1960’lı yıllara kadar çekilen film sayısı ancak
100 rakamına ulaşabiliyordu. 1960 yılından sonra Yeşilçam’da çekilen film
sayısı her geçen yıl daha da artmakta 200’lü 300’lü rakamlara kadar çıkış
göstermişti. 1970’li yıllara gelindiğinde, televizyonun yoğunlaşmasıyla
birlikte Türk sinemasında, salonlara seyirci bulamayan yapımcılar zor durumda
kalmışlar çareyi “erotik/seks” filmleri çekerek seyirci toplama gayretine
girmeye başlamışlardır. Bu zor dönemde ve sonrasında bu filmlerde rol alan
birçok kadın ve erkek oyunculara ve bu filmleri yöneten yönetmenlere pekiyi
gözle bakılmadı. Daha sonraki yıllarda ise furyaya katılanlar o günleri
unutmayı daha uygun gördüler.
Erotik
filmlere yönelmekle Yeşilçam Sineması kendini kurtaramadı, belki ömrünü biraz
uzattı, ama sonuçta en azından bir sınırı aştı. Biraz zorlanarak sonraki
dönemlerde cinselliğe karşı sergilenen daha çağdaş ve uygar yaklaşımla, konuyu
yorumlamasına, hiç olmazsa görüntülenmesine doğru silinmez adımlar attı.
Erotik sinemanın yarattığı yeni yapılanma,
beyaz perdelere yeni ve bu türe çok daha yatkın, tümden soyunan ve sevişen
kadın oyuncular getirdiği gibi daha önce sinemaya geçen, çok sayıda başrol
oynamış olan genç kız rollerinde ünlenmiş ya da Yeşilçam tarzı macera
filmlerinde isim yapmış, genelde belirli bir ölçü içinde soyunan kadın
oyuncuları da kullandı; bir bakıma onlara “yeni ufuklar” açtı. Seks furyasının
öne çıkmasıyla birlikte ünlenen bir çok oyuncu bu furyayla birlikte ortadan
kayboluyorlar, ancak bir dönem önceki profesyonel oyuncular ise ya furyadan
yararlanıyorlar ya da furyanın içinde sürüklenip gidiyorlar. Bu seks furyası,
ünlenmek için bir fırsat, daha çok film çevirme, daha sık başrol oynamak ve
böylece gündeme gelmek, şöhreti yakalamak için bir avantaj olmaya başladı.
Erotik
filmler, az sayıda isimlerin dışında yeni kadrolar oluşturmadı, çünkü bir tür olarak
erotik sinema her şeyden önce, en azından yapımcıların maliyetlerini düşük
tutmak açısından profesyonellere muhtaçtı. Furya bir iki çabuk sönen ya da
normale dönen isim yarattıysa bile en çok kullandıkları daha önce de genelde
farklı bir şekilde kullanılan, ister başrol, ister yardımcı rol oynasın, ister
sinema ister tiyatro kökenli olsun oyuncular oldu...( Dr. Cengiz Özdiker)
Oksal
Pekmezoğlu, Beş Tavuk Bir Horoz’la yeni bir moda başlattı. Ve bu “seks
komedileri modası” Türk sinemasındaki bunalımı iyice körükledi. Bu seks furyası
döneminde boy gösteren kadın ve erkek oyunculara ve bu yönetmenlere
baktığımızda şu isimlere rastlıyoruz.
Erkek oyuncu kadrosunda yer alanların başlıcaları:
Sermet Serdengeçti, Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman,
Tamer Yiğit, Seyhan Karabay, Ünsal Emre, Yalçın Gülhan, Salih
Güney, İrfan Atasoy, Tugay Toksöz, Pekcan Koşar, Cihangir Gaffari, Mete
İnselel, Aydemir Akbaş, Yüksel Gözen, İlhan Daner, Alev Sezer, Şemsi İnkaya,
Yılmaz Köksal, Bülent Kayabaş, Özcan Özgür, Sami Tunç, Salih Kırmızı, Erdinç
Üstün, Rüştü Asyalı, Recep Filiz, Orçun Sonat, Turgut Özatay, Kazım Kartal,
Tarık Şimşek, Ata Saka, Baki Tamer, Yılmaz Şahin, Levent Günsel, Yaşar Yağmur,
Hakan Özer, Cesur Barut, Çetin Başaran
Kadın oyuncular arasında yer alanların başlıcaları:
Arzu Okay, Alev Altın, Dolgan Sezer, Mine
Soley, Nalan Çöl, Seyyal Taner, Emel Aydan, Emel Özden, Canan Candan, Şeyda
Senem, Serpil Örümcer, Selen Büke, Fatma Belgen, Nur Soylu, Melek Ayberk, Aynur
Akarsu, Karaca Kaan, Figen Han, Gönül Tansel, Gönül Hancı, Derya Sonay, Harika
Öncü, Aysun Güven, Nevin Nuray, Perihan Ateş, Özden Yüce, Yeşim Yükselen, Okşan
Ay, Gülten Kaya, Emel Canser, Meltem Işık, Sema Nurdan, Oya Başak Zerrin
Egeliler, Zerrin Doğan, Dilber Ay, Ceyda Karahan, Elif Pektaş, Melek Görgün,
Zafir Saba, Necla Fide, Müge Güler, Saadet Gürses, Nur Ay, Funda Gürkan, Senar
Seven, Sabahan, Tülin Tan, Ayşen Selvi
Bu filmlerin çevrilmesinde emeği geçen! Yönetmenler ise;
Oksal Pekmezoğlu, Nazmi özer, Aram Gülyüz,
Temel Gürsu, Tanju Gürsu, Naki Yurter, Yılmaz Atadeniz, Nejat Okçugil, Ümit
Efekan, Yücel Uçanoğlu, Ülkü Erakalın, Çetin İnanç, Alev Akakar, Semih
Servidal, Günay Kosova, Mehmet Arslan, Sırrı Gültekin, Arif Keskiner, Müjdat
Saylav, Aykut Düz, Işık Toroman, Savaş Eşici, Nuri Ergün, Nuri Akıncı, Kemal
Tan, Fikret Uçak, Yavuz Figenli, Oğuz Gözen, Tevfik Çobanoğlu, Taner Oğuz,
Semih Evin, Engin Temizer, Yavuz Yalınkılıç, Samim Utku.
Bu
isimlerin bir kısmı evlenmiş, bir kısmı başka şehirlere, ülkelere yerleşmiş ve
izini kaybettirmiş. Evli ve çoluk-çocuk sahibi oldukları için de o dönemleri
hatırlamak istemiyorlar ve konuşmaktan kaçıyorlardı. Feri Cansel sevgilisi
tarafından öldürülmüş, Mine Mutlu kansere yeni düşmüş, Seher Şeniz intihar
etmişti…
Erotik furya üzerine, rahmetli Metin
Demirhan’ın, duayen yönetmenlerden sıkı avantürcü Yılmaz Atadeniz’le
gerçekleştirdiği keyifli ve meraklı bir söyleşiyi tüm
dönem ve tür sineması takipcilerinin beğenisine sunuyoruz. Türk sinemasında
fantastik ve aksiyon filmlerinin en önemli yönetmenlerinden biri olan Yılmaz
Atadeniz bu söyleşide Türk sinemasının bir bölümünü kapsayan “Seks Furyası”
dönemi ve bazı oyuncuları üzerine soruları cevaplıyor ve kendisi yakından
tanıdığı bu dönem ile ilgili açıklamalar getiriyor.
M.Demirhan – Sizi avantür ve fantastik filmlerinizle
tanıyoruz ve bu türlerin sevdiğiniz türler olduğunu biliyoruz. Gördüğümüz başka
bir şey daha var. Filmlerinizde Vamp ya da masum olsun, kadınlara ve erotizme
çokça yer veriyorsunuz ve bunu önemsiyorsunuz…
Y.Atadeniz – Evet… Hareketli serüven filmleri çekmeyi hep
severdim. Oradan oraya atlayan kahramanlar, zor görevleri başaran üstün
yetenekli kişiler… Çizgi romanları çok severim… Baytekinler, Kızıl Maskeler
falan… Bunlar filmlerimi etkilediler… Ve kadınlar… Kadınlar filmlerde
önemlidirler… Kahramanın bir kız arkadaşı olması seyirciyi çeker. Çünkü seyirci
(özellikle erkek seyirci) kendini kahramanın yerine koymaktan ve onun
başarılarından kendine pay çıkarmaktan hoşlanır. Aynı zamanda kahramanın bir
kız arkadaşı varsa onu da perdede sahiplenir, hatta sonradan fantezilerinde onu
kullanabilir de… Bu onları mutlu eder. Kadın kahraman sinemada seyirciyi
perdeye bağlayan en önemli etkenlerden biridir…
M.Demirhan – Filmlerinizde genel olarak hangi kadın
oyuncularla çalışmayı tercih ederdiniz?
Y.Atadeniz – Benim filmlerinde Feri Cansel, Suzan Avcı, Mine
Mutlu, Melek Görgün, Sevda Ferdağ gibi çok sevdiğim kadın oyuncular rol
aldılar. Kadın oyuncu dedik de Yeşilçam‘da
kadın oyuncu olmak çok zordu. Özellikle benim çalıştığım oyuncular büyük bir
özveriyle işlerine sarılırlardı. Soyunmaları gerektiğinde soyunur, tehlikeli
sahnelerde oynamaları gerektiğinde ellerinden geldiğince rollerini yapmaya
çalışırlardı. Bir keresinde Yılmaz
Güney ile Yedi Dağın Aslanı ve Aslanların Dönüşü (1966) filmlerini
aynı anda iç içe çekiyorduk. Bizans Prensesini oynayan Sevda Ferdağ’ın senaryo
gereği süt banyosu yapması gerekiyordu. Sevda süt dolu havuza girdi. Ama tuhaf
olan bir şey fark ettim. İyi ki fark etmişim. Prodüksiyon amiri süt pahalı olur
diye basmasın mı havuza ılık kireçli suyu… “Eyvah” dedim kendi kendime, “Şimdi
Sevda durumu fark ederse olay çıkar.” Bir yolunu bulup Sevda’ya fark ettirmeden
onu havuzdan çıkarttırıp sıcak duşa yolladım… Yoksa kızın başına gelmedik
kalmayacaktı. Sevda bu olayı asla bilmedi. Görüyorsunuz işte, Türk sinemasında
kadınlar bu işin yükünü çeken önemli insanlardır. Olmadık sahnelerde
sağlıklarını riske atarak oynamış, büyük özveri göstermişlerdir… Soğuk
havalarda suya girmişler, sert kayaların üzerinde çırılçıplak sevişmişlerdir…
M.Demirhan – Peki, 601ı yıllarda filmlere bir tat, bir
lezzet getiren çıplaklık sizce neden 70′lerde dozunu artırıp ön plana geçti?
Hatta ve hatta bir furya halini aldı?
Y.Atadeniz – Bunun nedeni o dönem sinemalarımızı istila
eden Wang Yu‘lu Karate filmleri ve İtalyan,
Alman kökenli seks filmleridir. Wang Yu’nun Kolsuz Kahraman (One Armed
Boxer) filmi Türkiye’ye geldiğinde sinemaların önü kuyruk olmuştu, bilenler
bilir… Kapılar kırılmıştı izdihamdan… Edwige
Fenech‘li, Gloria Guida’lı Silvia Kristel’li filmler de çok iyi hasılatlar
yapıyor, doğal olarak da sinema sahipleri tarafından talep görüyordu…
Emmanuelle tarzı filmlerin yaptığı iş yüzünden Türk sinemasında da bu tür
filmlerin çekilmesi hem talep yüzünden hem de fazla masraf gerektirmediğinden
kaçınılmaz olmuştu. Önce küçük şirketler girdiler işe, Beş Tavuk Bir Horoz
(1967) gibi filmler çekilmeye başlandı…
M.Demirhan – Siz neler çektiniz bu dönemde, bu furyada?
Y.Atadeniz – O’nun Hikâyesi’ni (1975) yaptım Melek Görgün’ün
oynadığı… Salt cinsellik, seks, hatta aykırı seks üzerine kurulmuştu film…
Melek Görgün geçirdiği bir kazadan sonra beyninde oluşan bir hasar sonucu aşırı
isterik bir kadın oluyordu… Nerede olursa olsun, kiminle olursa olsun seks
yapma tutkusuyla yanıp tutuşmakta, bu arzularını da her fırsatta tatmin etmeye
uğraşıyordu… Bir Luna Park‘ta, hani kahkaha aynaları vardır
ya, şişman ya da zayıf gösterir insanı. İşte o aynaların olduğu odada park
bekçileri olan Yadigâr Ejder ve Kudret Karadağ ile aynı anda sevişiyordu…
Orjilere katılıp seksi en uç noktalarda yaşıyordu… Süper Selami’yi (1979)
çektim, Aydemir Akbaş ile… Aydemir bu filmde kendine sihirli güçler veren bir
ihtiyarla karşılaşıyor ve ondan aldığı bu süper güçlerle bir yığın kadınla
yatıyor, kötü adamlarla dövüşüyordu… Kilink Uçan Adam’a Karşı (1967) filmindeki
Uçan Adam’ın komik versiyonu oluyordu yani. “Şazem” deyince Süper Adam
kıyafetine bürünüyordu… Kötü adamlar onu alt etmek için bir yığın kadın
gönderiyorlardı üstüne… Yapımcı olarak Tokmak Nuri (1975) filmini yaptım. Daha
sonra film Tok Nuri olarak da oynadı… Yönetmen benim asistanlığımdan gelen
Aykut Düz idi… Başoyuncuysa rahmetli Sermet Serdengeçti… Bu film bir seks
komedisi idi ve iyi iş yaptı… Zerrin Doğan ve Dilber Ay ile de çalıştım, ama
onları fazla soymadan… Sonra porno’larda oynadılar ikisi de… Bir de Kadı Han
(1976) var… Başrolünü Behçet Nacar’ın oynadığı… Tarihi, kostüme bir film… Kadı
Han Beyoğlu “Rüya” sinemasında gösterime girdiğinde kapıda kuyruk olduğunu
gördüm ve hem şaşırdım, hem sevindim. Merak edip sinemaya girdim ve
seyircilerle birlikte filmi izlemeye başladım… O da ne? Bir sahnede, adı Banu
muydu neydi tam hatırlamıyorum genç bir kız Behçet ile sevişiyor… Sevişme ki ne
sevişme… Ama ben böyle bir sahne çekmemiştim… Behçet’e sordum… “Biz çektik”
dedi, “film daha çok ilgi görsün diye…” Benden habersiz çekip eklemişler araya…
Oluyordu böyle şeyler… Bu sahneyi duyan gidiyor filme… Bir giden ikinci defa
gidiyor… Eklenilen sahne gerçekten filmin yararına çalışıyor… Eh, ne diyeyim…
M.Demirhan – Bu da bir şey mi? T. Fikret Uçak anlatmıştı… T.
Fikret Uçak Samsunludur, bir gün gezmeye gidiyor Samsun‘a. Aklına geliyor,
oralarda sinema işleten bir arkadaşı var, bir ziyaret edeyim diyor. Gidiyor ama
arkadaşı bir iş dolayısıyla Samsun dışına çıkmış. Sinema çalışanları bunu
ağırlıyorlar, muhabbet falan oluyor. Makinist bir ara bunun kulağına eğilip
fısıldıyor: “Fikret Bey elimde öyle bir film var ki, görsen aklın durur.” “Ne
o?” diye soruyor Fikret Uçak… “Sen salona gir, birazdan başlayacak” diye
yanıtlıyor makinist. Fikret Uçak seyircilerin arasına oturuyor. Salon tıklım
tıklım dolu… Ve film başlıyor… Uçak’ın gözleri yuvalarından fırlıyor… Bir porno
film ve Türkan Şoray var perdede. Makinist öyle ustaca
kurgulamış ki sahnede çırılçıplak hard-core bir sahneye Şoray’ın yakınlarını
eklemiş ve salondaki millet Türkan Şoray’ı seyrettiğini sanıyor. Fikret Uçak
dışarıya çıkınca makiniste: “Bu film senin başını belaya sokar” diyor. “En
iyisi sen bunu yok et.” Makinist bir şey demiyor ama Uçak, daha sonra telefonla
Samsun’daki sinemacı arkadaşını arıyor ve makinistin kurguladığı filmi
anlatıyor. Adam öfkeleniyor, kızıyor ve filmi hemen imha ettireceğini söylüyor.
Bu da böyle bir şey…
Y.Atadeniz – Evet, bu tarz şeyler de yapıldı özellikle
Anadolu’da.
M.Demirhan – Gelelim konumuza… Melek Görgün ile nerede ve
nasıl tanıştınız?
Y.Atadeniz – Melek Görgün’ü Adana’da tanıdım. İnce
Cumali’nin (1967) çekimleri sırasında. Filmde küçük bir rolü vardı. Sanırım
başka bir isim kullanıyordu o zamanlarda. Sonradan Melek Görgün adını aldı. Ben
de o ara Adana’da Yılmaz Güney ile Çirkin Kral Affetmedi (1967) çekiyorum. Yani
Yılmaz hem ince Cumali’de hem de benim filmim Çirkin Kral Affetmez’de oynuyor
aynı anda… Daha sonra Melek Görgün İstanbul’a geldi ve filmlerde oynamaya
başladı, şöhret oldu. Tekrar karşılaştık ve benimle de filmler yaptı: Azrail
Benim (1968), O’nun Hikâyesi (1975) ve Maskeli Şeytan (1970) gibi. Maskeli
Şeytan’da soğuk, karlı, ıslak bir havada Melek Görgün çırılçıplak soyunarak
özveriyle çalıştı. Tabanlarına kat kat sargıda kullanılan ten rengi bantlardan
yapıştırmama rağmen üşüttü ve yumurtalıklarından hastalandı.
M.Demirhan – Sette nasıldı Melek Görgün? Anlaşılması kolay
biri miydi, kapris yapar mıydı?
Y.Atadeniz – Hiç kapris yapmazdı. Tam tersine sette çok
yumuşak, hiç sinirlenmeyen bir yapısı vardı. Sette soyunurken çok rahat idi.
Profesyonel, uyumlu, dost bir insan idi. Hiç geç kalmaz, olay çıkarmazdı.
Hatırlıyorum, Onun Hikâyesi’nde (1975) para hile almamıştı. Sanırım benim
filmim olduğu için. Bu film onu iyice popüler yaptı. Hemen sonrasındaysa
göğüslerini silikonla büyüttü. Unutmadan söyleyeyim, Türk sinemasında ilk
silikonlu kadın oyuncu Feri’dir (Feri Cansel). Daha önce kadın oyuncular
göğüslerini ten rengi sargı bandanayla koltuk altlarından bantlar,
dikleştirirlerdi.
M.Demirhan - Söz Feri Cansel’den açılmışken isterseniz biraz
da ondan söz edelim.
Y.Atadeniz – Feri ile İstanbul’da 1967’de karşılaştık. Ben
Kilink İstanbul’da ve Kilink Uçan Adam’a Karşı’nın dahili çekimlerini
yapıyordum. O zaman Şişli Camiinin yanındaki Halil Kamil platosundayız. Agâh
Özgüç, yanında hafif tombul, hoş bir hanımla uğradı. Ve bana “Bu hanım
Kıbns’tan geldi, filmlerde oynamak istiyor…” dedi. Şöyle bir baktım, göğüsleri
o dönemin filmlerinde aranılan tarzda incene ve dimdikti. Hemen dikkati
çekiyorlardı. Elbette silikonlu olduklarını bilmiyorduk. Hoşumuza gitti,
“Tamam” dedik. Başta Işık Toraman’ın şirketi “Metin Film”, olmak üzere onunla
birçok filmde çalıştık. Bir gün sette çalışırken Kıbrıs’tan gelen kızı Zümrüt
ile tanıştırdı beni. Kızını çok severdi, onunla yalandan ilgilenirdi, elbette
ki ölene kadar. Zümrüt annesinin ölümünden sonra filmlerde oynadı. Feri yaşamı
boyunca hiçbir erkeğin desteğine muhtaç olmaksızın ayakta kalmayı başarmıştır…
M.Demirhan – Biraz hüzünlü bir soru olacak ama Feri
Cansel’in nasıl öldüğünü anlatabilir misiniz? Ya da nasıl öldürüldü?
Y.Atadeniz - Feri ilginç bir kadın idi. Kendine çok
güvenirdi. Türk sinemasında çoğu kadın oyuncuların başında hamileri, onları
koruyan birileri bulunurken onun yoktu. İstemezdi. Hayatını böyle sürdürürdü.
Bir ara beraber olduğu bir adam vardı. Karınca bile incitemeyecek kadar
zararsız biri idi. Feri ne çektiyse dilinden çekti. Adama hakaretler etmiş,
erkekliğine dokunan laflar söylemiş ve adamı kışkırtmış… Zümrüt de evde imiş.
Adam Feri’yi bıçaklamış. Yani dili yüzünden hem kendini hem adamı yaktı Feri…
Bu olaydan önce, bir gün Kazım Kartal ile birlikteyiz. İstiklal Caddesi’nde
yürürken çok hoş bir hanım gördük arkadan. Bacakları sütun gibi idi… Beyoğlu
Garanti Bankası’nın önünden Vakko’ya kadar izledik. Birden dönünce, baktık ki
Feri Cansel… Bizi görünce çok sevindi, sarıldı, öptü, hal hatır sordu. O
dönemde sinemaya ara vermişti ve şarkıcılık yapıyordu. Bana “Ah Yılmaz abi film
setlerini, sizleri çok özledim. Şarkıcılık çok zor bir iş. Keşke sen beni yine
eskisi gibi sabah 7′de evden alıp sete götürsen de akşam 10′da eve bıraksan.
Hasret kaldım sinemaya” dedi. Bir hafta sonra da öldürüldü.
M.Demirhan – Bu söyleşiye zaman ayırdığınız ve yardımlarınız
için teşekkür ederim, Sayın Yılmaz Atadeniz.
Y.Atadeniz – Ben de teşekkür ederim.
Seks Filmlerinin Unutulmaz Yıldızı Behçet Nacar
Konuştu…
“Yattıklarımızla Kardeş Gibiydik”
1960′larda
doğanlar ergenliklerini onun filmleriyle yaşadılar. Bir dönemin efsane ismi
Behçet Nacar, erotik filmlerin kamera arkasını anlattı
Beyoğlu’nun
arka sokaklarında eski bir binanın giriş katı Işıksız küçük bir daire
Duvarlarda, filmlere, dizilere kiralanmak üzere yığılmış asker, polis
kostümleri, aksesuarlar, afiş dolapları, raflarda tozlu film bobinleri Salonun
köşesinde eski bürokrat makamlarını anımsatan geniş bir masa Masanın üzerinde
sayfaları sararmış, kenarları kıvrılmış, eski püskü bir kâr-zarar defteri
Defterin başında, gözlüğünü burnunun üzerine devirmiş, sarı kağıtlara rakamlar
karalayan 70′lik bir yorgun adam: Behçet Nacar Ya da bizim onu hatırladığımız
adıyla ‘Parçala Behçet!’
TÜRK TIPI EROTIZM
Başını
kaldırdığında, ilk gençliğimizin hafızasına yerleşen simasının iyi bir makyajla
ihtiyarlatıldığını düşündürüyor. Ama sadece sima değil eski perdelerden kalan
adamın farklılığı: O vuran, kıran, ufalayan; dövdü mü yaman döven, sevdi mi
parçalayarak seven adamdan eser yok. Torun tosuna karışmış, hesap defterleri
arasına gömülmüş, biraz bezgin, ama müşfik bir dede görüntüsü insan onun bir
dönem ‘Türk tipi erotizm’in en popüler kahramanı olduğuna ve bir kuşağın
ergenliğine damgasını vurduğuna inanamıyor.
PORNO SALGINI
’70′lerin
ikinci yarısıydı. Sokaklar içler acısıydı. Kadınlar sinemalardan çekilmiş, eski
aile salonlarının koltuklarına ekşimtrak bir rutubet kokusu sinmişti. Daha önce
benzeri görülmedik sahneler vardı ’3 Film Birden’in perdelerinde İşin ilginci
daha sonra da benzeri görülmeyecekti. Sadece o kuşağın gençlerine musallat
olacak bir hastalıktı sanki Projektörün ışığının düştüğü yerdeki kadınlar, Arzu
Okay’lar, Zerrin Doğan’lar, Figen Han’lar, Dilber Ay’lar, Zerrin Egeliler’ler,
Feri Cansel’ler, Melek Görgün’ler, Mine Mutlu’lar, hiç olmadıkları kadar çıplak
ve arzuluydular. Erkekler iki çeşitti: Aydemir Akbaş gibiler komikti.
Soyundular mı kemikleri sayılırdı, ama nedense kadınlar onlara bayılırdı. Öttür
Kuşu Ömer ya da Hababam Git Gel türünden adlar taşıyan filmlerde bütün
zavallılıklarına rağmen, salonu dolduran benzerlerine cesaret veren bir sefil
cazibeyle o kadından, bu kadına koşarlardı. Seyreden erkeklerde “Bunların
peşinde bu kadar kadın varsa, ben alâsını ayıklarım” duygusu yaratırlardı. Mete
İnselel de, Bülent Kayabaş da öyleydi mesela Güldürerek severlerdi. Sonraları
bu role Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Sermet Serdengeçti gibi ‘komikler’ de
soyunacaktı.
SERT ERKEKLER
Bir
de ‘sert erkek’ler vardı: Kazım Kartal, Tamer Yiğit, Kuzey Vargın gibi Bunlar
bıyıklı, asık suratlı, kavgacı adamlardı. Öyle sululuk sevmezlerdi. Aslen
dövüşür, ama yeri geldi mi de sevişirlerdi. İşte onların kralı, Behçet Nacar’dı
’70′lerde perdelerde tam bir ‘Behçet hastalığı’ vardı. 1975′te Parçala Behçet
filmiyle başrol oyuncusu olmuş ve 5 yıl boyunca perdede eline ne geçirirse
parçalamış atmıştı. O kadar ki, onun filmi oynadı mı, ekşi kokulu salonlar
dolup taşar çıkışta yüzlerce erkek beyninde bir Behçet imgesiyle sokaklara
koşardı. Evde ezilmiş, okulda sinmiş bir kuşağa sevişmeyi de dövüşmeyi de onlar
öğretmişti. Gençlerine kadını, erkeği, vücudun sırlarını öğretemeyen,
arkadaşlığa cevaz vermeyen, cinselliği lanetleyen bir eğitim sisteminin ürünüydüler;
geçimlerini de o sistemden sağladılar. Bir kuşak, kadını, erkeği, sevişmeyi,
seksi öyle bir şey sandı; yanıldı. ‘Parçalanmış’, sakatlanmış bir erkekler
ordusu, arkalarında ekşimtrak kokulu salonlar bırakarak ve kafalarında
“Tokmakla Beni” diye inleyen kadınlar taşıyarak sokaklara dökülürken, onlar
sessiz sedasız ortadan kayboldular. Kimi unutuldu gitti, kimi sinema, tiyatro
kariyerine geçmişinde hiç bunlar yokmuş gibi- devam etti. Ama ne zaman
sahneye, perdeye çıksalar, o ordunun erkekleri, onları hep beyaz donlarıyla
anımsayacaktı.
NEYDI O GÜNLER?
’60′ların
başlarında doğmuşları ’70′lerde perdelerde büyüten adama, 2000′lerde
“Pişmanmısın”ı sormak istedim. Nasıl girmişti bu âleme; kaç film çekmiş,
çekerken neler hissetmişti? Zengin olmuş muydu? Aile kurmuş muydu? Huzur bulmuş
muydu? Parçala Behçet, Scognamillo-Demirhan imzalı Erotik Türk Sineması
(Kabalcı, 2000) kitabının sayfalarını çevirirken, bir kuşağın hayata bakışını
belirleyen filmlerinden, sıradan bir ‘ilik açma, düğme dikme’ faaliyetiymiş gibi
söz ederek, samimiyetle yanıtladı sorularımı Beyoğlu Rüya sinemasının önünde
gezinirken, bir dönem her seans ‘ful çaktığı’ 800 kişilik salonların yeni
müşterileri bu 1.90′lık ihtiyarı kayıtsız gözlerle süzdüler. Pornonun internete
taşınıp tek başına izlendiği çağda artık sadece bayramdan bayrama dolan
sinemanın gişesinde yaşlı adamla “Neydi o günler” muhabbeti yaptılar. Bir ara
ben de parçalanmış ergenliğimi hafızamdan boşaltıp katıldım sohbete: “Sahi,
neydi o günler?”
AVANTÜR BEHÇET
“Cüneyt
Arkın’ın çok dayağını yedim”
Nasıl başladınız sinemaya?
İstanbul’da
Sultanahmet’te doğdum. Sanat okulu mezunuyum. Esas mesleğim dökümcülük Bir ara
şoförlük yaptım. Sonra 1964′te sinemaya bir figüran arkadaşımın davetiyle
figüranlıktan başladım. Günlük işlere giderdik. Kalabalık sahnelerde kalabalığı
temsil ederdik yani
Sonra
nasıl tırmandınız?
Figüranken yardımcı kavgacılığa başladık. İyi bir kavgacı olduk. O zaman
figürana 10 lira yevmiye veriyorlardı. Sonra 25, 50, 100 liraya atladık. Dayak
yiyenleri oynuyorduk. Bir yumruk yiyip devriliyorduk. İş çoktu. Günde 2-3 işe
gittiğimiz oluyordu.
Zor
muydu kavga rolleri?
Zordur kavga rolü yapmak. Dayak yiyeceksin, kendini yerden yere atacaksın,
yumruğu yedin mi merdivenlerden yuvarlanacaksın; kolay değil yani. Herkes
yapamıyordu. Ama ben çabuk alıştım. Hiç sıkıntı çekmedim. O zamanlar 30
yaşındaydım ve iriydim. Boyum 1.90′dı ve 100 kiloya yakındım.
Nasıl
kavga taklidi yapardınız?
Dublajda elimizi şaklatıyorduk, yumruk niyetine veya sopayla vuruyorduk. Bir
ara her yumruğun karşısına Amerikan filmlerinden alınmış yumruk sesleri
döşedik. Efektler güm güm öterdi. Hatta seyirci, öyle ezberlemişti ki, bana
ağızlarıyla o sesleri yaparlardı. Tekme için ayrı, surata yumruk için ayrı ses
koyardık.
Rol
gerçek oluyor muydu bazen?
Tabii
Mesela Kuzey Vargın’ın bir kavga sahnesinde kazara kaşım yarıldı. Cüneyt
Arkın’ın da çok dayağını yedim.Malkoçoğlu’nda göğsüme attığı bir tekmeden sonra
perende atarken bayıldım. Allah’tan kendisi doktordu da kurtardı beni Yine de
hoşuma gidiyordu. Eğlenceliydi. Hep jönün karşısında kötü adamı oynuyordum.
Arada sevişme sahneleri de çekiyordum. Şoförlüğü hepten bıraktım. Ekmeğimi
buradan kazanıyordum artık.
Erotik
film salgını nasıl başladı?
Televizyon sinemayı öldürmeye başlamıştı. Erotik ecnebi filmler ilgi görünce,
sinemalar da iş yapmayınca patladı bu iş Bu tür film yapmayan büyük artistler
bir kenara itildi. Çünkü bir sinemaya erotik film geldiğinde karşısına en iyi
film de konsa, o filmi altına yatırıyordu. Ve o zaman sevişme sahnesi çekmeyen
adam kalmadı. Bakma, şimdi hepsi kenara çekildi; ortada sadece birkaç kişinin
ismi dolaşıyor ama bak bakalım afişlere hangisi çekmedi ki..?Ali Poyrazoğlu da,
Hadi Çaman da, Aydemir Akbaş da erotik film çekti, sevişti. Hepsi yatağa girdi
çıktı… ama o yatakta biraz daha abartılı sevişiyormuş, o biraz daha abartısız
sevişiyor, var mı bir fark? Yok.
Siz
ne zaman ‘dayak atan’ rolüne terfi ettiniz?
1972 senesinde Parçala Behçet’le ilk başrolü yaptım. Avantür erotik bir filmdi.
Daha önceki avantür filmlerde de bazı sevişme sahnelerinde oynuyorduk. Stüdyoya
gittiğimde çocuklar “Yırt, parçala” diye takılırlardı. “Parçala” aşağı,
“Parçala” yukarı Sonunda böyle bir film yapalım dedik. Çok hazırlandık.
Ne
yaptınız?
Hususi elbiseler diktirdik. Hiçbir jönün yapmayacağı kavga sahneleri koyduk.
Mesela hiçbir jön, bir satırı alıp da karşıdaki adamın suratına patlatmaz.
Öldürse bile gayet kibar öldürür. Biz yeri geldi sopayla adamın kafasını
kırdık. Ne bileyim bıçağı tekrar tekrar batırıp seyirciye, iyice kan gösterdik
falan Film tuttu.
Kaç
para kazandınız Parçala’dan?
Biz o zaman Parçala Behçet’i satmadık. İşletme olarak verdik ama ben sonradan
ayrıldım. Negatifleri onlarda kaldı. Film de sansüre takıldı. Ama sonra çok
tuttu. Parçala Behçet’i 6 ay oynatan sinema vardır. Konya’daki galasına gittim
yan yana iki sinemada toplam 7.000 kişi izledi.
Sonra?
Ondan sonra Behçet serisi devam etti: Helal Sana Behçet, Namın Yürüsün Behçet,
Tipsiz böyle Behçet’li 15-20 film olmuştur. Sonra hayvan isimlerine başladık:
yok Akrep’miş, yok Çakal’mış Ondan sonra Almanya’ya kaset davası çıkınca Müslüm
Gürses’le 4-5 film yaptım.
Behçet’ler,
hep seks filmleriydi.
Tamam
içinde seks vardı, ama avantür filmlerdi. Daha doğrusu ayrıyetten o film için
erotik sahneler çekiyorduk. İsteyen sinema onu koyuyordu, istemeyen koymuyordu.
Afişlere de yabancı seks takvimlerinden kestiğimiz kızların resimlerini
yapıştırıyorduk.
Kadın
oyuncuları nasıl buluyordunuz?
Figüranlar bizim filmlere gelen kızlardı. Eli ayağı düzgün, birşeyler yapmaya
çalışan bir insan olduğu zaman “Gel” diyorduk, iyi oynarsa bir dahaki sefer “Al
bunu sen oyna” diyorduk, oynatıyorduk.
Hani
filmlerdeki gibi, evinden kaçıp artist olmak isteyen kızlar mı?
Katiyen öyle bir şey yok; gelip gidenler hep belli başlı insanlar. Mesela ben
hep Nuray’la Emel Özden’le filmler yaptım. Hep tanıdık yani.
Siz
gidip izler miydiniz kendinizi sinemada?
İlk
zamanlar giderdim. Nasıl bir etki yaptığını görmek için Seyirci çok iyiydi.
Salonlar ağzına kadar dolardı. Alkışlarlardı. Çok severdi seyirci beni… Parçala
aşağı, Parçala yukarı Kimseden küfür falan yemedim. Hepsi sarılıyor, öpüyordu.
Anadolu’ya çok giderdik film çekmeye, her yerde yakınlık gördük. O da bir
cesaret verdi yani.
Sevişme
sahnelerini yadırgamadınız mı başta…?
Valla yadırgamıyorsun hepsiyle arkadaş oluyorsun zaten. Yadırgayacak bir şey
yok. Zaten benim filmlerimde aşağı yukarı hep aynı insanlar başrol oynar.
İsimli stara lüzum yoktu. Bütçe de kısıtlıydı, zaten sırf Behçet ismi
satıyordu. Sattığı için ben figüranla bile başrol çektim.
Sevişme
sahnesi çekerken kendinizi role kaptırdığınız olmaz mıydı?
Herkesin merak ettiği şey Ama şimdi bir seti düşünün, bir kameraman var, bunun
bir asistanı var, 3 tane setçi var, 3 tane ışıkçı var, bir rejisör var, bir
reji asistanı var, bir kostümcü var. Yani nerden baksan 15 kişi var etrafında,
2 de misafir olur. 20 kişinin arasında yatağa gireceksin. Ama alışmıştık biz
artık. Oyun gibi gelirdi. Zaten filmlerde oynayanlarla kardeş gibiydik. Hiç
öyle bir art niyetle bakmadık. Kimse kimseye zorla bir şey yaptırmazdı.
Kadın
oyuncu için daha zor değil mi?
Kadınlar da alışmıştı. Zaten sana alışmış kadınlar gelirdi. Alışmışlardı. Hiç
tanımadığı insanla başka, arkadaş gibi insanla yatağa girmesi başka
Kadınlara
da nasıl sevişeceklerini anlatır mıydınız?
Yok, zaten belli kadınlar çalıştığından, sevişmenin anlatılacak yanı yok.
Rejisör bile anlatmazdı, o kadar alışmışlardı yani. Kamera zaviyesini iki sefer
değiştirirdi. Kadın kalabalık istemezse, -ışıklar zaten sabittir-, ışıkçılardan
biri kalır, diğerleri dışarı çıkardı.
Set
dışında aranız nasıldı? Hiç gönül ilişkisi olur muydu?
Yok
hiç olmadı, ben evliydim o zaman.
Eşiniz
ne diyordu bu işe?
Eşim karışmazdı Allah rahmet eylesin ’56′dan beri evliydik. O da biliyordu
buradan ekmeğimizi kazandığımızı…
Filmleri
seyreder miydi?
Yok hiç seyretmezdi. Mahallede dedikodu falan olunca “Kocam bilir işini” der
çıkardı, hiç karışmazdı.
Peki
sansür de var bir taraftan, nelere dikkat ederdiniz sevişme sahnelerinde?
Valla şimdi bu sevişme sahnelerinde malûm, kadının göğsünün görünmesi bile yasaktı.
Eh o zaman ne yapıyordu, filmden o sahneler ayıklanıp sansüre gidiyordu. Sonra
gösterim sırasında ekleniyordu. Buna da ‘parça’ deniyordu. Bunu da bilmeyen
yoktu. Sansür de biliyordu.
Ona
rağmen takılanlar oluyordu.
Tabii ama açıklıktan falan takılmıyordu. Bir bahane buluyorlardı. Mesela final
sahnesinde polis gelsin suçluyu yakalasın istiyorlardı. O yüzden bizdeki
filmlerin çoğunun sonunda polis gelir.
Genelde
öyle çok güzel vücutlu kadınlar değillerdi. Özellikle mi öyle seçilirdi, yoksa
mecburiyetten mi?
O zaman sevişen kadınlar belliydi: Her kadın sevişmiyordu yani. Sonra isimli
kadın olmazsa, dünyanın en güzel kadınını da çıplak oynatsanız seyirci tatmin
olmuyor. Belli isimleri arıyor yani… Zerrin Doğan, Zerrin Egeliler gibiler,
isim yapmıştı. Bu işe kendini adamıştı. Arzu Okay çok çevirmedi. Zor iş: Farzet
ki, 20 kişinin içine çıplak gideceksin. Yabancı birini getirsen çekingen
davranır, zorluk çekersin. Ama bu işin içinde olan, daha rahat oluyor.
Settekiler
nasıl izlerdi çekimi?
İçerisi gürültü, patırdı, sigara dumanı bilmem ne Eh orda sen yatakta film
çekerken burada konuşurlar yani. Artık o kadar alışmış ki, kimseye enteresan
gelmiyor.
Tamamen
soyunmazdınız pek?
Son zamanda, 1-2 filmde oldu. Ondan önce kadın da, erkek de hiçbir zaman
külotunu çıkartmazdı. Kadınların hepsinin üstünde külotu vardı yani Bacağının
arasına girer, külotu saklardık. O kızların hiçbiri porno çevirmedi. Bazen
külotlarını da çıkarttılar, ama o işe hiç girmediler.
Sonra
ne zaman çıktı külotlar?
Erkekler hiç çıkartmadı.. Kadının yan tarafı gözüktüğü için, o külotu
çıkartıyor, bacağıyla erkeğin külotunu kamufle ediyordu. Böylece erkek de
çıplak gibi görünüyordu.
Erkekler
niye tam soyunmazdı?
Erkeği kim soyacak? Tamer Yiğit’i soyabilir misin? Beni soyabilir misin? Milyon
versen, milyar versen soyabilir misin?
Ama
soyunacak adam bulunurdu?
Sonradan cılkı çıktı. Sonra figürasyondan gelen sokaktaki adam soyundu, onları
bile başrol oyuncusu yaptılar.
Yani
külot çıkınca mı dejenerasyon başladı?
Tabii ondan sonra yarış başladı. İşletmeci de para hırsına doymadı. Ne kadar
açılıyorsa o kadar iş yapıyordu. Bu Dilber Ay’la, Zerrin Egeliler’le yapılan
filmlerdeki adamlar, sokaktan alınan insanlardır çoğu yani.
Nerde
çekiliyordu filmler?
Platolar vardı eskiden ama çok berbat yerlerdi. Soğuktu. Gerçi yataktaydık ama
üstünü örtmüyorsun kiIşıklarla, spotlar ısıtırdık.
Sorması
ayıp, gerçekten uyarmayı nasıl engellerdiniz? İlaç mı alırdınız?
Hiç öyle bir şey olmazdı.
Ama
sonuçta bir kadınla yataktasınız…?
Ne olursa olsun 22 kişinin arasında ayağa kalkıp, yataktan çıktığın zaman ne
olacak, rezil olursun di mi?
Yatakta
da sert bir adamdınız. Hakikaten kadınları hırpalar mıydınız?
Yok yok, ne diyorum ismim öyleydi yani Yoksa tonla kadın olacak da birinden
çıkıp birine gireceksin, yok öyle bir şey yani…
Peki
özel hayatınızı hiç etkilemez miydi? Kavga , dövüş, seks bunların içinden çıkıp
eve giderdiniz.
Ben normal hayatta asla kavga etmem. Set çıkışı normal eve giderdim. Televizyon
seyredip 9 gibi yatardım.
İzleyicilerinizin
çoğu ergenlik çağında gençlerdi. Sizce Parçala Behçet onlarda nasıl bir iz
bırakmıştır?
Valla Anadolu’ya gittiğimizde, herkes “Sizin sayenizde, bir şeyler öğrendik”
diyor. Anadolulu fazla kadın görmüyordu, kadınlarla belli bir kural dahilinde
yatıp kalkıyordu, göre göre öğrendiler herhalde.
Perdedeki
kadınlar çok istekliydi, ama seyreden erkekler sokağa çıktığında hiç öyle
kadınlar görmüyordu. O da bir hayal kırıklığı ya da saldırganlık yaratıyordu.
Hiç bunu düşünüp pişmanlık duydunuz mu…?
Yok
hiç…
Çok
para kazandınız mı seks filmlerinden?
Allah bin bereket versin, şimdiki her şeyimi sinemaya borçluyum. Çok ekmek
yedik, hâlâ da yemeye devam ediyoruz. Benim aşağı yukarı 100 tane negatifim
vardır. Bunlar oynadıkça para alıyordum bu seneye kadar. Bu sene bütün
filmlerin mülkiyetini sattım. Allah’ıma bin şükür yazlığım da var, kışlığım da. Oğlum
çalışmıyor, ona bakabiliyorum, kızıma da bakabiliyorum,
Sizce
bu filmlerin yararı mı oldu, zararı mı?
Valla erotik filmlerin sinemaya hiçbir kötülüğü olmadı. İnsanları bunalıma
sokacak bir zararı dokunmadı. Sinemayı batıran Amerikan filmleri onlar gelince
maliyetler arttı, filmler iş yapmamaya başladı. TV’de diziler çoğaldı.
Sinemalar kapandı, çoğu yıkıldı han oldu. Şimdi televizyondaki filmler bile
bizim filmlerden kötü O zaman “Sinemayı, erotik filmler öldürdü” dediler, oysa
sinema çoktan ölmüştü. Bizim sayemizde sektöre hiç olmazsa para giriyor,
insanların karnı doyuyordu.
Ne
zaman bitti porno furyası?
1980′e kadar vardı işler. Sonra Almanya işi çıktı. Almanya’ya yönelik
şarkıcı-türkücü filmleri yapılmaya başlandı.
Yazar:
Can Dündar / can.dundar@e-kolay.net