drive (2011)


Yönetmen: Nicolas Winding Refn
Senaryo: Hossein Amini, James Sallis (kitap)
Oyuncular: Ryan Gosling, Carey Mulligan, Bryan Cranston
Tür: Dram | Gerilim
Yıl: 2011
Süre: 100 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Seksenler, new wave akımından müzikler ile pembe fontlu yazılarla açılan bir film Drive. Kim ne derse desin tartışmasız yılının en iyi filmlerinden bir belki de en iyisi. Üstelik konu itibariyle çok da yenilikçi durmadığı halde, bu başarısını baştan sona kadar içeriyor.
Bilindik taksi sürücüsü, katiller, mafya ve aşk girdabında seyir etmesine rağmen benzerlerinden ayrı kılan özelliğe sahip aslında. Sağlam bir beynin elinden çıkmış, oyunculuktan tutun da sanatsal yönüne, kullanılan müziklerden kurgusuna kadar başlı başına bir sanat eseri.
Çoğu kimsenin ağır geçen sahnelerinden sıkılmasına rağmen bu türü seven ve farkındalık sahibi izleyicilerin yağlarının eriyeceği bir film. Tabii her iki koşulun dışında kalacaklar da olacaktır.
Şehrin içinde akıp giden yollar, yalnızlığa doğru emin adımlarla ilerleyen farlar, gece. Sükunet eşliğinde başlayan dakikalar yerini başlı başına karizmatik ve “cool” bir izlenime sahip bakışlara bırakıyor ve merkezdeki konu yavaştan şekillenmeye başlıyor. 

Adını bile öğrenemediğimiz, iki dudağının arasından kürdan düşmeyen ve akrep işlemeli montu efsane olacak karakterimiz Driver, iyi planlanmış bir soygunun kaçışını sağlayan biri. Boş zamanlarında dublörlük de yapan adam, kendi yalnızlığından hiçbir kötü hissi barındırmayan benliğiyle yaşamını sürdürürken, kaldığı apartmandaki yan komşusuyla başlayan sevimli, bir o kadar da içinden çıkılmaz masum ilişki, bir anda kendini muğlâk bir çemberin içinde buluyor. Kadının çocuğu ve kadınla yaşanan seviyeli ve anlamlı ilişki bir anda odak konunun etrafını çevreleyen ve ardından ana konunun iyice katmerlenmesine neden oluyor. Pis işlerden dolayı hapisteki kocasının tekrar eve dönüşü ve yeniden pis işlere bulaşmasıyla aileye tehdit unsuru haline gelen kişilerin Driver tarafından yardım edilerek aileden uzaklaştırılması planlanırken kadının kocasının bir anda öldürülmesi ve ele yüze bulaşan hikâyeyle sevilen kadın ve küçük çocuğun daha da ölüme yaklaşmalarıyla teker teker gelen belanın üstesinden gelen Driver’ın gösterdiği başarıyı izliyoruz bir nevi ve terk edilişleri, gidişleri ve soluk alışları.

Geri doğru saran zamanda hızlı olmanın ne demek olduğunu geçmek bilmeyen dakikalarla anlıyoruz filmi izlerken ve ister istemez geriliyoruz. Sade, yalın ve sanatsal dokunuşlarla bezenmiş filmde fışkıran kanları her gördüğümüzde “gore” olgusunu içten içe yaşıyoruz.
Yönetmenin başarısının yanında Driver ve komşu kadının suskunluğuyla gösterdikleri başarılı oyunculuk, hisler ve samimi ilişki çerçevesinde filmin başarıyı kucaklamasını anbean seyrediyoruz. Aslında tehlikeli görülen müzik seçimleriyle kült yapıya erişeceği gün gibi ortada.
Uzun uzun bakışlar, sözlere gerek duyulmayan anlatım ve muhteşem bir ürün. Stop-motion tekniğinin harikalar yaratması, özellikle akıllarda kalan sahne nedir diye sorulursa o da asansör sahnesidir denilebilir çok kesin bir ifadeyle. Kocasının ölümünden birkaç süre geçmiş bir kadın ve onu korumak, onunla yaşamak isteyen bir adamın konuşmasından sonra açılan asansör kapısı, içeride ölüme götürecek bir kişi, kapının kapanması ve ışık oyunları, öpüşme ve ardından gelen şiddet, kapının açılması, kadının ayrılışı ve kapanan kapılar. Demek istediğim sahneyi buradan izleyebilirsiniz.
Tanıtmak, ifade etmek ve ne derece başarılı olduğunu anlatmak için çok da söz sarf etmek gerekmiyor aslında Drive için, aldığı ödüller zaten bahsi geçen başarıyı taşlandırıyor lakin Akademi Ödülleri’nde adının pek geçmeyişi filmi izlemek için bile bir sebep haline getiriyor. Bu çok zor değil.
Bir süre önce bahsettiğimiz 2011 yılının en iyi 50 filmi listesinde de ilk sırada yer aldığını belirtmeden geçmeyelim.
İyi seyirler.

paylaş:

gösterime giren filmler | 4 mayıs


Yenilmezler
The Avengers
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Bilim Kurgu,Macera,Aksiyon

Beklenmedik bir düşman su yüzüne çıkıp dünyanın güvenliğini tehdit etmeye başlayınca, S.H.I.E.L.D. adlı, uluslararası barışı koruma teşkilâtının yöneticisi olan Nick Fury, dünyayı felâketten kurtarmak için bir takıma ihtiyacı olduğunu anlıyor. Marvel’in ünlü kahramanları, Demir Adam, Hulk, Thor, Kaptan Amerika, Hawkeye ve Black Widow’u biraraya getiriyor.




Paris'te Çılgın Macera
Un monstre à Paris
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Animasyon,Fantastik,Macera,Müzik

1900′lü yılların başı, Paris… Bir bahçede yaşayan canavar, çok güzel ve genç bir sarkıcı kıza aşık olur. İcat düşkünü kargo elemanı Raoul ile sinema aşığı arkadaşı Emile ve zıpır maymun beraber bir deney yapmaya koyulurlar ve yanlışlıkla bir pireyi 2 metrelik dev haline getirirler. Bu sevimli dev kendini Paris’in sokaklarında bulur.




Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir
Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Belgesel

Her açıdan gittikçe büyüyen, ne büyümesi ne de nüfus artışı durdurulamayan bir şehir İstanbul. 1980'de yapılan ilk metropolitan planlamasında kentin kaldırabileceği nüfus 5 milyon olarak belirlenmişken bugün İstanbul 15 milyonu aşan nüfusuyla, halen önlemeyen bir artışın ve iştah kabartan yeni uydu kentlerin merkezi konumunda.
İmre Azem imza attığı bu ilk uzun metrajlı belgeselinde, seyircileri yıkık gecekondu mahallelerinden gökdelenlerin zirvesine, son yılların büyük projesi Marmaray’dan ihale aşamasındaki üçüncü köprü projesine kadar İstanbul’un yeni rant mekanlarını, ve tüm bu senaryolar arasına sıkışan kent insanlarını beyazperdeye taşıyor.

Sevimli Balık Pupi
SeeFood
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Komedi,Animasyon

Sevimli Bambu Köpek Balığı Pup, Mercan kayalıklarının orada Bamboo Köpek Balığı yumurtalarını bulunca bir hayli heyecanlanır. Fakat yalnız değildir, iki dalgıç yumurtaları toplamaya gelmiştir. Pup yumurtaları kaçak avcılardan koruyamaz. Su altındaki yaşamları zehirli endüstriyel çöp atıklarıyla zehirlenmektedir. Pup tek başına çevresini kurtarma görevine başlar.




Ateşin Düştüğü Yer
Ateşin Düştüğü Yer
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Dram

“Ateşin Düştüğü Yer” bir yol hikâyesidir. Beklenmeyen bir şekilde rahatsızlanan 16 yaşındaki kız çocuğu Ayşe acilen ameliyata alınır. Aile bu ameliyatı gerçekleştirmek için büyük bir dayanışma sergiler. Ameliyat sırasında kızın üç buçuk aylık hamile olduğu anlaşılır. “Yaşatmak” için büyük mücadele vermiş olan aile bu defa “öldürmek” için mücadeleye girişir. Öldürme işini üstlenen baba Osman ve kızı Ayşe birlikte yolculuğa çıkarlar. Osman yol boyunca kızını zehirlemek için çaba gösterirken kız öldürüleceğini bilmemektedir. Baba ve kızın bu yolculuğu ikisi için de birbirlerini yeniden tanıma yeniden sevme ve pişmanlık duygusu üzerine devam eder.

Vücut
Vücut
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 4 Mayıs 2012
Filmin Türü : Dram

Leyla artık orta yaşlara merdiven dayamış ve ömrünün büyük bölümünde Almanya'da yaşamış eski bir porno oyuncusudur. Bu sıkıntılı sektöre girmesine neden olan sevgilisi Yılmaz ile İstanbul'a döndüklerinde, Yılmaz Leyla'dan ayrılır. Fakat beraber son bir film çekmek için Layla'yı ikna da eder. Leyla’nın genç İzzet ile yolu bu filmin çekimlerinde kesişir.
İzzet de Leyla gibi normalin dışında bir hayat sürmüştür. Küçük yaşlarda tanık olduğu trajik bir olay ömrünün geri kalanını etkilemiştir. Yılmaz’ın film için internete verdiği ilanı duyunca fırsatı değerlendirmek isteyen İzzat çekim günü sette bir kavga yaşanınca her şeyi bırakır kaçar fakat Leyla’nın suretini hiç unutmaz, zihnine kazır ve içi yangın yeri olan bu kadının peşinden gider.

sinema.mynet.com
paylaş:

değişik dünyanın değişik aşığı


Akşamın 6 sında uyanmıştım. Tam 2 gündür uyuyordum. Yataktan çıkmasam bir 2 gün daha uyuyabilirdim. Bu yüzden ters takla atarak yataktan çıktım. Şaka şaka. 2 gündür uyuduğum için vücudum kendine gelememiş ve Ben-Ten'li yorganımla birlikte yere düşmüştüm. Karnım çok açtı. Aney aney diye bağırdım, ses gelmedi. Tekrar bağırdım yine ses gelmedi. Tekrar bağıracaktım ki salona gidip bakmak daha mantıklı geldi. Anam ve diğerleri evde yoktu. Bu demek oluyor ki alt komşuda bir kısır partisi vardı. Vücudum hala kendinde değildi. Sağ omuzum yüksek sol omuzum alçak kafam da yana kayık bir şekilde kıyafetlerimi giyip börekçiye yol aldım. Alt komşudan hiç ses çıkmıyordu. Bunu umursamadan börekçiye yürümeye devam ettim. Camdan kıymalı böreği gözüme kestirmiştim. İçeriye girip bir masaya oturdum ve ''Muzaffer ağğbi bir tepsi getirsene bana, içinde börek falan olsun. Vallahi çok açım. 2 gündür evde yemek vemi...'' kendi kendime konuştuğumu fark ettim. Dükkân bomboştu. Böreklerin yapıldığı beyaz kapılı odanın kapısını açıp ''Muzaffer ağğbi'' diye bağırdım ama kimse yoktu. Böcekler bile yoktu. Vitrinde duran börekleri yiyip bazılarını da cebime koyduktan sonra dışarı çıktım. Dışarıda ses yoktu. Diğer dükkânlara baktım onlarda boştu. Kuruyemişe girip kendime bir tane aysti alıp etrafıma bakmaya başladım. Her yerde muhteşem bir sessizlik vardı. Kale Center'a gitmeye karar verdim. Ayaklarım çok ağrıyordu ve yolda bir koyun birde bisiklet görmüştüm. Koyun yanıma gelip çoraplarımı yalamaya başladı. Çoraplarım koyunyünündendi. Bu yüzden koyun çoraplarımı bir arkadaşına benzetmişti herhal. Onun yanından uzaklaşıp bisikleti almaya gittim. Tam giderken koyun ''Meeeeeeehmet'' diye bağırdı. Adım Mehmet değildi ama yine de baktım. ''Bende geliyorum hacı. Bi sen sür bi ben'' dedi. ''Buyur gel, kim olursan ol yine gel. Gelirken yanında 2.5 luk kola al içeriz yolda'' dedim. Kale Canter'a giderken yollarda kapıları açık bir sürü araba vardı. Her yer yine sessizdi. Evlerin ışıkları yanık, ama içleri bomboştu... Kale Center'a vardığımızda koyun benle gelmemişti. ''Çimenleri koruyacam ben hacı, gir sen içeri'' dedi. Kale Canter'a girdiğimde içerisi bomboştu. Bu demek oluyor ki Güngören de bir şeyler olmuştu. Belki de dünyada bir şeyler olmuştu. 21. yüzyılın Güngören'in de, saat 19 da Kale Canter bomboştu. Bu boşluktan  faydalanmam gerek diyerekten Collins'den girip D&R dan çıkmıştım. Kale Canter'dan çıkıp koyunumun yanına gitmiştim ki o da ne? Bir yaban çakalı koyunuma göz dikmiş ve bağırışmalar geliyordu. ''Hayır, neyi paylaşamıyorsunuz'' diye bağıra bağıra yanlarına koştum. '' 4+4+4 hakkında sen ne düşünüyorsun'' diye araya girdi koyun. Şaşkın bir şekilde olayları anlamaya çalışıyordum. Yaban çakalının boynunda ''Güngören Muhtarlığı İlçe Gençlik Kolları” şeysinden vardı.  Yaban çakalı araya girdi ve ''bence bu eğitim sistemi bizim refah sevi...'' cümlesini bitirmesine izin vermeden koyunumu alıp oradan uzaklaştım. Delirdiğimi düşünmeye başlamıştım. Bir yaban çakalı ile 4+4+4 ü tartışmak iyi bir şey değildi. Saat 19:45'e geldiğinde bir ıslık sesi duydum. Etrafıma baktım kimseyi göremedim. Islık sesi tekrar geldi yine kimseyi göremedim. Ardından birisi yukardan kafama bir kova su döktü. Sırılsıklam olmuştum.''La oğlum kaç saattir ıslık çalıyorum sen neden bakmıy...''dünyadan kopmuştum. O an hiç beklemediğim bir şekilde âşık olmuştum. Bir şeyler söylüyordu ama ben dünyadan kopmuştum. Aval aval suratına bakıyordum. Sonra içeri girip Erikli Damacanasını getirip üzerime döktü. Sırılsıklam âşık olmuştum. Sonra tekrar dünyaya döndüm ve  ''çabuk şu sarı kapının 5. ziline bas, saat 8 olacak çabuk'' dedi. Koyunumu alıp kapıya yöneldim ve zile bastım.''Kimoo'' diye bir erkek sesi gelmişti. Yoksa gerçekten bir erkeğe mi âşık olmuştum diye kala kaldım.''Bbbben'' diye kekeleyerek cevap verdim. Otomatiğe bastı ve içeriye girdim. 3. kata çıkıp zile bastım. Koyunumla beraber balayına çıkan çiftler gibiydik. Kapı ağır çekimde açılıyordu. Önce kısa sarı saçlarını gördüm. Sonra beyaz tenini… Sonra bıyıklarını ve birleşik kaşlarını gördüm. Kapı hala ağır çekimde açılıyordu. Dayanamayıp kapıya tekme attım ve  ''burada bir kız vardı'' diye çemkirmeye başladım, koyunumu balkona doğru gönderirken.
Gözlerim yanlış görmüş olamazdı. Bir kız olmalıydı. Karşımda ki adam konuştu:''Gel gel, yorulmuşsundur. Nasıl kurtulmayı başardın? Geç içerde biraz dinlen.'' dedi. Konuşan adam adeta hiç sahip olmadığım dedem gibiydi. Kendisine dedoli demek istiyordum... Holden geçerken bir oda da bir sürü tabanca, bomba, otomatikli silah, roket atar, boncuklu silah ve Hacı Şakir sabunundan görmüştüm. Hem de gül kokuluydu. Oturma odasında da silahlar vardı. Korkmuştum. Bellona koltuğuna oturup olayları anlamaya çalıştım. Oturma odası oturmak için çok büyüktü. Sanki bütün bina bu oturma odasından ibaretti. Odanı diğer tarafından bir kişneme sesi geldi. Bir at bize doğru koşuyordu. Oturma odasının büyüklüğünü anladınız umarım. Yoksa bir ata mı âşık olmuştum diye kendi kendimi yerken at da konuştu:''Hoş geldin hacı''... Sonra kapıdan o çıkageldi ve elim ayağım birbirine dolandı. Elinde iki tane silahla odaya girdi ve ''haydi zaman geldi'' dedi Beni kalbimden vuracağını sanmıştım. Dedoli kafasını salladı, ''sende içerden silah kap, çatıya çık'' dedi. Şaşkındım. Odaya gidip bende silah aldım ve çatıya çıktım. Saat 20:15 ti.15 dakika önce boş olan sokaklar şimdi bir sürü insanla doluydu. Güneş batmıştı. Geğirme sesleri geliyordu. Çatıdan aşağıya baktığımda her yerde insanlar vardı. Ama hepsi değişikti. İnsan değildi bunlar. O araya girdi. ''Zort adamlar uyandı'' dedi. Zort adamlar insanları yiyen ve hastalık bulaştıran bir şeydi.''Yarın buradan kaçıp çok uzaklara gideceğiz. Orada insanlar normalmiş, TRT RADYO da anonsu yapıldı'' dedi dedoli. Orası neresi dememiştim nedense. Jeton sonradan düşmüştü. Bütün insanlar zort adam olduğuna göre ailemde zort adamlar gibi olmuş olabilirdi. Önce biraz üzüldüm sonra da onların memlekette olmalarını diledim. Memleket lafı içimi ısıtmıştı. Bütün dertlerimi almıştı. Birden bir türkü patlatmak geldi içimden ama sonra geri kaçmıştı... Sabah olduğunda hazırlıkların tamamlandığını gördüm. Zort adamlar ortadan kaybolmuştu. Arabaya yüklenen eşyalara baktım. 32'li tuvalet kâğıdı, okumalık bir kaç kitap, şiir yazmak için bir kaç defter... Ve daha bir sürü ıvır zıvır. ''Silahlar nerede dedoli ''dedim. Bana tip tip baktı ve bir kaç dakika sonra bagajdaki her şeyi yere fırlatıp silahları yerleştirdi. Ayrıca bir tane daha 32'li tuvalet kâğıdı koymuştu... 64 tane tuvalet kâğıdı ile yola çıkmıştık. At ve koyunu ise arabanın üzerine yerleştirmiştik. Bir dakika sonra güvenli yer denilen yere Kale Canter'a gelmiştik.''Allah cezanızı versin, güvenli yer dediğiniz burası mı ?''diye çemkirdim.''Evet burası, beğenemedin mi ?'' diye yanıtladı o. ''Yoo güzelmiş aslında, ilk defa görüyorum burayı bilin mi Hacı'' dedim. O'na hacı dedikten sonra Allah'ın belamı vermesini istedim. Platonik aşkıma Hacı demiştim... Sonra cebinden BİM de satılan çikilatadan çıkartıp ''sever misin '' diye sordu. ''Sevmem Hacı'' demiştim ve belamın gelmesini beklemeden kafamı 64'lük tuvalet kâğıtlarının arasına sokup boğulmayı bekledim. Ardından dedoli gelip ''haydi gitmeliyiz buradan'' dedi. Arabayı ben kullanacaktım. Onları Tekirdağ'a götürme fikri yolun ortasında aklıma gelmişti...
Geceleyin de arabayı ben kullanıyordum. O yanımda, dedoli ise arka koltukta uyuyordu. Uyuduğundan iyice emin olduktan sonra ''Seni Seviyorum'' dedim. Bir yanıt bekledim lakin gelmedi. Uyumuş olduğunu hatırladım ve ''Seni seviyorum Hacı'' dedim. Uyandı.''Her şeyi duydum.'' dedi.''Her şeyyy mi ?'' diye değişik bir ses çıkmıştı ağzımdan.''Evet her şeyi, bana yine Hacı dedin.''dedi. Rahatlamalı mıydım üzülmeli miydim derken sabaha doğru köyüme varmıştım. Ailem sapa sağlamdı. Zort adam değillerdi. Aney aney diye yanına koştum. ''Nasıl böyle kalabildiniz'' dedim. Annem;1 değil, 2 değil, 3 değil, 4 değil, 4.5 değil tam 5 kavanoz bal ile her şey mümkün dedi. Şaşkındım. Balın gücünü bir kez daha anladım...
   Zort adamların olmadığı bir yerdeydik.1 hafta sonra yanıma gelip ''seni seviyorum köfte hor'' dedi. Şaşkın değildim.''Gel evlenelim'' dedim.''Haydi'' dedi. Saat 12 de sözlendik.1 de nişanlandık.1:30 da düğünlendik. Düğünde kardeşim zort adam olmuştu ama takı törenine yetişmişti...
   10 yıl sonra dünya yine zort adamlarla doluydu.3 çocuğumuz olmuştu. Alara, Dilara ve Kolera'ydı isimleri. Kolera repçi olmuş, Dilara spiker olmuş, Alara ise evde kalmıştı. Dedoli bir bakkal açmıştı. Koyun ve at ise evlenip çoluk çocuğa karışmak istemişlerdi. Ama bu zordu. Bu yüzden evlatlık bir midilli edinmişlerdi... Ben ise sokakta çiftçi, mutfakta yiyici, salonda izleyici yatak odasında ise köfte hor olarak hayatımı geçiriyordum...

Emre Yıldız

(siz de yazı/fikir/görsel/liste/deneme göndermek istiyorsanız iletişim bölümüne uğrayınız)
paylaş:

the cabin in the woods (2011)


Yönetmen: Drew Goddard
Senaryo: Drew Goddard, Joss Whedon
Oyuncular: Kristen Connolly, Chris Hemsworth, Anna Hutchison, Fran Kranz, Jesse Williams
Tür: Korku | Gerilim
Yıl: 2011
Süre: 95 dakika
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Bildiğimiz teen-slasher filmlerindeki karakterlere benzeyen beş genç, bildiğimiz korku filmlerindeki gibi karanlık bir ormanın içindeki kulübede birkaç gününü geçirmek için yola çıkar, yolda bildiğimiz ve klişeleşmiş bir terk edilmiş ya da kapanmış bir benzin istasyonundan benzin almak için durduklarında ansızın ortaya çıkan kendini bilmez ama bizim çok iyi bildiğimiz korkunç suratlı bir adam öleceklerine dair kötü laflar, gittikleri yer hakkında da amansız hikâyeler anlatır ve ardından kulübeye ulaşan gençlerimiz bildiğimiz korku-gerilim filmlerindeki başlangıç olan müzik eşliğinde kopuş hareketleriyle sevişmeye başlarlar. İlk yarım saatinde derinliklere inmektense klasikleşmiş tekdüze korku-gerilim filmlerindeki atmosferi sonuna kadar yakalayan film, iyi bir dalga geçme yöntemiyle kendi çizgisini oluşturup izleyicinin beklentisini filmin sonu için minimum düzeye indirirken, alışılagelmiş “herkes ölecek” mantığıyla çok güzel beyinleri sıvıyor ve devamında da araya serpiştirilen mizah sözcükleriyle kişilerin atmosfere daha farklı bakmasına neden oluyor.
Film, diğer filmlere nazaran çarpık bir konuyu da içinde barındırmasıyla, ilerleyen dakikalarda minimum düzeye inmiş beklentinin ani bir patlamayla kendisine hayran bırakacak yapısını gümüş tepsiyle servis ediyor.

Ta filmin en başından beri klişelerle hafiften dalga geçmesi, muhabbetlerin sıradanlığı, yan konunun ortaya çıkmasıyla bir anda başka yöne seyretmemize sebep oluyor. Asıl komedinin başlaması da kılık kıyafetiyle bu ateşli gençlerden biraz daha resmi duran ve ölümlerine dakikalar kalan gençlerimiz kendi cellâtlarını seçerken bunun için bahis oynayıp kafa dağıtan ve tüm bu olanların altyapısını hazırlayan bir ekiple karşı karşıya kalıyoruz. Bildiğimiz korku-gerilim filmlerindeki neredeyse tüm kötülüklerin bir filmde toplandığını düşünsenize; zombiler, vampirler, kurt adamlar, hayaletler, yavaş hareketleriyle korkutan küçük kızlar, dehşet saçan balerinler, güldürmeyip süründüren palyaçolar, dev yılanlar, dev yarasa benzeri yaratıklar, uzaylılar, deniz canavarları, tek boynuzlu atlar, cadılar ve özel adlarını bilmediğimiz onlarcası daha.
Kulübenin dışına da taşan yapısıyla aslında geniş çevreden bakmamız gerektiği de ortada. Dünyadaki kötülükleri kontrol altına alan ve eski tanrıların köpürüp dünyayı yok etmemeleri için onlara oyuncak sunan bu düzgün giyimli insanlar tekilalarını gösteri başladıktan sonra yudumlayadursun çok da belli bir sıraya göre ölmeyen gençlerimiz çırpınarak seçtikleri ölümcül yaratıkların ellerinden kurtulmaya çalışırlar.

Ezber bozan yapı da aslında filmin son yirmi dakikasında ortaya çıkmış oluyor. Tüm geçilen dalgalar, bir ortama bağlı kalmalar vs. tamamının farklılaşmasıyla ortaya dört dörtlük bir film çıkmış oluyor. Belirli bir süre belli başlı sebepler yüzünden birkaç yıl gösterime giremeyen, her geçen gün ilginin artmasıyla izleyici kitlesinin oluşması ve bu kitleyle doğan hayranlık, daha film gösterilmeden zaten sevenlerinin oluşmuş olmasıyla da sosyal ortamlarda ve IMDb gibi oylama yapılabilen sitelerde filmin korku-gerilim kategorisine göre oldukça yüksek bir puan almasına sebep oluyor. Artık izleyenlerin “sağlam” bir korku-gerilim filmine hasret kalışlarını yerinde mizah anlayışı, yerinde gerilim ve korku öğeleriyle The Cabin in the Woods yeteri kadardan biraz daha fazla karşılıyor.
Aslında yüzeysel bakıldığında çoğu izleyicinin saçma bile bulacağı bir yapısı olsa da günümüz filmlerinden kült bir filmin doğuşunu seyretmek, hele hele korku-gerilim kategorisinde bunu görebilmek, insanı mutlu etmiyor değil.
Karakterlerin değil de dünyanın her ne olursa olsun eninde sonunda belirli yöntemlerle zor da olsa kurtulduğu bir film bekliyorsanız bu film hiç size göre değil, son olarak da bunu söyleyelim.
İyi seyirler.

paylaş:

2011 yılının en iyi 50 filmi


2011 yılını çoktan geride bıraktık hatta 2012 yılının üçte birlik kısmını bitirdik bile fakat 2011 yılından izlemediğimiz onlarca fil var. Aşağıdaki liste en azından hepsi izlenmese bile hangi filmlerin daha erken izlenmesi gerektiği hakkında bilgi verebilir lakin siz yine de sıralamaya pek takılmayın.

50. The Girl With The Dragon Tattoo
49. The Lincoln Lawyer
48. Essential Killing
47. Project Nim
46. Weekend
45. 50/50
44. The Help
43. The Ides Of March
42. 13 Assassins
41. Crazy, Stupid, Love.
40. How I Ended This Summer
39. Warrior
38. Contagion
37. Meek's Cutoff
36. X-Men: First Class
35. The Interrupters
34. Arrietty
33. Thor
32. The Adventures Of Tintin: The Secret Of The Unicorn
31. Moneyball
30. Attack The Block
29. Rise Of The Planet Of The Apes
28. Melancholia
27. 127 Hours
26. Harry Potter And The Deathly Hallows Part 2
25. Snowtown
24. Submarine
23. Hugo
22. The Artist
21. Senna
20. Take Shelter
19. Super 8
18. Tyrannosaur
17. The Skin I Live In
16. The King's Speech
15. The Fighter
14. Neds
13. True Grit
12. Source Code
11. The Guard
10. We Need To Talk About Kevin
9. Bridesmaids
8. A Separation
7. Animal Kingdom
6. Kill List
5. Tinker, Tailor, Soldier, Spy
4. Blue Valentine
3. Black Swan
2. The Tree Of Life
1. Drive

(Via Total Film)
paylaş:

yeraltı


Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senaryo: Zeki Demirkubuz, Dostoyevski (kitap)
Oyuncular: Engin Günaydın, Nihal Yalçın, Serhat Tutumluer, Nergis Öztürk
Tür: Dram
Yıl: 2012
Süre: 107 dak.
Ülke: Türkiye
Dil: Türkçe

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar adlı kitabının uyarlanması değil, kitaptan esinlenilerek çekilmiş, yine de bir “uyarlama” sözcüğü kullanmak gerekliyse “serbest uyarlama” diyebileceğimiz bir film Yeraltı. Yazılanlardan okuduğum kadarıyla ilk olarak Ankara Sıkıntısı olarak düşünülmüş ama Yeraltı’nda karar kılınmış. Ankara Sıkıntısı demişken Nuri Bilge Ceylan ile ilgili söylentilerden hiç bahsetmeyeceğim bu yazıda, onu da baştan belirteyim zira saçma sapan işler olduğunu düşünüyorum, eğer gerçekse diyeceğim ise şudur. Kimse kusura bakmasın ama bir Nuri Bilge Ceylan filmi değil.
Kızışmalı söylemlerden sonra asıl konuya dönecek olursam, Yeraltı Demirkubuz’un şimdilik son filmi. Tam filme girmeden şunu da belirtmek isterim, bu film gösterime girdiği kaç gün oldu hâlâ çoğu şehirde sinemalarda değil, sinema salonlarının nasıl bir anlayışı vardır bilemiyorum ama sinemalardaki filmleri düşündüğümüzde işin çoktan ticaret kafasına döküldüğü belli oluyor, neyse.
Daha önce hiç Zeki Demirkubuz filmi seyretmemiş biri olarak Yeraltı için fazla söyleyeceğim bir şey yok aslında. Bu film çoğu kişi tarafından sevilebilir, benim de sevmemi sağlayan noktaları var. Özellikle Ankara’da geçmesi bile sempati duymama sebep olabilir, onun haricinde Engin Günaydın’ın oyunculuğu her yönüyle takdir edilesi, durağan sahnelerin işleyişi örneğin, çoğu zaman bunu içeren filmler için genel görüş filmin sıkıcılığı yönünde olsa da bu tip filmler daha çekici gelmiştir, öte yandan filmin görüntü yönetmeninin filme kattıkları, Güvenpark’ın orada karşıdan karşıya geçen insanların yola yansıyan gölgelerinden tutun da, filmin en ilgi uyandırıcı, oda sahnelerinde kullanılan gölge oyunlarına kadar her şey ama her şey güzel. Lakin bunların hiçbiri okuduğum yorumlardaki gibi Türk sinemasını oradan oraya fırlatan özellikler değil, bunlar zaten kullanılıyordu. Demek istediğim saydıklarımın filmde yer alması filmi “sağlam” bir film yapabilir fakat sinemada fark yaratacak işler değil.

Hakkının yenmemesi gereken sahnelerden biri ise yemek masasında kozların paylaşıldığı dakikalar. Her ne kadar yan oyuncular hafif de olsa kopukluk yaşasalar da geçişin tutturulup olmuş gibi göstermek kimin aklından çıkmışsa elini öpmek gerekli, tadından yenmiyor adeta.
Filmde olmasaydı çok daha iyi olurdu dediğim yerler/davranışlar ise belli başlı, spor salonu sahnesi, ne alaka demek geliyor içimden, o sahnenin filme konmasının ne gibi bir getirisi oldu ya da nasıl düşünüldü bilemiyorum fakat hiç olmamasını dilerdim, diğer taraftan düzgün Türkçe kullanmaya özen gösterme çabasını yersiz buldum. Engin Günaydın için söylemiyorum bunu, diğer yan karakterler için, sanki elindeki kâğıttan noktasına virgülüne dikkat eden bireyin bir şeyler okuması gibiydi, itici geldi, kulak tırmalıyor demek daha doğru olur kanımca. Diğer konu ise “yaşlı/bunak/öküz” olarak bahsedilen adamın diafondan gelen sesini keşke “yaşlı/bunak/öküz” sıfatlarına uyan bir adamın sesiymiş gibi gösterilseydi zira duyduğum hiç de bu sıfatlara uygun bir ses değildi.

Bir de filmi izledikten sonra kişilerin nesnelere anlamlar yükleme olayı gerçekten yersiz, sahnelerde var olan patatesin bana göre herhangi bir anlamı yok, hatta eminim Demirkubuz da o patatese bir anlam yüklemeye çalışmadı, öyle bir amacı varsa bilemiyorum ama izleyicilerin bunlara fazlaca takmış olması garip geliyor. Eğer gerçekten takılacak bir nesne varsa bence bu yumurta olmalı zira patatesten daha çok adı, sanı ve görüntüsü kullanılmış. Kahvaltıdan tutun da cam kırmakta beceriksiz bir nesne olarak lanse edilmesine kadar patatesten daha önemli bir görevi üstleniyor bence.

Görülmesi/izlenilmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum Yeraltı için, muhteşem bir yapım demek büyük bir yalan olacağından film hakkında “iyi” demekle yetiniyorum.
Öncesinde hiç Demirkubuz filmi izlemediğimi belirtmiştim ve filme yapılan yorumlara karşı bu filmin yönetmenin en iyi filmi olduğunu düşünmüyorum, öyle olmadığını umuyorum. Bunu diğer filmlerini izledikten sonra göreceğim.


paylaş:

adolf hitler'in ilginç oy pusulası


Adolf Hitler’in 10 Mart1938’de yaptığı seçimde kullanılan oy pusulası her yönüyle oldukça ilginç. Oy pusulasının üzerinde şöyle yazıyor: “Avusturya’nın Alman İmparatorluğu ile tekrar birleşmesini ve liderimiz Adolf Hitler’in partisine oy vermeyi kabul ediyor musunuz?”
İfadelerden daha ilginç olan ise oy pusulasındaki “evet” ve “hayır” bölümü. Fotoğrafta da görüldüğü gibi evet haznesi hayır'a göre daha büyük ve tam ortada.
Oy sonucu ise tahmin edildiği gibi, %99.73 oranında evet.

paylaş:

gösterime giren filmler | 27 nisan


Dehşet Kapanı
The Cabin in the Woods
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Korku,Gerilim

5 kafadar arkadaş tatile çıkar ve ormanın derinliklerinde terk edilmiş kulübe bulur. Başta her şey normal gibi görünür, göle girer, parti yapar ve eğlenirler. Fakat bu kulübede ters giden bir şeyler olduğunu fark etmeleri uzun sürmeyecektir...





Kuzgun
The Raven
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Gizem,Gerilim

Delinin biri, Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’nun yazdığı en dehşetengiz öykülerden esinlenerek korkunç cinayetler işlemeye başlar. Baltimor’lu genç bir dedektif ve Edgar Allah Poe elele vererek, yazarın şiddet dolu öykülerinin birer birer gerçeğe dönüşmesini önlemek için katilin peşine düşerler. Yaşanan ölümcül kedi-fare oyunu, Poe’nun sevgilisi katilin hedefi haline geldiğinde zirveye ulaşır.




Aşkın Renkleri
La délicatesse
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Romantik,Komedi

Nathalie hayatının aşkıyla harika bir evlilik yapmıştır. Eşini bir kazada kaybedince hayatı altüst olur, içine kapanık birine dönüşür. Bir gün hiç hesapta yokken kendini çalışma arkadaşlarından biri olan Markus’la öpüşürken bulur. Kimsenin çekici diyemeyeceği bir adam olan Markus’la bir geleceği olabilecek midir?





Ölümün Sesi
Babycall
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Korku,Gerilim

Anna, oğlu Anders’i şiddete eğilimli babasından kaçırarak adresini gizli tuttukları bir yere taşınır. Eski kocasının onları bulacağından çok korkmaktadır. Oğlunun güvenliği için uyumadan önce başucuna koyabileceği bir bebek telsizi almaya karar verir. Ancak zamanla bu telsizden garip sesler gelmeye başlar. Duyduğu sesler bu dünyaya mı aittir?



Pazarları Hiç Sevmem
Pazarları Hiç Sevmem
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Dram

Hasta babasının vasiyetini yerine getirmeye çalışan Oğuz’un hayatına, birden Deniz dahil olur. Deniz’in de işi, aşkı ve tadı yoktur.Her ikisi için de işler iyi gitmemektedir. Belki bir yolculuk herkese iyi gelir.






Hayatımın Tatili
The Best Exotic Marigold Hotel
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Komedi,Dram

İngiliz bir grup emekli arkadaş emekliliklerinde lüks ama daha ekonomik bir tatil geçirmek isterler. Reklam broşürlerinden Hindistan'daki Marigold Hotel'i keşfeden arkadaşlar, uzak doğuya yaptıkları bu seyahatlerinde beklediklerinden çok daha farklı deneyimlerle karşılaşacaklardır. Zira Marigold Hotel sandıkları kadar lüks değildir ama Hindistan insanlarının sıcaklığı, misafirperverliği ve bu renkli ülkenin sevecen egzotikliği Amerikalı turistlerin yepyeni duygularla tanışmasına aracı olacaktır.


Kara Altın
Black Gold
Yapım yılı :
Gösterim Tarihi : 27 Nisan 2012
Filmin Türü : Dram

1930 yılında Arabistan'da geçen petrol merkezli bir hikayeyi anlatacak olan Black Gold; petrolün bulunmasını ve ardından yavaş yavaş altın değerinde önem kazanmasını, petrolün yol açtığı rekabeti yeni bir boyuta taşıyan genç bir prensin gözünden anlatacak.

sinema.mynet.com
paylaş:

zombi | joyce carol oates


Kitabı elimize alıp arka kapağı okuduğumuzda Jeffrey Dahmer adındaki seri katilin gerçek yaşam öyküsünden esinlenildiğini okuyoruz. Biraz araştırma yaptığımızda Jeffrey Dahmer’ın hiç de parlak karakterli bir birey olmadığını görüyoruz. 17 kişiyi öldüren Dahmer, öldürdüğü kişilerin sayısı diğer seri katillere göre az(!) olsa da en az onlar kadar ilgi çekici. Genellikle diğer seri katiller kurbanlarına işkence, tecavüz edip ardından onları öldürseler de Jeffrey Dahmer’in stili onlardan biraz farklı. Zira kendisi kurbanlarını öldürdükten sonra onlarla ilişkiye giren bir homoseksüel. Bu özelliği aslında çocukluk yaşta kendini belli eder yapıda. Çocukken evlerinin bahçesinde ölü bir köpekle uğraşırken bulunmuş, çoğu zaman da benzer bir eylemi gerçekleştiriyormuş lakin hayvanlara karşı herhangi bir nefret beslemediği düşünülüyor, çünkü kendisinin de evcil hayvanları varmış. Durum parçalara böldüğü hayvanların ölü olması, yani hayvanları o öldürmüyormuş.
18 yaşındayken ilk cinayetini işleyen katil, bir süre sonra bu işi alışkanlık haline getirmiş ki bu durum yakalanana kadar devam etmiş. Kurbanlarının kafalarına delik açtıktan sonra asit damlatarak öldürme yöntemi seçen Dahmer, kurbanlarını bir makineye adeta bir zombiye dönüştürme çabası güdüyormuş, hatta bir kurbanı bu olay gerçekleştikten sonra üç gün daha hayatta kalmış. Kurbanlarının bazı bölgelerinden kestiği etleri de yiyen Dahmer, onların bu sayede içinde yeniden hayat bulacaklarını söylemiş. Kanlarını da içmeyi deneyen katil, kanın tadını iyi bulmadığından bunu yinelememiş. Jeffrey Dahmer hakkında daha ayrıntılı bilgi için şuraya bakabilirsiniz.
Durum böyle olunca kitabın ne kadar ekstrem olayları anlatacağı hakkında bilgi sahibi olunabiliyor. Asıl merak edilen ise bu olayların nasıl anlatıldığı ile ilgili. Katilin bu soğukkanlılığı içimizi doldururken bu olaydan esinlenilerek yazılmış bir kitabın anlatım şeklinin de aynı bu doğrultuda olması isteniyor zira. Okunduğunda ise çok daha fazlasıyla karşılaşılıyor.
Kendini bilmez sorunlu karakterimiz Q_ P_, yahut Quentine, tahmin ettiğimizden de manyak bir vatandaş olarak karşımıza çıkıyor ve yazar Joyce Carol Oates, soluğumuzu keserek okumamızı sağlayan bir yapıtı ortaya çıkarmış oluyor. Karakterin nefes alışlarını her sayfayı çevirişimizde hissediyoruz adeta. Kendinden üçüncü bir şahısmış gibi bahsedilen satırlarda, bir anda konuşmaya başladığında önümüzde giden bir adamın bir anda bize dönüp bağırması gibi hissedip, irkiliyoruz.
Karakter öyle çılgın ki, özenle seçtiği her erkek kurbanı için düşlerini anlatıyor, kendini bu uğura adıyor ve sonunda boşalacak kadar da zevk alıyor yaptığı işten. Kurbanları için kötü planları olmasına rağmen “çan seslerini sayacaktık, ta ki ikimiz de tam olarak aynı anda uykuya dalana de” diyerek de aslında kurbanlarına olan bağlılığını anlatmaktan da çekinmiyor. Ve giderek yaratmak istediği zombiye daha çok yaklaşıyor.
Bram Stoker Ödülü sahibi kitap, Siren Yayınları’ndan çıkma ve Merve Sevtap Ilgın tarafından dilimize kazandırılmış.
Kitap her Siren kitabı gibi okumaya değer, arka kapağında ise şöyle yazıyor:
“Dehşetiyle ruhlara ve midelere dokunacak denli sert ve hazmı güç bir roman.”
İyi okumalar.
paylaş: