Düşündüğü için mi var eder insan yoksa var olduğu için mi düşünür? Belirli bir düşünce içerisindeyken var etmez insan. Tanrı var olduğu sürece düşündürür fakat düşündürmediği sürece var olmaz Tanrı. Ki ölüm de bunun bir benzeridir. İnsan ölümü bilip ölümsüz yaşamaya odaklı bir canlıdır. Yaptığı her harekette yıllar sonrası düşünen bir canlı bu sırada ölümü unutur. Unutmak, düşünmemektir. (ve kayıp şehir unutulmuştur zaten.) Düşündüğü için mi var eder insan yoksa var olduğu için mi düşünür?
Şimdi sana bunları Norveç'te balıkçıların evine döndüğü bir sahilden yazıyorum çocuk. Beraber uzun zaman geçirdik, nelerden vazgeçtik neleri hak ettik, kimi sevdik kimi kaybettik sen hepsini biliyorsun çocuk. Giderken mutlu olanlar vardır çocuk, geri dönmek uğruna hayatlarını sererler çamurlu yollara. Fakat ne geri dönebilirler nede ileri gidebilirler. Hiçbir sikim de yapamazlar yani anlayacağın.
Burada içebilirsin çocuk istemediğin kadar çok içebilirsin. Yıldızlar sonsuz boşlukta parıldayan bir çakmak alevi gibi gözlerini alır ve vücudunu yırtarcasına bir ayaz alıverir benliğini. Sonsuz bir oyunun ortasında çıkmayı bekler gibi hissedersin bazen. Fakat sonunu getiremediğin oyunları hatırla çocuk. Bu oyunun sonu yoktur aslında. Yalnız yenilmeyi beklersin, kimse gelip öldürmez de seni. Unuttuklarını hatırlarsın, karanlıkta bıraktığın beyaz bir el hatırlarsın, midende alev alan yarısı içilmiş çamurla bezenmiş ufak bir votka şişesini hatırlarsın sonra. Sonsuz bir karamsarlık sarmış senin içini çocuk. Ben değilim bu karanlıkta boğulan, emsalsiz ıstıraplara kendi elleriyle ulaşmış adam ben değilim. Hiç bir zaman da olmadım çocuk. Sensiz kendi umarsızlığından verilmiş kararların sorumlusu. Ben yaşamak isterken kendini zehirle dolduran, kaderini asılsız yargılara hapseden, ay ışığında köpürmüş denizin dalgasında kaybettiklerini hatırlayan sensin. Ben değilim çocuk, değilim!
Loş bir odada karanlıkta dans eden bir masa hatırlıyorum. Henüz sadece okumayı sevdiğin yazarların kitaplarını kurcalarken buluyorum seni. Neden buradasın, kimi bekliyorsun, sönük bir gece yarısı telaşı içerisindesin sanki. Olmak istediğin insana yaklaşırken kendine uzaklaşan bir maymun gibi dolanıyorsun etrafta, ipinden tutan birileri olmaksızın koşuşturmaktasın. Benliğin sana uzaklaşırken yalnızlığın yaklaşmakta ve geri dönmenin ilerlemekten daha zor olduğunu asla tahmin edemeyeceğin bir yolun başlangıcında öylece oturmaktasın çocuk. Geri dön çocuk, lütfen..
Dönemezsin bilirim, ne sevenin kaldı ne gidecek bir yerin. Neden bu kadar çok içiyorsun diyordu çok uzaklardan bir hatıra.Karanlık sokakta bir torbacının hatırası canlanıyor beynimde, sanki ben değilde o uyuşuyormuş gibi çocuk. Sanki durup dururken bir anda beyinlerimiz yer değiştirmiş gibi.. Sanrım gerçekliği çoktan kaybettim ben. Hayalimde ki ben acaba aslında gerçek ben olabilir miydi? Sanki gerçek ve hayal bir olmuş, durmaksızın beynime tecavüz ediyor. Hayaller gerçeklerden daha çok acı verebilir miydi çocuk? Hani acı olan gerçekti.. Ha siktirin oradan. Esas acı verici olan kendi ellerimizle kaybettiklerimizdir. Bir insana kendinden daha fazla kim acı çektirebilir, söyle bana? Kim seni kendinden daha çok tutsak edebilir, kim zihnine ve düşüncelerine senden daha çok gem vurabilir? Ve kim seni hayat denen bilinmezin içinde bu denli yalnızlığa mahkum edebilir? Kendinden başka..kim?
O değil de, çok uykum geldi çocuk saat kaç? Sanki aylardır güneş görmemiş gibiyim, sanki aylardır akşamdan kalmayım da güneş doğsa uyusam rahatlayacağım. Acaba herkes gibi Güneş'te bizden bıkmış olabilir mi? Zaten yine sırf tohum vermiş, meret patır patır patlıyor ağzımızda yüzümüzde.. Bir daha görürsem kendi torbasında boğacağım o iti.. Neyse dolapta birer bira daha kalmış olmalı. Onunda beraber içeriz diye ayırmıştım çocuk anlarsın ya..Anlaşıldı bu saatten gayri kimse gelmeyecek. Sonuncuları gerçek olan hayallerimiz yerine hayallerimizde kaybolan gerçekliğimize içelim, gelmişine geçmişine de bir güzel sövelim. Yıldızların bu denli telaşsız oluşlarına bakacak olursak, sabahın olmasını biz daha çok bekleriz. Bütün unuttuklarımızı tek tek hatırlamaya başlarsak bizi kim hatırlayacak? Terk edenler de terk edilenler kadar hatırlanmayı hak etmiyor mu çocuk? İşte hep bu tohumlar, hep bunlar öttürüyor beni yuvasından düşmüş bir kuş gibi.
Ömrümüz sona yaklaşırken anlıyorum ki aslında bütün acılar daha yeni başlıyormuş. Esas acı veren ise anılarında bile yalnız olmakmış. Her gün soruyorum kendime neden bu ızdırabı artık bitirmiyorsun diye.. Bıkmadın mı kendine ve tanıdığın herkese yalan söylemekten, bıkmadın mı her gün yalandan hayatını yalan hayallerle süslemekten. Çek tetiği bitsin gitsin ne var ne yoksa diye kaç kere gaza getirdim kendimi. Kaç kere votka şişesinde kendimi boğmak istedim, ama hiç bir şey o kadar kolay ve acısız bitmiyor çocuk. Herkesin kendi payına düşeni yaşadığı bu düzen de, biz yabancı olduğumuz bir gerçeklikte tanıdık çaresizliklere hapsolmuşuz. Yaşayamıyorken, ölüme yasaklanmışız.. Gözlerimde 25 yaşım ve onun upuzun siyah saçları dans ederken bir bir buz dağı büyük bir gürültüyle batıyor.. Küresel ısınma diye geçiriyorum içimden..
Bir
şeyi yapmak isteyip de yapacak cesareti kendimde bulamadığımda; mesela bir kıza
çıkma teklif edeceğimde ya da bir insana hoşuna gitmeyecek şeyler
söylemek istediğimde kendime hep aynı soruyu sorarım.
‘‘Ne
kaybedersin?’’
Bu
soru beni yüreklendirir, silahı ateşlemeden önce parmağımdaki güç olur.
Kendimden emin olmadan basarım tetiğe. Sonrası muamma… Ya hedefi vururum ya da
attığım kurşun geri tepip beni yaralar. Her iki ihtimalde de sonuçlarla
ilgilenmem. Ne oldu da kazandım ya da neden kaybettim diye düşünürüm. Kazanmak
için birilerine yaranmaya çalıştım mı? Yalan söyledim mi? Kendimden ödün verdim
mi? Bu soruların cevabını veririm kendime. Her zaman dürüst olamıyor insan,
kendine bile. Kötü niyetli olmasa bile yalan söylediğim olmuştur. Kişiliğimden
de ödün verdiğim olmuştur; mesela normalde hayatta izlemeyeceğim, hatta
izleyenleri ağır bir biçimde eleştirebileceğim yapış yapış duygusallık içeren,
gerçekle ilgisi alakası olmayan romantik bir filme sırf bir başkası istediği
için gittiğim olmuştur. Hayır desem, bencil olurum diye avutmuşumdur kendimi.
Burada cevaplayamadığım bir soru var. Kendinden ödün vermemek için bencil olmak
mı gerekiyor? Cevap evetse, üzgünüm ama zaman zaman kendinden ödün veren
biriyim. Son olarak birine yaranmaya çalıştım mı? Benim için iyi olanı sona
saklarım hep. Büyük bir gururla hayır diyebilirim. Bu, zaman zaman
başarısızlığımda bir etken olsa da vicdanım rahat. Hoş, yaşadığımız dönemde
kişinin vicdanlı olmasının bir boka yaradığı söylenemez. Böyle bir dönemde yaşamak bir boka
yarıyor mu, bunu da sonra yazarız.
Sonuçta,
geride bıraktığım yirmi üç yıla dönüp baktığımda kaybettiklerim de olmuştur
kazandıklarım da. Öyle büyük zaferler elde ettiğimi hatırlamıyorum, hepsi küçük
şeylerdi. Yenilgilerimse hep büyük oldu. Ne kaybedersin diyerek yola çıktım ve
ağır mağlubiyetler aldım. İnsanın kaybedecek bir şeyinin olmaması bugüne kadar
söylenen en büyük yalanlardan biri. Hiçbir şey kaybetmese bile yeniden bir
şeylere başlama isteğini yitiriyor insan.