gösterime giren filmler | 18 mayıs


Diktatör (The Dictator)
 
Yönetmen: Larry Charles
Senaryo: Sacha Baron Cohen, Alec Berg, Jeff Schaffer, David Mandel
Oyuncular: Sacha Baron Cohen, Anna Faris, Ben Kingsley
Yapım: ABD, 2012, 83 dakika

Yakıcı Bir Yaz (Un Ete Brulant)
 
Yönetmen: Philippe Garrel
Senaryo: Marc Cholodenko, Philippe Garrel, Caroline Deruas-Garrel
Oyuncular: Monica Bellucci, Louis Garrel, Céline Sallette
Yapım: 2011/ Fra-Ita / 95 dk.

Öz Hakiki Karakol
 
Yönetmen: İbrahim Güler
Senaryo: İbrahim Güler, Erdal Bektaş
Oyuncular: Emin Maltepe, Cengiz Bozkurt, Oktay Gürsoy
Yapım: Türkiye, 2012, 85 dakika

Dikkat Bebek Var (What to Expect When You’re Expecting)

Yönetmen: Kirk Jones
Senaryo: Shauna Cross, Heather Hach, Heidi Murkoff (eser)
Oyuncular:Cameron Diaz, Jennifer Lopez, Elizabeth Banks
Yapım: 2012 / ABD / 110 dk.

Sağ Salim

Yönetmen: Ersoy Güler
Senaryo: Ersoy Güler, Alper Erze, Korhan Uğur
Oyuncular: Burçin Bildik, Alper Saldıran, Fulya Zenginer
Yapım: 2012 / Türkiye / 98 dk.

Güzel ve Çirkin (Beauty and the Beast)

Yönetmen: Gary Trousdale, Kirk Wise
Senaryo: Linda Woolverton, Roger Allers…
Seslendirenler:
Paige O’Hara, Robby Benson and Richard White
Yapım: 1991 / ABD / 84 dk.
paylaş:

5. documentarist istanbul belgesel günleri


Dünyanın belgeseli 1-6 Haziran’da
İstanbul’da buluşuyor

Dünyanın gerçek gündemine ışık tutan filmler, 01 - 06 Haziran 2012’de 5. yılını dolduracak olan DOCUMENTARIST’e konuk oluyor. Festivalin bu yılki onur konuğu ise, çağımızın en önemli belgeselcilerinden Hollandalı yönetmen Heddy Honigmann.

Türkiye’de belgesel alanında yeni ufuklar açan DOCUMENTARIST - İstanbul Belgesel Günleri, özel bir programla 5. yaşını kutlamaya hazırlanıyor. 01 - 06 Haziran 2012 tarihlerinde beşinci yaşını kutlayacak olan ve bugüne dek belgesel dünyasından Nick Fraser, Iikka Vehkalahti, Dimitri Eipides, Eyal Sivan, Helena Třeštíková, Asen Balikci gibi önemli konukları ağırlayan festivalin bu seneki programın onur konuğu, çağımızın en önemli belgeselcilerinden olan Heddy Honigmann. Filmlerine ayrılmış geniş kapsamlı bir retrospektifle İstanbul’da ilk kez ağırlanacak olan yönetmen, festivalde bir de sinema dersi verecek.

Dünya çapındaki belgeselci, yapımcı ve festival temsilcilerini İstanbul’a taşıyan DOCUMENTARIST, yerli ve yabancı belgeselciler için bir buluşma platformu olma misyonunu bu yıl da sürdürüyor. Honigmann’ın yanısıra festival, ilk etabı Mart ayında gerçekleştirilen, John Appel ve Jeroen Berkvens eğitmenliğindeki Yaratıcı Belgesel Geliştirme Atölyesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Festival programı bu yıl Arap Dünyası: Değişim Rüzgarları, Yunanistan: Komşuda Pişen, Belleği Belgelemek, Müzik Belgeselleri gibi bölümlere dağılmış 100’e yakın filmden oluşuyor. Festivalde, Avrupa’daki en önemli sinema okullarından Prag merkezli FAMU da, öğrencilerinin ürettiği filmler ve konuklarıyla özel bir bölüme konuk olacak. Festival haftası boyunca ayrıca atölye, panel, söyleşi, özel gösterim ve sergi gibi pek çok yan etkinlik gerçekleşecek.

Hollanda Başkonsolosluğu, İstanbul Fransız Enstitüsü, Yunan Konsolsoluğu, Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi, Goethe Enstitüsü, Çek Cumhuriyeti İstanbul Konsolosluğu tarafından desteklenen DOCUMENTARIST - İstanbul Belgesel Günleri’nin gösterim ve etkinlikleri, 01 - 06 Haziran 2012 tarihlerinde Akbank Sanat, Fransız Kültür Merkezi, SALT Beyoğlu ve Romanya Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek.

Bilgi için: www.documentarist.org

paylaş:

açılamamak



İş yerinde bulunduğum mevki ile sevdiğim kızın mevkisi arasında dağlar vardı. Ona açılmama nedenlerinden bir tanesi de buydu. Ben çaycı o ise genel müdürdü. Çalıştığım şirket Sola Tuvalet Kağıtçılığı'ydı. Kendisine bu zamana kadar hiç çay götürmemiştim (tam beş yıl). Kendine ait çaycısı vardı, özel çaylar yapan. Ben ise su kaynatmayı yeni öğrenen bir çaycıydım. Bugün çaycısı cırcır olduğu için gelememişti. Benden egzotik bir çay istediğini ve tam 5 dakika sonra odasına getirmemi istemişti. Heyecanlıydım. Onu ilk kez bu kadar yakından görecektim... Benden egzotik çay istemiş, ben ise kaçak çayın bol olduğu bir çay ile odasına girmiştim. ''Girebilir miyim?'' dedim ses gelmedi. Bir göz işareti ile çayı nereye koyacağımı göstermişti sadece. Ona doğru yaklaşırken güzelliği karşısında hayretler içinde kalmış ve ağzımdan yanlışlıkla ''at'' lafı çıkmıştı. Birden kafasını kaldırıp, gözlüklerinin arkasındaki yeşil gözlerle bana bakmıştı. ''Kaç'' dedi. ''1 lira çay'' dedim. Uzun bir sessizlik oldu. Holding sahibi olan insana, kendi şirketinde 1 liraya kaçak çay satıyordum. Sessizliği bozan o oldu. ''At mı dedin sen bana ?'' dedi. ''Bbbbennn sadeceee'' diye kekeledim. ''Bbben sadece atımı özledim'' diye cevap verdim. Gözlüğünü elinde döndürerek, ''atın mı var senin?'' diye sordu. Muhabbeti sürdürebilmek için konuşmalıydım ve ''Evet hem de çok özel bir at'' dedim. ''Atın nerde peki, köyde falan mı?'' dedi.''Hayır evimde'' dedim. Güldü. Bir kez daha gülüşüne aşık olmuştum. ''Tamam çıkabilirsin'' dedi.
Saçmaladığımı evimde Bugün Ne Giysem'i izlerken ''Bizimlesin'' lafından sonra fark etmiştim. Onunla konuşmam gerekiyordu. Güldürmek zor olmamıştı. Muhabbet kurmalıydım. Hemen feysbuktan ''Sevinç Gözyaşı'' nı arattım. 3 tane Sevinç Gözyaşı çıkmıştı. 3'ünü de ekledim. 3'ü de kabul etti. İlkinin paylaşımlarından 14 yaşından olduğunu anlamıştım. Diğeri ise dakikada 40 tane Serdar Ortaç parçası paylaşıyordu. Onu hem sildim hem de feysbuka pornografi diye şikayette bulundum. Diğeri ise tanıdığım Sevinç Gözyaşı değildi zaten.
Ertesi gün şirkette bir panik havası vardı. Herkesi toplantıya çağırmışlardı. Beni bile. Şirket batıyordu. Kimse bizim tuvalet kâğıdımızı almıyordu. Herkes daha yumuşak olan, daha çok katlı olan ve daha desenli olan tuvalet kâğıdını alıyordu. Baş düşmanımız olan Solo'nun tuvalet kâğıdını alıyorlardı. 50 kişilik toplantı odasında herkes ellerinde ayfonlarla, tabletlerle angari börds oynuyordu. Hiç biri telaşlı değildi. Ben de 3310'umla yılan oyunu oynuyordum. Sonra Sevinç Gözyaşı odaya girdi ve bir şeyler söyledi ama kimse onu takmıyordu. Bir şeyler daha söyledi ama yine kimse onu dinlemedi. Ondaki çaresizlik içimi parçalamıştı. Boğazımdaki balgamı temizleyip, masaya bir yumruk atıp ''İiiiissssyeeaaaannn'' diye bağırmıştım. Herkes susmuştu. Sevinç Gözyaşı kafasını sallayıp teşekkür etmişti.
''Son iki gündür hatta ne iki günü son iki ayda satış olmadı. Derhal bir çözüm bulmalıyız. Yoksa Angari Börds değil 3 ün 1 i ile oynarız.'' dedi. Şaşırmıştım. Herkes ortaya bir fikir atıyordu. Ama hepsi saçmaydı. Sonunda söz hakkı alıp konuşmuştum.
''Öncelikle Sola tuvalet kâğıdının rengini kahverenginden beyaza çevirmeliyiz. Sonra tek katlı değil çift katlı yapmalıyız. Belki de 3 katlı. Ayrıca bir pakette 72 tane tuvalet kâğıdı olması bizim işimizi zorlaştırır. Market poşetlerine sığmıyor bunlar.'' dedim. ''Peki ya kaç tane koyalım? '' dedi. ''10'' dedim. Herkes benim fikrimi anlamışçasına hee hoo huu hahaha şeklinde sesler çıkartıyordu. Sevinç Gözyaşı, fikirlerim karşısında etkilenmemişti. Son bir atakta bulunmalıydım. ''At'' diye çemkirdim. ''At kabartmalı tuvalet kâğıdı.'' Bu sefer şaşırmıştı. ''Hayvani duygularımızı ön plana çıkarmalıyız diyosun yani?'' dedi. ''Hayır'' dedim. ''Yani biraz evet, biraz hayır. Kâğıtların üzerine hayvan resmi koyup, hayvanlara olan sevgimizi yansıtmış oluruz. Böylece satışlarda yükseliş gerçekleşebilir.'' dedim. Piyasada böyle tuvalet kâğıtları vardı. Fikri kabul edip söylediklerimi gerçekleştirmek üzere odadan ayrıldı. Sonra herkes yanıma gelip beni tebrik etmeye başlamıştı.
2 ay sonra şirket batmıştı. Benim fikirlerim gayet güzel işliyor ama boynuzlu at resmi koymamız herkesin zoruna gitmişti nedense. Holding batmıştı. Sevinç Gözyaşı fakirleşmişti. Onu BİM’de alış veriş yaparken görmüştüm şirket battıktan 3 ay sonra. Süt ve süt ürünleri reyonundaydı. BİM'de raf olmadığı için onu rahatlıkla görebiliyordum. Yanına gitmeden önce çikilata almıştım. Yanına vardığımda beni gördüğüne şaşırmıştı.''Naber'' dedi. ''İiiilik'' diye zar zor cevap verdim. Bir kaç soru daha sordu ama onlara da zar zor cevap vermiştim. En sonunda ''gitmem gerekiyor, akşama köye gidecem hazırlık yapmam gerekiyor. Bir şey söylicen mi son olarak ?'' dedi. Ağzımdan bir türlü o lafı çıkartamamıştım. Kekelemeye başlamıştım ama. ''Sesesesesevinç, ben seni'', ''Evet sen beni'', ''ben seni çoğğğ'', '' evet sen beni çok'', ''ben seni çok sev'', '' evet sen beni çok sev''  sonunda söylemiştim.''Sevinç ben seni çok sevaplıyorum.'' demiştim. Bu kelime ağzımdan çıktıktan hemen sonra BİM'de ''Allah belanı versin'' parçası dört bir yandan çalıyordu. Sevinç Gözyaşı hızlı adımlarla yanımdan uzaklaşmış, ben ise Dost kova yoğurtlarının üzerinde baygın bir şekilde yatıyordum...


Emre Yıldız

(siz de yazı/fikir/görsel/liste/deneme göndermek istiyorsanız iletişim bölümüne uğrayınız)
paylaş:

kitap kokulu parfüm


Yaz artık geldi gibi. Bunaltıcı sıcak her geçen gün arttıkça özellikle toplu taşımalarda enfes kokular ortalığa saçılmakta. Yaz için tabii sadece bunu söylemek hiç adilce olmaz, yeşil çimlerin üzerine oturup müzik dinlemek, kitap okumak, parklarda eğlenen çocukları izlemek… neyse sanırım yaz mevsimini çok da sevmiyoruz. Konumuz aslında hiçbiri değil.
Kitaplardan ilham alınan tasarımlar her geçen gün artıyor. Kitap şeklinde çantalar son moda olup ünlülerin aksesuarı olarak kullanılmasından tutun da okuduktan sonra yırtılıp tütün eşliğinde sigaraya dönüşebilen kitaplara… Moda/tasarım dünyası edebiyatı sömürüyor gibi.
Habere göre bu kez kitapların kokusundan ilham alınıp üretilen bir parfüm piyasaya sürülüyor.
Paper Passion ismindeki bu parfüm 32 sayfalık kitaptan bir ambalaja sahip ve kağıt, misk, leylak kokusunda bir içeriğe var. Parfüm için Nobel ödüllü Alman Yazar Günter Grass’ın şiir yazdığı bile söyleniyor.
Edebiyat, ilerleyen zamanlarda hayatımızda daha çok olacak gibi. 


paylaş:

ciddi yazarlardan gayriciddi fotoğraflar


Annie Leibovitz’in objektifinden ayı kostümlü Susan Sontag


John Brtson’ın objektifinden Ernest Hemingway


Ron Galella’nın objektifinden Truman Capote, Studio 54’te uyuklarken


Tom Wolfe ve Kurt Vonnegut cankurtaran olursa


Edward Gorey ve ayısı


Senaryo yazarı Dalton Trumbo banyoda yazarken



Marcel Proust ve tenis raketinden gitarı


(flavorwire ve edebiyathaber aracılığı ile)

paylaş:

çekiliş sonucu | vahşi şeyler



Vahşi Şeyler adlı kitabı verdiğimiz hediye kitap çekilişi sonuçlandı.
Toplamda 76 kişi çekilişe katıldı ve toplamda 209 çekiliş hakkı elde edildi.
Random.org aracılığıyla gerçekleştirilen çekilişte, ilk olarak yorum sırasına göre kullanıcıların çekiliş hakları sıralandı ve fanusun içine atılan kapalı kâğıt edasıyla random.org yardımıyla karmaşık olarak sıralandı, iyice çalkalandı. Ardından yine random.org’a 1 ile 209 arasında bir sayı tut bakalım dendi ve 137 sayısı kazanan oldu.
137. sıradaki şanlı isim Gul/İnn
Kendisini kutluyoruz ve en kısa sürede kendisinden iletişim bilgilerini info@kalemsuare.com adresine iletmesini istiyoruz.
Diğer kullanıcılarımıza ise üzülmemelerini, hayatın oyunlardan, şanstan ve biraz da tesadüften ibaret olduğunu söylüyoruz ve en yakın zamanda hediye çekilişlerimizin devam edeceğinin müjdesini veriyoruz. Gerçekten yakın bir sürede.


paylaş:

black mirror



2011 yılında yayınlanan Black Mirror, üç bölümden oluşan bir mini dizi. Bölümler ise birbirinden bağımsız, farklı hikayeleri anlatıyor ve tamamıyla farklı oyuncular tarafından oynanıyor. Ana tema ise aslında teknolojinin getirdikleri üzerine ya da getirecekleri üzerine. Sonuçta teknoloji geliştikçe özellikle paylaşım ortamları sürekli artar halde ve insanların bir bilgiye ulaşmak için bir tuşa basmaları yeterli.
Black Mirror ismi ise gün içerisinde kullandığımız ekrana sahip elektronik cihazlara gönderme, enerjisi bitince ekranın karamasından yola çıkılmış.
Bölümleri ayrı ayrı inceleyecek olursak,

1. Bölüm: The National Anthem
Mini serinin ilk bölümü heyecan ve gerilim dozu oldukça yüksek, konu bakımından da yeterince ilgi çekici ve aykırı.
İngiltere başkanı telefonun çalmasıyla uyanıyor ve önemli bir haberin gelmesiyle acil toplantıya çağırılıyor. Durum ise düşünüldüğünden de vahim bir hal içerisinde. Prenses kaçırılmış ve videosu yetkililere gönderilmiş. Videoda prensesin görüntüsünü izliyoruz ve durumun daha da kötü bir hal alacağını fark ediyoruz. Video çoktan paylaşım sitelerine verilmiş durumda ve Youtube’ta izlenme rekorları kırıyor, Twitter’da dakikada binlerce tweet atılıyor. Olaydaki ilginç durum ise prensesin kaçırılmasından çok prensesin serbest kalması için yapılması istenen. Prensesin sağ salim kurtulabilmesi için başbakanın canlı yayında, bir domuz ile seks yapması isteniyor.
Bundan sonrasında ise olaylar gelişiyor ve koşuşturmaca başlıyor.

2. Bölüm: 15 Million Merits
Serinin ikinci bölümü ilk bölüme göre daha durağan ve kurgu bakımından daha zayıf geçse de anlattığı konu bakımından oldukça sağlam bir bölüm. İnsanların kapalı bir ortamda avatarlar ile yaşadığı, pedal çevirerek puanlar toplayıp bu puanlar ile yemek satın aldıkları, temel ihtiyaçlarını karşıladıkları, avatarlarını süsledikleri, arkadaşlarına hediyeler gönderdikleri ve çeşitli programlar seyredebildikleri bir distopyada geçiyor. Pedal çevirenlerin bir alt grubu ise obezlik gibi çeşitli sorunları olan insanlar, bu gibi kişiler ise ortamın düzeninden ve temizliğinden sorumlu kişiler. Pedalcıların üstünde olan grup ise çeşitli yarışmalar düzenleyerek pedalcıları pedal çevirmekten kurtulup kendi programlarında gösteri sunmaya teşvik edenler. Burada çalışanlar ise pedalcıların kazandıkları puanlarla izledikleri programlarda hünerlerini sergileyip bir nevi televizyon oyunculuğu yapmaktalar. Bu programlarda şarkı söylenebildiği gibi porno sektörüne de hizmet gösterilebiliyor.
Kahramanımız ise pedalcılık yaparak puan kazanan ve kazandığı puanları aşık olduğu kızın yarışmaya katılmasına harcayan biri. Şarkı söylemek için katıldığı yarışama başka özellikleri keşfedilen bayan kahramanımız ise onu bekleyen sondan bir haber pedal çevirmekten bıkmış vaziyette ona ilgi gösteren kişiyi sevmeye başlıyor.

3. Bölüm: The Entire History of You
Mini dizinin son bölümü hafızaya yönelik. Değişik bir teknoloji, kulak arkasına yerleştirilen küçük bir çiple gözle görülen her şeyin hafızaya alınmasını, geri sarıp neler görüldüğünün izlenmesini, hafızanın küçük bir aparatla televizyon ekranına aktarılmasını ve konu komşuyla izlenmesini sağlıyor.
Karakterimiz Liam, iş bulma konusunda sorun yaşayan bir avukat, evli ve yine bir başarısızlıkla sonuçlanan iş başvurusundan sonra karısının arkadaşlarının da olduğu bir yemeye katılıyor. Ortamda çok eğlenmese de sıkıntısını pek belli etmiyor. Ortamdaki Jonas adındaki adama da baştan beri sempati duymuyor. Jonas ise Liam’ın karısının eski sevgilisi. Karısının dediğine göre birkaç haftalık bir ilişkileri olmuş ve ayrılmışlar.
Yemekten sonra bu durumu yeniden tartışmaya açan Liam yemek esnasında karısının Jonas’a gösterdiği ilgiyi geri sarıp sarıp izliyor ve olaylar gelişiyor.
Bilim kurgu adına bu üç bölümlük dizi gerçekten başarılı ve her bir bölümde kısa film izlenmiş havası veriyor.



paylaş:

tepedeki ev | shirley jackson


Tepelerin üzerinde sessizce yükselmesinin yanında akıl sağlığının da yerinde olmadığı bir ev düşünün, karanlığın içinde tek başına, yaşamdan uzak ve yaşanan olaylardan ötürü efsanelere ve ateş başı korku muhabbetlerine konu olmuş bir yapı, Tepedeki Ev.
Shirley Jackson’ın klasik diyebileceğimiz kitabı Tepedeki Ev için korku yazarı Stephen King, “Tepedeki Ev’e adım atmak, bir delinin zihnine adım atmak gibi… Ürkmeye başlıyorsunuz.” Demiş ki kendisi ve Neil Gaiman gibi isimleri etkilediği söylenebilen Shirley Jackson’ın bu kitabı aynı zamanda The Wall Street Journal tarafından “Gelmiş geçmiş en iyi perili öykü” olarak nitelendirilirken beyaz perdeye de iki defa uyarlanmıştır.
Akıl sağlığının yerinde olmadığından bahsettik, King de zaten bir delinin zihninden örnekleme yapmış, kitapta da eve adım atanların akıl sağlığını koruyacaklarından pek şüpheli bahsediliyor.
Felsefe ve antropoloji doktoru olan John Montague bu ev hakkında araştırma yapmak isteyince birkaç aylığına bu evi kiralar ve birkaç gençle birlikte evde inceleme yapmak ister. Amacı da kuşkusuz ‘perili’ olarak addedilen bu evdeki gizemli hareketlerin/olayların sebeplerin inceleyip sonrasında bunun etkilerini de inceleyip ortaya bir eser çıkarmak. Tabii bu sayede de bilim dünyasında önemli bir koltuğa oturacak ve an itibari ile çektiği sıkıntılardan kurtulacak.
 Yardımcı olarak gelenlerden biri de Elenor, tabii kitap bu kadın üzerine de diğerlerin daha çok duruyor. Kendisi yıllarca yatalak annesine bakmış biri, ablasından ve ablasının ailesinden de nefret ediyor, annesi ölünce de kendini hayatın içinde buluyor ve önüne çıkan bu perili ev muhabbetini kaçırmak istemeyip, nefret ettiği kişilerden uzaklaşmak için de Tepedeki Ev’e yok alıyor.
Kitap, Siren Yayınları’ndan Dost Körpe çevirisiyle çıkmış 228 sayfa uzunluğunda.
Tepedeki Ev’in canlanmasını her sayfa çevirişte biraz daha hissetmemizi sağlayan bir roman aslında bu, usta bir kalemin elinden çıktığı da bir gerçek. Psikolojik gerilim olsa gerek aynı bir gerilim filmi izliyormuş havasında diğer sayfayı çevirdiğinizde karşınıza birileri çıkıp karanlığın içine düşecekmiş gibi hissediyorsunuz okurken. Çünkü bu kitap hiç de tekin değil, aynı anlattığı hikaye gibi. Kanımız da ister istemez donuyor.

paylaş:

gösterime giren filmler | 11 mayıs


Can Dostum
Intouchables
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Dram

Geçirdiği kazadan sonra felç olan zengin aristokrat Philippe, cezaevinden çıkmış Driss’i bakıcısı olarak işe alır. Herkes Driss’in bu iş için uygun olmayacağını düşünürken, Philippe O’na inanır ve bir şans verir. Dünya dursa yan yana gelmeyecek olan bu iki karşıt dünya görüşünün çarpışmasının ve zamanla çılgın bir dostluğa dönüşmesinin, insanı derinden etkileyen hikâyesi.

Anadolu Ateşi
Anadolu Ateşi
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Müzikal

Kaynağını Anadolu’nun binlerce yıllık mitolojik ve kültürel tarihinden alan, her yöreden derlenmiş 3000 halk dansı figürü 3D olarak sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Ünlü dans gösterisinin sinema filmi detaylı çekimleri 100 kişilik animasyon ve profesyonel 3D çekim ekibi tarafından 6 aylık süre içinde gerçekleştirildi. Dünya standartlarında 3D efekt ve animasyonlar ile desteklenerek izleyiciyi konseptin içinde tarihte yolculuğa çıkartıyor.

Aşk ve Para
One for the Money
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Romantik,Komedi,Gerilim,Aksiyon,Suç

Altı aydır işsiz olan Stephanie, son çare olarak kuzeninin, kefalet senedi veren şirketinde tahsilât ajanı olarak çalışmaya başlar. Tercih ettiği silâh biber gazı spreyidir ama bu Stephanie’yi kuzeninin en büyük borçlusunu yakalamasını engellemez: Cinayet zanlısı, eski polis Joe Morelli. Evet, lise yıllarında Stephanie’yi baştan çıkarıp terk eden Joe Morelli.

Can
Can
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Dram

Ayşe ve Cemal birbirlerini çok sevmiş ve evleneli daha birkaç yıl olmuştur. Kaçarak geldikleri Büyükşehir’de geçinebiliyor ve mutlu mesut yaşıyorlardır. Tek eksikleri bir ‘çocuk’ tur. Normal yollardan çocuk sahibi olamayınca Cemal’in zoruyla illegal yollara başvururlar.
Ancak bu kararları onların yuvasını dağıtacaktır. Başından beri bu duruma karşı tavır alan Ayşe çocuğu bir türlü bağrına basamaz ve çocuk bir yaşına gelirken Cemal evi terk eder. Ayşe çocukla bir başına kalır. Ondan kurtulmak için her yolu deneyecek ama bir türlü başaramayacaktır. Cemal’in ise artık bambaşka bir hayatı vardır.

İkizler Firarda
İkizler Firarda
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Aile

Sihirbazlık yaparak hayatını geçindiren Necmi’nin ikiz kızları vardır. İkizler annelerini kaybettikten sonra babalarına çok bağlanmışlardır ve bir gün babalarından duydukları bir konuşmayı yanlış anlayarak annelerinin hayatta olduklarını zannetmeleriyle onu bulmaya, Bursa’ya gitmeye karar verirler. Komik ve maceralı bir hikâye başlar…

Koruyucu
Safe
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2012
Filmin Türü : Gerilim,Aksiyon,Suç

Yeraltı suç örgütü 10 yaşındaki Çinli matematik dahisi Mei’yi kaçırır ve Amerika’ya götürür. Böylece örgütün bütün belgeleri küçük kızın aklında olacaktır. Luke Wright, New Jersey’de ikinci sınıf bir dövüşçüdür. Evsiz ve beş parasız yaşamakta ve intihar etmeyi düşünmektedir. Rus Mafyası küçük kızı Triadların elinden kaçırmaya çalışırken, Luke Wright olayı görür ve müdahale eder.

sinema.mynet.com
paylaş:

15. uçan süpürge uluslararası kadın filmleri festivali



Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu yıl 15. yaşını kutluyor. Festival 15 yılı geride bırakırken, 10-17 Mayıs 2012 tarihlerinde Ankara’da izleyicisine bir kez daha sinemanın büyülü diliyle seslenecek.

Festival, sinemada kadın emeğinin görünür kılınması amacıyla çıktığı yolda dünyanın dört bir köşesinden kadın yönetmenlerin filmlerini seyirciyle buluşturmaya devam ediyor.

Ankara’daki sinemaseverleri 15 yıldır sinemaya doyuran festival,  bu yıl 10-17 Mayıs tarihleri arasında yapılacak.

Dünyada Fipresci Jürisinin yer aldığı tek kadın filmleri festivali olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın filmleri Festivali geçtiğimiz günlerde Fas’ta düzenlenen 5. Sale Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nden aldığı Onur Ödülüyle 15. festivale heyecanla hazırlanıyor.

Fas’tan Uçan Süpürge’ye verilen ödülün gerekçesinde Türkiye’de kadınlar haklarının korunması, yerel ve ulusal ağların geliştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği için verilen mücadele ve yıllardır büyük emekle sürdürülen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin önemine değinilmişti.

15. festivale doğru hazırlıklar tüm hızıyla sürerken, festival ekibi sinemaseverlere birbirinden özel filmleri, yerli ve yabancı konukları, ödülleri, etkinlikleri ve sürprizleriyle dopdolu bir festival vaad ediyor.

Festival geçtiğimiz yıl “iktidar” temasıyla yola çıkmış, Ankara Üniversitesi, ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi rektörlerinin katkılarıyla ilk kez üniversite kampuslerine de girmişti. Ece Temelkuran, Oya Baydar, Melek Ulagay, Murathan Mungan, Sırrı Süreyya Önder, Can Dündar, İlksen Başarır, Meral Okay, Zeki Demirkubuz, Derya Alabora, Nadire Mater’in de aralarında bulunduğu 60’dan fazla sinemacı, yazar, gazeteci, akademisyen ve aktivist, festival söyleşilerinde seyircilerle buluşmuştu. Geçtiğimiz yıl toplam 12 salonda; 100 seans ve 9 bölümde, 30 ülkeden 68 yönetmenin filminin gösterildiği festivali toplam 110 bin sinemasever izlemişti.

Ayrıntılı bilgi ve festival programı için tıklayın.

paylaş:

8bit film posterleri


Birileri sürekli yenilikçi hareketle filmlere posterler üretiyor hatta çoğunlukla minimalist yaklaşımla ortaya çıkanlar orijinallerinden çok daha büyük ilgi görüyor. Eric Palmer ise filmlere bu bahsettiğimiz yeniden tasarım olayını getirmiş lakin minimalist bir yaklaşım söz konusu değil direkt daha da indirgemiş bu fikri ve 8 bitlik posterler üretmiş. Keyifli dakikalar.













paylaş:

üretim hatası


Berlinli koleksiyoncu Heike Bolling’in topladığı gereçler üretim hatası bulunan eşyalar/ürünler. Örneğin, birbirine yapışışmış hatta başlangıçta birbirinden ayrı olmayan jelibonlar, yamuk çiviler, yanlış kesilmiş ya da baskı hatası bulunan kitaplar. Kendisi her ne kadar arasa da çoğunlukla eşyaların/ürünlerin karşısına çıktığını ya da arkadaşlarının bulup getirdiğini söyleyen koleksiyoncunun tüm hatalı ürünleri şurada, aşağıda da bazı örnekleri mevcut.






paylaş:

drive (2011)


Yönetmen: Nicolas Winding Refn
Senaryo: Hossein Amini, James Sallis (kitap)
Oyuncular: Ryan Gosling, Carey Mulligan, Bryan Cranston
Tür: Dram | Gerilim
Yıl: 2011
Süre: 100 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Seksenler, new wave akımından müzikler ile pembe fontlu yazılarla açılan bir film Drive. Kim ne derse desin tartışmasız yılının en iyi filmlerinden bir belki de en iyisi. Üstelik konu itibariyle çok da yenilikçi durmadığı halde, bu başarısını baştan sona kadar içeriyor.
Bilindik taksi sürücüsü, katiller, mafya ve aşk girdabında seyir etmesine rağmen benzerlerinden ayrı kılan özelliğe sahip aslında. Sağlam bir beynin elinden çıkmış, oyunculuktan tutun da sanatsal yönüne, kullanılan müziklerden kurgusuna kadar başlı başına bir sanat eseri.
Çoğu kimsenin ağır geçen sahnelerinden sıkılmasına rağmen bu türü seven ve farkındalık sahibi izleyicilerin yağlarının eriyeceği bir film. Tabii her iki koşulun dışında kalacaklar da olacaktır.
Şehrin içinde akıp giden yollar, yalnızlığa doğru emin adımlarla ilerleyen farlar, gece. Sükunet eşliğinde başlayan dakikalar yerini başlı başına karizmatik ve “cool” bir izlenime sahip bakışlara bırakıyor ve merkezdeki konu yavaştan şekillenmeye başlıyor. 

Adını bile öğrenemediğimiz, iki dudağının arasından kürdan düşmeyen ve akrep işlemeli montu efsane olacak karakterimiz Driver, iyi planlanmış bir soygunun kaçışını sağlayan biri. Boş zamanlarında dublörlük de yapan adam, kendi yalnızlığından hiçbir kötü hissi barındırmayan benliğiyle yaşamını sürdürürken, kaldığı apartmandaki yan komşusuyla başlayan sevimli, bir o kadar da içinden çıkılmaz masum ilişki, bir anda kendini muğlâk bir çemberin içinde buluyor. Kadının çocuğu ve kadınla yaşanan seviyeli ve anlamlı ilişki bir anda odak konunun etrafını çevreleyen ve ardından ana konunun iyice katmerlenmesine neden oluyor. Pis işlerden dolayı hapisteki kocasının tekrar eve dönüşü ve yeniden pis işlere bulaşmasıyla aileye tehdit unsuru haline gelen kişilerin Driver tarafından yardım edilerek aileden uzaklaştırılması planlanırken kadının kocasının bir anda öldürülmesi ve ele yüze bulaşan hikâyeyle sevilen kadın ve küçük çocuğun daha da ölüme yaklaşmalarıyla teker teker gelen belanın üstesinden gelen Driver’ın gösterdiği başarıyı izliyoruz bir nevi ve terk edilişleri, gidişleri ve soluk alışları.

Geri doğru saran zamanda hızlı olmanın ne demek olduğunu geçmek bilmeyen dakikalarla anlıyoruz filmi izlerken ve ister istemez geriliyoruz. Sade, yalın ve sanatsal dokunuşlarla bezenmiş filmde fışkıran kanları her gördüğümüzde “gore” olgusunu içten içe yaşıyoruz.
Yönetmenin başarısının yanında Driver ve komşu kadının suskunluğuyla gösterdikleri başarılı oyunculuk, hisler ve samimi ilişki çerçevesinde filmin başarıyı kucaklamasını anbean seyrediyoruz. Aslında tehlikeli görülen müzik seçimleriyle kült yapıya erişeceği gün gibi ortada.
Uzun uzun bakışlar, sözlere gerek duyulmayan anlatım ve muhteşem bir ürün. Stop-motion tekniğinin harikalar yaratması, özellikle akıllarda kalan sahne nedir diye sorulursa o da asansör sahnesidir denilebilir çok kesin bir ifadeyle. Kocasının ölümünden birkaç süre geçmiş bir kadın ve onu korumak, onunla yaşamak isteyen bir adamın konuşmasından sonra açılan asansör kapısı, içeride ölüme götürecek bir kişi, kapının kapanması ve ışık oyunları, öpüşme ve ardından gelen şiddet, kapının açılması, kadının ayrılışı ve kapanan kapılar. Demek istediğim sahneyi buradan izleyebilirsiniz.
Tanıtmak, ifade etmek ve ne derece başarılı olduğunu anlatmak için çok da söz sarf etmek gerekmiyor aslında Drive için, aldığı ödüller zaten bahsi geçen başarıyı taşlandırıyor lakin Akademi Ödülleri’nde adının pek geçmeyişi filmi izlemek için bile bir sebep haline getiriyor. Bu çok zor değil.
Bir süre önce bahsettiğimiz 2011 yılının en iyi 50 filmi listesinde de ilk sırada yer aldığını belirtmeden geçmeyelim.
İyi seyirler.

paylaş: