stanley tucci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
stanley tucci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

the hunger games (2012)


Yönetmen: Gary Ross
Senaryo: Suzanne Collins (roman)
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Josh Hutcherson, Woody Harrelson, Lenny Kravitz, Liam Hemsworth, Stanley Tucci, Donald Sutherland
Tür: Dram | Bilim-Kurgu | Aksiyon
Yıl: 2012
Süre: 142 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Hiçbir şeye değinmeden, kitabını okumadığımı fakat kitap ve kitap-film ilişkisi üzerine onlarca yazı/inceleme okuduğumu belirtmeliyim. Kitabı henüz okumamış, filmi henüz izlememiş kişiler şayet içerik hakkında herhangi bir bilgi edinmek istemiyorlarsa bu yazı onlar için sakıncalı olabilir, aynı bu sitede olan diğer içerikler gibi.
The Hunger Games ya da Türkçe adıyla Açlık Oyunları, ülkemiz de dâhil dünya genelinde çok satan kitaplar arasında yerini almış bir serinin ilk kitabı, aynı adlı filmi ise bu başarıdan sonra merakla beklenen ve vizyona girdiği hafta sonunda 155 milyon dolar hasılat rakamıyla dünya rekorunda üçüncü sıraya yerleşmiş bir yapım.
12 mıntıka ve Capitol adında bir başkentten oluşan bir ülke, 74 yıl önce Capitol’ün galibiyeti ve 13. Mıntıkanın yok edilmesiyle sonuçlanan iç savaşı unutturmamak, böylelikle mıntıkaların Capitol karşısındaki güçsüzlüğünü göstererek yeni bir ayaklanmanın olmasını engellemek amacıyla her yıl Açlık Oyunları adı verilen bir turnuva düzenlemektedir. Mıntıkaların durumu birbirlerine göre değişiklik gösterse de genellikle fakirlik ve karın doyurmak için mücadele kavramları ortak özellikleri. Capitol ise yüksek kesimin lüks havasıyla buram buram kokan kokularla, paranın verdiği kudretle artık diğer insanlardan farkımızı nasıl ortaya dökeriz çabası gösteren insanlarla dolu, teknolojinin dudak uçuklatan gelişimiyle de göz dolduran renkli bir yer.


Mıntıkadaki insanlar yemek aldıklarında fişlere isimlerini yazdırıyor ve turnuvaya katılacaklar bu fişlerin kurasıyla belirleniyor. Kura her mıntıka için 12-18 yaş arası bir erkek, bir kız olmak üzere 2 genci içeriyor ve toplamda 24 genç turnuvaya kura mantığıyla katılıyor, katılmak ise zorunlu. Turnuva bir ölüm kalım savaşından farksız. Yaklaşık 2 hafta sürüyor ve reality show mantığıyla işliyor. Turnuvanın gerçekleştirildiği mekâna gizlenmiş yüzlerce kamera sayesinde tüm mıntıka halkı ve Capitol’de yaşayan kesim bu mücadeleyi gerçek zamanlı izliyor. İki hafta sonucunda ise sadece bir kişi canlı kalıyor, diğer 23 kişi ya doğa tarafından ya da diğer yarışmacılar tarafından ölüme sürükleniyor.
Hikâyenin odağındaki mıntıka kömür madenleriyle adını duyuran 12. mıntıka. Katniss adındaki kız ise kendi karnını ve kardeşiyle annesinin karnını doyurabilmek için yasak bölgeye geçip okuyla avlanan başkahramanımız. Babası maden ocaklarında gerçekleşen patlamayla hayatını yitirmiş, annesi o dönemde bunalıma girip bir süre hayata küsmüş, kardeşi ise turnuvanın yaklaşmasıyla beraber korku içinde yaşayan bir birey.
Turnuva için kura çekilişinde Katniss’in kız kardeşi seçilince Katniss kardeşinin yerine gönüllü olduğunu açıklıyor. Aynı mıntıkadan erkek haraç-24 yarışmacının her birine haraç deniyor- ise Peeta ismindeki genç.


Katniss’in babasının hikâyesini ve zamanında Peeta’nın yanmış ekmeklerden birini domuzlara atmak yerine yağan yağmurun altında açlıktan büklüm olmuş bir şekilde ağacın altında duran Katniss’e fırlattığını filmdeki bazı geri dönüşler/anılardan öğreniyoruz. Bir de Gale adında Katness’e âşık olduğu bariz görünümlü bir genç var.
12. mıntıkadan katılan genç yüksek hızlı trenle turnuvanın düzenleneceği Capitol şehrine doğru yol alıyorlar, onlara yardımcı olacak ve taktikleriyle hayatta kalmalarını sağlayacak koç mantığında bir hocaları da var. Bu kişi zamanında bu turnuvaya katılmış ve hayatta kalmayı başaran biri. Bunun yanında Capitol’den çıktığı belli olan ve kurayı gerçekleştiren bir bayan ve Capitol’e ulaştıktan sonra kılık kıyafet işleriyle uğraşan bir diğer yarımcı adam mevcut.
Filmin açlık kavramına değinmemesi ise ilk negatif etkinin doğmasına sebep olan olay. 12. Mıntıkadan Capitol’e getirilen gençler sonuçta açlık mücadelesiyle her yeni gün savaşan bireyler, trene bindiklerinden turnuva gününe kadar bolluğun ne demek olduğunu anlamalarını sağlayan tüm imkân veriliyor onlara. Açıkçası trene bindiklerinde onları karşılayan muhteşem bir yemek masasına dalmalarını beklerdim, çoğu izleyici de bekleyecektir.


Turnuva başlamasıyla artık film başlı başına hayat mücadelesine dönüşüyor. Burada eleştirilecek bir taraf varsa o da başlangıçta saniyelerin geri doğru saymaya başlamasıyla yarışmacıların/haraçların bulundukları yerden sponsorların sağladığı besin, silah, araç-gereç gibi malzemelerin bulunduğu bölgeye koşup ilk ölümleri gerçekleştirecekleri sahne. Yanlış hatırlamıyorsan ilk sekiz saatte 13 haracın öldüğü söyleniyordu filmde, turnuvanın başlamasıyla da bu ölümlere şahit olduk gibi. Olduk gibi diyorum çünkü dövüş sahnelerinde kameranın titretilmesi saçmalığı bu filmde de yerli yerinde, aynı zamanda izleyici yaş aralığını daha geniş tutmak için olduğu rahatlıkla anlaşılan bir durumun söz konusu olmasıyla da vahşet sahnelerinin pek gösterilmemesi, iki çocuğun mücadelesi sonucu birinin diğerini öldürüşünü izleyemeyişimiz de asıl değinilmek istenen yüksek kesimin bu vahşiliği bir şov izler gibi izlemesi, bu olayın bir eğlence gibi algılanması durumunun havada kalmasına sebep olmuş. Oysa durum biraz daha kanla, hızlı çekimin aksine yavaş görüntülerle izleyicinin gözüne sokulsa “korkudan daha güçlü bir his varsa o da umuttur” anlayışının ne demek olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayabilirdi. Yine de kısa ve üstün körü geçilen sahnelerle bile gergin bir atmosferin yakalanması sağlanabilmiş.
Katniss, koçunun tavsiyesine uyarak silahların olduğu bölüme değil de kenarda köşede kalmış bir çantaya yönelip hemen ormanın içine koşarak da mantıklı bir iş başarmış oluyor. Çünkü silah bölümüne koşan haraçlar ilk silahı kapan kişilerce kolayca ölebiliyorlar.


Çantanın içinde çıkan mataranın boş olması ise asıl savaşılması gereken gerçeğin yani susuzluğun önemini algılamamıza sebep olacakken karakterimizin cup diye bir akarsu bulmasıyla da bu durum ortadan kaldırılıyor. Hâlbuki koçun ve yarışma başlarken kim nelerden öldü, yüzde ölme biçimleri gibi bir açılamada dediğine göre susuzluk önemli. Kızımız bu uyarıyı dikkate alarak kullanmasını iyi bildiği oka doğru yönelmek yerine su içerdiğini düşündüğü çantayı kapıp kaçıyor.
Hikâye böyle devam ediyor.
Kitap uyarlamalarının genel eleştirme cümlelerini hiç kurmayı düşünmüyorum, edebiyat ayrı bir sanat, sinema ayrı. İkisini aynı kefeye koyup eleştirmek pek mantıklıca gelmiyor açıkçası. Fakat filmi şu yönleriyle eleştirmeden de geçemeyeceğim. 142 dakikaya o kitabı sığdırmak tabii ki güç, zaten uyarlama mantığıyla bazı bölümler sinematografiye uydurulabilir, bunda da sorun yok. Fakat bazı konulara neredeyse hiç değinilmemiş olması can sıkıcı. Örneğin Katniss’in babasının hikayesi üzerinde neredeyse hiç durulmamış, hele hele Peeta ile Katniss’in ilişki boyutunu daha iyi anlamamızı sağlayacak şu ekmek atma muhabbetinin hemen geçilmiş olması, açıkçası bu ilişkinin havada kalmasına neden olmuş. Muhtemel gibi görülen Peeta’nın aşk sözcüklerinin sahalara oynamak mı yoksa Katniss’e âşık olduğu bir gerçek mi çözmek biraz güç gibi görülüyor. Hele hele Gale adındaki çocukla bakışmalarından sonra turnuva başlayıp Peeta yaralanınca onu bulan Katniss’in yaptıkları, bu Peeta’nın söylediklerin yanında daha da anlamakta zorluk çekilen bir taraf.


İlk olarak Peeta’nın 1. Mızıkadan gelen haraçların –ki kendileri bu turnuva için hazırlananlar sınıfına giriyorlarmış, genelde de kazanan 1. Mıntıkadan çıkıyormuş- yanında bulunması, filmin sonlarına doğru zehirli olup olmadığını bilip bilmediğini bilmediğim yemişleri Katniss’e vermesi dolayısıyla kıza âşık numaralarını biraz farklı gibi düşündüm. Tabii okuduğum kadarıyla kitapta çocuk tamamıyla saf duygularla yaklaşmış orası ayrı. İşte bu gibi küçük ayrıntıların zaplanmasıyla olayın tam anlaşılamaması gibi durumlar meydana gelebiliyor.
Filmdeki ergen diye tabir edilen aşk/öpüşme sahnelerinin diğer yarıntılara göre daha uzun tutulması çok da rahatsız etmedi açıkçası, bu duruma çok takan var onu da belirtmeliyim.
Kızımız onu kovalayanlardan kaçarken bir ağacın tepesine çıkması sahnesi ise klişe mi desem öyle bir sahne. Ağacın üzerine çıktıktan sonra onu öldürmeye çalışan genç arkasından tırmanıyor ama olmuyor, birkaç ok atıldıktan sonra Peeta’nın önerisiyle kız orada bırakılıyor, nasıl olsa susayıp/acıkıp aşağıya inecek, ya öyle öldürürüz ya da orada kalıp açlıktan/susuzluktan ölür deniyor ve bu uygulamaya geçiliyor. Burada düşünmek lazım, bir insan susuzluğa kaç gün dayanabilir, bu süre zarfında hiç mi mücadele edilmez, biraz ok atın, ağacı yakın, ağacı kesin vs. ama ne oluyor, ağaca tırmanmasını seven ve bu işte başarılı olan Rue adındaki küçük kızımız çıkıyor ve ona yol gösteriyor, hemen yan ağaçtaki çok zehirli arıların kovanını onların üzerine düşürmesi gerektiğini işaret ediyor ve olanlar oluyor. Kızımız küçük kız sayesinde bulunduğu durumdan kurtuluyor. Ve ilerleyen sahnelerde Rue’nin öldürülmesi sonucu Katniss’in cenaze merasimi düzenlemesi, gereçksiz ve irrite duruyor. Yine sonlara doğru tam Katniss onu öldürmek için üzerine atlamış bir kız varken, bu sahneler neden böyledir pek anlamıyorum ama, kız öldürmüyor da başlıyor anlatmaya, işte nasılmış, küçük kızı öldürdük de seni de öyle öldüreceğiz diye konuşuyor, tam diyoruz film bitti ama ne oluyor, Rue’yi tanıyan ve onların gruptan olan kişi çıkıp Rue’nun öldürülmesine sinirlenip kızı oracıkta öldürüyor ve Katniss’e dönüp, sadece bu seferlik canını bağışlıyorum saçmalığını söylüyor.


Neyse, üzerinde durup düşünüp çok konuşulması gereken bir film olmasına rağmen bu kadar söz yeterli gibi.
Tümüne bakıldığında söyleyebilirim ki her ne kadar yıkıcı onlarca eleştiri olsa da ben filmi beğendim ve kesinlikle izlemeyenlere öneririm. Kitabı okumuş olanlara da klasik tavsiye olarak beklentiyi ne kadar az tutarsanız o kadar çok seversiniz. O kadar büyük yapım olup içi boş film olduğu düşünüldüğünde The Hunger Games bu dönemlerde bulunmaz bir nimet.
İyi seyirler.

paylaş: