gösterime giren filmler | 13 nisan


Yeraltı
Yeraltı
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Dram

"Akıllı bir adam, kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz."
Muharrem, nefret ettiği ve edildiğini halde eski arkadaşlarının yemeğine kendisini zorla davet ettirir.
Masum didişmeler, ufak kişilik gösterileri ile başlayan yemek, giderek dumanlanan kafaların etkisiyle utanç dolu geçmişe doğru yol almaya başlar. Defterler açılır, hesaplar ortaya dökülür.
Gece pişmanlık, gözyaşları ve öfkeyle dolarken, rezillik, karanlık sokaklara, fuhuş kokan otel odalarına taşar.
Onlar hep birlikte, Muharrem tek başına olsa da kararlıdır. Pislik ya o gece temizlenecek, ya da geberip gidecektir. Yoksa sonsuza kadar kurtulamayacaktır bu utançtan.

Doğaüstü
Chronicle
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Dram,Bilim Kurgu,Gerilim,Aksiyon

Meraklı, haşarı ve liseli üç sıkı arkadaş, şans eseri keşfettikleri bir yer altı tünelinde, kendilerine doğaüstü güçler kazandıracak bir 'şeyle' karşı karşıya gelirler. Ve aynı gün içinde üçü de sadece düşünce gücüyle çevrelerindeki canlı-cansız her şeyi kontrol edebilir hale gelirler. Başta sadece ortalığı karıştırmak ve eğlenmek için kullandıkları bu süper güçler, kısa sürede insanların hayatlarıyla oynadıkları bir kumara, oyuna dönüşecektir. Tüm bu süreçte ise kamera kayıttadır...


Yeniden Doğuş
The Howling: Reborn
Yapım yılı :
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Korku

Annesi, kendisine hamileyken öldürülen Will, okulda aşık olduğu Eliana ile bir araya gelmek için bir partiye katılmaya karar verir. Işıklar karardığında tuhaf şeyler olur. Garip yaratıkların saldırdığını görür ancak kimse ona inanmaz. Will, kurt adamlar konusunda araştırma yaparken, annesinin de öldürüldüğü dönemde aynı şekilde kurt adamları araştırdığını öğrenir.




Film
Filmmm
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Aksiyon

Kemal Mutlu bir sinema filmi çekmeyi kafasına koyan, yönetmenlik heveslisi bir gençtir. Amatör bir kamera alıp, sürekli çevresini çekmeye başlar. Beraber yaşadığı ev arkadaşı Nuri'nin yetimhane yıllarından olan arkadaşı İzzet hapisten çıktıktan sonra bir gün çıkagelir. Nuri ne kadar naif, sakin kendi halinde bir insansa İzzet o kadar tersine bıçkın ve bela dolu bir adamdır. Kemal doğal hayatım akışında filmi için tam da aradığı adamı bulduğuna inanır ve onun her anını kameraya almaya başlar.
Beraber o akşam dışarı çıkmalarıyla İzzet'in gittikleri mekanlarda olay çıkartması bir olur. Bara eğlenmeye gelen oyuncu Öznur Kula’yı silah zoruyla rehin alan İzzet, kadını Kemal ve Nuri'nin evine götürür ve gece gitgide çığrından çıkar...Kemal artık yönetmen olarak kontorülü tamamen kaybetmiştir...

Çapraz Ateş
Haywire
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Gerilim,Aksiyon

Mallory Kane (Gina Carano), güzel, genç ve işinin ehl-i özel bir dedektiftir. Koruyucusu Kenneth (Ewan McGregor) hükümetin onaylamadığı ve 'derin devletin' tepesindekilerin bilmemezlikten geldikleri tehlikeli bir göreve Mallory'i yollar. Fakat İspanya'daki başka bir operasyon başarısızlığa uğradığında Kenneth, Mallory'i Dublin'e başka görev için yollar.
Mallory burada başka bir gizli dedektif Paul (Michael Fassbender) ile ortak çalışacaktır. Fakat bu yeni görevde bir gariplik olduğunu sezen Mallory oyuna getirildiğini anlar ve asıl macera bundan sonra başlar! Artık uluslararası bir seviyeye çıkan insan avından canlı çıkmak için bütün yeteneklerini ve kurnazlığını kullanacaktır. Yegane amacı ülkesi Amerika'ya geri dönüp ailesini korumak ve kendisine bu ihanet komplosunu düzenleyenlerden intikam almaktır.

Dr. Seuss Loraks
Dr. Seuss' The Lorax
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Animasyon,Fantastik,Aile

Umudun gücünü paylaşan bir orman yaratığıyla ilgili Dr. Seuss’un klâsik hikâyesinden esinlenilerek çekilen filmde, hayallerindeki kızın ilgisini çekmesini sağlayabilecek tek şeyi aramakta olan bir gencin yolculuğu anlatılıyor. Gencin aradığını bulması için, dünyasını korumak adına savaşan Loraks adlı sevimli yaratığın hikâyesini keşfetmesi gerekiyor.




Aşk Yemini
The Vow
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2012
Filmin Türü : Romantik,Dram

Paige ve Leo, Chicago’da mutlu bir hayat yaşayan, birbirlerine deli gibi aşık, genç evli bir çifttir. Karlı bir gecede, araba kazası geçirirler. Leo sağlam kurtulur fakat Paige’in başına aldığı darbe genç kadının kocasıyla yaşadığı tüm anıları siler. Komadan çıktığında, kocası onun için artık yabancı birisidir. Leo, karısının aşkını yeniden kazanmak zorundadır.

sinema.mynet.com
paylaş:

jodaeiye nader az simin / a separation (2011)


Yönetmen: Asghar Farhadi
Senaryo: Asghar Farhadi
Oyuncular: Peyman Moadi, Leila Hatami, Sareh Bayat, Shahab Hosseini, Sarina Farhadi
Tür: Dram
Yıl: 2011
Süre: 123 dak.
Ülke: İran
Dil: Farsça
Ödül: 1 Oscar, 55 ödül, 17 adaylık


Karşımıza oturmuş bir çiftin derdini dinliyoruz ilk sahnede. Simin, kızı Termeh’in İran’da eğitimine devam etmemesi için ülkesinden gitmek isteyen bir anne. Uzun uğraşlar sonucunda adını hiç öğrenemediğimiz ülkeye aldığı vizesinin son kırk beş günü kaldığını söylüyor. Başlangıçta onunla aynı fikirde olan fakat hasta babasına bakma yükümlülüğünü içten içe yaşayan Nader ise ülkesinden ayrılamayacağının farkında, her ne kadar kızının hayatını düşünse de babasını da yok sayamıyor. Son anda varılan karar değişikliğiyle evliliklerini bitirmek için geldikleri mahkemede bize olayı anlatıyorlar. İran’da kalmak isteyen Nader’e inat Simin gitmekte ısrarlı, kocası onunla gelmek istemediği için kızını alıp gitmek istiyor. Kızın yaşı daha dolmadığı için babasının onayı olmadan annesiyle birlikte yurtdışına çıkması hukuken imkânsız. Baba da razı gelmeyince hakim koltuğundan ses geliyor ve eve uğurlanıyorlar.
Daha ilk sahnesinden aslında yönetmenin seyirciye seçme hakkı verdiği anlaşılıyor, filmin ilerleyen pek çok sahnesinde de doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün seçimi yine seyirciye bırakılmış, sınıf farklılıklarıyla, küçük hatalarla, ufak yalanlarla büyüyen olayın içinde hüküm biz tarafından veriliyor.
Film bu ayrılık hikâyesiyle başlayadursun Alzheimer hastası baba karakteri ve Simin’in kendi anne-babasının yanına dönmesinden sonra evde kimse yokken babaya bakmak için tutulan Razieh, mevzunun katmerleşmesine sebep olan ve kargaşanın içine doğru sürüklenen bir dizi olayı körükleyenler.


Merkezdeki isim Nader’in aslında karısıyla birlikte gitmek istememesinin tek sebebi babası gibi görülse de ülkesinden kopmak istememesi de göz ardı edilemez. Kendisi prensip sahibi, hemen vazgeçen bir yapısı yok, kızı Termeh’e her zaman doğru olanı yapmasını öğütlüyor, hatta bu yaptığından ceza bile alsa yolundan dönmemesini söylüyor. Karısına karşı herhangi bir sevgi gösterisinde bulunmasa bile onu sevdiği belli, kızının onunla birlikte gitmemesindeki bir neden de onu aldığı karardan caydırabilmek.
Termeh babasıyla kalmayı tercih ediyor, annesiyle giderse bu ayrılık hikayesinin sonunu daha çabuk getireceğini düşünüyor.
Alzheimer hastası babaya bakmak için tutulan Razieh, kocasının işten kovulduktan sonra yeni bir iş bulamamasıyla evi geçindirme yükümlülüğünü devralan küçük bir kız çocuğu annesi, aileye gelecek olan ve ardından daha da geçim sıkıntısına girmelerine yol açacak bebeği de karnında taşıyor. Dinine bağlı biri. Simin’in bir tanıdığı üzerine eve gelip işi kabul ediyor, kendi çocuğunu da yanında getiriyor. Bekâr bir adamın evinde onun babasına bakan Razieh, bu durumu kocasına söylemek istemiyor.
Alzheimer hastası adam altına işeyince Razieh ne yapacağını bilemiyor, yaşlı adamı banyoya götürüp temizlenmesini söylüyor lakin adamın pantolonunu indirecek hali bile yok. Dini yönden uygun olup olmadığını öğrenmek için bir numara çevirip mevzu neyse aktarıyor. Durumun aciliyetinin sorgulandığı bir telefon konuşmasından sonra banyoya girip yaşlı adamı temizliyor. Kızı bu durum karşısında olayı babasına söylemeyeceğini söylüyor. Nader eve geldiğinde işin ağır geldiğini belirtip günün parasını istiyor. Onu zor durumda bıraktığını söyleyen Nader’e karşı kadın bu kez kocasının işi yapabileceğini söylüyor.

Hodjat diğer gün Nader’in yanına uğrayıp durumu konuşuyorlar. Adamın geleceği gün yine Razieh gelince aslında kocasının bulunduğu durumdan daha da kötü bir hale doğru sürüklendiği anlaşılıyor. Borç içindedir, alacakları tarafından sıkıştırılmaktadır, iş bulamamanın stresi… Asabi bir kişiliğe sahip olduğunu her fırsatta söylüyor.
İlerleyen gün eve erken gelen Termeh ve babası kapının kilitli olduğunu görüyorlar, arabadan anahtarını alıp içeri giren Nader, hasta babasını yerde yatar halde görüyor, babasının elinin yatağa bağlanmış olduğunu görüyor ve telaşa kapılıyor. Bir süre sonra babasının hala hayatta olduğunu anlıyor. Nasıl böyle bir şeyin gerçekleştiğini anlayamayan Nader, çekmecedeki paranın da gittiğini söylüyor. Ardından eve gelen Razieh ve kızı, duruma pek anlam veremeyerek açıklamada bulunmaya çalışıyor. Acil çıkması gerektiğini söyleyip, kendisine zarar vermemesi için hasta adamı bağladığını anlatmaya çalışıyor. Ardından gelen hırsızlık suçlamasıyla da olay daha da büyüyüp kapı dışarı atılıyor. Kapının kapanmasıyla dışarıdan gelen sese çıkıp bakan Termeh kadının merdivenlerden kaydığını görüyor.

Olayın hacmi daha da genişlemeye devam ederken Simin’den kadının hastanede olduğunu ve bebeğini düşürdüğünü öğreniyor. Çocuk katili olarak suçlanan Nader ise durumu kotarmak için olanları anlatmaya çalışıyor.
Bu sahnelerden sonra çığırından çıkan hikâyede seyirci yargıç koltuğuna geçmiş bulunuyor. Ortada bebeğini kaybetmiş Razieh, tüm sorunları yetmezmiş gibi bir de bebeğinin ölümüyle iyice sinirlenen Hodjat, kadının hamile olduğunu bilmediğini söyleyerek hakkını savunmaya çalışan Nader, aldığı karardan ötürü ailenin iyice çökmesiyle suçlanmış Simin ve arada kalmış iki çocuk…
Bambaşka bir film Bir Ayrılık, güzel bir öyküyü anlatmayan, arada kalmanın ne demek olduğunu köküne kadar hissettiren, insanlara sadece kendi gördüklerimizle kılıf giydirmemizin yanlışını, önyargının doğuracağı sonuçları şamar gibi suratımıza vuran, alt ve üst sınıfın birbirini nasıl da suçladığını açığa vuran bir yapım. Kolay değil, sonuna kadar zoru seçen bir film. Katıldığı festivallerden kucak dolusu ödüllerle başarısını taçlandıran, çekildiği yılın en iyi filmlerinden biri, belki de en iyisi.
İyi seyirler.


filmin fragmanı
paylaş:

istanbul modern, dünya sanat günü'nü kutluyor




İstanbul Modern, Dünya Sanat Günü’nü kutluyor.15 Nisan Pazar Dünya Sanat Günü’nde İstanbul Modern’i saat 22’ye kadar ücretsiz olarak gezebilir, müze deneyimini gece yaşayabilirsiniz. Leonardo Da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan’ın, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Türkiye’nin önerisiyle 2012’den itibaren Dünya Sanat Günü olarak kutlanması UNESCO’ya bağlı Uluslararası Sanat Birliği tarafından kabul edildi.

15 Nisan Dünya Sanat Günü’nde İstanbul Modern’in La La La İnsan Adımları: Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki, Dünden Sonra ve Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar başlıklı sergileri saat 22.00’ye kadar gezilebilir. Saat 16.00’da İstanbul Modern Sinema’da Kanadalı dans kumpanyası La La La Human Steps’in ünlü performansı Amelia gösterilecek. Saat 17.00’de sahne sanatları, dans tarihi ve kültür kuramları uzmanı Bedirhan Dehmen, La La La Human Steps’in çalışmalarını yorumlayacak.

La La La İnsan Adımları: Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki,1849 yılında kurulan, Hollanda’nın dünyaca tanınmış Boijmans Van Beuningen Müzesi’nin Direktörü Sjarel Ex’in, koleksiyonlarındaki 140 binin üzerindeki yapıt arasından İstanbul Modern için hazırladığı özel bir seçkiyi içeriyor. Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlamaları kapsamında gerçekleşen sergi, klasik  dönem, modern ve çağdaş sanatın tanınmış isimlerini bir araya getiriyor. Sergide, farklı coğrafyalardan 28 sanatçının resim, çizim, yerleştirme, baskı, fotoğraf ve videolarından oluşan 53 çalışma bulunuyor.

Dünden Sonra sergisi, İstanbul Modern’in fotoğraf koleksiyonundan bir seçkiden oluşuyor ve 53 sanatçının 179 yapıtını içeriyor. Ayrıca 66 sanatçının 213 yapıtı da dijital ortamda gösteriliyor. Küratörlüğünü Engin Özendes’in yaptığı, Türkiye’de fotoğrafın modern ve çağdaş örneklerini bir araya getiren sergi, Osmanlı döneminden günümüze uzanan süreçte fotoğrafın teknik ve kavramsal gelişimini ortaya koyuyor. Bugünden geriye doğru bir akışla ilerleyerek, Türkiye’de fotoğrafın günümüzde ulaştığı noktadan 1800’lerin Pera’sına dek fotoğraf serüvenini ele alıyor.

Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar sergisi, Türkiye’de üretilen modern ve çağdaş sanatın başlangıç evresinden bugüne geçirdiği süreci, en önemli sanatçı ve çalışmalar üzerinden izleyiciye sunuyor.Küratörlüğünü İstanbul Modern Şef Küratörü Levent Çalıkoğlu’nun yaptığı sergi, resimden heykele, enstalasyondan videoya farklı disiplinlerden yapıtları içeren İstanbul Modern Koleksiyonu’ndan oluşuyor.

Saat 16.00’da İstanbul Modern Sinema’da Kanadalı dans kumpanyası La La La Human Steps’in performansı Amelia’nın gösteriminden sonra, sahne sanatları, dans tarihi ve kültür kuramları uzmanı Bedirhan Dehmen saat 17.00’de topluluğun çalışmalarını yorumlayacak, çağdaş dans ve koreografi üzerine konuşacak. 1980’de Kanadalı koreograf Édouard Lock tarafından Montreal’de kurulan La La La Human Steps, dünyanın tüm büyük tiyatrolarında ve deneysel dans etkinliklerinde sahne aldı, ödüller kazandı. Dünya prömiyerini Montreal Uluslararası Yeni Sinema ve Medya Festivali ile 2003 yılında gerçekleştiren Amelia isimli performansın ABD’deki prömiyeri, 2004 yılında Tribeca Film Festivali kapsamında yapıldı.


paylaş:

the hunger games (2012)


Yönetmen: Gary Ross
Senaryo: Suzanne Collins (roman)
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Josh Hutcherson, Woody Harrelson, Lenny Kravitz, Liam Hemsworth, Stanley Tucci, Donald Sutherland
Tür: Dram | Bilim-Kurgu | Aksiyon
Yıl: 2012
Süre: 142 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Hiçbir şeye değinmeden, kitabını okumadığımı fakat kitap ve kitap-film ilişkisi üzerine onlarca yazı/inceleme okuduğumu belirtmeliyim. Kitabı henüz okumamış, filmi henüz izlememiş kişiler şayet içerik hakkında herhangi bir bilgi edinmek istemiyorlarsa bu yazı onlar için sakıncalı olabilir, aynı bu sitede olan diğer içerikler gibi.
The Hunger Games ya da Türkçe adıyla Açlık Oyunları, ülkemiz de dâhil dünya genelinde çok satan kitaplar arasında yerini almış bir serinin ilk kitabı, aynı adlı filmi ise bu başarıdan sonra merakla beklenen ve vizyona girdiği hafta sonunda 155 milyon dolar hasılat rakamıyla dünya rekorunda üçüncü sıraya yerleşmiş bir yapım.
12 mıntıka ve Capitol adında bir başkentten oluşan bir ülke, 74 yıl önce Capitol’ün galibiyeti ve 13. Mıntıkanın yok edilmesiyle sonuçlanan iç savaşı unutturmamak, böylelikle mıntıkaların Capitol karşısındaki güçsüzlüğünü göstererek yeni bir ayaklanmanın olmasını engellemek amacıyla her yıl Açlık Oyunları adı verilen bir turnuva düzenlemektedir. Mıntıkaların durumu birbirlerine göre değişiklik gösterse de genellikle fakirlik ve karın doyurmak için mücadele kavramları ortak özellikleri. Capitol ise yüksek kesimin lüks havasıyla buram buram kokan kokularla, paranın verdiği kudretle artık diğer insanlardan farkımızı nasıl ortaya dökeriz çabası gösteren insanlarla dolu, teknolojinin dudak uçuklatan gelişimiyle de göz dolduran renkli bir yer.


Mıntıkadaki insanlar yemek aldıklarında fişlere isimlerini yazdırıyor ve turnuvaya katılacaklar bu fişlerin kurasıyla belirleniyor. Kura her mıntıka için 12-18 yaş arası bir erkek, bir kız olmak üzere 2 genci içeriyor ve toplamda 24 genç turnuvaya kura mantığıyla katılıyor, katılmak ise zorunlu. Turnuva bir ölüm kalım savaşından farksız. Yaklaşık 2 hafta sürüyor ve reality show mantığıyla işliyor. Turnuvanın gerçekleştirildiği mekâna gizlenmiş yüzlerce kamera sayesinde tüm mıntıka halkı ve Capitol’de yaşayan kesim bu mücadeleyi gerçek zamanlı izliyor. İki hafta sonucunda ise sadece bir kişi canlı kalıyor, diğer 23 kişi ya doğa tarafından ya da diğer yarışmacılar tarafından ölüme sürükleniyor.
Hikâyenin odağındaki mıntıka kömür madenleriyle adını duyuran 12. mıntıka. Katniss adındaki kız ise kendi karnını ve kardeşiyle annesinin karnını doyurabilmek için yasak bölgeye geçip okuyla avlanan başkahramanımız. Babası maden ocaklarında gerçekleşen patlamayla hayatını yitirmiş, annesi o dönemde bunalıma girip bir süre hayata küsmüş, kardeşi ise turnuvanın yaklaşmasıyla beraber korku içinde yaşayan bir birey.
Turnuva için kura çekilişinde Katniss’in kız kardeşi seçilince Katniss kardeşinin yerine gönüllü olduğunu açıklıyor. Aynı mıntıkadan erkek haraç-24 yarışmacının her birine haraç deniyor- ise Peeta ismindeki genç.


Katniss’in babasının hikâyesini ve zamanında Peeta’nın yanmış ekmeklerden birini domuzlara atmak yerine yağan yağmurun altında açlıktan büklüm olmuş bir şekilde ağacın altında duran Katniss’e fırlattığını filmdeki bazı geri dönüşler/anılardan öğreniyoruz. Bir de Gale adında Katness’e âşık olduğu bariz görünümlü bir genç var.
12. mıntıkadan katılan genç yüksek hızlı trenle turnuvanın düzenleneceği Capitol şehrine doğru yol alıyorlar, onlara yardımcı olacak ve taktikleriyle hayatta kalmalarını sağlayacak koç mantığında bir hocaları da var. Bu kişi zamanında bu turnuvaya katılmış ve hayatta kalmayı başaran biri. Bunun yanında Capitol’den çıktığı belli olan ve kurayı gerçekleştiren bir bayan ve Capitol’e ulaştıktan sonra kılık kıyafet işleriyle uğraşan bir diğer yarımcı adam mevcut.
Filmin açlık kavramına değinmemesi ise ilk negatif etkinin doğmasına sebep olan olay. 12. Mıntıkadan Capitol’e getirilen gençler sonuçta açlık mücadelesiyle her yeni gün savaşan bireyler, trene bindiklerinden turnuva gününe kadar bolluğun ne demek olduğunu anlamalarını sağlayan tüm imkân veriliyor onlara. Açıkçası trene bindiklerinde onları karşılayan muhteşem bir yemek masasına dalmalarını beklerdim, çoğu izleyici de bekleyecektir.


Turnuva başlamasıyla artık film başlı başına hayat mücadelesine dönüşüyor. Burada eleştirilecek bir taraf varsa o da başlangıçta saniyelerin geri doğru saymaya başlamasıyla yarışmacıların/haraçların bulundukları yerden sponsorların sağladığı besin, silah, araç-gereç gibi malzemelerin bulunduğu bölgeye koşup ilk ölümleri gerçekleştirecekleri sahne. Yanlış hatırlamıyorsan ilk sekiz saatte 13 haracın öldüğü söyleniyordu filmde, turnuvanın başlamasıyla da bu ölümlere şahit olduk gibi. Olduk gibi diyorum çünkü dövüş sahnelerinde kameranın titretilmesi saçmalığı bu filmde de yerli yerinde, aynı zamanda izleyici yaş aralığını daha geniş tutmak için olduğu rahatlıkla anlaşılan bir durumun söz konusu olmasıyla da vahşet sahnelerinin pek gösterilmemesi, iki çocuğun mücadelesi sonucu birinin diğerini öldürüşünü izleyemeyişimiz de asıl değinilmek istenen yüksek kesimin bu vahşiliği bir şov izler gibi izlemesi, bu olayın bir eğlence gibi algılanması durumunun havada kalmasına sebep olmuş. Oysa durum biraz daha kanla, hızlı çekimin aksine yavaş görüntülerle izleyicinin gözüne sokulsa “korkudan daha güçlü bir his varsa o da umuttur” anlayışının ne demek olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayabilirdi. Yine de kısa ve üstün körü geçilen sahnelerle bile gergin bir atmosferin yakalanması sağlanabilmiş.
Katniss, koçunun tavsiyesine uyarak silahların olduğu bölüme değil de kenarda köşede kalmış bir çantaya yönelip hemen ormanın içine koşarak da mantıklı bir iş başarmış oluyor. Çünkü silah bölümüne koşan haraçlar ilk silahı kapan kişilerce kolayca ölebiliyorlar.


Çantanın içinde çıkan mataranın boş olması ise asıl savaşılması gereken gerçeğin yani susuzluğun önemini algılamamıza sebep olacakken karakterimizin cup diye bir akarsu bulmasıyla da bu durum ortadan kaldırılıyor. Hâlbuki koçun ve yarışma başlarken kim nelerden öldü, yüzde ölme biçimleri gibi bir açılamada dediğine göre susuzluk önemli. Kızımız bu uyarıyı dikkate alarak kullanmasını iyi bildiği oka doğru yönelmek yerine su içerdiğini düşündüğü çantayı kapıp kaçıyor.
Hikâye böyle devam ediyor.
Kitap uyarlamalarının genel eleştirme cümlelerini hiç kurmayı düşünmüyorum, edebiyat ayrı bir sanat, sinema ayrı. İkisini aynı kefeye koyup eleştirmek pek mantıklıca gelmiyor açıkçası. Fakat filmi şu yönleriyle eleştirmeden de geçemeyeceğim. 142 dakikaya o kitabı sığdırmak tabii ki güç, zaten uyarlama mantığıyla bazı bölümler sinematografiye uydurulabilir, bunda da sorun yok. Fakat bazı konulara neredeyse hiç değinilmemiş olması can sıkıcı. Örneğin Katniss’in babasının hikayesi üzerinde neredeyse hiç durulmamış, hele hele Peeta ile Katniss’in ilişki boyutunu daha iyi anlamamızı sağlayacak şu ekmek atma muhabbetinin hemen geçilmiş olması, açıkçası bu ilişkinin havada kalmasına neden olmuş. Muhtemel gibi görülen Peeta’nın aşk sözcüklerinin sahalara oynamak mı yoksa Katniss’e âşık olduğu bir gerçek mi çözmek biraz güç gibi görülüyor. Hele hele Gale adındaki çocukla bakışmalarından sonra turnuva başlayıp Peeta yaralanınca onu bulan Katniss’in yaptıkları, bu Peeta’nın söylediklerin yanında daha da anlamakta zorluk çekilen bir taraf.


İlk olarak Peeta’nın 1. Mızıkadan gelen haraçların –ki kendileri bu turnuva için hazırlananlar sınıfına giriyorlarmış, genelde de kazanan 1. Mıntıkadan çıkıyormuş- yanında bulunması, filmin sonlarına doğru zehirli olup olmadığını bilip bilmediğini bilmediğim yemişleri Katniss’e vermesi dolayısıyla kıza âşık numaralarını biraz farklı gibi düşündüm. Tabii okuduğum kadarıyla kitapta çocuk tamamıyla saf duygularla yaklaşmış orası ayrı. İşte bu gibi küçük ayrıntıların zaplanmasıyla olayın tam anlaşılamaması gibi durumlar meydana gelebiliyor.
Filmdeki ergen diye tabir edilen aşk/öpüşme sahnelerinin diğer yarıntılara göre daha uzun tutulması çok da rahatsız etmedi açıkçası, bu duruma çok takan var onu da belirtmeliyim.
Kızımız onu kovalayanlardan kaçarken bir ağacın tepesine çıkması sahnesi ise klişe mi desem öyle bir sahne. Ağacın üzerine çıktıktan sonra onu öldürmeye çalışan genç arkasından tırmanıyor ama olmuyor, birkaç ok atıldıktan sonra Peeta’nın önerisiyle kız orada bırakılıyor, nasıl olsa susayıp/acıkıp aşağıya inecek, ya öyle öldürürüz ya da orada kalıp açlıktan/susuzluktan ölür deniyor ve bu uygulamaya geçiliyor. Burada düşünmek lazım, bir insan susuzluğa kaç gün dayanabilir, bu süre zarfında hiç mi mücadele edilmez, biraz ok atın, ağacı yakın, ağacı kesin vs. ama ne oluyor, ağaca tırmanmasını seven ve bu işte başarılı olan Rue adındaki küçük kızımız çıkıyor ve ona yol gösteriyor, hemen yan ağaçtaki çok zehirli arıların kovanını onların üzerine düşürmesi gerektiğini işaret ediyor ve olanlar oluyor. Kızımız küçük kız sayesinde bulunduğu durumdan kurtuluyor. Ve ilerleyen sahnelerde Rue’nin öldürülmesi sonucu Katniss’in cenaze merasimi düzenlemesi, gereçksiz ve irrite duruyor. Yine sonlara doğru tam Katniss onu öldürmek için üzerine atlamış bir kız varken, bu sahneler neden böyledir pek anlamıyorum ama, kız öldürmüyor da başlıyor anlatmaya, işte nasılmış, küçük kızı öldürdük de seni de öyle öldüreceğiz diye konuşuyor, tam diyoruz film bitti ama ne oluyor, Rue’yi tanıyan ve onların gruptan olan kişi çıkıp Rue’nun öldürülmesine sinirlenip kızı oracıkta öldürüyor ve Katniss’e dönüp, sadece bu seferlik canını bağışlıyorum saçmalığını söylüyor.


Neyse, üzerinde durup düşünüp çok konuşulması gereken bir film olmasına rağmen bu kadar söz yeterli gibi.
Tümüne bakıldığında söyleyebilirim ki her ne kadar yıkıcı onlarca eleştiri olsa da ben filmi beğendim ve kesinlikle izlemeyenlere öneririm. Kitabı okumuş olanlara da klasik tavsiye olarak beklentiyi ne kadar az tutarsanız o kadar çok seversiniz. O kadar büyük yapım olup içi boş film olduğu düşünüldüğünde The Hunger Games bu dönemlerde bulunmaz bir nimet.
İyi seyirler.

paylaş:

buzdolabının üstündeki kız | etgar keret


Birkaç sayfa yahut paragrafla bir olayı anlatmak yetersiz kalabiliyor bazen, atmosferi öyle ayarlamak gerekiyor ki hem okuru olayın derinliklerine acımadan sürüklemek hem de onu oraya hapsedip can çekişmesini izlemek amaç çünkü. Etgar Keret bu işi ustalıkla yapan yazarlardan biri, değişik bir beyni olduğunu düşünüyorum, adam bir defa uçuk, genel geçer kanıların dışında gezinmeyi seviyor, dalga geçerken sövmesini de çok iyi biliyor, kara mizah duygusunun dizginlerini de sıkı sıkıya yakalamış. Sadece yazar kişiliğiyle de değil İsrailli olması sebebiyle dünyanın saçma sapan oyunlarına başkaldırmasıyla da ayakta alkışlanacak bir zat.
Etgar Keret’ın okuduğum ilk kitabı Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü, yine burada paylaşımda bulunulmuştu, kitabı okuduktan sonra damakta bıraktığı tat ardından diğer kitaplarını okuma gereksinimi duymamıza sebep oluyor. Buzdolabının Üstündeki Kız, aslında ilk başta insanda garip duygular oluşturuyor, kitaba adını veren ilk öyküyü okuduktan sonra ise yanıldığımızı ve kafamızda canlandırmaya çalıştığımız imgelerin aslında hiç de düşündüğümüz gibi olmadığını anlıyoruz. Bu da hiçbir şey göründüğü gibi değildir savının bir kanıtı olsa gerek.
Kısacık, kısa olduğu kadar derin bir sürü öyküyü içeren bir kitap, zor yanı da yok değil aslında. Neticede su içmek için mutfağa gitmek de zor gelebiliyor insana, neyse.
Öykülerin bu kadar içe işlemesinin yanında kısa oluşlarıyla da şehir içi minibüslerinde okumak için o kısa ama çekilmez zamanı eğlenceli hale dönüştürmeyi başarabiliyor, hele ki kitap okumak için zaman ayıramayıp bu duruma canı sıkılanlar için. Ama sakin kafayla oturup üzerinde düşünüldüğünde aslında öykülerin ne kadar da uç yerlere işaret ettiğini anlıyor okuyucu, imgelerin gölgelerinden çok ona ışık tutanın kaynağına doğru seyre dalıyor adeta. Kitap bitince de apışıp kalıyorsunuz.
Avi Pardo çevirisiyle Siren Yayınları’ndan çıkan 156 sayfalık bu samimi kitap, her kitaplıkta olmayı hak ediyor.

“Kent merkezinde kendine bir daire kiraladı, bütün gün postacının yolunu gözlüyor. Benim postayla bir işim yok, başka ülkelerden bana bir şey gönderecek arkadaşlarım da yok. Olsaydı çoktan yanlarına giderdim. Onlarla içmeye çıkardım, dert yanardım. Onlara sık sık sarılır, yanlarında ağlamaktan utanmazdım. Yıllarımızı geçirebilirdik bu şekilde, ömrümüzü. Yüzde yüz doğal, damlalardan çok daha iyi.” –Damlalar/sayfa 26

Tramvay Durağı Etgar Keret ile hoş bir röportaj yapmış, buradan okuyabilirsiniz, Siren Yayınları’nın okumaktan zevk aldığımız blogunda Etgar Keret üzerine yazılmış tüm yazıları ise şurada bulabilirsiniz. Yazarın internet sitesi ise bu bağlantıda.



paylaş:

sinemanın en seksi 25 erkek karakteri



Bir süre önce, Empire Magazine’in yayınlamış olduğu Sinemanın En Seksi 25 Kadın Karakterini paylaşmıştık. Bu kez ise erkek karakterlere şöyle bir bakıyoruz. Yine Empire Magazine sinema tarihindeki erkek karakterleri araştırmış, incelemiş ve listelemiş. Ortaya aşağıdaki gibi bir sıralama çıkmış:

25. Mal Reynolds
Aktör:  Nathan Fillion
Serenity (2005)

24. Eames
Aktör:  Tom Hardy
Inception (2010)

23. Don Lockwood
Aktör:  Gene Kelly
Singin' In The Rain (1952)

22. Roger Thornhill
Aktör:  Cary Grant
North By Northwest (1959)

21. Jack Dawson
Aktör:  Leonardo DiCaprio
Titanic (1997)

20. Rick Blaine
Aktör:  Humphrey Bogart
Casablanca (1943)

19. Maximus Decimus Meridius
Aktör:  Russell Crowe
Gladiator (2000)

18. Rhett Butler
Aktör:  Clark Gable
Gone With The Wind (1939)

17. Loki
Aktör:  Tom Hiddleston
Thor (2011); The Avengers (2012)

16. Jason Bourne
Aktör:  Matt Damon
The Bourne Identity (2002), The Bourne Supremacy (2004), The Bourne Ultimatum (2007)

15. Tony Stark
Aktör:  Robert Downey Jr.
Iron Man (2008), Iron Man 2 (2010), The Avengers (2012)

14. Sherlock Holmes
Aktör:  Robert Downey Jr.
Sherlock Holmes (2009); Sherlock Holmes: A Game Of Shadows (2011)

13. Danny Ocean
Aktör:  George Clooney
Ocean's Eleven (2001), Ocean's Twelve (2004) and Ocean's Thirteen (2007)

12. Edward Cullen
Aktör:  Robert Pattinson
Twilight (2007) to The Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2 (2012)

11. Thor
Aktör:  Chris Hemsworth
Thor (2011)

10. Gollum
Aktör:  Andy Serkis
The Lord Of The Rings trilogy (2001-2003)

9. Driver
Aktör:  Ryan Gosling
Drive (2011)

8. Han Solo
Aktör:  Harrison Ford
The Star Wars trilogy (1977 - 1983)

7. Indiana Jones
Aktör:  Harrison Ford
Raiders Of The Lost Ark (1981) to Indiana Jones And The Kingdom Of The Crystal Skull (2008)

6. Wolverine
Aktör:  Hugh Jackman
X-Men (2000) through to X-Men: First Class (2011)

5. Tyler Durden
Aktör:  Brad Pitt / Edward Norton
Fight Club (1999)

4. Batman
Aktör:  Adam West; Michael Keaton; Val Kilmer; George Clooney; Christian Bale
Various Batmans, Batman Begins (2005)

3. James Bond
Aktör:  Sean Connery; George Lazenby; Roger Moore; Timothy Dalton; Pierce Brosnan; Daniel Craig
Casino Royale vs.

2. Cap'n Jack Sparrow
Aktör:  Johnny Depp
Pirates Of The Caribbean (2004-2011)

1. Aragorn
Aktör:  Viggo Mortensen
The Lord Of The Rings trilogy (2001-2003)


paylaş:

sakıp sabancı müzesi, google art projesi'ne dahil oldu



S. Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), dünyanın önemli müzelerini internet ortamında gezme imkanı sunan Google Art Projesi’ne dahil oldu. Başlangıçta 17 müzeyle kullanıma açılan site, 3 Nisan’da Paris’teki Orsay Müzesi’nde (Musée d’Orsay) yapılan basın toplantısıyla dünya kamuoyuna tanıtıldı. Etkinliğe, aralarında Sakıp Sabancı Müzesi’nin de bulunduğu 40 ülkeden 151 müzenin temsilcileri katıldı.

Konuyla ilgili bilgi veren SSM Genel Sekreteri Bülent Bankacı; “Müzemizin, dünyanın önde gelen müzeleriyle birlikte Google Art Projesi’ne katılmış olmasından mutluluk duyuyoruz. Böylece dünyanın herhangi bir yerindeki ziyaretçiler, SSM’deki eserleri görme imkanına sahip olacak. Site, ülkemizin farklı şehirlerinde yaşayıp SSM’ye daha önce hiç gelmeyen insanlara da müzemize erişme fırsatı sunuyor. Böylece, müzemizde sergilenen eserlerin çok daha fazla insana ulaşacağına inanıyoruz. Başlangıçta Google Art Project’te, Hat Koleksiyonu’muza ait eserler görülebilecek. Farklı tasarım ve teknolojik uygulamalarla Mayıs ayında yeniden ziyarete açılacak koleksiyon, sitede de yeni sunumuyla yer alacak.” dedi.

Google Art Projesi’ni www.googleartproject.com adresi üzerinden ziyarete açan Google, dünyanın önde gelen müzelerini gezme, eserleri yakından inceleme fırsatı sunuyor. Sitede bulunan 30.000’den fazla eser, yüksek çözünürlükte görüntülenebiliyor ve kimi eserler hakkında detaylı bilgiler veriliyor. Veritabanında; sanatçı, eser, müze ve koleksiyon adı ile şehir ve ülke kategorilerine göre arama yapılabiliyor. Proje kapsamında ayrıca, ziyaretçilere kendi koleksiyonlarını oluşturma imkânı da sağlanıyor. İnternet kulanıcıları, New York Metropolitan, Berlin Alte Nationalgalerie, Amsterdam Rijksmuseum, Floransa Uffizi, St. Petersburg The State Hermitage, Madrid Museo Reina Sofia, Londra Tate Britain dahil pek çok müzeye erişim imkanını elde ediyor.
paylaş:

insidious (2010)


Yönetmen: James Wan
Senaryo: Leigh Whannell
Oyuncular: Patrick Wilson, Rose Byrne, Ty Simpkins
Tür: Korku | Gerilim
Yıl: 2010
Süre: 103 dak.
Ülke: ABD, Kanada
Dil: İngilizce
Ödül: 6 adaylık
IMDb puanı: 6.8/10
Metascore: 52/100

Üç çocuk sahibi Josh ve Renai çifti klasik aile yapısında kendi yağında kavrulan bir birliktelik yaşarler. Josh çalışıp evine para getiren bir baba, Renai ise evi çeki düzene sokan, çocuklara bakan bir annedir. Yeni taşındıkları evlerinden günler su gibi akıp giderken garip olaylar bir anda patlak vermeye başlar. Josh evinden uzak olduğu sürece kafasını dinlerken genellikle çileyi çeken Renai olacaktır, son dem olarak çocuklarından biri uyanmamak üzere uykuya dalınca iş çığırından çıkar. Tıpta herhangi bir komplikasyon oluşmamış olsa da bir çare yoktur, beklemek de sinirleri tepeye çıkarır.
Renai ise evde durduğu sürece garip nesneler görmeye başlamıştır, hayaletler evlerini sık sık ziyaret etmektedir ve her defasında Josh’u bu fikre inandırmakla uğraşır.


Bir süre sonra çocuklarının hasta olmadığını aslında astral seyahat yaptığını öğrenirler. Karanlıktan, kabustan, daha doğrusu korkulması gereken herhangi bir şeyden korkmayan çocukları uykusunda başka boyutlarda gezinir ve bunların gerçek olduğunu düşünmektedir, korkmadığı için ve hayal olduğunu düşünmediğinden uykusundan uyanmaz. Josh’un annesi bu duruma el koyar ve medyum tipli birini eve çağırır. İki çalışanıyla olayı çözmeye çalışan medyum, evi ziyaret eden hayaletlerin uykusundan uyanmayan çocuğun bedenini kılıf gibi gördüklerini ve ona sahip olmak için uğraştıklarını öğrenir. Tek çözümün çocuğu uyandırmak olduğunu söyler, uyanması için ise çocuğun o anda gezmekte olduğu evrene birinin gidip, olayları ona açıklaması ve onu geri döndürmesi gerekmektedir. Bu iş için ise en uygun aday babadır, çünkü küçükken aynı sorunu o da yaşamış fakat olay kapandıktan sonra tüm deliller ortadan kaldırılarak olayı unutması sağlanmıştır.


Baba da astral yolculuğa çıkar ve olaylar daha da büyür.
Korku gerilim filmi dendiğinde eğer bir kriter varsa bu kategorideki filmi iyi yapan, o da teknik konuların haricinde izleyeni germesi ve korkutmasıdır kanımca. Hal böyle olunca korkutmayıp yer yer güldüren bir korku filmini izleyince insan ister istemez filmi kötüleyebiliyor. Açıkçası çoğu sosyal platformda her ne kadar çok beğenilip, izlenmiş olsa da, tavsiye edilip kokuttuğu söylense de aynı fikirde olduğumu söyleyemeyeceğim. Korkutma meselesi ekrana dikilmiş gözlerin bir anda ekranın orasından burasından fırlayan nesneden kaynaklanıyor yalnızca, klasikleşmiş korku öğeleri de yok değil, kimin çaldığı belli olmayan kapı ya da kendiliğinden açılıp kapanan kapılar, bazı eşyaların zaman içerisinden yer değiştirmesi, garipten gelen sesler, çocukların korkunç resimler çizmesi vs.
Hal böyle olunca diğer basit korku filmlerinden ne farkı kalıyor diye sormak geçiyor içimden. Yine de keyifli dakikalar da geçirmedim değil izlerken, ortala bir korku filmi diyerek de durumu kotaralım.
Siz yine de izleyin, kendi kararınızı kendiniz verin.
fragmanı izle
paylaş:

hardcore will never die, but you will | mogwai


“Bence insanların çoğu, odaklanacak şarkı sözüyle karşılaşmamaya alışık değiller. Şarkı sözleri bazı insanları gerçekten rahatlatıyor. Bana kalırsa bu kimseler şarkıya eşlik etmeyi seviyorlar ve bu işi bizim şarkılarımızla yapamayınca da biraz canları sıkılıyor” diyerek müzik olgusunun kendilerine göre nasıl olması gerektiğini alttan alta dinleyiciye söylemeye çalışan Stuart Braithwaite, Glasgow İskoçya’da kurulmuş, enstrümanların derin tınılarının içe işlediği müzik türü Post-Rock’ın en tanınmış ve bu türü en iyi işleyen müzik grubu Mogwai’nin kurucularından biri, diğeri ise Dominic Aitchison.
2011 yılında piyasaya sürülen ve düşündüğüm kadarıyla en iyi albüm isimleri listesinde üst sıralarda olması kaçınılmaz olan bir isme sahip olan albüm grubun 7. albümü.
Üzerinde çok konuşulması gereken bir albüm niteliği taşımakta, mevzu bahis post-rock olunca -ki yanlış hatırlamıyorsam röportajın birinde kendilerinin post-rock etiketi altında görmediklerini belirten cümleler kullanmışlar, çok okuyup çok dinlemek mi gerekli, üzerinde beyin fırtınaları mı koparmak lazım yoksa bilgi sahibi olmak/eleştirmek adına işin ehli mi olmak gerekli pek bilemiyorum, işin aslı Mogwai eleştirisi yapmak ya da konuyu daha da genişletirsek post-rock eleştirisi yapmak işin “iyi” anlamak lazım. Yerinde kullanılacak sözcüklerin seçimi bile zorken albüm eleştirisi hele hele böyle bir grubun eleştirisini yapmak zor geliyor. Ama kısaca diyebiliriz ki Mogwai’nin belki de en iyi albümü, söylemek çok kolay olmuyor takdir edersiniz, en azından diğer albümlerine kıyasla en farklı albümü olduğunu rahatlıkla vurgulayabiliriz.
Albümde yer alan parçaları dinlerken şayet düz mantıkla şarkı kendi içine dinleyici çekebiliyorsa -ki bu albümdeki tüm parçalar bu özelliğe sahip, parçaların iyiliğinden söz etmek kolay oluyor. Bir defa gitar tonlamalarını hissetmek insana hiç bu kadar mutluluk getirmemişti. Bahsi geçen mutluluk yamacında hüznü de barındırmıyor değil, demek istediğim anlaşılmıştır umuyorum.
Yerinde sekmediğin bir kez daha gösteren Mogwai, dinlemekten bıkılmayan bir grup, hem neden bıkılsın ki?
Bir süre önce grup adına bir top 10 listesi hazırlamıştık, uğrayıp bakabiliriniz. Albümün last.fm sayfasına da buradan ulaşabilirsiniz. Aşağıda albümde bulunan parçalar mevcut, belki defalarca San Pedro’yu dinledik durduk, facebook sayfamızda paylaştık. Bu kez ise albümden farklı bir parçayı paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. İyi dinlemeler.

1. White Noise
2. Mexican Grand Prix
3. Rano Pano
4. Death Rays
5. San Pedro
6. Letters To The Metro
7. George Square Thatcher Death Party
8. How To Be A Werewolf
9. Too Raging To Cheers
10. You’re Lionel Richie 

paylaş:

23. ankara uluslararası film festivali ödülleri


MEB Şura Salonu’nda 22 Mart akşamı düzenlenen kapanış töreninde festival ödülleri sahiplerini buldu.

En İyi Film - ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’ – Yüksel Aksu

Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü - ‘Aşk ve Devrim’ – F. Serkan Acar

En İyi Yönetmen - Yüksel Aksu (Entelköy Efeköy’e Karşı)

En İyi Kadın Oyuncu - Nesrin Cavadzade (İki filmiyle: Güzel Günler Göreceğiz ve Yangın Var)

En İyi Erkek Oyuncu - Osman Sonant (Yangın Var)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Gizem Erdem (Canavarlar Sofrası)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Ayberk Pekcan (Aşk ve Devrim)

Onat Kutlar En İyi Senaryo Ödülü (özgün ya da uyarlama) - Yüksel Aksu (Entelköy Efeköy’e Karşı)

En İyi Görüntü Yönetmeni - Deniz Eyüboğlu Aydın (Canavarlar Sofrası)

En İyi Sanat Yönetmeni - Elif Z. Taşçıoğlu (Nar)

En İyi Özgün Müzik - Barış Diri (Canavarlar Sofrası)

En İyi Kurgu - Erkan Erdem (Yangın Var)

Umut Veren Yeni Yönetmen - Ramin Matin (Canavarlar Sofrası)

Umut Veren Yeni Kadın Oyuncu - Ayşe Bosse (Entelköy Efeköy’e Karşı)

Umut Veren Yeni Erkek Oyuncu - Gün Koper (Aşk ve Devrim)

SİYAD Jürisi Ulusal Uzun Film Ödülü - Canavarlar Sofrası



Ulusal Belgesel Film Yarışması


En İyi Belgesel Film  - Öğrenci

‘Cneydo’  Hüdai Ateş



En İyi Belgesel Film  - Profesyonel

‘Geçmiş Mazi Olmadı’ – Mehmet Özgür Candan



Seçiciler Kurulu Özel Ödülü

‘Canbaz’  – Sedat Aygün



Ulusal Kısa Film Yarışması


En İyi Kurmaca

‘Ali Ata Bak’  – Orhan İnce



En İyi Deneysel

‘İnfantil Amnezi’ – Can Mengilibörü



En İyi Canlandırma

‘Magnus Nottingham’ – Ayçe Kartal


Seçiciler Kurulu Özel Ödülü

‘Kız Çocuğu’ – Hakan Berber


paylaş:

sokak sanatı: söylenecek çok şey var

Aslında çoğu zaman düşünceleri ifade etme şekli olarak konuşmaktansa yazmayı, çizmeyi seçeriz. Bu savunduğumuz fikirden çekindiğimiz anlamına da gelmez, söyleriz de fakat işin içine renkler girdiğinde fikirler düşten gerçekliğe doğru yol alır.
Bir süre önce Sokak Sanatı: Anlatacak Çok Şey Var adlı içeriğimizde internetin orasından burasından topladığımız eserleri gösterdik, şimdi paylaşacaklarımız ise streetartutopia.com adresinden seçtiklerimiz.
Keyifli dakikalar.
(İlk fotoğrafın üzerine tıklayarak daha yüksek boyutta tüm fotoğrafları inceleyebilirsiniz.)























paylaş: