesajı sildim. Ama altta kalamazdım. Cevap vermeliydim. Ama bu cahil kız benim cevaplarımdan anlamıyordu anlaşılan. Ona anlayacağı dilde cevap vermeliydim. Cesur bir insandım ben. Yayaya yeşil yanarken geçen arabalara arkadan el kol yaparak yeşilin yandığı gösterir yanlışlarını anlamasını sağlardım.
  " Bak kızım(kızım diye hitap ediyordum ki anlasın benim ondan güçlü olduğumu ve istersem ona bir ek ile sahip olabileceğimi) senin cehalet sınırına inemem çünkü cebimde Charon'a verecek sikkem yok(eğer ki beynin de bir özür yoksa bu ağır hakaretimi anlayacaktı) olsaydı bile de senin gibi çürümüş bir ruh için harcamazdım emin ol. Eğer marx'ın ütopyası gerçek olsaydı seni iki kere öldürmüşlerdi(kıza hem sakat hem de cahil diyerek bilgisayar oyunu oynayan gençlern tabiriyle combo yaptım)bir daha bana mesaj atma bana " dedim.
Tırnaklarımı kemirerek cavabı beklemeye başladım. Sanki bir Boks müsabakasındaydık ve ben sayıyla kazanmayı bekleyen bir boksördüm. Sevgilisinden cevap geldi. Kızdan daha düşük seviyelerde olan biri varmış diye düşündüm. Facebook u kapattım. Zaten üç tane arkadaşım vardı. 
  Moralim bozulmuştu. Twitter a girip sigarayı yakan aslında ateş değil nefestir. yazdım. Kimse retweetlemedi. Altına can yücel yazdım. Yine kimse retweetlemedi. Havalar da iyi soğudu ha yazıp çıktım. Facebook u tekrar açıp hükümeti övdüm, beğeni almadı. Silip muhalefeti övdüm, beğeni almadı. Onu da silip hükümeti yerdim, oniki tane beğeni ve dört arkadaşlık isteği aldım.         
  Çok yerici bir toplummuşuz yazdım. Kimse anlamadı.
paylaş: