delilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
delilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Deliler Koğuşu - I



Soğuk bir sonbahar güneşinde hafifçe sallandığımızı ve uyukladığımızı hatırlıyorum, son yağmurlar da yağmak üzereydi aslında. Sırf buza ve ayaza kesmiş bir kışa girmeden önce son bahar yağmurları yavaş yavaş terk etmekteydi çorak ve sessiz dünyamızı. Sessiz dünyamıza özenip biz daha da sessizleşmiştik  sanki. Bulutlar daha bir karanlık sokaklar daha bir ıssız olmuştu bu günlerde. Biz de zamanla biraz daha gömülmüştü kendi içsel ve aylak dünyamıza.

Günlerimizi neredeyse hiç bir şey yapmadan geçiriyorduk. Ben gündüzleri puro içiyor akşamları ise babamdan yadigar porto şarapları eşliğinde kitaplarıma gömülüyordum. Hiç bilmediğim ve öğrenmek için çaba göstermediğim İspanyolca kitaplara vermiştim kendimi. Hiç bir şey anlamadan okumak ve sadece seslerin dizilişini takip etmek, böylesi daha mutluydu benim için. Okuduğunu anlamdan geçirilen bir akşam, düşüncelere boğulup bayılana kadar sarhoş olmaktan daha yararlı bir eylem olarak hayatımda yer bulmaya başlamıştı. Aslında bakarsan diğerlerine göre daha iyi gidiyordum. Üç bilinmeyenli denklemleri çözmek için aklının bir kısmından vazgeçmiş, sıfır ile bir arasındaki sonsuz boşlukta hayatını kaybetmiş Lucia vardı bir de. Kendisi zamanında Viyana Üniversitesinde matematik öğrencisiymiş.  Fakat zamanla yaşamaya mı küsmüş, matematiğe mi soğumuş bilmem kendini usulca koyvermiş biraz biraz.. Elinde boş bir votka şişesiyle gelmişti buraya ve o zamanlar üzerinde çalıştığım bir hayattan ötekine atlama teorimde ki hataları bir bir çözüvermişti. O zamandan beri benimde sayılarla olan yakınlığım azalmıştı. Son zamanlarda bana zamanda yolculuk yaptıran sularla kafayı bozmuştum. Düşünerek baktığın zaman hayatını kitleyen fakat zamanı uzatan su birikintilerinden bahsediyorum. Bir çok su birikintisinde kaybettiğim hayatlarla boğuşmaya başlamıştım. Sonuncusunda yakılan bedeninden geriye sadece külleri kalan eski bir kuklanın hayaletiyle boğuşmak zorunda kalmıştım. Ruhu, caddenin ortasında biriken su kütlesinde bir anda belirmiş ve son nefesime kadar ondan kaçmama sebep olmuştu. Neden kaçtığımı nereye kaçtığımı ve niçin kaçtığımı bilmiyordum. Tek hatırladığım güzel bir kızın kenarda bana bakıp gülmekten kıçını yırttığı. Neden bunu yapıyordu bilmiyorum, o esnada tek düşündüğüm durup dururken canlanan bir su birikintisinden kaçmaktı ve bunu yaparken genç ve güzel bir kızın sizi izlemesi bazen gururunuzu zedeleyebilir.

Ne olmuş yani biz deliysek, deliysek biz n'olmuş yani? Hem ben deli değildim ki zaten, en başlarda bana bipolar bozukluk tanısı koymuşlardı, su birikintisinden kaçtığım günleri takiben şizofreni daha uygun buldular diye hatırlıyorum. Hem ne olmuş yani su birikintilerinden kaçıyorsam, dünyada binlerce insan korktukları için yaşıyorken ben korktuğum için bu boktan yere tıkılıyorum sebebi ise korkularımın diğerlerine göre daha değersiz olması. Sizin korkularınızla ben dalga geçiyor muyum ? Soruyor muyum size neden hiç sevmediğiniz bir işte 20 yıldır çalışmaktan bıkmadığınızı ayrılmaktan neden bu kadar korktuğunuzu? Size soruyor muyum çocuklarınızın geleceği konusunda neden bu kadar endişeli olduğunuzu? Hiç sordun mu size neden yaşayamadığınızı? Yaşamaktan neden bu kadar korktuğunuzu siz hiç kendinize sordunuz mu? Bir günlüğüne bile olsa neden mutsuz olduğunuzu sordunuz mu hiç kendi kendinize ? Ve bunu değiştirmek için bir şeyler yaptınız mı? Ben sizi tıkadım mı hiç saçma sapan bir dört duvarın arasına? Hayır !!! Öyleyse ben neden buradayım, su birikintilerinde yaşayan bir hayalet görmek beni sizden daha aptal bir insan mı yapar? Sayıların arasında kendine yer bulamayan Lucia biraz da sarhoş olmaya karar verdiyse onu yargılayacak olan beyin siz misiniz? Ne var beyninizde ? Dogmatik bir tanrının sonsuz evreninde ona taptığınız için götünüzde boncukla yıllarca keyif yapacağınıza mı inanıyorsunuz? Sizi siz yapan boktan beyninizi bir gün bile kullanmazken bir yerlerde ödül sahibi olmayı mı bekliyorsunuz?

Neyse, dediğim gibi sonbaharın son günleri de akıp gidiyordu. Yan tarafta biraz ötede üstünde çatıdan bozma ufak bit tentesi olan şirin bir okul vardı. Aslında tam olarak okul denemez, ufak ve hareketli çocukların kendilerinden vazgeçirilmeye zorlandığı bir işkence kurumu desem daha doğru bir açıklama olur. Genelde burada başarısız olan çocukları da bizim aramıza gönderirlerdi. Size esas bahsetmek istediğim çocuk James bu okuldan bizim tarafa aktarılanlardan. Kendisi 5 yıl o küçük ve şirin tenteli okuldan başarısız olunca bizim tarafa geçmeye hak kazanmış.
Kafasında küçüklüğünden kalma bir yanık izi ve gökyüzünü kıskandıracak mavilikte gözleriyle kendine has bir görünüşü olan James'le bizim tarafa ayak bastığı ilk günden itibaren sıkı bir dostluk kurmuştuk. Ben ona su birikintilerinden türeyen çılgınlıkları anlatırdım o da  bana gelmiş geçmiş en büyük ruh hastalarına(!) taş çıkartacak ailesinden bahsederdi.


paylaş: