gösterime giren filmler | 6 temmuz


İnanılmaz Örümcek-Adam
The Amazing Spider-Man
Yapım Yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 6 Temmuz 2012
Filmin Puanı : 8.7 / 10
Filmin Türü :Fantastik,Gerilim,Macera,Aksiyon

Anne ve babası tarafından terk edilmiş Peter Parker, babasına ait bir evrak çantası bulduğunda, anne ve babasının kayboluş nedenini anlamak için araştırmalara başlar. Babasının eski ortağı Dr. Curt Connor’un laboratuvarına yönlendiğinde Örümcek Adam Connor’un ikinci kişiliği ile karşılaşır. Peter, hayatını değiştirecek kararı alır ve kahraman olmak için kaderine yön verir.

Bu Dans Senin
Take This Waltz
Yapım Yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 6 Temmuz 2012
Filmin Puanı : 6.2 / 10
Filmin Türü :Komedi,Dram

Margot ve Lou beş yıldır evli olan ve dışarıdan bakıldığında sorunsuz ilişki yürüten bir çifttir. Fakat Margot'un tesadüfen tanıştığı Daniel'e karşı hissettiği çekim her şeyin yönünü değiştirecektir. Zira Daniel ile engel olamadıkları cinsel yakınlaşma Margot'un kendisini daha fazla tanımasına ve evliliğinin gidişatını sorgulamasına neden olacaktır...
Çektiği çeşitli kısa filmlerden sonra ilk uzun metraj filmi olan Ondan Uzakta (Away from Her, 2006) ile En İyi Uyarlanmış Senaryo dalında Oscar adaylığı olan oyuncu Sarah Polley'in ikinci uzun metrajlı filmi olan yapım sevgi, bağlılık, ihanet üzerine günümüz evliliklerine bir bakış açısı sunuyor.

Kıyamet Kitabı
Doomsday Book
Yapım Yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 6 Temmuz 2012
Filmin Puanı : 6.5 / 10
Filmin Türü :Korku,Bilim Kurgu

3 farklı hikayenin iç içe geçtiği filmde, "Heaven's Creation" bölümünde elektrik mühendisi Pak Do-won (Kim Kang-woo) tarafından bir tapınağı aydınlatması için bir robot üretilir; robot tapınağın baş rahibi Hye-joo (Kim Gyu-ri) tarafından da koruma altına alınır. "A Cool New World" bölümündeyse dünyanın nüfusu bir virüs tarafından tehdit edilmektedir, insanların zombiye dönüşmesi genç bir adamın gözünden anlatılır.

Peki Şimdi Nereye?
Et maintenant on va où?
Yapım Yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 6 Temmuz 2012
Filmin Puanı : 5.7 / 10
Filmin Türü :Komedi,Dram

2007 yılında çektiği ilk filmi Karamel'in dünya çapındaki başarısından sonra oyuncu Nadine Labaki, yapımcılığını, senaryosunu, yönetmenliğini üstlendiği ayrıca rol aldığı ikinci filmi Where do we go now? ile tekrar sınırları dışındaki seyircilere ulaşmayı hedefliyor.
Ortadoğu'nun diken üstündeki coğrafyasında dinsel çatışmalara ve savaşın anlamsızlığına kadınların zeki ve pratik çözümleriyle cevap veren Labaki kamerasını Lübnan'da hiçliğin ortasında küçük bir köye çeviriyor. Savaş sonrası Müslüman-Hristiyan ayrımı yapmadan yaşamaya devam eden köylüler çatışma haberlerinin gelmesi üzerine birbirlerine düşman kesilmeye başlarlar. Şiddeti çıkartan erkekleri yatıştırma görevi ise kendilerine has yöntemlerle bu buna başaran kadınlara düşer.

Aşk Sanatı
L'art d'aimer
Yapım Yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 6 Temmuz 2012
Filmin Puanı : 5.3 / 10
Filmin Türü :Komedi

Günümüz modern ve karmaşık kadın - erkek ilişkilerinin masaya yatırıldığı romantik komedide ilişkilerin çıkmaz sokakları ve bolca aşk üçgeni mevcut. Eğlenceli aşk aksilikleriyle dolu filmin yönetmenliği ve senaristliğini de üstlenen oyuncu Emmanuel Mouret bize “aşk sanatını” öğretiyor.

Dedektif Dee ve Gizemli Alev
Di Renjie (Detective Dee and the Mystery of the Phantom Flame)
Yapım Yılı : 2010
Gösterim Tarihi : 6 Temmuz 2012
Filmin Puanı : 6.3 / 10
Filmin Türü :Gizem,Gerilim,Aksiyon,Suç

Tang Hanedanı hükümranlığı sırasında geçecek dedektiflik filminde Lau, bir olayı çözmek üzere 8 yıl önce azat edildiği saraya geri çağrılan polis müfettişi rolünde olacak.
Hong Kong sinemasının duayenlerinden Hark Tsui son yıllarda pek başarılı filmlere imza atamamanın sıkıntısına Detective Dee and the Mystery of the Phantom Flame ile son vermek istiyor.
sinema.mynet.com
paylaş:

kısa kısa #2



-Sigur Rós bir süre önce Valtari isimli albümünü piyasaya sürmüştü. Her geçen gün albümdeki parçalara film yapımcıları tarafından deneysel videolar çekiliyor ve her birini fazlaca beğeniyoruz. Tabii bizim en çok takdir ettiğimiz fjögur píanó adlı parçaya çekilen video.

-Aktivist kimliğiyle tanınan Lucy Lawless, katıldığı Greenpeace eyleminde protesto amacıyla bir petrol gemisine izinsiz girince mahkeme tarafından suçlu bulunmuş. Üç yıl hapis cezasıyla yargılanan oyuncu, gezegenin kirlenmesine izin vermeyeceklerini söylemiş. Takdir ettik.

-Spartacus: Blood and Sand’de başrol oyunculuğu yapan ve bir süre sonra kansere yakalanan, ardından bu savaşı kaybedip hayata gözlerini yuman Andy Whitfield’ın bu mücadelesi Be Here Now adlı belgeselle ölümsüzleşiyor fakat çekilen filmin kurgu çalışmaları ödenek eksikliği yüzünden tamamlanamıyormuş. Film ekibi, bu konuda hayranlardan ve dizinin yayıncı kanalından yardım bekliyormuş.

-Türk Dil Kurumu’nun internet sitesinde eğer “hayat kadını” nı aratırsanız size şu anlama geldiğini söylüyor: “Para karşılığında erkeklerin cinsel zevklerine hizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe, orospu, orta malı, kaldırım çiçeği, kaldırım süpürgesi, kaldırım yosması, sürtük”

-Ölüm Pornosu ve Yumuşak Makine davaları garip bir şekilde sonlandı. Davanın bu sonucuna karşılık yayıncı Hasan Basri Çıplak, Chuck Palahniuk’un son kitabını hakime verip “Şu halde biz de bu işi yapmaya devam edeceğimiz için kendimizi ihbar ediyoruz. Chuck Palahniuk'un son kitabını mahkemeniz vasıtasıyla Muzır Kurul’a gönderiyoruz,” demiş.

-Harry Potter serisi yazarı J.K. Rowling’in yeni kitabının kapağı görücüye çıkmış. Kitap 27 Eylül’den itibaren satışa sunulacakmış. Yazar bu kez çocuklar için değil yetişkinler için yazdığını söylemiş.

-Dünyanın her tarafında, başka amaçlarla ülkesinden ayrılan kadınların kötü kadere sahip olanları bir şekilde para karşılığında satılıyor. Hâlâ durum bu ve değişecekmiş gibi de durmuyor.
paylaş:

ölüm pornosu ve yumuşak makine davalarından sonuç: yine saçmalamışlar!


“Şu halde biz de bu işi yapmaya devam edeceğimiz için kendimizi ihbar ediyoruz. Chuck Palahniuk'un son kitabını mahkemeniz vasıtasıyla Muzır Kurul’a gönderiyoruz” denmiş olması bile bu ülkede sanata/edebiyata değer verenlerin ve saçma sapan bir kurul yüzünden yılmayacakların olduğunu gösteriyor. Bu kaçıncı dava artık saymayı bıraktık, yargılanan diğerleri gibi hem Yumuşak Makine hem de Ölüm Pornosu’nun davaları bugün yine saçma bir kararla sonuçlanmış. SabitFikir’in haberi ise şöyle:

Bugün görülen duruşmalarda yargılanan kitapların bilirkişi raporuna göre edebi birer eser olduğu nihayet kanun önünde de kanıtlanmış olsa da, dava yine de sonuçsuz kaldı. Dün gece onaylanan 3. Yargı Paketi doğrultusunda sanıklar  hakkında basın yoluyla müstehcenlik suçundan açılan kovuşturmanın ertelenmesine karar verildi. Karara göre sanıklar üç yıl içinde benzer bir suçtan yeniden yargılanırsa, dava dosyaları tekrar açılacak.

Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulunun verdiği rapora dayandırılarak William Burroughs'un yazdığı, Süha Sertabiboğlu tarafından dilimize çevrilen ve Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan Yumuşak Makine adlı kitabın yedinci duruşması ve Chuck Palahniuk'un yazdığı ve Funda Uncu'nun Türkçeye çevirdiği, Ayrıntı Yayınları tarafından basılan Ölüm Pornosu isimli kitabın beşinci duruşması, 5 Temmuz 2012 tarihinde saat 09.30'da Çağlayan Adliyesi 2. Asliye Ceza Mahkemesi duruşma salonunda arka arkaya görüldü. Duruşmalar Uluslararası PEN Hapisteki Yazarlar Komitesi Direktörü Sara Whyatt, Evrensel Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi, Hayat TV ve 6:45 Yayınları tarafından izlendi.

Önceki duruşmalarda beklenen bilirkişi raporlarının hazır olduğu bildirildi. Bilirkişi raporuna göre Yumuşak Makine’nin edebi bir eser olduğu nihayet kanun önünde de kanıtlanmış olsa da, dava yine de sonuçsuz kaldı.

Bilirkişi raporunda belirtildiği üzere; “Sonuç olarak Burroughs’un Yumuşak Makine adlı romanı bir edebiyat eseridir. Ünü Amerika’nın sınırlarını aşan yazarın okurun cinsel dürtülerini harekete geçirmek yerine toplumsal eleştiride bulunduğu, cinsellik öğesi ile edebiyat dünyasında büyük yankı uyandıran yenilikçi anlatım tekniği de bu amaca hizmet etmektedir.”

Bilirkişi raporuna katılan sanıkların derhal beraatı talep edildi ancak dün gece onaylanan 3. Yargı Paketi doğrultusunda 5 Temmuz 2012 tarihinde, yani bugün yürürlüğe giren 6352 sayılı yasanın Geçici 1/1-b. maddesi uyarınca sanıklar hakkında basın yoluyla müstehcenlik suçundan açılan kovuşturmanın ertelenmesine karar verildi. Bu maddeye göre hakkında
kovuşturmanın ertelenme kararı verilen sanıkların erteleme kararı verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemiyle işlenen yeni bir suç işlememesi halinde, sanık hakkındaki dava 6352 sayılı yasanın Geçici 1/2. maddesi uyarınca düşürülecek; bu süre zarfında yeni bir suç işlenmesi ve bu suçtan dolayı
kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunması halindeyse Yumuşak Makine davası tekrar açılacak ve kovuşturmaya devam edilecek.

Sonuç olarak olumlu gelen bilirkişi raporlarına rağmen beraat yerine erteleme kararı verildi. Hâkimin “Dava bir hafta önce olsaydı ya da bilirkişi raporları bu kadar geç gelmeseydi beraat kararı çıkacaktı,” açıklamasının üzerine söz alan avukatlar dava dosyasının hukuka göre ve gelen raporlar doğrultusunda derhal beraat kararı verilebilir durumda olduğunu, yasanın
hukukun önüne geçmemesi gerektiğini, hukuka göre bu davadaki kovuşturma sürecinin sonuna gelindiğini ve beraat kararı verilebileceğini açıkladılar. Ancak hâkim bu davada beraat kararı verirse elindeki diğer dosyalara da beraat kararı vermesi gerektiğini, beraat edeceklere beraat, suçlu bulunacaklara erteleme kararı veriyor gibi olacağını ve yasaya göre hareket etmek zorunda olduğunu bildirdi.

İrfan Sancı söz alarak, “Bu yasa ileriye değil geriye doğru atılmış bir adımdır. Bu bir af yasası değil tehdit yasasıdır. ‘Üç yıl içinde aynı suçu işlemeyin, aynı suçtan yargılanmayın’ demektir. Ortada bir suç bile yokken ve beraat edecekken verilen bu karar bizleri yıldırmak için. Ancak biz elbette 3 yıl içinde aynı ‘suçu’ işleyeceğiz, bizim işimiz bu. Elbette bu tür kitapları yayımlamaya devam edeceğiz,” dedi.

Yumuşak Makine davasının ardından görülen Ölüm Pornosu davasında da aynı karar uygulandı. Karar üzerine söz alan yayıncı Hasan Basri Çıplak, “Bilirkişi raporları bizim şimdiye kadar söylediklerimizin kanıtıdır ama siz yeni onaylanan bu yasayı bizim lehimize değil aleyhimize kullandınız, beraat edecek durumdayken bile dava kapanmıyor,” diyerek hâkime Chuck Palahniuk'un Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan son kitabını verdi ve “Şu halde biz de bu işi yapmaya devam edeceğimiz için kendimizi ihbar ediyoruz. Chuck Palahniuk'un son kitabını mahkemeniz vasıtasıyla Muzır Kurul’a gönderiyoruz,” dedi.

Nihayetinde Yumuşak Makine ve Ölüm Pornosu davaları şimdilik son buldu bulmasına ama beraat kararı çıkmadı ve sanıklar üç yıl içinde benzer bir suçtan yargılandığı takdirde dava dosyaları tekrar açılacak.

paylaş:

kısa kısa #1



-13 Temmuzda David Brooks’un yönetmen koltuğunda oturduğu korku-gerilim türündeki ATM adlı film sinemalarda gösterime giriyor. Filmin mottosu pek de şaşırmayacağınız gibi “Para çekmek ne kadar ölümcül olabilir ki?”. Aslında gayet ölümcül olabilir. Örneğin para çekerken bir yılan sizi ısırabildiği gibi elektrik de çarpabilir.

-Huzursuz filmlerin yönetmeni Michael Haneke’nin Altın Palmiye Ödülü sahibi son filmi Amour’u sahiplenen bir dağıtımcı henüz çıkmamış. IMDb kaynaklarına göre en yakın gösterim tarihi 20 Eylül ile Almanya’ya ait.

-Avrupa Birliği her alanda çevre kirliliğinin önüne geçmek için çaba sarf ediyor, tabii bu durum yatak odalarına kadar girmelerine neden olmuş. Prezervatif, kayganlaştırıcı jel, yapay penis ve türevleri gibi aletlerin organik maddeden yapılanlarında satış patlaması yaşanıyormuş. İlk prezervatifin Milattan 3000 yıl önce kullanıldığı ve koyun bağırsağından yapıldığı tahmin ediliyormuş.

-İngiliz gazetelerinden birinin yaptığı “dünyanın en seksi erkekleri” listesinde David Beckham’ı sollayıp ilk sıraya yerleşen Sherlock oyuncusu Benedict Cumberbatch, “bırakın dünyayı oturduğum apartmanın bile en seksi erkeği ben değilim” demiş.

-Game of Thorones’ta Sansa’nın kazıklara geçirilmiş kellelerin arasında gezdiği sırada kellelerden biri de George W. Bush’a aitmiş. Bu ayrıntı dizinin yaratıcıları ile yapılan söyleşinin birinde ortaya çıkmış. Tabii sonrasında HBO özür dilemek zorunda kalmış.

-Charlize Theron da Game of Thrones hayranıymış, diziyi izlemeye doyamıyormuş. Hatta diziden gelecek her türlü teklife açık olduğunu açıklamış.

-LEGO şirketi, Breaking Bad adlı dizideki uyuşturucu imalatı için kullanılan laboratuarın minyatürünü yapıp piyasaya sürmüş. Tabii bu Legoların çocuklar için olmadığı açık. Söylendiğine göre en küçük ayrıntısı dahi unutulmamış, örneğin parçalar arasında Walter White’ın kahve makinesi, podyum üzerinde elinde bir tavuk butu tutan Gus Fring bile varmış.


paylaş:

chronicle (2012)


Yönetmen: Josh Trank
Senaryo: Max Landis
Oyuncular: Dane DeHaan, Alex Russell, Michael B. Jordan
Tür: Dram | Bilim-Kurgu | Gerilim
Yıl: 2012
Süre: 84 dk.
Ülke: ABD, Güney Afrika
Dil: İngilizce

Birileri tarafından kameraya kaydedilip gerçek olaylar süsü verilmiş filmler –ki bunlara İngilizcede found footage deniyormuş, örnek olarak da The Blair Witch Project verilebilir- son zamanlarda getirilerinin fazlalığından olsa gerek rağbet görüyor. Özellikle bu durum Blair Cadısı’nın başarısından beri alıştığımız bir şey haline geldi. Bu üslubun zombi filmlerinden tutun da şehri yerle bir eden canavar filmlerine kadar birçok farklı türde kullanıldığını gördük. İşte Chronicle da bu tarzda çekilmiş bir süper güçler kazanan insanların öyküsü.
Üç gencimiz bir gece yerin altında tuhaf mı tuhaf bir nesne keşfediyorlar ve bu nesneye yakşamları sonucu telekinetik güçlere sahip oluyorlar. Tahmin edersiniz ki bu gençlerimizden en az biri okuduğu lise/kolejde pek de tutulmayan ya da diğer diğer deyişle kendi içinde sorunları olup dış dünyayla pek de bağlantısı olmayan biri, vakanın gerçekleştiği gece ise yine ergen tayfa parti düzenliyordur ve bunu sırf heyecan olsun diye ya mezarlıkta ya da ormanın içinde düzenliyordur vs.

Gençlerimiz kazandığı güçlerle artık cisimleri hareket ettirebilir hale geliyorlar ve bir süre sonra fark ediyorlar ki kendilerini de hareket ettirip uçma yetisi kazanabiliyorlar. İlk aşamada bu güçleri gelen geçene sataşmak, eşek şakası yapmak için kullansalar da başlarına gelen bazı olaylar sonucunda kendilerine birkaç kural koymayı şart koşuyorlar. Ne var ki durumu kendi kamerasından izlediğimiz sorunlu ergenimiz Andrew giderek kontrolden çıkıyor. Tabii bunda ailesinin de katkısı söz konusu.
Film, ergen bünyeler süper güce sahip olsa ne yaparlar sorusunu gerçekçi bir dille anlattığı için benzer yapımlara göre farklı bir yere kondurulabilir. Neticede kimse süper kahramanı oynamıyor. Diğer taraftan izlerken takındıkları hareketlere sinir olarak da bunu bilerek mi yaptılar sorusuna yanıt arayarak kafa patlatmış oluyorsunuz.
İzlemezseniz bir şey kaybetmeyeceğiniz, izlerseniz de vaktinizi çalmayacak kıvamda bir film.
paylaş:

yazmayı bırakan yazarların hikayesi



Hermann Melville, Bartleby adını taşıyan öykü kişisiyle ‘Bartleby sendromu’nun isim babası olmuştu. Bartleby sendromu, herhangi bir sebeple yazmayı bırakan, yazarlık hayatının zirvesindeyken susmayı tercih eden yazarları nitelemek için kullanılıyor.

J. D. Salinger (1919-2010):

Eğer Bartleby’ler arasında bir sıralama yapmak gerekirse ilk sıraya Jerome David Salinger konulmalıdır. Salinger, ünlü olduğu kadar göz kamaştırıcı da olan dört kitabın yazarıydı. Başyapıtı Çavdar Tarlasında Çocuklar 1951’de, yayımladığı son kitap Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar ise 1963’te basıldı. 45 yıl fotoğraf çektirmedi, söyleşi vermedi, ortalarda görünmedi, tek satır yayımlamadı. Yazarın öz kızı Margaret A. Salinger  babasına dair Dream Catcher bir anı kitabı yayımlamıştı. Yazarın oğlu, tanınan bir aktör oldu. Yine de Salinger’ın izine ulaşan olmadı. Budizm’e yöneldiği, hatta “Scientology” tarikatına ilgi duyduğu yazıldı. Okurları, yayımlamasa da Salinger’ın hâlâ yazdığına inandı. Dünyanın en gizemli yazarını görebilme umuduyla Birleşik Devletler’e giden tutkunlarından bazılarının Salinger’ı Beşinci Cadde’de gördükleri rivayet edilir. Onu bulması için dedektif tutan saplantılı okurları bile vardı.

Kendini mobilya sanıyordu

Clement Cadou (?-?): Genç Cadou yazar olmaya hevesliydi. Ailesi ünlü yazar Gombrowicz’i bir akşam yemeği için evlerine davet ettiğinde Cadou 15 yaşındaydı. Gombrowicz’i kendi evinde görmek onu o kadar etkiledi ki, ağzından ancak birkaç sözcük çıkabildi, kendini odadaki mobilyalardan biri gibi hissetmeye başladı. Bütün yaşamını yazmayı unutmak için kendini bir mobilya kabul ederek geçirdi. Gençliğindeki yazarlık hayalleri anımsatıldığında, “Kendimi bir mobilya gibi hissediyorum ve bildiğim kadarıyla mobilyalar yazmaz.” diyordu. Kuşkusuz Bartleby’lerin en ilginci Cadou’nun tek yapıtı mezarı için yazdığı kitabe oldu.

Sıradanlık ve ret

Robert Walser (1878-1956):

Robert Walser, bir kurmaca metnin kahramanı olan Kâtip Bartleby’ye belki de gerçek hayatta en çok benzeyen kişiydi. Kitapçıda tezgâhtarlık, avukat sekreterliği, banka memurluğu, dikiş makineleri fabrikasında işçilik gibi pek çok iş arasında zaman zaman Zürih’te bulunan “Boşgezenler Yazma Kulübü”ne çekilirdi. Walser, aslında pek fark edilmeyen bir aşırı uçtu. Bartleby’nin itaatsizliğinin aksine onun itaati, dünyaya karşı reddini ve derin kopuşunu gösteriyordu. Bartleby, “değişim yapmam” diyordu, Walser’in başkahramanı Jacob Von Gunten de “açılımı sevmem” diyecekti. Walser reddini, yazmayı bırakarak değil, susmayı tercih ederek gerçekleştirdi. Unutulmak, hayatta en çok arzuladığı şeydi. Hayatının son 28 yılı tımarhanelerde küçük kâğıt parçalarına okunması mümkün olmayan karalamalar yazmakla geçti. Herman Hesse şöyle demişti bu sıra dışı sıradan yazar için: “Walser’in yüz bin okuru olsa dünya daha güzel bir yer olurdu.”

Otuzuna gelmeden bıraktı

Arthur Rimbaud (1854-1891):

Rimbaud, “Sarhoş Gemi” şiirini on altı yaşındayken yazdı. On dokuzuna geldiğinde edebiyat camiasınca tanınmak veya şöhret onu ilgilendirmiyordu. Yirmi dokuz yaşındayken çıkan ikinci kitabının ardından yirmi yıl sonraki ölümüne kadar yazmayı bıraktı, kendini seyahatlere ve tehlikeli maceralara verdi. Rimbaud, Bartleby’ler arasında en ürpertici olandır. Borges’in dediği gibi, “Şairin bazen yetenekli, bazen neredeyse utanç verici biçimde yeteneksiz olması gibi yaygın bir durum vardır. Çok daha sıra dışı ve hayranlık uyandırıcı olansa şairin sınırsız bir ustalığa sahip olduktan sonra yapıtlarını küçümsemesi ve suskunluğu yeğlemesidir.”

Yazmıyorum çünkü amcam öldü

Juan Rulfo (1917-1986):

Juan Rulfo, Güney Amerika edebiyatının Türkçeye de çevrilen en güzel yapıtlarından birini, Pedro Paramo’yu yazdıktan sonra otuz yıl hiçbir şey yazmadı. O da tıpkı Bartleby gibi bir büroda yazıcılık yapıyordu ve kendi durumunu sürekli Rimbaud’nunkiyle karşılaştırıyordu. Yazarın Kızgın Ova adlı öykü kitabı neredeyse tamamen amcasının anlattığı öykülerden esinle yazılmıştı. Rulfo, yazmayı niçin bıraktığını soranlara yıllarca hep aynı cevabı verdi: “Yazmıyorum çünkü bana bu öyküleri anlatan Celerino amcam öldü.”

Katalan Salinger’ı

Felipe Alfau (1902-1999):

Vila-Matas, Alfau’yu “Katalan Salinger’ı” diye tanımlıyor. Barcelona doğumlu yazar, Birinci Dünya Savaşı’nda göç ettiği Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk romanını yazdı. Onu izleyen sessizliğin ardından 1948’de Chromos’u yayımladı, sonra kesin bir suskunluğa gömüldü. New York’taki bir bakım evine gizlendi ve orada öldü. Kendisiyle röportaj yapmaya gelen gazetecilere hırçın bir şekilde, “Bay Alfau, Miami’de” diyordu. Yazmayı bırakışını, “İngilizce öğrenmeye başladığınızda sorunlar da başlıyor.” diye açıkladı. Buna yakın bir zaman diliminde, “İngilizcenin işleri karıştırdığını düşünen” bir başka yazar, Samuel Beckett da kendini bakımevinde bulacaktı.

Artık kitap yazılamaz

Bobi Bazlen (1902-1965):

Eleştirmen ve çevirmen Bobi Bazlen’in Svevo, Montale gibi yüzyılın önemli edebiyatçılarıyla dostluğu vardı. Bütün dillerde yazılmış bütün kitapları okumaya çalıştı. Bir tek yapıt üretmemek, onun yapıtının bir bölümü oldu. Gerekçesi şöyleydi: “Artık kitap yazılamayacağına inanıyorum. Bu yüzden kitap yazmıyorum. Hemen hemen tüm kitaplar, ciltlere dönüşene kadar şişirilen dipnotlardan başka bir şey değildir.”

Yazmanın imkânsızlığı

Hart Crane (1899-1932):

Amerikalı şair, epik şiiri “Köprü”yle sayısız övgü almıştı. Gördüğü ilgi onu tatmin etmedi, yazılabilecek tek şeyin yazma eyleminin imkansızlığı olduğuna inandı ve Meksika’ya gitmeye karar verdi. New Orleans’a gitmek üzere bir gemiye bindi ama oraya hiç varmadı. Crane’i bir daha gören olmadı.

Kuş uzmanı oldu

Ferrer Lerin (doğ. 1942):

Ferrer Lerin, Barcelona’da geçen gençliğinde yazdığı isyancı şiirlerle dikkat çekiyordu. Altmışlı yılların sonunda her şeyi bıraktı, Jaca adlı bir köye yerleşti. Otuzu aşkın yıldır bu şartları pek de iyi olmayan köyde akbabaları inceliyor. Artık bir kuş uzmanı olan şairin trajik yazgısı, kendini çağdaş edebiyatçıların bir hayvan hikâyeleri antolojisinde sınıflandırılmasına adayan Franz Blei’yı akla getiriyor.

Kayboluş sanatının mutluluğu

Joseph Joubert (1754-1824):

Joubert, hayatı boyunca kendini tek bir kitap yazmaya hazırladı, sonra bu hedefini de unuttu. Hiç kitap yazmadan öldü. Oysa başından beri ilgilendiği tek şey yazmaktı. Arkadaşları ünlü yazarlardı. Günlüğüne şu cümleleri yazmıştı: “Yazmak beni okudukları anlamına mı gelecek? Herkes bunu istiyor! Peki ama, benim istediğim bu mu?” Joseph Joubert, yazmasa da kendini hep sanatın saf bölgesinde saydı, kayboluş sanatının mutluluğuna aşina bir şekilde dünyadan ayrıldı.

Bartleby’lerin isim babası

Herman Melville (1819-1891):

Herman Melville, ilk yayımlandığında değeri pek de anlaşılmayan Kâtip Bartleby adlı yapıtıyla “Bartleby sendromu”nun isim babası oldu. Melville daima tedirgin, tuhaf, melankolik saatler geçirmeye eğilimli biriydi. Yayımladığı ilk deniz öykülerinin gördüğü ilgiden sonra kaleme aldığı Mardi, okunması zor bir romandı ve Melville’in “başarısızlığı”nın habercisiydi. Ardından edebiyat tarihinin en büyük romanlarından birine, Moby Dick’e imza attı. Bu kitabı okumaya katlanan herkes Melville’deki ışığı sezmişti ama o henüz 34 yaşındayken yenilgiyi kabullenmişti. Yaşamının son yıllarında tıpkı Bartleby gibi New York’taki bir büroda sıkıcı işler yaptı. 1891’de unutulmuş olarak öldü. Herman Melville, Bartleby’yi belki de kendi sendromunu tanımlamak için yazmıştı.

Kâtip Bartleby’nin varisi

Franz Kafka (1883-1924):

Aslında Kâtip Bartleby, Kafka karakterlerinin öncüsüydü. Borges, Bartleby için, “1919’a doğru Kafka’nın yeniden bulduğu ve derinleştirdiği bir türü tanımlar.” demişti. Kafka da karakterleri gibi hep o varoluşsal sıkıntıyı yaşadı, yazmanın yetersizliğini imâ etti. “İnsanlar ne kadar yürürlerse, varış noktasından o kadar uzaklaşırlar.” diyordu. Arkadaşı ve yayıncısı Max Brod ondan geriye kalanları yok etmeyi seçseydi Kafka belki de yeryüzünün en gizemli Bartleby’si olacaktı. Ya da bütün ret yazarlarının arzuladığı gibi unutuluş ırmağında kaybolup gidecekti.

Satranç oynamayı seçti

Marcel Duchamp (1887-1968):

Adı Dadacı ve Gerçeküstücü akımlarla anılan Fransız ressam, öteki Bartleby’lerden farklı olarak yazı yazmayı değil, resim yapmayı bıraktı. Duchamp, Büyük Cam adlı eserinden sonra fikirsiz kalmıştı ve kendini tekrarlamak yerine resmi bırakmayı seçti. Niçin bıraktığı sorulduğunda, “Artık bende fikir kalmadı.” diye cevap vermişti. Elli yılı aşkın bir süre resim yapmak yerine satranç oynadı. Duchamp, yıllar sonra genç ressamlar tarafından tekrar keşfedildi ve hiçbir şey yapmadan da “sanatçı” olunabileceği üzerine girdiği iddiayı kazandı.

Susturucu takmış gibi

Edmundo de Bettencourt (1899-1973):

Edmundo de Bettencourt, en iyi kitabı Poemas Zurdos’u 1940 yılında yayımladı, ardından 23 yıl sürecek suskunluğuna gömüldü. Kitabının beklediği ilgiyi görmemesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Edebiyat dergilerinin kendisiyle ilgili hazırladıkları özel sayılara, dosyalara itibar etmedi. Ölümünden on yıl önce eski şiirlerini bir kitapta topladı ve suskunluğuna devam etti. Şair öldüğünde Republica gazetesi şöyle yazdı: “Şair, yaşamını bir susturucu takmış gibi tek bir dize mırıldanmadan geçirmeyi yeğlemişti.”

Bir ret biçimi olarak intihar

Jacques Vaché (1895-1919):

İntiharı Bartleby’lerin ret biçimlerinden ayrı bir yerde değerlendirmek gerekse de Vaché’ye bir parantez açmak gerekiyor. Jacques Vaché, Breton’un “En çok ona borçluyum.” dediği kişiydi. “Sanat aptallıktır” dedi ve intihar etti. Vaché’yi bir Bartleby yapan, intiharı değil, sanatı aptallık olarak gören derin ret duygusudur.

Yazmadığı romanla ünlü

Nicolas Chamfort (1741-1794):

Sonu intiharla biten bir başka Bartleby, yazmadığı romanla ünlenen Chamfort, geride eser bırakmamış olsa da eserini hayal edebilmemiz için gerekli malzemeyi bıraktı. “Ruhun acılarının yanında solda sıfır” olduğunu düşündüğü şiddetli bir ölümü seçti. “Niye yazmıyorum?” sorusuna kendi kendine şu cevapları veriyordu:
Çünkü halkın zevksizliği ve hasedi had safhada,
Çünkü halk beğenmediği başarılarla hiç ilgilenmiyor,
Çünkü edebî yaftam ne kadar çabuk yok olursa ben o kadar mutlu oluyorum.

Kırk beş yıl sustu

Emilio Adolfo Westphalen (1911-2001):

Emilio Adolfo Westphalen, Peru şiirini İspanyol şiir geleneğiyle dâhiyane bir şekilde birleştiren iki şiir kitabı yazdıktan sonra tam 45 yıl boyunca hiçbir şey yazmadı. Uzun yıllar boyunca unutulmadı, aksine bu suskunluk onu tanımladı. Neden yazmadığı sorusuna yüzünü sol eliyle kapatarak hep aynı cevabı veriyordu: “Hazır değilim.”

Yazma krizinin kökeni

Hugo von Hoffmansthal (1874-1929):

Hoffmansthal’ın Der Brief des Lord Chandos adlı eseri, Vila-Matas’a göre ret edebiyatının doruğudur ve 20. yüzyıl edebiyatındaki Bartleby gölgesini ortaya koyar. Hoffmansthal, edebiyatın harika çocukluğundan yazma krizinin ortasına düşmüştür. Bu süreçte yazma krizinin kökenine iner ve edebiyatın tümüyle yetersiz ve imkansız olduğunu gösterdiği unutulmaz Der Brief des Lord Chandos’u kaleme alır. Ancak Hoffmansthal, öteki Bartleby’lerin aksine sözün iflasını saptadıktan sonra zarafetle edebiyata geri döner.

Ölümsüzlük yanılsaması

Guy de Mauppasant (1850-1893):

Oğlunun büyük bir yazar olmasını isteyen ihtiraslı anne Maupassant, onu büyük yazar Flaubert’e emanet etti. Genç Guy, 30 yaşına kadar hiçbir şey yazmadı. Yazmaya başladıktan sonra da büyük bir öykücü olacağını gösterdi ve kısa bir süre içinde lüks bir yaşam sürmeye başladı. Maupassant’ın yanılsaması “ölümsüzlük” oldu. Büyük bir yazar olarak ölümsüzlüğünden emin olmak istiyordu. Kafasına iki kere tabanca sıktıktan sonra kâhyasını çağırarak “Bak,” dedi, “bana kurşun işlemiyor, ben ölümsüzüm.” Maupassant aynı deneyi hançerle yapmak isteyince başarılı olamadı. Kanlar içinde kaldığı o günden ölümüne kadar hiçbir şey yazamadı. Gazetelerde resminin altına şöyle cümleler konuluyordu: “Ölümsüz mösyö Guy de Maupassant’ın delilik hali sürüyor.”

Yazacak bir şeyim yok

Oscar Wilde (1854-1900):

Oscar Wilde’ı Bartleby’lerle buluşturan şey, trajik yazgısının yanı sıra unutulmaz cümleleriydi. “Kesinlikle hiçbir şey yapmamak, bu dünyanın en zor şeyidir, en zor ve en entelektüel olanı.” diyordu bir oyununda. Wilde, “hiçbir şey yapmamak” özlemini ancak yaşamının Paris’te geçen son yıllarında gerçekleştirebildi. Açıklaması şuydu: “Yaşamı tanımadan önce yazıyordum; şimdi yaşamın anlamını bildiğim için yazacak bir şeyim yok.” Reading Zindanı’nda yazdığı De Profundis, Oscar Wilde’ın susmadan önceki son çığlığı oldu.

Unutulmayı seçti

Henry Roth (1906-1995):

Henry Roth, Amerika’ya göç etmiş bir ailenin çocuğuydu. Amerika deneyimini, 28 yaşında yazdığı bir romanla anlattı. Roman pek dikkat çekmedi, Roth da su tesisatçılığından akıl hastanesinde hasta bakıcılığa kadar pek çok farklı iş yaptı. Romanı 30 yıl sonra yeniden basılınca Amerika’da büyük ilgi gördü, bir klasik kabul edildi. Henry Roth, daha sonra ölümüne kadar geçen on yıllarda tek kitap dışında bir şey yayımlamadı, yaşamın akışında unutulmayı seçti.

Karısı ölünce kalemi bıraktı

Juan Ramon Jiménez (1881-1958):

Juan Ramon Jiménez, 1956 yılında Nobel edebiyat ödülüne değer görülmüştü. Ama ödülü aldığını öğrendiği günlerde Jiménez, karısı, sevgilisi, sekreteri, kısacası her şeyi olan Zenobia’nın da kansere yenildiğini öğrenecekti. Jiménez’in hizmetçisi, karısının ölümünden sonra şairin Nobel ödülünü yere fırlatıp öfkeyle çiğnediğini anlatır. Jiménez, o günden sonra tek dize yazmadı. Geride bir Bartleby aforizması sayılabilecek şu cümleyi bıraktı: “Benim en iyi yapıtım, yapıtlarımdan pişmanlık duymak olmuştur.”

Konuşulamayan konusunda susmalı

Ludwig Wittgenstein (1889-1951):

Wittgenstein’ın Tractatus’taki çok ünlü önermesi aslında ret edebiyatını en iyi açıklayan cümlelerden biri olarak da okunamaz mı? “Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı.” Hayattayken yayımladığı tek felsefe kitabının son önermesinde böyle diyordu Wittgenstein. Bir daha felsefe üzerine kitap yayımlamadı. Tüm diğer kitapların pabucunu dama atacak bir kitap yayımlamak istiyordu ama bu olmayan kitap, imkânsız bir kitaptı. Ve öyle kaldı.

Goethe’nin şiirlerini yazan gizemli kadın

Marianne Jung (1784-1860):

Büyük Alman şairi Goethe, 60’lı yaşlarının ortalarında Doğu Batı Divanı’ndaki şiirleri yazıyordu. Kitaptaki bazı şiirlerde Züleyha ortaya çıkar ve konuşur. Ama Züleyha’nın konuştuğu dizeleri Goethe değil, Marianne Jung adında genç bir kadın yazmıştır. Jung, dünya lirik şiirinin başyapıtlarından birindeki seçkin parçalara imza attıktan sonra bir daha asla yazmadı. Bartleby’lerin en gizemlilerinden biri olarak kaldı.

Geç kalmış Bartleby

Lev Tolstoy (1828-1910):

Tolstoy, geç kalmış bir Bartleby idi. Uzun yaşamının son günlerinde, edebiyatta bir uğursuzluk olduğuna karar verdi ve yıllarca yaşadığı Yasyana Polyana’yı bir daha dönmemek ve yazmamak üzere terk etti. İlkelerin, disiplinin, görkemli yapıtların Tolstoy’u öleceği tren istasyonuna doğru yol alırken aslında Bartleby’ler cemaatine katılıyordu. Tüm edebiyatın, kendi kendisinin reddinden ibaret olduğunu daha iyi ne anlatabilir?

Türk edebiyatının Bartleby’leri

Edebiyatımızda bir Bartleby’ler kuşağından veya topluluğundan söz etmek mümkün gözükmese de, Bartleby sendromuna yakalanmış Batılı yazarlarla ruh akrabası olan edebiyatçılarımız olduğuna kuşku yok. Bu sendrom yalnızca yazmayı bırakan şairleri/yazarları değil “unutuluş sanatının” tadına varmak isteyenleri de içine alıyorsa eğer bizim Bartleby’lerimizden de söz edebiliriz. Has edebiyat okurunun aklına gelecek ilk örnek elbette, Gülderen Bilgili. Edebiyatımızın bu gizemli yazarı Bir Gece Yolculuğu adlı kitabıyla 1988’de Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülmüştü. Bir daha öykü yazmadı, kayıplara karıştı. Bir başka soy öykücü, Selçuk Baran, geç başladığı (ama geç kalmadığı) edebiyata son yıllarında küstü. Selim İleri’nin deyişiyle, “gitgide kendi içine çekilip yazarlığını unutturmaya çalıştı.” Seçkin eleştirmen Hüseyin Cöntürk de bir dönem suskunluğa gömülmüş, yazmamayı seçmişti. Cöntürk, en verimli çağını “susarak” geçirdi. Ne yazık ki, edebiyata döneceğinin işaretlerini vermeye başladığı dönemde aramızdan ayrıldı. Türk şiirindeki en iyi Bartleby örneği ise Celal Sılay olmalı. Cemil Meriç, onun için “Türkiye’nin Oscar Wilde’ıdır.” demişti. Sılay, gençliğinde şiirleri dilden dile dolaşırken zamanla edebiyattan uzaklaştı ve sonunda susmayı tercih etti.

Servet-i Fünun’dan Aylak Adam’a

Eser vermeye devam ettiği halde “görünmemeyi” tercih eden yazarları/şairleri birer Bartleby olarak değerlendirmek elbette yanlış olur. Ancak böylesi münzevi bir tutumun bu sendroma yakalanmış yazarları çağrıştırdığı da bir gerçek. Edebiyatımızda akla iki isim geliyor hemen: Nuri Pakdil ve Sezai Karakoç. İkisi de yazmayı, üretmeyi sürdürüyorlar ama ısrarla “görünmek”ten kaçınıyorlar.
Yazmayı kesin bir reddedişle bırakan yazar/şair sayısının Batı edebiyatına göre bizde epey az olmasının psikolojik, kültürel, geleneksel, toplumsal pek çok sebebi bulunabilir. Kesin olan şu: Aralarında Servet-i Fünuncuların “Yeşil Yurt” hayalinden Yusuf Atılgan’ın Bartleby’ye benzeyen Aylak Adam’ına, Necatigil’in “yazmak süresiz ertelenmiştir”ine kadar pek çok örnek, “yazıyı bırakma tereddüdü”nün bizim edebiyatımızda da öteden beri var olduğunu gösteriyor.

Özge Yalın - kitapzamani.zaman.com.tr


paylaş:

en klas 30 film



Bir süre önce yine aynı kaynaktan En Klas Kitaplar listesini yayınlamıştık. Bu kez ise konu filmler.

Casablanca
The Wild One
Rebel Without A Cause
Vertigo
Breathless
Blow-Up
If…
Bullitt
Easy Rider
A Clockwork Orange
Get Carter
Shaft
Mean Street
Quadrophenia
American Gigolo
Blade Runner
Goodfellas
Singles
Resevoir Dogs
Dazed & Confused
Pulp Fiction
Trainspotting
The Big Lebowski
Out of Sight
Rushmore
Fight Club
Ocean’s Eleven
This is England
Control
Drive
paylaş:

filmler hakkında en iyi 50 film



İçerisinde film çekimi, sinema sahnesi ya da sinemanın direkt kendisi olan filmleri Total Film kendine has yorumlarıyla sıralamış.

50. For Your Consideration (2006)
49. My Week With Marilyn (2011)
48. White Hunter, Black Heart (1990)
47. Son Of Rambow (2008)
46. Tropic Thunder (2008)
45. Broken Embraces (2009)
44. State And Main (2000)
43. Through The Olive Trees (1994)
42. Whatever Happened To Baby Jane? (1962)
41. Inland Empire (2006)
40. Stardust Memories (1980)
39. Be Kind Rewind (2008)
38. Shadow Of The Vampire (2000)
37. Bowfinger (1999)
36. The Aviator (2004)
35. A Cock And Bull Story (2006)
34. Gods And Monsters (1998)
33. Man Bites Dog (1992)
32. Wes Craven's New Nightmare (1994)
31. Matinee (1993)
30. The Bad And The Beautiful (1952)
29. Get Shorty (1995)
28. Hugo (2011)
27. The Last Picture Show (1971)
26. Swimming With Sharks (1994)
25. Adaptation (2002)
24. L.A. Confidential (1997)
23. Who Framed Roger Rabbit? (1988)
22. Sullivan's Travels (1941)
21.Boogie Nights (1997)
20. The Purple Rose Of Cairo (1985)
19. Living In Oblivion (1995)
18. A Star Is Born (1954)
17. Peeping Tom (1960)
16. The Blair Witch Project (1999)
15. Super 8 (2011)
14. The Artist (2011)
13. King Kong (1933)
12. Sherlock, Jr (1924)
11. Mulholland Dr. (2001)
10. Hearts Of Darkness: A Filmmaker's Apocalypse (1991)
9. Contempt (1963)
8. Ed Wood (1994)
7. Barton Fink (1991)
6. The Player (1992)
5. Cinema Paradiso (1988)
4. Sunset Boulevard (1950)
3. Eight And A Half (1963)
2. Day For Night (1973)
1. Singin' In The Rain (1952)
paylaş:

fight club parodisi: kiss club


Fight Club birçok açıdan diğer filmlerden farklı, konusu itibariyle ve sevenlerinin çokluğuyla hem kitabının hem de filminin farklı hayranlarının sayesinde birçok yaratıcı fikirde hammadde olalarak kullanılabiliyor. Bir süre önce Fight Club’ı Jane Austen yazsa nasıl olurun cevabının arandığı bir videoyu paylaşmıştık. Bu kez ise Fight Club’ın Hustlebot tarafından hazırlanan parodisi Kiss Club’a şöyle bir göz atıyoruz. Keyifli anlar.


paylaş:

gösterime giren filmler | 29 haziran


Buz Devri 4: Kıtalar Ayrılıyor
Ice Age: Continental Drift
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 29 Haziran 2012
Filmin Türü : Komedi,Animasyon,Aile,Macera
Buz Devri 4 : Kıtalar Ayrılıyor (Ice Age: Continental Drift); Manny, Diego ve Sid'in, kendilerini diğerlerinden ayıran afetten sonra sürüklendikleri bir kıtada başlarına gelenleri beyazperdeye taşıyor. Bir buzdağından derme çatma bir gemi yapan kahramanlarımızın maceralarla dolu epik deniz seferi böyle başlıyor. Manny ve arkadaşlarını bu yeni dünyada egzotik deniz canavarları ve acımasız korsanlar da bekliyor.
Tarih öncesi sincap Scrat ise bildiğiniz gibi, lanetli palamudu onu nereye sürüklerse oraya gidiyor...

Çernobil'in Sırları
Chernobyl Diaries
Yapım yılı : 2012
Gösterim Tarihi : 29 Haziran 2012
Filmin Türü : Korku
Avrupa'da tatile çıkan altı kişilik bir arkadaş grubu, gezilerinde rehberlik etmesi için farklı bir turist rehberi tutarlar. Adam onları, Çernobil nükleer faciasından önce işçilerin ikamet ettiği ama artık terk edilmiş olan Pripyat şehrine götürür. Yıkıntıların arasında gezerken turist kafilesi aslında yalnız olmadıklarını fark edeceklerdir...

Ya Aşk Olmasaydı?
Lo contrario al amor
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 29 Haziran 2012
Filmin Türü : Komedi
Merce, karmaşık bir kızdır, sevgilisi yoktur ve sevgili istememektedir, çünkü sevgilisi olduğunda diğer yüzü ortaya çıkar, kontrol cadısına dönüşür. Masördür, özel bir yeteneğe sahiptir, dokunduğu müşterileri duygusal bir çözülmeye düşerler. Asansörde mahsur kalır ve üç itfaiyeci tarafından kurtarılır. İtfaiyeciler, Merce’yi kim yatağa atacak diye iddiaya girer.

Faust
Faust
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 29 Haziran 2012
Filmin Türü : Dram,Fantastik
Goethe’nin bilginin arayışı hakkındaki trajedisinden esinlenen Faust, 19. yüzyılda geçiyor ve ruhunu şeytana satan kahramanını izliyor. O bir düşünürdür, haberleri yayan kişidir; entrikacıdır, hayalperesttir. Açlık, açgözlülük, şehvet gibi temel güdülerin yönlendirdiği adsız bir adamdır. İlerlemek mümkünse neden bulunulan yerde durulsun ki?

Daha İyi Bir Hayat
Une vie meilleure
Yapım yılı : 2011
Gösterim Tarihi : 29 Haziran 2012
Filmin Türü : Dram
Aşçı Yann ve bekâr bir anne olan Nadia, tanıştıkları andan itibaren aşık olup büyük bir tutkuyla birbirlerine bağlanırlar. Nadia ve oğluyla bir aile kurmak isteyen Yann, kırsal bölgede bir restoran satın almaya karar verir. Kendi restoranında şef olmak ve yeni ailesi ile sakin bir hayat sürmenin hayaliyle yaşamaktadır. Ancak onları bekleyen hayat bundan çok farklı olacaktır.
paylaş: