2013 film independent spirit awards için adaylar


Yabancı dilde en iyi film dalında “Bir Zamanlar Anadolu’da” nın aday olarak gösterildiği ve 23 Şubat 2013’te açıklanacak olan Film Independent Spirit Award (Bağımsız Ruh Ödülleri) için adaylar duyuruldu.

En İyi Film
"Beasts of the Southern Wild"
"Bernie"
"Keep the Lights On"
"Moonrise Kingdom"
"Silver Linings Playbook"

En İyi Yönetmen
Wes Anderson - "Moonrise Kingdom"
Julia Loktev - "The Loneliest Planet"
David O. Russell - "Silver Linings Playbook"
Ira Sachs - "Keep the Lights On"
Benh Zeitlin - "Beasts of the Southern Wild"

En İyi Erkek Oyuncu
Jack Black - "Bernie"
Bradley Cooper - "Silver Linings Playbook"
John Hawkes - "The Sessions"
Thure Lindhardt - "Keep the Lights On"
Matthew McConaughey - "Killer Joe"
Wendell Pierce - "Four"

En İyi Kadın Oyuncu
Linda Cardellini - "Return"
Emayatzy Corinealdi - "Middle of Nowhere"
Jennifer Lawrence - "Silver Linings Playbook"
Quvenzhane Wallis - "Beasts of the Southern Wild"
Mary Elizabeth Winstead - "Smashed"

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Matthew McConaughey - "Magic Mike"
David Oyelowo - "Middle of Nowhere"
Michael Pena - "End of Watch"
Sam Rockwell - "Seven Psychopaths"
Bruce Willis - "Moonrise Kingdom"

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Rosemarie DeWitt - "Your Sister’s Sister"
Ann Dowd - "Compliance"
Helen Hunt - "The Sessions"
Brit Marling - "Sound of My Voice"
Lorraine Toussaint - "Middle of Nowhere"

En İyi Senaryo
Wes Anderson, Roman Coppola - "Moonrise Kingdom"
Zoe Kazan - "Ruby Sparks"
Martin McDonagh - "Seven Psychopaths"
David O. Russell - "Silver Linings Playbook"
Ira Sachs, Mauricio Zacharias - "Keep the Lights On"

En İyi İlk Senaryo
Rama Burshtein - "Fill the Void"
Derek Connolly - "Safety Not Guaranteed"
Nicholas Jarecki - "Arbitrage"
Rashida Jones, Will McCormack - "Celeste and Jesse Forever"
Jonathan Lisecki - "Gayby"

En İyi Görüntü Yönetimi
Yoni Brook - "Valley of Saints"
Lol Crawley - "Here"
Ben Richardson - "Beasts of the Southern Wild"
Roman Vasyanov - "End of Watch"
Robert Yeoman - "Moonrise Kingdom"

En İyi İlk Film
Rama Burshtein  - "Fill the Void"
Adam Leon - "Gimme the Loot"
Colin Trevorrow - "Safety Not Guaranteed"
Zal Batmanglij - "Sound of My Voice"
Stephen Chbosky - "The Perks of Being a Wallflower"

En İyi Uluslararası Film
"Amour"
"Bir Zamanlar Anadolu'da"
"Rust & Bone"
"Sister"
"War Witch"

En İyi Belgesel
"How to Survive a Plague"
"Marina Abromovic: The Artist is Present"
"The Central Park Five"
"The Invisible War"
"The Waiting Room"

John Cassataves Ödülü
Laura Colella - "Breakfast with Curtis"
Ava DuVernay - "Middle of Nowhere"
Aurora Guerrero - "Mosquita y Mari"

Kurgudan Daha Gerçek Ödülü
"Leviathan"
"Only The Young"
"The Waiting Room"

Takip Edilmesi Gereken İsim Ödülü
David Fenster - "Pincus"
Adam Leon - "Gimme the Loot"
Rebecca Thomas - "Electrick Children"

Piaget Yapımcı Ödülü
Alicia Van Couvering - "Nobody Walks"
Mynette Louie - "Stones in the Sun"
Derrick Tseng - "Prince Avalanche"

Robert Altman Ödülü
Sean Baker - "Starlet"

http://www.spiritawards.com/
paylaş:

the matrix revolutions (2003)

Yönetmen: Andy Wachowski, Lana Wachowski
Senaryo: Andy Wachowski, Lana Wachowski
Oyuncular: Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss, Hugo Weaving
Tür: Aksiyon | Macera | Bilim-kurgu
Yıl: 2003
Süre: 129 dakika
Ülke: ABD, Avustralya
Dil: İngilizce, Fransızca
The Matrix Revolutions (2003) on IMDb

Wachowski kardeşlerin kült üçlemesinin son parçası olan The Matrix Revoluations, heyecanlı bir yerde sonlanan ikinci bölüm Reloaded’ın vizyon tarihine yakın bir zamanda seyircisiyle buluşmuş ve kendisini unutturmadan olaya son noktayı koymuştu. Yönetmenlerin şahlanışı olarak örülen bu üçleme, ilk filmin sinemaya kattığı değerler ve devam filmlerinin farklılığı itibari ile izleyicileri ve eleştirmenleri ikiye bölmüş, üzerine çok düşünülmesi gereken ve yeni yeni eleştirilerle defalarca inceleme konusu olmuş, en kötülere aday gösterilmiş, sevenleri tarafından ilk filmden itibaren başarısını doruklara taşıyan bir yapım olmuş, adını ne şekilde olursa olsun uzun zaman söylettirmiş bir eser.
İkinci filmde Zion’un kurtuluşu için gerekli olan tüm hazırlıkların yapılması, bununla birlikte yeni sürümlerin tehdidi, anlaşılması daha da güçleşen yapıda üçüncü filmin bir nevi altyapısını oluşturuyor. Üçlemenin son ayağı olan Revolutions’da, artık tam anlamıyla seçilmiş kişi sıfatını taşıyan Neo’un savaşını izliyoruz. Bunun yanında Zion’un Matrix tarihindeki en büyük makine savaşına sahne oluşunu ve yan karakterlerin bu savaşta gösterdiği çabayı seyrediyoruz.

Efsane niteliğindeki Ajan Smith ve klonları ile Neo’nun birbirlerine girmesinin sahnelendiği en iyi dakikaları içeren, efsanenin son filmi, tam da olması gerektiği şekilde ilerleyip son halini alıyor. Acıklı ve bir o kadar da umut dolu finaliyle ismini sinema tarihine altın harflerle yazdırmış The Matrix, Wachowski kardeşlerin ününü arttırırken bizlere de her akla geldiğinde izlenecek bir şölen sunuyor.
Mesih olarak görülmeye başlanan, yaşayabilmek için umudun dallarına tutunmaya çalışan halkın son çare olarak direnmenin yanında sona yaklaşırken duydukları inançla kendinden emin bir şekilde doğru yolu bulmak için uğraşan Neo, elde ettiği kimliğiyle yapması gereken görevini en iyi şekilde tamamlayabilmek için çabalıyor. Zion halkının gösterdiği yaşam mücadelesi, savaşın çıkılmaz noktası ve yaşanan gerilim tam anlamıyla izleyiciyi koltuğuna kilitliyor.

Konu itibariyle aslında en doyurucu bölüm diyebiliriz Revolutions için. Smith-Neo, Makinalar-Zion arasında geçen savaşın yanı sıra Matrix’i inşa eden mimar ve olayların geleceğini gören kahin arasındaki geçenler de filme getirilen birer artı. Hatta filmin senaryosuna baktığımızda aslında ilk filmden bu yana görülen Neo ve Zion halkına karşın kötüler olarak tanımlanan makinalar arasındaki gerginliğin özünde kahin ve mimarın olduğunu da anlamımızı sağlayan bir bölüm. Durumun en başında mimarın zeka ile hareket etmesi, kahinin ise tümüyle sistemin hatasından doğup inşa edilen program için asıl tehdit oluşu. Bir tarafta mantık bir tarafta sezgiler.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz. 
paylaş:

the matrix reloaded (2003)

Yönetmen: Andy Wachowski, Lana Wachowski
Senaryo: Andy Wachowski, Lana Wachowski
Oyuncular: Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss, Hugo Weaving
Tür: Aksiyon | Bilim-kurgu
Yıl: 2003
Süre: 138 dakika
Ülke: ABD, Avustralya
Dil: İngilizce, Fransızca
The Matrix Reloaded (2003) on IMDb

Wachowski kardeşlerin muhteşem bilim-kurgu üçlemesi The Matrix’in ikinci ayağı olan Reloaded, ilk filmde altyapının kurulduğu Matrix kavramının üzerine bindirmelerle Neo’nun gerçek dünya ve Zion’u kurtarma çabasında kimliğini yerli yerine oturtması üzerine devam eden bir konu işliyor. 99 yılında vizyona giren ilk filmin büyük sükse yapması ve her sinema konuşulan yerde adının geçip kült film olarak anılmasının yanında her ne kadar yönetmenler ilk filmin gölgesinde kalmamasını istedikleri bir film çekseler de ikinci bölüm olan Reloaded, eleştirmenler tarafından haksız yere kötülenmesi ve izleyiciler için genel olarak daha da güçleşen konusu ile kafaları karıştırmasıyla elde edilmesi amaçlanan başarıyı getirememiş, ilk filmin önüne geçememiş. Tabii bana göre üçlemedeki tüm bölümler gibi Reloaded da olması gerektiği gibi bir devam filmi.
Eleştirilmesinin en büyük nedenlerinden biri filmin derin felsefik olgusundan biraz ayrılarak konuya aşk meselesinin dahil edilmesi diyebiliriz. Bence duruşuyla ayrı bir yer tutan oyunculukların mimiksiz olarak görülüp taşlanması da bu etkenlerden biri.

Temeli oluşturulmuş yapının neticeye bağlanmasında ara basamak olarak görülebilecek ikinci bölüm, neo’nun artık seçilmişlik kavramını daha çok benimsemesi üzerine kurulu. Tabii insan olduğunu unutmamanın verdiği duygusal bağlamlar yapacağı seçimlerin sonuçlarını bir o kadar da etkiliyor. Seçilmiş kişinin özelliklerine bir bir sahip olmaya başlayan Neo, üzerindeki baskı ile rüyalarında gördüğü gelecek olgusuyla karar aşamalarında duygusal yönden seçimlerde bulunabiliyor.
Zion denilen, son insan ırkının yaşadığı yerin kurtarılması üzerine daha çok düşülen senaryoda, tehdit olarak görülen bir o kadar kavram yetmezmiş gibi Matrix içerisinde özgürlüğünü kazanan programların varlığı, klonlanma özelliğinin meydana gelişi ile düşman sayısı daha da artıyor.

Görsel şölen belki çok klişe bir söylem ama bu filmde ilk filme oranla teknolojinin daha çok kullanılmasıyla artan efektler tam da bu klişe lafın karşılığını oluşturuyor. Çokça eleştirilen dövüş tekniğinin yerlere vurulmasının aksine benim düşüncem tümüyle pozitif. İzlerken konunun tümüne inanıp bilim-kurgu türünün en iyi eserlerinden biri olan filmi kötülemek için saçma fikirler uydurmak ne yazık ki pek de mantıklı eleştiri gibi görünmüyor.
Konunun bölünmemesi için aynı sene içerisinde vizyona giren üçüncü bölüm ise tam da Reloaded’ın merak uyandıran final sahnesiyle başlıyor.
Ağır eleştirilere maruz kalmış olsun, bence en iyi devam filmlerinden biri olan Reloaded, yine ilk film gibi görsel, teknik, kurgu, senaryo ve yardımcı tüm etkenlerle unutulmayacak bir film.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz. 
paylaş:

the matrix (1999)

Yönetmen: Andy Wachowski, Lana Wachowski
Senaryo: Andy Wachowski, Lana Wachowski
Oyuncular: Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss, Hugo Weaving
Tür: Aksiyon | Macera | Bilim-kurgu
Yıl: 1999
Süre: 136 dakika
Ülke: ABD, Avustralya
Dil: İngilizce
The Matrix (1999) on IMDb

Bilim-kurgu sinemasının akla ilk gelen ve kült statüsüne erişmiş The Matrix, Wachowski kardeşlerin yönetmen koltuğunda oturduğu, diğer filmlerden onu ayrı kılan en önemli farkın türün içine felsefik olguların yerleştirildiği en iyi filmlerden biri. Öyle ki nerdeyse tüm dakikalarında izleyiciyi sürekli bir soru sorma isteğine hapsetmiş yapısıyla, boş geçmeyen her anı ile orijinalliğini bozmayıp sonuçlanıyor.
İyi bir yazılımcı olan Thomas Anderson’ın Neo takma adıyla boş zamanlarında yaptığı hackerlık serüveninin, nasıl bir anda değişerek simüle dünyanın kuruluşu ve bu dünyada olup biten makine-insan ırkı savaşının sonuçlanmasını sağlayabilecek “seçilmiş kişi” olma yolundan çok daha fazlasını anlatan üçlemenin ilk ayağı The Matrix, bu türün öncülüğünü yapmak için yerini belirlemiş vaziyette devam filmlerinin en alt basamağını oluşturuyor.

Mr. Anderson ile Neo arasında sıkışmış kişiliğin gerçek kimliğiyle karışan benliğini, gerçek ile yapay olguların farkını anlama çabası ve önüne sunulan seçme şansıyla yavaş yavaş elde edilen ve anlamak için uğraştığı dakikalarda bilinçaltına yerleştirdiği korkudan uzaklaşırken Anderson’dan Neo kimliğine geçişi izliyoruz. Duymak istedikleri bir bir dinlediği kahinin ağzından dökülünceye kadar asıl olmayan kimliğinin ona yaşattığı korku, Neo kimliğini kazandıktan sonra ağır bir sorumluluk halini alıyor ve bu yükün altından kalkmak için sığınmaya çalıştığı gerçekliği kabul ediyor.
Tüm görselliğinin yanında derin diyalogların yer aldığı The Matrix, inanç-kader ilişkisi ve seçim şansıyla felsefik metinleri bolca ihtiva eden bir film. Makine ile insan ırkının egemenlik sürecinde, kişilerin görüş ayrılıkları ve dinsel yönden sorgulama eğilimleri de filmi bir o kadar anlamlandıran özellikleri.

Bu olguları tırmalaması, yönetmenlerinin devam filmlerini aynı yıl içerisinde vizyona sokmasının şöhret ve para derdi olduğu düşüncesi ve antimatrix kavramı bile filmin yerini sarsmaya yetmemiş, bilim-kurgu sinemalarının hazin sonu olan ödül meselesinde o da teknik yapısıyla ödülleri kucaklarken anlatılanların çok da anlaşılmaması ve biraz aykırı gelmesiyle diğer yönlerden eleştirmenler tarafından zayıf bulunmuş. Gün geçtikçe anlaşılan ve sinema tarihine önemli katkılarının ve farklı bakış açısı ve duruşunun etkisi olduğu anlaşılıyor. Doksanların sinema açısından belki de en önemli yılı olan 99 senesinde diğer filmler ile dik bir şekilde ifadesini ortaya koyuyor.
Gerek oyunculuk, gerek derin konuların arasında bilim-kurgu sinemasındaki en önemli aşklardan birine sahip olması, teknik altyapı, çekim açıları, gerekse kullanılan müzikler ve yer yer kullanıldığında beyin fırtınasına sebep olan sözlerle The Matrix, gelmiş geçmiş en iyi bilim-kurgu filmlerinden biri.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz. 
paylaş:

fuck music | we love music, we love to fuck


“we love music, we love to fuck… since 1972” mottosunu belirlemiş amaca uygun bir internet radyosu olan Fuck Music, dinlenilesi, dinlenmesi zevkli bir ürün. Yaratıcı aklın değdiği de her halinden belli.

“just play & fuck” diyerek konumunuza/durumunuza uygun olarak “strip”, “sweet lovin’” ve “after shaggin’” olmak üzere üç katogariden birini seçip play tuşuna basarak müzik dinlemeye başlıyorsunuz.

O esnada dinleyici sayısına göre de “x couples are fucking good and listening to fuckmusic.fm right now” diyerek ortamı neşelendiriyor. Tabii o esnada tam olarak neler olduğunu bilemiyoruz.

Hep çiftlerden, sevişmekten bahsediyoruz fakat radyoyu yalnızken dinleyemezsiniz gibi bir diretme de yok, açıp gönül rahatlığı ile gaza gelebilir, garip düşüncelerle boğulabilirsiniz.

Ve Fuck Music dinlemek için herhangi bir üyelik yapma söz konusu değil. İnternet sitesine girmeniz yeterli.

Dinlerken yanınızda sevdiğiniz insanın olması dileğiyle…

paylaş:

kick-ass (2010)

Yönetmen: Matthew Vaughn
Senaryo: Matthew Vaughn, Jane Goldman; Mark Millar ve John Romita Jr. (çizgi roman)
Oyuncular: Aaron Taylor-Johnson, Nicolas Cage, Chloe Grace Moretz
Tür: Aksiyon | Komedi
Yıl: 2010
Süre: 117 dak.
Ülke: Birleşik Krallık, ABD
Dil: İngilizce
Kick-Ass (2010) on IMDb


11 yaşındaki Mindy ve onun babası Damon çok garip bir aile, daha ilk dakikalardan da anlaşılabiliyor bu gariplikleri. Ödülün dondurma olduğu bir çelik yelek eğitimi izliyoruz. Eğitim de bilindik tarzda değil, küçük kızın çelik yeleği giydiği, baba karakterinin kızına silah doğrulttuğu bir sahne bu. Kızın korkuyorum nidalarına rağmen durumu korkulacak bir şeyin olmadığını söyleyerek geçiştiriyor hatta baba karakteri ve silah ateşleniyor. Tam da onun söylediği gibi yumruk darbesinden başka bir acı hissetmiyor küçük Mindy ve dondurmayı hak ediyor. Ağzı bozuk, şımarık, sevimli, zeki ve tetikçi bir kahraman doğuyor bu sahneyle, adı da Hit-Girl.
Bu sahneden sonra film bir diğer karakter üzerinde yoğunlaşıyor yarısına kadar. Dave adındaki ergen genç hayatını sosyal platformlarda geçiren, süper kahraman dergileri okuyan ve şayet bu şekilde yaşamaya devam ederse geride hatırlanacak hiçbir şeyi bırakamayacağını düşünen biri. Sinirleri normal insan göre biraz az çalıştığı için de pek acı hissetmiyor bünyesinde. Böylelikle süper kahraman olmaya karar veriyor.

Giydi komik, garip renkli kostümüyle gecenin biri vakti suç dünyasını alt-üst etmek için dışarı çıkıyor ve yediği dayak karşısında sinirlerinin de yardımıyla hayatta ve ayakta kalıyor. Bu durumun biri tarafından videoya çekilip Youtube’a yüklenmesiyle de bir anda süper kahraman oluveriyor. İlk sahnenin çılgın küçük karakteri olaydan Dave’in sıyrılmasını inanılmaz havalı bir şekilde sağlıyor ve film rayına oturmaya başlıyor.
Hit-Girl ve babasının davası ise çok eskiye dayanıyor. Annesinin katillerinden öç almak için doğduğu vakitten itibaren babası tarafından eğitilen Hit-Girl ve diğerleri ortalığın tozunu attırıyor.
Klasik süper kahraman filmlerinden çok çok farklı bir yerde Kick-Ass. Neticede olayı biraz da komediye vurup süper kahramanlarla dalga geçiyorlar. Kostümleri bu dalga geçme yönteminde ilk göze çarpan detay. Cart renk seçimleri, giyilen taytlar, karakterlerin tavırları, tümüyle bu duruma ayak uyduruyor.

Bu kadar çok sevilmesinin nedeninin altında eğlenceyi bulmak çok da güç değil. Aksiyon var filmde fakat konu o kadar da abartılacak düzeyde değil hatta derinlik yok bile değiliz. Ama konu derinliği aradığı söylenebilir mi film için, zannetmiyorum. İzlerken izletiyor, eğlendiriyor, işkence sahneleri ve küçük kızın ettiği küfürlerle biraz da karşı çıkıyor, geriyor bile. Güldürmesi de cabası.
Sıradan bir günü eğlenceli hale dönüştürmek için, özellikle evde sıkılanlara tavsiye edilebilir kendisi. 2013’te ikinci filmi de izleyebileceğiz üstelik.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

remember me (2010)

Yönetmen: Allen Coulter
Senaryo: Will Fetters
Oyuncular: Robert Pattinson, Emilie de Ravin, Caitlyn Rund
Tür: Dram | Romantik
Yıl: 2010
Süre: 113 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce, Çince
Remember Me (2010) on IMDb

Remember Me, genel hatlarıyla unutmak üzerine bir film fakat anlatmak istediği bir konu varsa şayet bunu tam olarak gerçekleştirememiş diyebilirim. Konu itibari ile ise -ki konu varsa filmde- henüz 11 yaşındayken annesiyle birlikte gittiği metro istasyonunda yaşanan talihsizlikle annesinin ölümüne şahit olan ve bu vakitten sonra babası ile yaşayan Ally ile abisinin ölümünden sorumlu tuttuğu, ilgisiz, tek odak noktası işi olan bir babaya sahip Tyler arasındaki ilişki işleniyor. İki genç zamanında derin kayıplar vererek yaşamları alt-üst olmuş, acılarını içine atıp kendi yalnızlıklarını sürdürüyorlar.
Tanışmaları ise ne olmasını istiyorlardı da ne hale geldi denilecek düzeyde, Tyler karakteri sokak kavgasında mağdur tarafı kollarken Ally’nin polis babası tarafından suçsuz yere tartaklanır ve gece hapsine tabi tutulur. Bunun acısını kızından çıkarmak gibi bir amaç edindiği izlenimi veren Tyler, Ally ile tanışır fakat bu iki genç birbirlerine aşık olur.
Ally, zamanında yaşanan korkunç olaydan sonra aşırı korumacı bir babanın gözetiminde büyütülen bir bireyken, Ally’nin aksine Tyler, hiçbir şekilde çok da ilgi gösterdiği söylenemeyen bir ailede yetişir ve tavırları kendisinin sahip olmadığı bir kişiymiş gibi yaşar. Onun ailesinde korumaya çalıştığı tek kişi kız kardeşidir ve sanıyorum filmdeki en iyi oyuncu bu küçük kız.

Aralarındaki ilişkinin çıkmazlığından tutun da bireylerin kendi başlarına olan yaşam tarzlarına ya da iki ailedeki büyüklerin evlatlar üzerindeki ilgilerine kadar türlü konuları odak noktası olarak seçen film gelgitler üzerinde ne yapacağını bilemeyen bir tavır sergiliyor gibi ilerliyor.
Bu dakikaya kadar geçen dakikalarda zaten kendisine asıl bir konu seçemeyen film sonlara yaklaştıkça 11 Eylül vakasına da göz kırpmaya başladığında iyice dağılıyor ve sanki konuyu bir yere bağlayabilme çabası güdüyor. Yaşanan travmalara düz, yalın hatta ifadesiz bir şekilde bakan film, aslında derinlik katılsa iyi bir ürün olma yolunda ilerleyecekken iyice kötüleşiyor ve finale ulaşıyor.
Filmi izlerken yakın arkadaşımın “aa çocuk intihar mı etmiş?” sorusuyla gerilen bünyenin karanlık sinema salonunda kahkaha patlatmasıyla da son nokta koyuluyor. Demek istediğim bu güzel ama bir o kadar da komik anı haricinde filmin bende bıraktığı hiçbir iyi yanı yok. Tabii zevkler görecelidir demek de olaydan sıyrılmanın en kolay tarafı.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

perfume: the story of murderer (2006)


Yönetmen: Tom Tykwer
Senaryo: Tom Tykwer, Patrick Süskind (roman), Andrew Birkin, Bernd Eichinger
Oyuncular: Ben Whishaw, Alan Rickman, Rachel Hurd-Wood, Dustin Hoffman
Tür: Dram | Fantastik
Yıl: 2006
Süre: 147 dak.
Ülke: Almanya, Fransa, İspanya, ABD
Dil: İngilizce

Perfume: The Story of a Murderer (2006) on IMDb

Patrick Süskind’in aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan film, 18. yüzyılda Fransa’nın kokuşmuş sokaklarında balıkçı tezgahının altında doğum yapıp iğrenç bıçakla göbek bağı kesilen ve annesinin bu tutumu karşısında trajikomik bir şekilde idam edilmesiyle kimsesiz kalan Grenouille’in hayat hikayesini anlatıyor. Daha doğduğu ilk andan itibaren koku alma duyusu normal insanlardan çok farklı şekilde çalışan Grenouille, açlık sefalet ve lağım kokuları eşliğinde yetimhanede büyüdükten sonra şehrin büyük tabakhanesinin başındaki adama çalışması için satılır. Daha küçüklüğünden beri diğer çocuklardan farklı olduğu anlaşılır ve sürekli yalnız yaşamayı seçer. Kokuların ona hissettirdikleri ise dünyevi hiçbir varlığın hissettiremeyeceği düzeydedir. Üstelik kokuların onun için birbirlerinden çok da farkı yoktur. Normal insanoğlunun güzel ve kötü olarak algıladığı tüm kokular onun için sadece “koku”dur ve tümünün hangi kaynaktan geldiğinin önemi yoktur. Bunun yanında tüm kokuları çok uzakta olsalar bile ayırt edebilir.

Bir gün önünden geçen kızıl saçlı kız “güzel koku”nun ne demek olduğunu ona gösterir. Kızın kokusunu alır almaz baş döndürücü bir sarhoşluğa bürünen Grenouille, kızı takip ederek güçlü kokunun hiç bitmemesini ister. Kıza daha yakın olmak, kokusunu içine olabildiğince çekmek isteyerek olabildiğince yaklaşır, bundan dolayı kız tedirgin olur ve çığlık atmaya başlar. Kızın çığlığıyla afallayan Grenouille bir anda kızı susturmak ister ve kızın ağzını olabildiğince sert, kendinden geçmiş şekilde kapatır. Kokusuyla sarhoş olduğu kızın cansız bedeni kollarında kendisini serbest bıraktığında ise kokuya sahip olacağını düşünür. Tabii beden giderek soğumaya başlayıp ölüm kokusu her tarafı sardığında Grenouille, ona güçlü ve güzel kokunun ne demek olduğunu gösteren bu kokunun nasıl saklanabileceği konusunu aklına getirir ve bunun üzerinde çalışmaya başlar.
Bakire, genç, güzel kızlardan yayılan bu kokulara sonsuza dek sahip olabilmek için uğraşmaya başlar. Bunun için parfüm sektörünün ileri gelenlerinden Giuseppe Baldini’nin yanına çırak olarak girer.

Kitaptaki koku tasvirlerinin sinemaya nasıl aktarılabileceği açıkçası muamma olarak görülse de okurken alınan hazzın filmi izlerken duyulana neredeyse bire bir yakınlıkta bir başarıyla aktarılması filmi iyi kılan özelliklerinden biri. Tabii kitaptaki bazı yerlerin değiştirilmiş bazılarının ise filme hiç yansıtılmamış olması yazılı ürün ile görsel sanatın arasındaki farkı ortaya kokuyor olsa gerek diyerek susabiliriz. Bunun yanında Tom Tykwer, ana karakterin bütün psikopatlığını, hastalıklı ruhunu, olayın geçtiği zamandaki yerlerin tüm iğrençliğini, insanların olaylara bakış açılarını olabildiğince gerçekçi düzeyde göstermiş olması da yine filmi iyi yere getiren diğer ayrıntısı.
Müzikleri ve görsel şöleniyle koku hissinin neredeyse tümüyle verilebileceğini de görmüş oluyoruz filmi izlerken. Ana karakterin anlaşılmaz karakterinde kendimizi bulmamamız ve havaya salınan kokularla sarhoş olduğumuzu görmek de ortaya koyulan işin başarısından olsa gerek.  
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

Zihin Okuma Sanatı

   
Herkesin başına gelmiştir; 2-3 yıl önceki olayı hatırlarsın, karşındaki bir şey demiştir sen de ne ima ettiğini anlamayıp mal bir cevap vermişsindir. Annemgil evde yok gel kahve içeriz demiştir kız sen de kabız gibi kahve sevmiyom ben eve gitcem demişsindir de 3 yıl sonra " lan ya ne kadar salakmışım kafama sıçayım " demişsindir.
   Hatta hiç unutmam sene 2009 hoşlandığım, flörtleştiğim bir kız var. Hasta oluyor ben buna ilaç milaç götürüyorum felan. Kız gece mesaj attı
- Ya sen bana çok ilgi gösteriyorsun neden :)
--Sana çok değer veriyorum
- iyi de neden işte :)
--Ben sevdiklerime değer veririm :d
- Sen beni seviyor musun ki?
   Normal bir insan evladı ne der? Evet çok seviyorum hem de der, işi bitirir demi. Bak ben ne dedim?
--Seviyorum TABİ
  Lan amına koduğumun salağı. Neyse kendime sövmeyeyim durduk yere.
  İşte o an anlayabilseydim ne demek istediğini neyi ima ettiğini şimdi telefonuma gelen tek mesaj " gelirken patates al la götelek " olmazdı.
  Sonra insanların söyledikleri şeyleri neden söyledikleri üzerine kafa yorarak kendi zihin okuma yöntemimi geliştirdim. Denedim işe yarıyor.
  Şimdi efendim çok kolay bir yöntem bu. Yapmanız gereken tek şey gözlem ve tümevarım yöntemini birleştirmek. Örneklerle anlatayım
  Ben ehliyet sınavından trafikten kaldığım için baya taşak konusu olmuştum mal mısın felan diyorlardı bana.
  Bu muhabbetlerden bir kaç gün sonra arkadaşım ve onun arkadaşıyla yemek yiyoruz. Bi muhabbet oldu, sonunda malım galiba diyip bitirdim muhabbeti. Sonra arkadaşın arkadaşı " senin ehliyet ne oldu ya " dedi.
  Bu adam bu lafı niye dedi? Düşünelim. Biz ehliyet konusunda konuştuk önceden benim mal olduğum söylendi. Yani adamın zihninde şu düşünce var " bu mal ehliyet sınavından kalmıştı " ve bilinçli veya bilinçsiz olarak bu soruyu soruyor. Ve siz o adamın zihninde bunun olduğunu anlıyorsunuz. Bir örnek daha verelim
  Bir arkadaşımla oturuyorum ve o an bileklerime baktığını fark ediyorum. - bileklerim çok ince - yine kısa bir süre sonra arkadaşım başka bir arkadaşının diyet yaptığından bahsediyor. Yani zihninde " bilekleri ne kadar ince çok zayıf bu çocuk " düşüncesi geziyor. Bir örnek daha verecek olursak
  Hoşlandığım bir kızla okul öncesi alışverişe gidiyorum. Sonra yemek yerken diyor ki  " ayşe(arkadaşı) de ahmetle(arkadaşının sevgilisi) yapmış alışverişi " yani diyor ki " biz sevgili miyiz neyiz? sevgililer gider alışverişe beraber " 
  Bu şekilde gözlemlere bağlı tümevararak ulaşacağınız varsayımsal verileri kullanıp kişinin zihninde oluşan düşünceyi büyük bir doğruluk yüzdesiyle görebiliyoruz. Son bir örnek vereyim
  Zamanında hacettepesözlük sitesinde radyo programı yapıyordum. Laf hacettepe sözlükten açılıyor.
  Diyorum ki " hacettepe sözlük de ne kadar güzeldi lan " arkadaşım de katılıyor fikrime. Bir süre sonra last fm ile ilgili bişey soruyor. Şimdi last fm radyo sitesi benim de hacettepe sözlükte radyo programım vardı. Yani o adam ben hacettepe sözlükte bahsettiğim anda benim orda radyo programı yaptığımı düşündü büyük ihtimalle. Noktaları birleştirerek vardığım sonuç bu oluyor.
  Deneyin, memnun kalmazsanız paranız 30 gün içinde iade edilecek. Ürünlerimiz stoklarla sınırlı olup... 

  Deneyin, kendiniz göreceksiniz işe yaradığını. Yaramazsa da yaramasın napayım öleyim mi bunu mu istiyorsunuz?
  Nacizane bestemdir kendisi dinlerseniz çok güzel olur. öperim.
http://soundcloud.com/vakamijin/fucking-november-1
  Not : yöntemi deneyip işe yaradığını görenlerden feedback alırsak güzel olur. Denedim %100 çalışıyor tarzı bir yorum görürsem gidip Tübitaktan patentini alırım. Saygılar.
paylaş:

moon (2009)

Yönetmen: Duncan Jones
Senaryo: Duncan Jones (öykü), Nathan Parker
Oyuncular: Sam Rockwell, Kevin Spacey (ses)
Tür: Dram | Bilim-kurgu
Yıl: 2009
Süre: 97 dak.
Ülke: Birleşik Krallık
Dil: İngilizce
Moon (2009) on IMDb

Sam Bell adındaki astronot, yakın bir gelecekte dünyanın enerji ihtiyacını gidermek için kullanılan Helium-3 adındaki maddeyi çıkarmak için üç yıllığına, bu maddenin bolca bulunduğu Ay’a gönderilir. Bu süre zarfında Sam’e arkadaşlık edecek, çoğunlukla onun derdini dinleyecek, bulunduğu ruh haline göre ona yol göstermeye çalışacak tek varlık ise onunla birlikte gemide bulunan Gerty isimli robot. Koskocaman boşlukta küçük bir bedenin istediği zaman evine dönememesi gibi zorlu bir süreci anlatan film, dar bir yere sıkışma hissinden çok farklı bir boyutta yalnızlığı anlatıyor aslında. Sam, içinde bulunduğu ruhsal durumu bir nevi duvara çizdiği suratlar ile bizlere aktarırken Kevin Spacey’in sesini dinlediğimiz Gerty ise bu durum karşısında belirli yüz ifadelerine bürünüyor.
Bir süre sonra gemide gerçekleşen aksaklık nedeniyle dünya ile kurulan iletişimde sıkıntılar çıkınca karısıyla olan bağı giderek azalıyor Sam’in. Görüntülü konuşmak artık bir hayal oluyor ve onun bu esnada kendini avutma yönteminde hammadde önceden kaydedilen konuşmalar oluyor. Uzun bir süre sonra da bedeni ve ruhu bu sıkıntılara dayanamayıp reaksiyon vermeye başlıyor. Delirme aşamasına yavaş yavaş gelirken sanrılar görmeye başlıyor, baş ağrıları çekiyor ve burun kanaması geçiriyor.

Yine bu sanrıların sürdüğü bir zamanda Helium-3 toplama aşamasında aracını çarpıyor ve bilincini yitiriyor. Bir süre sonra merkezde kendine geldiğinde kendisinin üç yıl önceki haliyle karşılaşıyor. Ortada bir klonlanma mevzusunun olduğu ise bu dakikalarda tümüyle fark ediliyor. Bundan sonraki vakitte ise Sam ve kolonunun aralarındaki ilişki ve durumu kotarma çabalarını izliyoruz.
Çok da mesaj verme kaygısı gütmeyen Moon, diğer bilim-kurgu filmlerinden farklı. Neticede ortada yoğun bir aksiyon olmasını beklerken olabildiğince sessiz ve kendi halimde ilerliyor kendisi. Gerty’i saymazsak ortada sadece bir karakterin olması da aslında zoru başarmak gibi bir şey. Tek başına sahnelenen bir tiyatroda oyunculuğun ne kadar iyi olduğunu söylemeye de gerek yok. Ama sizin istediğiniz alışılagelmiş bir uzay filmi ise bu film hiç de size göre değil.
Söylemek çok da gerekli midir bilmiyorum ama filmin yönetmeni David Bowie’nin oğlu Duncan Jones ve film yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. Moon, BAFTA film ödülü sahibi aynı zamanda katıldığı film festivallerinden de ödüllerle dönen bir başarıya sahip.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

district 9 (2009)

Yönetmen: Neill Blomkamp
Senaryo: Neill Blomkamp, Terri Tatchell
Oyuncular: Sharlto Copley, David James, Jason Cope
Tür: Aksiyon | Bilim-kurgu | Gerilim
Yıl: 2009
Süre: 112 dak.
Ülke: ABD, Yeni Zelanda, Kanada, Güney Afrika
Dil: İngilizce, Güney Afrika lisanları
District 9 (2009) on IMDb

Yaşadığı sorun yüzünden dünyaya zorunlu iniş yapan dev uzay gemisi Johannesburg şehrinin tam üzerine yerleşir ve havada aslı bir şekilde kalır. İçerisindeki yüz binlerce uzaylı bir süre sonra bu bölgede yaşamaya mahkum edilir ve District 9 denilen çöplük benzeri yerde gecekondudan bozma sığınaklarda yaşamlarını sürdürürler. Çöpten bulduklarıyla, lastik, çiğ et ve kedi maması benzeri ürünlerle beslenerek, iğrenç bir şekilde günlerini geçirirler ve evlerine dönme umutlarıyla dev gemilerinin onarılmasının hayalini kurarlar.
Bu uzaylı halk karidese benzediklerinden insanlar tarafından prawn adını almışlar, aradan geçen yıllarla birlikte eve dönme umutlarını iyice yitirmişler ve zamanla bölgedeki suç oranları da artmıştır. Toplam uzaylı nüfusu ise 1.8 milyon dolaylarındadır. Hal böyle olunca bu uzaylı topluluğunun idaresini üstlenen şirketin aldığı kararla bölgenin boşaltılmasına uzaylıların ise yerin altına gönderilmesine karar verilmiştir. Tahliye işiyle görevlendirilmiş kişi District 9 denilen bu bölgeye geldiğinde olaylar tahmin edildiğinden farklı yönde ilerler ve yaşananlar sonucu bu baştaki kişi sığınakların birinde metal bir kutu bulur. Kutuyu açmasıyla Wikus denilen bu görevlinin hayatı tümden değişir. Yavaş yavaş bünyesi ve metabolizması kendi iflasını gösterir ve ortaya insandan prawn'a dönüşen bir yaratık çıkar.

District 9, şimdiye kadar çekilmiş en gerçekçi/inanılır uzaylı filmi bana göre. Diğer filmlerden bu filmi farklı kılan bazı konularda mevcut. Diğer uzaylı filmlerinde yer alan genel konu itibari ile dünyaya uzaylılar ayak bastığında ne olur, bize ne yaparlar sorularından çok bu filmde durum karşısında insanlar uzaylılara ne yapar sorusu irdelenmiş. Bunun yanında içerik olarak sosyal mesajların da verildiği gözden kaçmamalı. Güney Amerika’da çekilen filmde bir nevi baskın çoğunluğun azınlıktaki güçsüzlerin hakimiyeti kendi ellerine alıp onlar üzerinde nasıl da yaptırımlar uygulayabildiğini gözler önüne seriyor film. Bunun yanında şu anki Afrika’da halkın yaşam tarzıyla filmdeki uzaylıların yaşamı arasında çok da fark görülmüyor. Ayrıca filmin içeriğinde kendi halkının yaptığı yanlışları görmek için diğerlerinden olmanın verdiği yabancılaşma/ötekileşme olgusu da olabildiğince iyi işlenmiş.
Sonu itibari ile akılda devam filmi ilerleyen yıllarda gelir mi sorusu kalıyor ama kendi haliyle bile son yıllardaki en azından kendi türünde eşi benzeri bulunmayan bir film District 9.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

a single man (2009)

Yönetmen: Tom Ford
Senaryo: Christopher Isherwood (roman), Tom Ford
Oyuncular: Colin Firth, Julianne Moore, Matthew Goode
Tür: Dram
Yıl: 2009
Süre: 99 dak.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce

Eşcinsel bir yaşam süren edebiyat profesörü George, on altı yıllık sevgilisi Jim’i trafik kazasında kaybettikten sonra büyük ölçüde hasara uğrar ve o dönemin verdiği baskıdan dolayı yasını açık bir şekilde yaşayamaz. Bir süre sonra hayata onu bağlayacak bir varlık göremeyince intihar etmeye karar verir. Filmde George ile tanıştığımız dakikalar da bu vakte tekabül eder. Yaşamındaki düzenlilik intihar noktasına gelen bir adamın halini bozmamış, kendin tümüyle kaybetmektense giderken geride bıraktıklarının yaşayacağı şoka karşın o tüm hazırlıklarını yerine büyük bir ustalıkla ve soğukkanlılıkla getirmiştir. Onu öldürecek olan silah için kurşununu hazır etmiş, gerekli tüm evrakları masanın üzerine dizmiş, sevdikleri insanlar için son sözlerini yazmış, bankadaki kasasını boşaltmış, kıyafetlerini giymiş; planı hazırdır. Üniversiteye son dersini vermek için gider, dönüşte tüm bu hazırlıklarının devamını gerçekleştirecek ve içinde yaşadığı ızdıraba son verecektir. Tabii bu düşündükleri, en iyi arkadaşı/eski sevgilisi Charley ve okulda dersini alan genç çocuk Kenny, tüm bu hayallerinin rayından çıkmasına sebep olacaktır.

A Single Man, eşcinsel temalı filmler arasında izlenmesi gerekenlerin ilk sıralarında yer alıyor bana göre, gerek oyunculuk, gerek görüntü, gerekse konu itibari ile dolu dolu bir film kendisi. Bunun yanında filmin yönetmeni Tom Ford’un moda tasarımcısı olduğu düşünülürse kişilerin olağanın üzerinde uyumluluğu, sahnelerde kullanılan her bir eşyanın görsel açıdan muazzamlığı daha rahat tahmin edilebilir. Yönetmenin yarattığı bu sahneler sanki gerçeğin biraz dışında kalan güzellikte, geriye dönüşler ve şu anki zamana bağlanan dakikalardaki renk konsantrasyonları bir o kadar çekici düzeyde. Kostüm seçimleri konusunda pek bir şey dememe gerek yok sanırım. Bunun yanına bir de Colin Firth’ün oyunculuğu da eklenince filmin bir anda birden fazla basamak atlıyor.
Görüntü yönetmeni Eduard Grau ve o hoş müzikleri bu muhteşem görüntülerle birleştiren Abel Korzeniowski’yi de unutmamak gerek. Olabildiğince iyi işler ortaya koymuşlar.
Genel itibari ile tek başına oyunculuğuyla Firth’ün filmi götürmesi kaçınılmaz, tabii diğer oyuncuların yetenekleri de göz önünde.
Sonuç olarak A Single Man, genel eşcinsel temalı filmlerin steril halini anlatıyor diyebiliriz. Bir erkeğin sevdiği insanı kaybetmesinden sonra yaşadığı duyguların, dış dünyaya olan bağlılığını yavaş yavaş kaybetmesi ve sona doğru yaklaşırken hissettiklerini gösteren iyi bir film.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş: