american horror story: asylum üzerine


American Horror Story’nin ilk sezonu hakkında karakterlerden ve konudan uzun uzun bahsetmiştik, 17 Ekim’de ikinci sezonu Asylum ile ekranlara geri dönecek olan dizi bu kez farklı bir senaryo barındırıyor. Tımarhanede geçecek olan dizinin ilk sezondan oyuncuların yanında farklı oyuncular da barındıracak. Tabii yine bir jartiyerli var.
Dizinin o öldürücü oyuncu listesinde Jessica Lange, Joseph Fiennes, James Cromwell, Adam Levine, Zachary Quinto, Chloe Sevigny, Evan Peters, Britne Oldford, Sarah Paulson, Lily Rabe, Chris Zylka ve Lizzie Brochere yer alıyor.
Dizi posterleri(üzerine tıklayın) ve iki fragman aşağıda:




paylaş:

filmlerden cinemagraph'lar

Bir süre önce Koltukname’de gördüğümüz ve çok hoşumuza giden, sinema içerikli, ‘gif’ten farklı olarak tümünün değil sadece belli bir kısmın hareket ettiği görselleri (cinemagraph, yine de kendileri gif) paylaşmak istedik. Ayrıca Pek Güzel Şeyler’de de paylaşılmış, ana kaynak ise IWDRM. Birçok örnek bulmak mümkün.
Bazıları şu şekilde:


 The Man Who Wasn’t There (2001)
 Oldboy (2003)
 Full Metal Jacket (1987)
 American Psycho (2000)
 Audition (2000)
 8½ (1963)
 Psycho (1960)
Trainspotting (1996) 

Eraserhead (1976)
paylaş:

oslo, 31. august (2011)


Yönetmen: Joachim Trier
Senaryo: Pierre Drieu La Rochelle (roman), Joachim Trier
Oyuncular: Anders Danielsen Lie, Hans Olav Brenner ve Ingrid Olava
Tür: Dram
Yıl: 2011
Süre: 95 dak.
Ülke: Norveç
Dil: Norveççe

Yönetmenin 2006 yapımı Reprise güzelliğinden sonra beklentilerin bir hayli yüksek olması ve bunların tümünün karşılanmasıyla sonuçlanan 2011 yapımı Oslo, 31. august, Pierre Drieu La Rochelle kitabının muhteşem uyarlaması.
Film bize mutsuzluğu anlatmaya çalışıyor bir nevi. Refah seviyesi bir ülke, Norveç, doğal güzellikleri, sakinliği tattıran bir şekir, Oslo, mutlu olması gereken insanlar, çok az. Oturup bir kafenin sandalyesine kahve yudumlarken yan masadakilerin konuşmalarına kulak kabartıp, hangisine odaklanırsan onun sesinin yükseldiği bir sekansta, insanların maddiyat değil, huzur ve biraz mutluluk istediklerini duyuyoruz gözlerimiz kapalı, başkarakterimizin aklından. Herkesin kendi derdini kendisinin çektiği bir gün aktarılan. Üstelik tüm bunları Reprise’ın da oyuncusu olan Anders Danielsen Lie ile birlikte izliyoruz.
Film uzun süredir bağımlılığını yenebilmek için kontrol altında tutulan ve bir günlüğüne izin verilen Anders’in başarısız intihar girişimiyle başlıyor. Eline aldığı kaya parçasından kuvvet alarak tüm geçmişinden arınmak için girdiği gölde ağır ağır yürürken bir insanın çöküşünü izliyoruz. Tabii bedenin direnişi hâkim oluyor.

Tüm gün içinde istediği her şeyi yapmaya çalışan Anders, arkadaşlarıyla buluşuyor, eskiden kalma bir kadınla ilişkiye giriyor, yaşamaya devam ediyor, dinliyor, izliyor. Verilen bir partiye katıldığında arkadaşlarının neredeyse tümünün değişen hayatlarını fark ediyor, evlenenler, çocuk sahibi olanlar. Öncesinde, sırf yazma eylemini gerçekleştiriyor diye editörlük için başvurduğu iş yerindeki bağımlılığa bakış açısını görmek ise biraz hüzün katıyor atmosfere. Ki bu yazarlık işi aynı zamanda ilk filmde de çokça yer alıyordu. Genelinde depresif bir hava içerisinde yürüyen film için tabii bunu söylemek ne kadar yerinde olur bilemiyorum.
Ceplerinde sürekli geçmişin kırıntılarını bulunduran bir karakter aslında Anders, bir nevi de o mutsuz insanlar bizler. Kendi acılarımızı, hüzünlerimizi izliyoruz.
Yitip gitmekten, tükenmekten başka şehri anlatıyor film, sabaha karşı duyulan soğuk esintiyi hissediyoruz dakikalar ilerledikçe, başarısız bir intihar girişimiyle başlayan film, bağımlılığından kurtulmuş birinin sırf bir şeylere bağlanabilmek için çabalayıp başarısız olduğu hayatını yine bağımlılığını kullanarak bitirmesiyle sonlanıyor. Seyreden de ise hüzün eşliğinde bir burukluk.
Anlatıldığı gibi, biraz şehir, biraz aşk, bir acı, biraz da bitkinlik var bu filmde, durağanlığın yanında mükemmel kareler saklı, izlenmeye değer.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

the art of negative thinking (2006)


Kunsten å tenke negativt.
Yönetmen: Bård Breien
Senaryo: Bård Breien
Oyuncular: Fridtjov Såheim, Kjersti Holmen ve Henrik Mestad
Tür: Komedi | Dram
Yıl: 2006
Süre: 79 dak.
Ülke: Norveç
Dil: Norveççe

Bård Breien'in yönetmen koltuğunda oturduğu The Art of Negative Thinking, bir grup engellinin hayata tutunma çabasını eğlenceli bir şekilde beyazperdeye yansıtan güzel bir film.
Geçirdiği kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkûm olan adam ile onun moralini yüksek tutmak için uğraşan karısının aynı kaderi paylaşan insanlarla olan ilişkisini de gözler önüne seren film, pozitif düşünmenin getirilerinin yanında olaylara daha gerçekçi bakmamızı da sağlıyor, tabii hayatta olduğu gibi her zaman iyi yap iyi bul anlayışının gerçekleşmeyeceği de en kısa sürede ortaya çıkıyor. Bununla birlikte hayatı olduğu şekilde kabullenmenin ne zorluklar içerisinde gerçekleştirilebildiğini de göstermekte. İçerdiği şarlatanlıkların yanına iyi ve yerinde kullanılmış mizah anlayışının da eklenmiş olması filmi bir üst basamağa taşıyor. Yaptığı işte de başarısını göstermekten çekinmiyor.
Fridtjov Såheim, Kjersti Holmen ve Henrik Mestad’in başrolde olduğu 2006 Norveç yapımı bir film, sadece intihar sahnesi için bile izlenebilir.

İnsanların pişmanlıklarını, kötü sonucun sebebi kendimiz olduğumuzda duyduğumuz vicdan azabıyla aslına olmadığımız gibi davranarak karanlık tarafa nasıl da sürüklendiğimizi görmemiz için harika bir örnek. İzleyicinin kendini eleştirmesi gerektirdiği konuları da yüzümüze tokat gibi vurması, ayrıca filmi özel kılan yanlarından.
Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.
paylaş:

american horror story


American Horror Story, daha önce Nip/Tuck ve Glee adlı aykırı ve bir o kadar da iyi işlerde birlikte çalışmış Brad Falchuk ve Ryan Murphy’nin üçüncü çalışması. Son yıllardaki korku-gerilim açlığını televizyona uyarlamayı başaran bu dizi ilk sezonu itibari ile 12 bölümden oluşuyor.
Her ne kadar konusu, hayaletli ev hikâyesine benzese de aslında Amerika tarihinde popüler olmuş korku hikâyelerinden beslenen, bunun yanında kültleşmiş Amerikan yapımı filmlere selam çakan bir senaryoya sahip. Genel itibari ile hayatları yapılan yanlış yüzünden bitme noktasına gelen bir çift ve kızlarının kendilerine beyaz bir sayfa açmak için taşındıkları evde başlarına gelen garip olaylardan bahseden dizi, aynı zamanda geçmişte kalmış ev halkının kendi hikâyelerine de odaklanıyor. Bunu yaparken de Halloween, Rosemary’s Baby, The Shining, Don’t Look Now, Poltergeist gibi filmlerden ve Amerika tarihinde önemli bir yere sahip Columbine Lisesi katliamı, Black Dahlia cinayeti gibi vakalardan besleniyor. Tabii bu işi bir taklit niteliğinde yapmaktan çok sanki onları örnek alıp, kendi çizgisinden yürüyerek orijinalliğini ortaya koyuyor.
Tüm bunların yanında, kullanılan müziklerle kasvetli havanın bozulmasına izin vermeden gerlimin dozunu iyice arttırıyor. What Lies Beneath, Vertigo, Psycho, Twisted Nerve, Dracula, Kill Bill gibi filmlerin müziklerini kullanarak diziyi izlerken “ben bu müziği biliyorum” benzeri düşüncelere dalmamızı sağlıyor. Yine 12 bölümdeki bazı sahnelerde A Nightmare on Elm Street, Omen, Texas Chain Saw Massacre, The Thing, Pulp Fiction, The Others, Orphan, Beetlejuice, Taxi Driver, Kill Bill, The Changeling, Dreamcatcher, Poltergeist II gibi filmlerden bazı sahneleri ya da replikleri bünyesinde barındırıyor. Ayrıca dizide görünen/okunan kitaplar da ilgi çekici. Örneğin Alber Camus’nun Yabancı’sı, Nana adlı manga, Amerika’nın kuşları vs.
Karakterler üzerinden konuyu anlatacak olursak;

Ben Harmon (Dylan McDermott)
Ailenin babası, psikiyatr, yakışıklı, biraz da çapkın. Eğitmenlik yaptığı dönemde öğrencisi Hayden McClaine ile evinde yaptığı kaçamak ile hayatı mahvoluyor. Karısı Vivien tarafından kendi yatağında basılan Ben için hayat neredeyse sona yaklaşıyor. Durumu kotarabilmek için elinden geleni yapsa da Vivien evden ayrılma kararı veriyor ve tam gidecekken bulduğu ev ile yeni bir hayata başlayabileceklerini karısına izah etmeye çalışıyor. Yeni bir ev, yeni bir yuva ile yeni bir sayfa açmayı planlayan aile taşındıktan sonra kendisi hastalarını evin çalışma odasında konuk ediyor. Karısı ile aralarındaki buzlar her ne kadar yeni bir hayata başlamış gibi gözükselerde uzun süre erimiyor. Bunun yanında evin ateşli hizmetçisi Moira, karısı işe aldığında bile şaşırmıştı, gece düşlerine tanıklık etmek için hemen yanında bekliyor.

Vivien Harmon (Connie Britton)
Bir kız çocuğu annesi, Ben’in karısı. Davranışlarıyla azize unvanı yakıştırılan kadın. Kocasının kaçamağından sonra hayatı tümden değişecek gibi görünse de asıl korku anı olaydan bir ay sonra yaptığı düşükle meydana geliyor. Her ne kadar günden güne kocasını affetmek için uğraşsa da bunu başaramıyor. Bunun için çabaladığından bile şüphe duyuyor. Taşındıkları yeni evde yeni hayata başlasalar da kocasına olan sevgisinde herhangi bir değişme gözlenmiyor. Tabii bir süre sonra kocasıyla olan yakınlığı eski boyutuna ulaşmaya başlıyor.  Bunların yanında titiz bir kadın, organik ürünlerle beslenmesini seviyor, mikrodalga fırın kullanmayı bile sonuna kadar reddetmiş.
Eve geldikten belirli bir süre sonra hamile kalması da genel konunun oluşmasını sağlıyor, hele hele ikizlerinin olduğunu öğrenmesi dahası bu ikizlerin babalarının farklı kişiler olduğunun ortaya çıkması işleri bir hayli çıkmaza sokuyor.

Violet Harmon (Taissa Farmiga)
Sorunlu ailenin zeki, çalışkan, okuyan, dinleyen kızı. Ailesinin aldığı kararları sonuna kadar eleştirmesini biliyor, onları sevse de lafını esirgemekten çekinmiyor. Taşındığı yeni yerde yeni okulunda sorunlar yaşasa da çok da uyumsuz bir çocuk değil. Ona en yakın kişi Tate, dizinin bir süre sonra önemli karakterlerinden biri oluveriyor. Hayat hikayesi ve evde geçen sürede başına gelenler ise gerçekten çarpıcı. Sonlara doğru yaşananlar ise ağzı açık bırakacak nitelikte. Bunun yanında sürekli kavga eden yabancı ailelerin ebeveynini takmayan küçük kızı diyebiliriz kendisi için. Tabii duygusal yönü biraz daha fazla olanlardan. Bu kız Camus okuyor, Morrissey dinliyor.

Constance Langdon (Jessica Lange)
Dizinin en önemli karakteri diyebiliriz onun için. Hem oyunculuk açısından hem de karakterinin önemi yönünden. Harmon ailesinin komşusu, toplamda dört çocuk sahibi, yılların eskitemediği bir kadın. Beyazperdede boy gösteririm sevdasıyla yuvasından ayrılan bir kuş. Ardından hayatın hiç de o kadar kolay geçemeyeceğini anlamış kendisi. Zekilikte üstüne tanımıyoruz. Olaylara bakış açısı ve davranışları hem rahatsız edici hem de olması gerektiği gibi. Harmon ailesinin satın aldığı evin eski sahibi. O evde yaşarken kocasının evin hizmetçisi Moira ile olan münasebetinden dolayı hem kocasını hem de Moira’yı öldürüyor. Moira’yı evin bahçesine gömerken kocasının cesedini dahi o kadının yanına gömmek istemiyor ve kıyma makinesinde çektiği kocasını köpeklere yediriyor. Evden taşındıktan sonra evin yeni sahibi Larry ile ilişki yaşıyor, uzun yıllar sonra ise Travis ile yatağa giriyor. Özünde iyi bir anne olmasına rağmen çocuklarının özürlerini görmezden gelmiyor, onlara bunu söylerken bazen çocuklarının incinebileceğini düşünmüyor, ardından her ne kadar pişmanlık duysa da artık biraz geç kalmış oluyor.

Larry Harvey (Denis O’Hare)
Constance’a olan aşkından dolayı iki çocuğu ve karısından vazgeçen bir adam. Üstelik ailesini evden çıkmaları için zorluyor. Garip bir şekilde Harmon ailesi eve taşındıktan bir süre sonra Ben’i takip ederken diziye dahil oluyor. İlkten asıl amacı anlaşılamasa da dizi boyunca yüzünün yanma hikayesi şekil değiştirerek son halini alıyor. Dizideki gizemli karakterlerden yalnızca biri. Hayat hikayesi de en az dizideki diğer karakterlerinki kadar ilgi çekici. İlk başlarda kendisini karısı ve iki çocuğunu yakan adam olarak tanıtsa da bir süre sonra bu evden çıkmalarını istediğinde karısının kendisini ve iki çocuğunu ateşe verdikten sonra onları kurtarırken olduğu yönüne kayıyor, bununla da kalmayıp çok sonraları aslında ortada bir kurtarma olayı değil de kasti olarak planlanmış bir saldırı olduğu anlaşılıyor. Her bir hikayede farklı boyutlara taşınan olay süregeldikçe daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor, tabii bu merakın giderek artmasıyla meydana geliyor. Bunun yanında evin neredeyse tüm pis işlerini kendisi üstleniyor. Constance’a hala aşık, ailesine ise borçlu.

Moira O’Hara (Frances Conroy-Alexandra Breckenridge)
Dizinin çift karakterlisi. Constance bahsi geçen evin sahibi olduğu dönemde hizmetçi olarak işe başlamış ve paraya ihtiyacı olan çekici, güzel ve seksi bir kadın. Hizmetçi kıyafetlerinin içinde her erkeği baştan çıkarabilecek potansiyele sahip. Bunun yanında kendisinin hata olarak gördüğü ilk ilişkiden sonra Constance’ın kocasının bu ilişkinin devamını getirmesini istemesi üzerine uğradığı saldırıda Constance tarafından gözünden vurularak öldürülüp evin bahçesine gömülüyor. Pek argo olacak belki ama bok yoluna giden bir karakter diyebiliriz kendisi için. Tabii bunların yanında kendi halinin ve davranışlarının da hiç de hanım hanımcık olmadığını kabul ediyor. Evin garip özelliğinden dolayı mülkte ölen kişilerin ruhları sonsuza dek evde kalıyor ve cadılar bayramı haricinde evden çıkamıyor. Kendisi de bu karakterlerden yalnızca biri. Çift karakter mevzusu da, hem öldürüldüğü dönemdeki gibi seksi ve genç halinin olması hem de yaşasaydı sahip olacağı yaş ile orantılı halinin olması. Kendisi yaşayan erkeklere genç ve seksi görünürken diğer kişilere yaşlı haliyle görünüyor. Bu da işleri karıştıran bir diğer ayrıntı. Bunun yanında hayatta olan tek yakını olan annesi, o da cadılar bayramında Moira tarafından öldürülüyor.

Tate Langdon (Evan Peters)
Cnastance’ın fiziki olarak mükemmele yakın olarak tanımladığı tek evladı. Tabii annesi için beslediği sevgiden söz etmek biraz imkansız. Evin psikopat çocuğu diyebiliriz kendisi için. Harmon ailesi eve taşındığında Ben’in terapilerine katılıyor, Violet ile sevgili oluyor. Kendisi depresif, umursamaz. Bunun yanında dizinin ilerleyen bölümlerinde geçmişi ile ilgili önemli ayrıntılar da ortaya çıkıyor. Öldürmeyi sevdiğini anlıyoruz, şeytanın kovulmuş bir melek olduğunu, insanın gözüne güzel görünebileceğini fark ediyoruz, içindeki düşmanlığı ve nefreti gözümüze olağan bir aşkmış gibi sokmasına da izin veriyoruz. Kill Bill’den müzikle başladığı katliama Taxi Driver’a selam çakarak sonlanan hayatına tanıklık ediyoruz. Aynı zamanda dizinin en önemli karakterlerinden biri. Liseli gençler için ise Tate ve Violet’in aşkı adeta Romeo ve Juliet.

Hayden McClaine (Kate Mara)
Harmon ailesini mahveden hatun kişisi. Her ne kadar olaydan sonra Ben’in peşini bıraksa da hamile olduğunu öğrenmesiyle işler bir hayli karışıyor. Hele hele eve gelip Larry tarafından evin bahçesinde öldürülüp yine evin bahçesine gömülmesiyle kurtuluşu olmayan yeni karakterimiz doğmuş oluyor. Öncesinde bebeği aldırma kararını olumlu karşılayıp bu kararından vazgeçmesiyle yanında Ben’ göremeyince sinirine hakim olamayıp eve gelmesi hayatını tümden değiştiriyor. Öldükten sonra Vivien’in hamile olduğunu öğrenmesi ise işleri çığırından çıkarıyor. Vivien’e beslediği nefret, Ben’e olan aşkı birbirine karışıyor ve meydana gelecek olaylar aklın ucundan bile geçmiyor. Bunun yanında can da almaya başlıyor. Constance’ın sevgilisi Travis ile ilk önce yatıyor sonra onu bıçaklıyor. Evin kötülerin olup çıkıyor.

Nora Montgomery (Lily Rabe)
Evin ilk sahibesi, asilzade. Kocasının başarısızlığı ve geçmişindeki aile eğitimi ile biraz sorunlu hale gelmiş. Paranın gitgide azalması ve kocasının itibarının yitip gitmesiyle, evlerinin bodrumunda yasak bir şekilde kürtaj işine başlıyorlar. Tabii bu işe girişen bir kızın sevgilisi tarafından olayın öğrenilmesiyle dişe diş göze göz olayı meydana geliyor ve çocuğu kaçırılıp parçalanmış ve kavanozlanmış bir halde ellerine ulaşınca kadın fıttırıyor. Kocasının bağımlı bir psikopat olması ve hayatındaki önemli değişiklikler yüzünden delirmesi ve frankenstein’cılık oynamasıyla oğullarını bir nevi canavara dönüştürmesinden sonra kocasın beynini dağıtıyor, aynı silahı ağzına dayayıp edebi hayatına başlıyor. Tabii ölü olduğunun farkında bile değil kendisi, her geçen gün daha çok ağlayıp sızlıyor. Bebeği için sürekli gözyaşı döküyor. Tate’in yardımıyla eve taşınanların bebeği olursa ona getirileceği ise dizinin bir nevi çıkış noktası.

Charles Montgomery (Matt Ross)
Başarısı her geçen gün tükenmeye yüz tutmuş bir bilim insanı. Karısının dırdırı yetmezmiş gibi kariyerindeki bu dalgalanmalar bağımlılığını gitgide körükleyip son halini alıyor. Yarasaların kanatlarını kesip domuzlara dikmesi gibi garip uğraşlara yönelmesinin yanında, eve gelen genç kızların rahimlerinden çıkardığı küçük bebekleri kavanozlara koyması yine akıl almaz davranışlarından birkaçı. Bunun yanında bebeğinin kaçırılıp ölü olarak getirilmesiyle de deliliğin ne demek olduğunu bize ispatlıyor.

Chad-Patrick (Zachary Quinto-Teddy Sears)
Zamanında evin sahibi olmuş eşcinsel çift. Bebek sahibi bile olmak isteseler de aslında aralarındaki bağ çok da kuvvetli değil. Evde yaşarken evin ilk sahibi için Tate’in getireceği bebek bu çifte ait olacakken kavga edip çocuk kararından vazgeçince eve başkaları taşınsın diye Tate tarafından öldürülüp, eşcinsel kavgası süsü veriliyor kendilerine. Tabii kendileri diziye cadılar bayramı öncesi ev stili konusunda yardım edecek kişiler olarak katılıyorlar. Bunun öncesinde ise sadece isimleri geçiyor. Aralarındaki aşk aslında çoktan ölmüş. En azından Patrick için. Eğer o gün Tate tarafından öldürülmeseler, Chad’ten ayrılıp başka bir ilişkiye başlayacağı ve sayesinde sonsuza kadar onunla birlikte yaşamaya mahkûm edildiği bile söyleniyor. Evde doğacak olan ikiz bebekler haberi ise aşklarının biraz alevlenmesine gerçeklerin meydana çıkması ise bu aşkın sonsuza kadar sönmesine yol açıyor. Harmon ailesi için bir nevi tehdit olarak görülebilir, tabii bir yere kadar.

Troy-Bryan (Bodhi-Kai Schulz)
Daha dizinin en başında “orada öleceksiniz” uyarısına aldırmadan boş eve girip camları kıran, televizyonu patlatan ve sonunda öldürülen ikiz çocuklar. Kendileri için sorunlu veletler demekten çekinmiyorum. Ara ara korku öğeleri için Elm Sokağı’ndan fırlamışçasına görüntülerini görmek mümkün.

Adelaide (Jamie Brewer)
Constance’ın Down sendromlu kızı, eve karşı büyük bir ilgi duyuyor ve her ne kadar her yer kilitli olsa bile eve girmeyi başarıyor. Hareketleri ve olur olmaz zamanlarda ekranda türemesiyle gerilimi dozunu arttırıyor. Bunun yanında her cadılar bayramında Snoopy olmaktan sıkılmış, güzel kız olmak için uğraşan biri kendisi. Annesinin Travis ile olan görüşmelerinde sorun çıkardığında cezalandırıldığı yer ise küçücük bir oda, ceza oyuncağı ise kendisi. Küçük odanın içinde her yere asılmış aynalarda kendisini görerek annesi tarafından cezalandırılan çocuğu bir düşünedurun. Yemeklerin içine tükürmekten hoşlanıyor kendisi. Güzel bir kız olduğu cadılar bayramı gecesi vur-kaç vakası sonucu yolun ortasında ölüyor. Evde ölmediği için ise minnettar.

Travis (Michael Graziadei)
Yakışıklı bir oğlan, manken olmak istiyor, tabii nafile, Constance’ın da seks oyuncağı bir nevi. Aslında ona aşık fakat, üzerinde kurduğu baskı zaman zaman bunalmasına neden oluyor. Hayalini kurduğu gazetelerin baş sayfalarına çıkma olayı, Hayden ile seviştikten sonra öldürülmesiyle gerçekleşiyor.

Beau (Sam Kinsey)
Constance’ın özürlü oğlu. Kendisi evin tavan arasında zincirlenmiş bir şekilde yaşama mahkum edilmiş, bir süre sonrasında her ne kadar doğal yollarla öldüğü söylense de Constance’ın isteği ile Larry tarafından yastıkla boğularak öldürülmüştür.

Thaddeus (Ben Woolf)
Dizinin en korkunç karakteri ve sadece iki defa yüzünü görebiliyoruz, bu da bize yetiyor. Kendisi Dr. Montgomery tarafından meydana getirilmiş bir canavar. Aslında ev ahalisine kazandırılma sebebi, parçalanmış bebeğinin hayata döndürülmesi fakat işler o kadar kolay ve iyi gitmiyor.

Bu karakterlerin yanında evde yaşayıp öldürülmüş hemşireler, bu hemşirelerin anısını yeniden canlandırmak için Harmon ailesi evdeyken evi basan ve anne ile çocuğu öldürmeye çalışırken öldürülen birkaç karakter, yine zamanında evde oturmuş dişçinin kurbanı gibi karakterler de mevcut.
2012 Emmy ödüllerinde 17 dalda aday gösterilen bu harika dizi için aslında söylenecek çok şey var ama konu hakkında çok da detaylara girmemek gerek, bunun haricinde meydana gelen olaylar ile başlı başına muhteşem bir yapım ortaya çıkmış oluyor.
İkinci sezonunda tamamıyla farklı bir konu ile ekranlara gelecek olan dizi umuyoruz ilk sezonu kadar merak uyandırıcı olur.
Dizinin referans aldığı filmler ve kullanılan müzikler ile ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiz. Ayrıca IMDb sayfası da şurada. Dizinin rahatsız edici müziğini ise buradan dinleyebilirsiniz.
paylaş:

kalemsuare'nin getirdikleri


Artık dayanamıyordum. Bu kadarı fazlaydı. Kalemsuare.com isimli sitenin hak ettiği yerde olmaması canımı sıkmıştı. Hâlbuki içeriği çok güzel olan bir siteydi kalemsuare.  Ama gerekli ilgiyi yakalayamamıştı. 8 aydır takibinde bulunduğum sitede benim de yazılarım yayınlanıyordu. Belki de bu yüzden gerekli ilgiyi görmüyordu bu site. Çünkü benim yazılarım siteye ters düşüyordu. Çok ciddi paylaşımların yapıldığı bu mecrada benim tırt ve sözde absürd komedi olan yazılarım paylaşılıyordu. Bütün suçun bende olduğunu düşünmüştüm önce. Sonra hapşırdım ve bütün düşüncelerimden arındım. Çalışma masama sert bir yumruk vurup ‘’iiisssyeeeaann’’ diye çemkirdim. Akbilimide alıp İ.E.T.T durağına tüm sinirimle koşmaya başladım. Bir şeyler yapmak için ilk adımı atmıştım.
   İ.E.T.T’ye binip en yakın sahile atmıştım kendimi.  ‘’Sitenin ismini nasıl duyurabilirim’’ diye düşünürken bir banka oturmuştum.  10-15 dakika sonra bir martı ayakkabıma yer yer yeşil renginin hakim olduğu, beyaz renginin de bolcana olduğu bir gübre bırakmıştı. Çok güzel küfülerimi martıya yolladıktan sonra ayakkabımı bankın köşelerine sürtüyor bazen de çimenleri kopartıp temizliğime öyle devam ediyordum. Tam kişisel temizliğimi yaparken bir kız yanıma gelip ‘’boş mu acaba?’’ diye sormuş yanıtımı beklemeden banka oturmuştu. Ayakkabımda ki iz ‘’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Haritası’’ şekline bürünmüştü. Yanıma oturan kız telefonundan seri dokunuşlarla bir şeyler yapıyordu. Bir müddet sonra dokunuşlar durdu. Yerini derin derin iç çekmelere, yer yer gözyaşlarına bazen de ‘’yürü beee’’ nidalarına bırakmıştı. Çok duygulanmış, okuduğu yazıyı bana da göstermişti. ‘’ Suskunluğumuzun nedenini aramaktan usanıp, sadece kalp atışlarımızın bize demek istediğini anladıktan sonra…’’ diye devam eden yazıyı tanımıştım. ‘’Birileri’’ydi bu. Şaşkınlıktan ‘’ananı’’ demiştim. Neyse ki kız çok duygusal bir halde olduğundan beni duymamıştı.
    ‘’Kalemsuare?’’ diye sormuştum. O da şaşırdı. ‘’Nerden bildin?’’ dedi. Anlamıştım. Bir ilişki doğacaktı bu konuşmadan. Belki sevgili olabilirdik. ‘’Çok iyi bilirim. Ben sitenin kurucusu olan insanla akrabayım’’ dedim. İyice şaşırdı. Gözlerini o kadar çok açtı ki Gollum’a benzemişti. Benimde yazılarımın orada yayınlandığını söylememiştim nedense. Bunun yerine ‘’kahve içip kalemsuare hakkında konuşalım mı?’’ diye sormuştum. Tunalızade Gürkan Efendi’nin akrabam olduğu yalanıma kanmış olacak ki, teklifimi hemen kabul etti.
  ‘’Tunalızade Gürkan Efendi nasıl biri?’’ diye sordu kahvesini yudumlarken. ‘’Güzel yazıyor’’ demiştim sadece. Çünkü gerçekte kim olduğunu bilmiyordum. ‘’Üniversiteyi de bitirdi kerata. Yakında evine ekmek getirecek inşallah’’ demiştim. İçimdeki anane hayat bulmuştu sanki. Söylediğim şeye inanmadım önce. Ama Gollum gözlü kız bu söylediğim karşısında daha da mutlu olmuştu.
  ‘’Siteyi nasıl buluyorsun’’ diye sordum. ‘’Deli misin? Çok güzel bir site. Özellikle Tunalızade Gürkan Efendi’nin yazılarına bitiyorum. Harika yazıyor şerefsizim. Kendisiyle tanışmak isterdim. Müthiş yazıyor Allah çarpsın’’ demişti. 1 saattir konuştuğumuz tek şey Tunalızade’ydi. Harika yazılar yazdığını, iç dünyasını çok merak ettiğini ve kendisiyle tanışmak istediğini söylüyordu her fırsatta. Hayali akrabamdan soğumuştum bir an için. Konuyu değiştirip ‘’ titiemre diye bir yazar var. Onu nasıl buluyorsun’’ diye sorup konuyu değiştirmiştim. ‘’Şu Elif Şafak ile ilgili yazıyı yazan çocuk’’ dedim birde. Hatırlar gibi oldu. Sonra açtı ağzını yumdu gözünü.
  ‘’Hee şu salak insan. Anlamıyorum gerçekten. Kalemsuare gibi bir sitede öyle yazılar nasıl yayınlanır? Bi kere ne yazdığı belli değil. Edebi bir yönü yok. Güldürse bari. O da yok. Titiemre’yi tanısaydım parmaklarını kırardım böyle şeyler yazmaması için’’ diye söyleyip kahvesine gömülmüştü yine. Parmaklarını kırarım lafından sonra ister istemez parmaklarımı ceplerime sokmuş, korumaya almıştım. ‘’Uleen siteyi ziyaret eden herkes benim hakkımda böyle mi düşünüyor?’’ diyerek kendimi yiyip bitiriyordum. Neyse ki ‘’Çok şey öğrenmesi lazım’’ diyebilmiştim. Ellerini iki yana açı, kafasını da büküp ‘’bir Tunalızade değil’’ demiş, ‘’Haklısın’’ demekle yetinmiştim bende… Soruları tüm hızıyla devam ediyordu.
 Tunalızade evli mi? Kaç çocuğu var? En sevdiği yazar kim? Favori yönetmenleri kimler? En sevdiği kanal? Favori Pizzacısı?’’ diye giden milyon tane soru soruyordu. Artık dayanamadım. Sabahleyin yaptığım gibi masaya vurmuş ve konuşmuştum. ‘’Osuruyor. Tunalızade Gürkan Efendi geğirir. Yeri geldi mi burnunu karıştırır, içinden çıkanı top haline getirip arkadaşlarına atmakla tehdit eder…’’ Hiç tanımadığım insanı durduk yere kötülüyordum. Hâlbuki  ‘’titiemre de iyi yazıyor’’ deseydi Tunalızade’nin tc kimlik numarasını bile bulur kendisine verirdim… Sandalyemi geri itip, merdivenlerden aşşa koşarak indim. Kahvemin yarısının hala durduğunu hatırladıktan sonra merdivenleri koşarak çıkmış, kahvemi bitirmiştim.
  2 hafta sonra kalemsuare.com’ da ‘’Evleniyoruz’’ isimli bir başlık görmüştüm. Sahilde tanıştığım Gollum gözlü kız ile Tunalızade evleniyordu. Çok şaşırmıştım. Bu sırada e-postama yeni bir mail gelmişti. Mail Tunalızade’den gelmişti. ‘’Bir daha yazı gönderme.’’

-titiemre
Diğer yazıları için tıklayın.
Yazı göndermek için iletişim bölümüne uğrayabilirsiniz.

paylaş: