Birkaç özel şeyle başlamak istiyorum; izninizle: Bekleme! Ne birkaç cümle sonrasında, ne birkaç satır aşağısında. Ne de ansızın bir gece yarısında, bekleme!
Teşekkürler.
***
Uzun zamandır korkuyorum,
hayal gücümün beni bırakıp gittiğinden,
kelimelerin artık benim için kusursuz dizilmeyişinden,
artık hiç bir şeyi eskisi gibi görmeyişimden.
Kısaca; çok korkuyorum.
Bir kadehin üzerindeki tek bir parmak izi kadar can sıkıcı şu sıra hayat.
Her şey rutine bağladı. Uzaktan belki her şey rayında gibi yorumlanabilir ama ben keşifsiz, detaysız yaşayamıyorum. Kurcalayacak akıllara ihtiyacım var. Kont Drakula kadar susamış vaziyetteyim.
Kendim için kısır olan bu zamanda sürekli avunuyorum. Bahaneler üretiyorum. Acayip şeyler düşünüyorum. Yani afilli cümleler kurmak yerine neden kimse notalara yeni bir anahtar eklemiyor gibi şeyler geliyor aklıma. Bir reklam vardı eskiden, bir çoğunuz hatırlarsınız: babam bu kadar güzel pasta yapmayı nereden öğrendi, diyen meraklı bir kızın gözünden görüyorduk her şeyi. Kendimi biraz da ona benzetiyorum şu sıra. Hem ölümüne yoğun geçen iş hayatım hem karma karışık olan genel hayatım zihnimi değiştiriyor sanırım. Ve genel olarak da alışmışlık var bence. Yani artık yeni şeyler yazmadıkça yazasım da gelmiyor. Belki bir tutukluk yaşıyorum, bilemiyorum. Gerçi şimdi yazdıkça ardı da geliyor ama konuyu şuraya bağlayacaktım: Bir yerde okumuştum sanırım. Rüya günlüğü tutmak zihin ve yazmak açısından önemli bir jimnastik olabiliyormuş. Özellikle kafa karıştırıcı rüyaları not tutmak önemliymiş. E' bende de çok var bunlardan. Biraz süsleyerek yazayım dedim. Buyrunuz:
***************
Yakaza-1
Karanlık, viran bir kulübede gözlerimi açtım. Bir şeyler arıyorum. Ne olduğu belli değil. Dışarı çıkıyorum. Kulübe uç bir bir noktada. Sol tarafım çamurdan bir nehir ama akmıyor. Uzun ağaçlar sık bir şekilde her yerdeler. Patika bir yol, aşağı doğru uzanıyor. Aradığım şeyi bulmak için aşağı doğru yürüyorum. Burası sanki cennetin kıyamet sonrası hali gibi. Her şeyin bir zamanlar muazzam güzellikte olduğunu görebiliyorsunuz ama şu an kasvet ve kötü bir enerji her yeri sarmış vaziyette. Patikadan devam ettikçe sağdan çatal şeklinde, kısmen geldiğim yöne başka bir patika tırmanıyor. Aradığım şey orada gibi ama patikaya girmemi engelleyen görünmez bir duvar var. Aşağı doğru devam ediyorum..
Kendimi bir aşağı, bir yukarı koştururken buluyorum. Aynı patikayı defalarca geçiyorum ve her inip çıkışımda arkamda çoğalarak gelmeye devam eden kötü bir enerji var. Mümkün oldukça arkama bakıyorum. Yine sanki çamurdan, bir bebeğin yüzü gibi tombul, yuvarlak suretler görüyorum. Kimisi bağırıyor gibi, kimisi gülüyor, kimisi de ağlıyor gibi, aslında çok belli belirsiz. Ama her hangi bir ses çıkmıyor.
Uzun süre patikada mekik dokuduktan sonra arkamdaki enerji o kadar büyüyor ki, kendi meziyetimle değil, enerjinin beni itmesiyle o giremediğim patikaya düşüyorum. Koşar adımlarla tırmanıyorum. Uyandığım kulübeye benzer bir kulübe. Aynı olması muhtemel. Hızlıca kapıyı açıp içeri dalıyorum.
Devasa bir enerji. Aslında görebiliyor olmama rağmen ne olduğunu fiziksel olarak anlatmak mümkün değil. Kulübenin tamamını kaplamış, giriş bölümünü kapatmış kötü bir enerji. Geri dönmek mümkün değil. Kulübede kalmak mümkün değil. Solumda ulaşabileceğim bir kapı var. Bir nefeste kendimi kapıdan dışarı atıyorum.
Akıl almaz ferahlıkta bir çöl. Yer ile göğün arası o kadar açık ki kendimi bir karınca gibi hissediyorum. Önümde büyük bir kalabalık. Sanki mahşer alanı. Karşılıklı iki tepe ve her iki tepede de aynı büyüklükte bir kalabalık var. İlginç olan herkes üç boyutlu birer gölge gibi simsiyah. Kalabalığı yararak tepede ilerliyorum. Geldiğim yerin aksine burada kimsenin umrunda değilim. Bağrışmalar sağır edecek düzeyde. Ufuk diye bir şey olmadığını söyleyebilirim. Sağ tarafa doğru bakıyorum. Alabildiğine uzaktan gerçekte olamayacak hızla bir gemi geliyor. Öyle hızlı ki saniyeler içinde iki tepenin, iki grubun arasına oturuyor. Ve işte tam o sırada ahşap geminin bir çivisinden bile daha küçük olduğumu fark ediyorum. Aslında gemi ve çöl mü büyük yoksa geriye kalan her şey mi küçük emin olamıyorum. Geminin burnu göğü aşmış vaziyette.
Ve bir beyazlık kaplıyor her yeri.
Israrla çalan bir telefon ile kendime geliyorum. Geminin önünde, yerdeyim. Eski tip bir telefon çalmaya devam ediyor. Elimi uzatsam gemiye dokunabilecek mesafedeyim önce telefonu açmak istiyorum.
Açıyorum. Telefonu kulağıma koyduğumda bir ses bana şöyle söylüyor: Bir tek siz mi hayatta kaldınız?!!
SON