BAFTA Awards | 2013
İngilizlerin Oscar’ı olarak kabul edilen BAFTA Ödülleri'nin sahipleri belli oldu. Törende en iyi film ödülünü ‘Argo’ alırken filmin
yönetmeni olan Ben Afleck ise en iyi yönetmen seçildi. Anne Hathaway ve Hugh Jackman'ı kadrosunda barındıran Les Miserables, geceden en iyi yardımcı kadın oyuncu olmak üzere toplamda 4 ödülle ayrıldı. Diğer kazananlar ise şu
şekilde:
En
İyi Film: Argo
En
İyi Kadın Oyuncu: Emmanuelle Riva - Amour
En
İyi Erkek Oyuncu: Daniel Day-Lewis - Lincoln
En
İyi Yönetmen: Ben Affleck - Argo
En
İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Anne Hathaway - Les Miserables
En
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz - Django Unchained
En
İyi Senaryo: Django Unchained
En
İyi İngiliz Filmi: Skyfall
En
İyi Yabancı Film: Amour
En
İyi Kısa Film: Swimmer
En
İyi Uyarlama Senaryo: Silver Linings Playbook
En
İyi Prodüksiyon Tasarımı: Les Miserables
En
İyi Görsel Efekt: Life of Pi
En
İyi Makyaj ve Saç: Les Miserables
En
İyi Kostüm Tasarımı: Anna Karenina
En
İyi Sinematografi: Life of Pi
En
İyi Montaj: Argo
En
İyi Ses: Les Miserables
En
İyi Müzik: Skyfall
En
İyi Belgesel: Searching For Sugar Man
En
İyi Animasyon Filmi: Brave
En
İyi Kısa Animasyon: The Making of Longbird
neon film posterleri
yazan: titiemre
tarih: 2/10/2013 05:33:00 ÖS
etiket: back to the future, batman, inception, neon film posterleri, psycho, pulp fiction, the shining
yorum:
Hiç yorum yok
Micheal Whaite’nin film posterleri oldukça
farklı. Neon Lights adı verilen bu ışıklandırma sistemi, film posterlerine pek
bir yakışmış.
30 yaşına gelmeden önce okunması gereken 30 kitap
yazan: titiemre
tarih: 2/07/2013 06:19:00 ÖS
etiket: 30 Books Everyone Should Read Before They’re 30, 30 yaşına gelmeden önce okunması gereken 30 kitap, liste
yorum:
8 yorum
divinecaroline.com isimli site 30 yaşına gelmeden önce okunması gereken 30 kitabı sıralamış. Liste
şu şekilde:
1-
‘Siddhartha’ - Hermann Hesse
2-
‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ - George Orwell
3-
Bülbülü Öldürmek - Harper Lee
4-
'Otomatik Portakal' - Anthony Burgess
5- 'Çanlar Kimin İçin Çalıyor' - Ernest Hemingway
6-
'Savaş ve Barış' - Lev Tolstoy
7-
'İnsan Hakları' - Thomas Paine
8-
'Toplum Sözleşmesi' - Jean Jacques Rousseau
9-
'Yüzyıllık Yalnızlık' - Gabriel Garcia Marquez
10-
'Türlerin Kökeni'- Charles Darwin
11-
'The Wisdom of the Desert' – Thomas Merton.
12-
'Kıvılcım Anı' - Malcolm Gladwell
13-
'Söğüt Ağaçlarındaki Rüzgar' - Kenneth Graham
14-
'Savaş Sanatı' - Sun Tzu
15-
'Yüzüklerin Efendisi' - J.R.R. Tolkien
16-
'David Copperfield' - Charles Dickens
17-
'Four Quartets' - T.S. Eliot
18-
'Madde 22' - Joseph Heller
19-
'Muhteşem Gatsby' - F.Scott Fitzgerald
20-
'Çavdar Tarlasında Çocuklar' - J.D. Salinger
21-
'Suç ve Ceza' - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
22-
'Prens' - Niccolo Machiavelli
23-
'Doğal Yaşam ve Başkaldırı' - Henry David Thoreau
24-
'Devlet' - Platon
25-
'Lolita' - Vladimir Nabokov
26-
'İş Bitirici' David Allen
27-
'Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı' - Dale Carneige
28-
'Sineklerin Tanrısı' - William Golding
29-
'Gazap Üzümleri' - John Steinbeck
30-
'Usta ile Margarita' - Mihail Bulgakov
mutsuz ve aşksız bir adamdım
Hayat benim üzerime gelmiyordu. Hayat;
Kaan’ların, Buğra’ların, Melih’lerin üzerine geliyordu. Böylece Kaan’lar
depresyona girebiliyor, insanlar onların çevresinden ayrılmıyor; ilginin,
sevginin, ‘’oh, yoo, sadece başım ağrıyor Zeynepçiğim’’ diyerek Zeynep’lerin
gönlünü çalabiliyordu bu şekilliler ordusu… Sorun buydu işte. Kendisi için özel
olduğum birisi yoktu şu hayatta. İhtiyacım olan tek şey ilgiydi, sevgiydi…
Sosyal Medya diye hitap edilen yerlerde taraflı tarafsız herkesin bu sözcüğü
kullanan insana karşı yaklaşımı değişiyor, onu seviyordu. Evet dostlarım, doğru
bildiniz. Bana lazım olan şey ‘’ego tatminiydi’’.
‘’Bir sevgilim olsundu, hiç sahip olmadığım
keskin zekâm hakkında sağda solda atıp tutsundu. Vücudumun neresinde dahi bulunduğunu
bilmediğim adonislerimden bahsetsindi. Kapkara gözlerim hakkında millete
‘hüzünlenince yeşile çalıyor ama romantikleşince mavileşiyor, düşünceli olduğu
zamanlardaysa elalaşıyor’ diye bahsetsindi. Okuduğum tek yazar Umut Sarıkaya
olmasına rağmen sağda solda edebiyat bilgim hakkında ‘en sevdiği yazarlar;
George Orwell, Stendhal, Albert Camus, Sartre ve Yusuf Atılgan’ desindi. Sinema
bilgisi sadece Recep İvedik üçlemesi üzerine kurulu bir insan olmama rağmen
insanlara sinema zevkim hakkında ‘İngmar Bergman sinemasının en iyi
ürünlerinden biri olan Det Sjunde İnseglet üzerine tezler hazırlamakta,
arkadaşlarıyla toplanıp kritiklerini yapmakta’ desindi’’ diye düşünmüştüm,
İstiklâl’e giden halk otobüsünün içinde. İçimde iflah olmaz bir ‘’hemen sevgili
bul’’ hormonu yeşermiş, adeta tüm benliğimi sarmıştı. Büyük bir sevgili arayışı
içersindeydim. Nereye gideyim, kimlere başvurayım, nerelere ağlayayım
bilemiyordum. Beynimdeki nöronlar dahi ‘’sevgiliiğhh sevgiliiğhh’’ diye
ağlıyordu resmen.
Haftalar sonra bu uğraşımdan hiçbir sonuç
çıkmayınca bende umutsuzluğa kapılmış, geç saatlere kadar sokaklarda zağar gibi
sürtmeye başlamıştım. Her aşksız ve sevgisiz insan gibi benimde elimden içkiler
düşmüyor, dudağımdan sigaralar eksilmiyordu. Kendime kanlı canlı bir sevgili
bulamadığım her anda iyice dibe çöküyor, sigaramdan bir fırt daha çekiyordum.
İşte bu sigaramdan bir fırt çekeceğim anlardan birisinde sigaram dudağımdan
düşmüş ve yokuş aşşa yuvarlanmaya başlamıştı. Son sigaramdı ve yeni yakmıştım.
Dengesiz dengesiz arkasından koşup sigaramı yakalamaya çalıştım. Tam sigaramı
eğilip alacağım anda yerçekimi kanunu devreye giriyor, sigaramı adeta dünyanın
merkezine doğru çekiyordu. Sonunda sigaramı sol ayağımla durdurabilmiştim.
Sigarayı eğilip aldığımda sünger kısmında eser miktarda sakız kalıntıları,
bolcana kıl, tüy ve bilumum sokak pisliğiyle karşılaşmıştım. Hava bozmaya
başlamıştı. Mutsuz ve aşksız bir adamdım. Yağmur yağmaya başlayınca ‘gözyaşlarım
yağmurda belli olmaz’ diyerekten hönküre hönküre ağlamaya başladım, boş
sokaklarda koşarak.
Hönküre hönküre sokaklarda koşuyordum. Başımı
öne eğmiş, koşarak feryat figan ağlıyordum. İşte tam bu sırada önümdeki direği
göremeyince bodoslama girdim direğe, beynimin sağ ve sol loblarının yer
değiştirdiğini hissettim adeta. Bayılmadan önce gördüğüm tek şey kafası beyaz
vücudu kahverengi bir güvercinin ‘’gururuk gururuk’’ diye yanıma konuşuydu…
Nereden baksan 12 saattir boş arazide
uyuyordum. Bir Allah’ın kulu gelip de uyandırmamıştı beni. Üşüyordum ve üstüm
başım çamur içersinde kalmıştı. Üzerimi temizlemeye çalışırken bayılmadan önce
gördüğüm kuş ‘’fata fata fata’’ diye ilerideki taşa kondu. Ağzında büyükçene
bir ekmek vardı. Taştan inip kafasını ileri doğru ite ite yanıma geldi. Ekmeği
ayağıma bıraktı ve ‘’gururuk gururuk’’ dedi. Etrafa bakınmaya başladı. Bu
sırada ben yine ağlamaya başladım. İşte bu kuş bana gerekli olan sevgiyi
verebilmişti. Bu kuş, bu güvercin beni karşılıksız seviyordu ki, bana ekmek
getirmişti. İyice hönküremeye başlayınca kuş havalanıp birkaç tur attı ardından
yine yanıma kondu. Gözyaşlarımı silip kuşu da yanıma alarak evimin yolunu tuttum.
O artık benim kadim dostum olacaktı.
Aradığım sevgiyi ben bu güvercinde bulmuştum
dostlarım. Haftalar geçmiş ve biz her geçen gün aramızdaki dostluğu titanyumdan
yapılmış kapılar gibi güçlendiriyorduk. En büyük sırlarımı güvercinime,
Ercüment’ime anlatıyordum. Ercüment ismini kendiside benimsemişti. Ne zaman
Ercüment desem omzumda bitiyordu. Biz çok iyi dost olma yolunda emin adımlarla ilerliyorduk.
Yediğimiz içtiğimiz birdi. Zaten
Ercüment’in öyle büyük istekleri de olmuyordu. 1 kilo pirinç koysam önüne onu
da yerdi, ıslak ekmek koysam onu da yerdi. Masrafsız, on numara bir kişilikti
Ercüment. Ercüment’le tanışmadan önce yaşamım Radiohead’in Exit Music isimli
parçası kadar umutsuzcaydı. Şimdiyse ‘’kop kop’’ ve ‘’dıppdıss dıppdıss’’ adı
altındaki bütün müzikler yaşamımı özetliyordu.
Güvercinlerin ne kadar zeki hayvanlar
oldukları anlatan bir belgesel izlerken Ercüment de bir sıkıntı sezmiştim. Ne
televizyona bakıyor ne de omzuma konup kendisine ‘’mucks mucks, ercümentim
benim’’ dememe izin veriyordu. Haklıydı. Kaç haftadır evden dışarı çıkmıyorduk.
Hemen üzerimi giyinip Ercüment’i de yanıma alıp kendimizi dışarıya attık.
Ercüment’in uçmayı unutmasından korkuyordum.
Birkaç denemeden sonra yine uçamayınca tuttum kendisini havaya fırlattım. ‘’Kartallar
yükseklerde uçar ercüüüğğ ezehehe ezehehe’’ dedim arkasından ve gazımla
birlikte çanak antenlerin arasından uçmaya başladı.
Kâh Ercüment’i izleyip uçuşuna hayran
kalıyorum, kâh aramızdaki sıkı dostluğu aklıma tekrardan getirip ‘’ bundan
sonra teravihleri kaçırmıycam lan’’ diyordum. Ercüment’in uçuşuna hayran
kaldığım anlardan birinde bi an için Ercü’yü gözden kaçırmıştım. Birkaç melodik
ıslık çalarak Ercü’ye ulaşmaya çalışıyordum. Kısık bir gururuk duymuştum.
Melodik ıslığımı biraz daha uzun tutarak tekrar şansımı denedim, Ercü bir
cafe’den ‘’fata fata fata’’ diye havalanıp ‘’cukss’’diye omzuma kondu. Hiç ses
çıkarmadan kafasını ileri doğru itip duruyor, beni kafenin içine götürmek
istiyordu. ‘’lan ercüü, kesin bana kız buldun değil mi? La şu iş bi
gerçekleşsin… Hay senin daşşanı yesinler bee ercüüüüğ’’ dedim ve koşarak
hayatımın aşkını bulmayı umduğum kafeye doğru gittim.
Sonuç hüsrandı dostlarım. Kafenin içi
bomboştu. İki tane tavla atan emekli memurun dışında hiçbir yaşam belirtisi
yoktu. Ercü’nün beni neden buraya getirdiğini düşündüm, bir şey bulamadım. O
gün kafam biraz az çalışıyordu. Tam Ercü’yle göz teması kurmak ve kendisine
‘’bugün menemen kavanozun içinde uyuyacaksın Ercü’’ bakışı atmak için omzuma
bakındım ki, Ercü omzumdan havalanıp ilerdeki kafeste bulunan bir başka
güvercine aşk şarkıları söylüyor, kanatlarını sonuna kadar açıp güç
gösterilerinde bulunuyor; dişi güvercini etkilemek adına bir sürü şekilli
şekilli hareketler yapıyordu.
Bir
koşu emekli amcaların yanına gidip olayı anlattım. Tavlada kazanan amcanın
mutluluğu adeta bana da geçmiş, sırıta sırıta olayı anlatmıştım emekli amcama.
Güler yüzlü bir şekilde masadan kalktık ve kafesin kapısını açtık. Gövdesindeki
lekeleriyle adeta kübist bir tabloyu andıran dişi güvercin ve Ercümentçiğim
birbirlerinin üzerlerinde tepiniyor, birlikte aşk şarkıları söylüyorlardı. Hiç vedalaşmadan ve yine ağlayarak ortamı
terk ettim. Ercüment hayatının aşkını bulmuştu. Artık kendisiyle serseriler gibi
sokaklarda gezemeyeceğim aklıma gelince bir kez daha hönkürmeye başladım. Uzun
süredir içmediğim Viceroy marka çok ucuz ve içi talaşlarla dolu sigaradan alıp
evimin yolunu tuttum.
Bakkaldan çıkmış, hüzünlü bir şekilde evime
doğru giderken sigaramı yakmaya çalışıyordum. Kibriti yeniden alevlendirmeye
çalışırken yeşil gözlü, sarı saçlı, çok güzel bir kızla çarpışmak üzereyken
birkaç kıvrak hareketle çarpışmayı adeta iptal ettim. Önce bakıştık. Sonra
gülüştük. Ardından ‘’eğer çarpışsaydık bu boyalar hep üzerime dökülecekti’’
dedi. Sonra ağzımdaki talaş dolu viceroy’u alıp attı ‘’al muratti iç’’ dedi.
Güzel bir çakmak çıkartıp sigaramı da yaktı. Güzel kızdı. Artık beni anlatan
kelimeler ‘’tiriviri’’ ve ‘’trango’’ gibi
kelimeler değildi. Ercüment sağolsundu.
Görseli buradan aşırdık.
İnsan Nasıl Aptallaştırıldı
yazan: vakamijin
tarih: 2/04/2013 06:35:00 ÖS
etiket: İnsan, insanın aptallığı, mitoloji, müzik, popüler kültür, sinema, yazılar
yorum:
3 yorum
Konudan çok uzaklaşmadan kısaca insanın mitolojik tarihine, nasıl var olduğuna bir bakalım
Dini kitaplara göre insan Tanrının meleklerden sonraki yaratısıdır. Tanrı siyah çamura şekil vermiş sonra da içine kendi ruhundan bir parça üflemiş ve kurumaya bırakmıştır. İnsanı kıskanan iblis - bu konuda meleklerin hür iradesi olup olmadığı, insanın var oluş amacının Tanrının hür iradeli bir varlık yaratma ihtiyacı olduğu konusunda çelişkiye düşülmüşse de yeterli bilgim olmadığı için bu konuyu deşmeyeyim - kurumakta olan insanın burun deliklerinden girip çıkmış, tekme atmıştır - yine bu kaynakların güvenilirliği tartışılır,Tanrının buna izin vermesi saçmadır aslında - sonuç olarak insan içinde Tanrı ruhu olan ama İblisin de ruhunu biraz da olsa barındıran bir varlık olarak var olmuştur.
Sonra Ademin yalnız kalmasından dolayı tanrı Ademin kaburga kemiğinden Havvayı yaratmıştır.
Tasavvuf felsefesine göre ise Tanrı 3 iyi özelliğini ve bunların tam zıttı olan 3 kötü özelliğini insana üflemiştir. İnsan tasavvuf a göre de içinde çatışmalar yaşayan bir canlı olarak var olmuştur.
Yunan mitolojisine göre ise insan Prometheus tarafından Tanrılardan öç almak için yaratılmıştır. Daha sonra Zeus insanı dizginlemek için insana benzeyen bir varlık yapmış sonra da Hermese bu varlığın içine kurnazlığı ve kindarlığı koymasını, Afrodite ise şehveti ve baştan çıkarıcılığı koymasını söylemiş ve bir kutuya koyup Prometheus un fazla zeki olmayan kardeşine yollamıştır hediye olarak. Epimetheus bu kutuyu açmıştır ve içinden ilk kadın olan Pandora çıkmıştır. Hatta Zeus şöyle der " insana öyle bir hediye vereceğim ki onlara zarar verdiğini hayatını mahvettiğini bilse de ondan vazgeçemeyecek "
Özet olarak çeşitli kaynaklara göre insan bu şekilde yaratılmıştır.
Şimdi bu kaynakların doğruluğu tartışılır. Peki biraz düşünürsek insanın pek de zeki olmadığı sonucu rahatça çıkarılabilir. Peki hiç sorguladınız mı neden insan zeki olarak tasvir edilmedi? Adem neden Havvaya, Havva neden İblise kandı? Neden İblis insandan zeki gösterildi? Sen zaten böyle yaratıldın istesen de zeki olamazsın demek için, insanın bir şeyleri kabullenmesini sağlamak için olabilir mi? Çok zorlama bir mantık diye düşünebilirsiniz evet. Ama size dışarı çıkıp biraz bakınmanızı insanları dinlemenizi öneririm. Ya da çıkamayacaksanız bile biraz düşünün. İnsanın giderek aptallaşmaya başladığını göreceksiniz ve eğer beyniniz hala uyuşmadıysa neden böyle oldu diye sorgulamaya başlayacaksınız. Eğer başlamadıysanız hiç boşuna vakit kaybetmeyin. Ne yapıyorsanız onu yapmaya devam edin.
Neden böyle oldu? Neden düşünmek yorucu bir hal aldı artık? Ne zaman düşünmekten korkar hale geldik? Ne zaman çok düşünme kafayı yersin der olduk birbirimize?
Felsefi açıdan yaklaşmayacağım. Hem içinden çıkamayız hem de pek derinlikle bilmediğim bir konu felsefe. Ben size elimden geldiğince popüler kültürün insanı aptallaştırma öyküsünü anlatacağım.
Hatırlamayacağınız üzere sessiz sinema döneminde yapılan filmlerin para dışında amaçları vardı. Modern Times, Gold Rush, Citizen Kane vb. sistemi eleştirmekti amaçları. Bunları yaparken de Şarloya gülüyordu insanlar. Bu filmlerden sadece gülüp çıkanlar vardı elbet ama az da olsa bazılarının aklında soru işaretleri kalıyordu. Evine gidince düşünmeye başlıyordu.
Yıl 1975. Steven Spielberg un filmi Jaws vizyona girdi. Özel efekler havada uçuşuyor insanlar çok aşina olmadıkları bu " sanat " karşısında büyüleniyorlardı. Ama Jawsın bir özelliği daha vardı. Hiçbir şey anlatmıyordu film. Anlatmıyordudan ziyade düşündürmüyordu. Bomboş ama eğlenceyle geçen iki saat...
Ve 8 milyon dolara mal olan film 260 milyon dolar gibi devasa bir kazanç ve şöhret getirmişti. Steven Spielberg insanın zayıf karnını, açığını bulmuştu. Beyne değil sadece göze hitap eden bir sinemacılık doğuyordu. Jawsı E.T ler, İndiana Joneslar takip etti. İnsanlar bu kolay eğlenceye tapmaya başladılar. Kolay ve eğlencelinin yanında zor ama düşündüren filmlerin tutunma şansı kalmadı. İnsan yasak elmanın tadına bakmıştı bir kere. Ve böylece popüler kültürün can damarı popüler sinema, aydınlık maskeli karanlık doğdu. Bu noktadan sonra yapılan tüm filmlerde de düşünen karakterler gereksiz ve can sıkıcı olarak gösterildi. Genellikle hippi ve kafası uçmuş komplo teorisi üretip duran karakterler olarak gözümüze sokuldu ve başlarına hep kötü şeyler geldi. Ben hatırlamıyorum ki bu tip karakterlerden biri bile mutlu sona ulaşsın. Hepsi dışlandı veya öldürüldü. Bunları ağzı açık beyni kapalı halde izleyen gençlerin de bilinçaltına düşünürseniz sonu bu olur mesajı işlendi. Sonuç ise ortada. Düşünenlerin nerd, freak olarak dışlandığı, aklını hiç kullanmayan futbol takımı kaptanının en popüler çocuk olduğu bir genç nesil...
Aynı dönemde müzik de Jazz ve Bluesdan Rocka, Hard Rocka kaydı. Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple gibi gruplar Blues ritimlerini ve akorlarını değiştirerek yeni bir akım oluşturdular. Şarkıları bir şeyler anlatma derdindeydi. Her ne kadar hiçbir şey anlatmayan, sadece göze hitap eden Alice Cooperlar, Venomlar piyasada olsa da o dönemin zihinleri hala kullanılabilir gençleri bu grupların peşlerini bırakmadı. Ta ki düşünmekten yorulana kadar. Artık müzikal değer, anlamdan çok daha önemliydi. Çünkü bir yandan esrar içip bir yandan da sözlere kafa yoramazlardı. Ve müzik artık göze değil kulağa hitap ediyordu...
Düşünen insanın neler yapabileceğini bilenler gençleri zehirlemeye karar verdi. Ve hala da kullanılan Sex,Drugs and Rock'n Roll furyası başlatıldı. Sinemayla zaten beyni tembelleştirilmiş genç nesil bu mottoyla bataklığın içine çekildi.
Sex beyni durduran yegane olgu, artık gençler için vazgeçilmez halini alan bir uyuşturucuya dönüştü. Uyuşturucu, azıcık da olsa kalan beyin kırıntılarını sildi süpürdü. Rock'n Roll da günah keçisi...
Kurulan düzen hala işliyor. Yıl 2013;
Sinema : American Pastası ve türkiye versiyonu Çılgın Dershane
Müzik : Justin bieber, Nicki Minaj ve benzeri tekno ve pop şarkıları
Ama neyse ki internetin icadı ile globalleşen dünya kurtarılmak isteyen,potansiyeli olan hala çürümemiş taze yerleri kalan beyinleri aydınlığa çıkarabiliyor. Her ne kadar sosyal medya denen popüler kültürün yeni kolu sinemanın, müziğin yaptığını 5 kat hızlı da yapsa hala umut var.
Sinema : Bağımsız sinemanın yükselişi ile popüler, akılsız sinemaya karşı durulabiliyor
Müzik : Hala Anathema, Tool gibi bir şeyler anlatmaya çalışan gruplar var
Hala umut var. Düşünmek için. Sadece birazcık akıl. İnsan düştüğü bu bataklıktan ancak akıl yardımıyla kurtulabilir. Düşünmeye hep vakit var.
Sizden ricam kafeslerinizden çıkın. Dışarı çıktığınızda elinizdeki teknolojik aygıtlara bakmak yerine gökyüzüne bir bakın. Arkadaşlarınızla yüzyüze, gözlerinin içine baka baka konuşun. Havadan sudan konuşun, saçma da olsa bir şeyler anlatın. Analtılmış hikayeleri, yapılmış televizyon programlarını konuşmayın. Bir gözünüz telefonunuzda bir gözünüz arkadaşınızda olmasın. Geceleri en azından balkona çıkıp yıldızlara bakmaya çalışın. Evrenin ne kadar büyük, insanın ne kadar küçük olduğunu anlamaya çalışın. Yalvarıyorum size, kalkın artık. Bilmediğiniz sokaklarda korkusuzca yürüyün. Keşfedin. Korkarak yaşamaktansa cesurca ölün. Emin olun bu yaşamak değil. Yaşamak bunlardan çok daha falzası.
Nasıl değil, neden diye sorun kendinize.
Korkmayın. Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın, sizden başkasına yapılmasına da izin vermeyin, karşı çıkın. Savaşın. Çürüyoruz. Yaşam kafesi içinde ölüyoruz.
Gökyüzüne bakın. Dünyanın döndüğünü görün. Hayatın geçtiğini anlayın.
alternatif the shining posterleri
yazan: titiemre
tarih: 1/31/2013 01:08:00 ÖÖ
etiket: alternatif the shining posterleri, jack nicholson, sanat, stanley kubrick, the shining
yorum:
Hiç yorum yok
yeniden tasarlanmış kasetler
yazan: titiemre
tarih: 1/24/2013 10:39:00 ÖS
etiket: sanat, yeniden tasarlanmış kasetler
yorum:
Hiç yorum yok
Özellikle 90’lar ve 2000’li yılların
başlarında çokça rastladığımız, içerisine şarkılar kaydettiğimiz, sevilen bir
parçayı tekrar dinlemek için kaseti evirip çevirip başa sardığımız, bozuk olanları
ise balkonlardan aşağılara sarkıttığımız ya da sokaktan araçlar geçmesin diye
ağaçlara bağladığımız, işlevselliği hayal gücü kadar geniş olabilen bir şeydi kasetler.
CD’nin babası diyebileceğimiz bu medya artık ortalıklarda pek yok. Daha doğrusu
karanlık güçler tarafından toplatılmakta. Aşağıda Benoit Jammes’in kasetlerle
ilgili çalışmaları bulunmakta. Kim bilir, kasetler belki de küllerinden
doğacaktır bu çalışmadan sonra.
en iyi 100 albüm
yazan: titiemre
tarih: 1/24/2013 01:05:00 ÖS
etiket: en iyi 100 albüm, liste, pink floyd, radiohead
yorum:
Hiç yorum yok
Radyo Eksen dinleyicilerinin oylarıyla
belirlenen, En İyi 100 Albüm Listesi 1992’den günümüze kadar piyasaya çıkmış
olan albümleri içermekte. Tam 8. 170 oyun kullanıldığı listede ön plana çıkan
grup ise, listeye tam 7 albüm birden
sığdırabilmiş olan Radiohead’de. Listenin devamıysa şu şekilde:
1
– RADIOHEAD | OK Computer
2
- PINK FLOYD | The Division Bell
3
- JEFF BUCKLEY | Grace
4
– NIRVANA | MTV Unplugged In New York
5
- RED HOT CHILI PEPPERS | Californication
6
– COLDPLAY | Parachutes
7
– OASIS | (What's The Story) Morning
Glory?
8
– NIRVANA | In Utero
9
- LANA DEL REY | Born to Die
10
- AMY WINEHOUSE | Back to Black
11
– PORTISHEAD | Dummy
12
- ALICE IN CHAINS | Dirt
13
– MUSE | Origin of Symmetry
14
- RADIOHEAD | In Rainbows
15
- METALLICA | Load
16
- ARCTIC MONKEYS | Whatever People Say I
Am, That's What I Am Not
17
– RADIOHEAD | Kid A
18
- DEPECHE MODE | Songs of Faith and
Devotion
19
– RADIOHEAD | Pablo Honey
20
– RADIOHEAD | The Bends
21
– COLDPLAY | A Rush Of Blood To The Head
22
- THE BLACK KEYS | El Camino
23
- PEARL JAM | Vs.
24
- RAGE AGAINST THE MACHINE | Rage
Against The Machine
25
- R.E.M. | Automatic For The People
26
– ADELE | 21
27
- THE STROKES | Is this It
28
– BEIRUT | Gulag Orkestar
29
– MEGADETH | Countdown To Extinction
30
– INTERPOL | Turn on the Bright Lights
31
– OASIS | Definetly Maybe
32
- MASSIVE ATTACK | Protection
33
- THE LAST SHADOW PUPPETS | The Age of
the Understatement
34
- DREAM THEATER | Awake
35
– TOOL | Lateralus
36
- THE PRODIGY | The Fat of the Land
37
- GUNS N' ROSES | "The Spagetti
Incident?"
38
– MORRISEY | You Are The Quarry
39
– PULP | Different Class
40
- RED HOT CHILI PEPPERS | By The Way
41
– MORRISEY | Your Arsenal
42
– PLACEBO | Placebo
43
– BLUR | Parklife
44
- ARCTIC MONKEYS | Humbug
45
- BON JOVI | Keep The Faith
46
- SYSTEM OF A DOWN | Toxicity
47
- THE XX | XX
48
– AUDIOSLAVE | Audioslave
49
– SOUNDGARDEN | Superunknown
50
- THE CRANBERRIES | No Need to Argue
51
- EDDIE VEDDER | Into The Wild
52
- NICK CAVE AND THE BAD SEEDS | Let Love
In
53
– MOBY | Play
54
- IRON MAIDEN | Brave New World
55
– PANTERA | Vulgar Display Of Power
56
- FLORENCE AND THE MACHINE | Ceremonials
57
– PORTISHEAD | Portishead
58
- MASSIVE ATTACK | Heligoland
59
- PEARL JAM | Vitalogy
60
- THE CRANBERRIES | Everybody Else Is
Doing It, So Why Can't We?
61
- THE CURE | Wish
62
– BJÖRK | Post
63
– BJÖRK | Homogenic
64
– GREENDAY | American Idiot
65
– SEPULTURA | Chaos A.D.
66
- THE VERVE | Urban Hymns
67
- THE WHITE STRIPES | Elephant
68
– TRAVIS | The Man Who
69
- NICK CAVE AND THE BAD SEEDS | The
Boatman's Call
70
– JAMIROQUAI | Emergency On Planet Earth
71
– GREENDAY | Dookie
72
– TRAVIS | The Invisible Band
73
– RADIOHEAD | Hail To The Thief
74
- THE BLACK KEYS | Brothers
75
– PLACEBO | Black Market Music
76
– AEROSMITH | Get a Grip
77
– KEANE | Hopes and Fears
78
- THE OFFSPRING | Smash
79
- TORI AMOS | Little Earthquakes
80
- ALANIS MORISSETTE | Jagged Little Pill
81
– RADIOHEAD | Amnesiac
82
- MANIC STREET PREACHERS | Generation
Terrorists
83
– TOOL | 10,000 Days
84
– KASABIAN | Velociraptor!
85
- LEONARD COHEN | The Future
86
- NORAH JONES | Come Away With Me
87
- ANGEL DUST | Faith No More
88
- DAFT PUNK | Homework
89
- FLORENCE AND THE MACHINE | Lungs
90
- THE KILLERS | Hot Fuss
91
- LINKIN PARK | Hybrid Theory
92
- FRANZ FERDINAND | Franz Ferdinand
93
– SUEDE | Suede
94
- DEPECHE MODE | Ultra
95
- THE PRODIGY | Experience
96
- QUEENS OF THE STONE AGE | Songs For
the Deaf
97
- TWO DOOR CINEMA CLUB | Tourist History
98
- BLONDE REDHEAD | Misery Is a Butterfly
99
– MORPHINE | Cure for Pain
100
- THE MACCABEES | Given to the Wild
altın ahududu ödülleri | razzie awards | 2013
yazan: titiemre
tarih: 1/22/2013 07:44:00 ÖS
etiket: razzie awards, the twilight saga: breaking dawn- part 2
yorum:
Hiç yorum yok
Her sene Oscar Ödül Töreni’nden bir gece önce dağıtılan Razzie (Altın Ahududu) Ödülleri’nin bu seneki adayları açıklandı. Twilight serisinin son filmi her dalda aday olarak bir ilke imza atmış bulunmakta. Diğer adaylarsa şu şekilde:
En Kötü Film
Battleship
The
Oogieloves in Big Balloon Adventure
That's
My Boy
A
Thousand Words
The
Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2
En Kötü Yönetmen
Sean
Anders (That's My Boy)
Peter
Berg (Battleship)
Bill
Condon (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2)
Tyler
Perry (Good Deeds / Madea's Witness Protection)
John
Putch (Atlas Shrugged Part II)
En Kötü kadın Oyuncu
Katherine
Heigl (One For the Money)
Milla
Jovovich (Resident Evil: Retribution)
Tyler
Perry (Madea's Witness Protection)
Kristen
Stewart (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2 / Snow White and the
Huntsman)
Barbra
Streisand (The Guilt Trip)
En Kötü Erkek Oyuncu
Nicolas
Cage (Ghost Rider: Spirit of Vengeance / Seeking Justice)
Eddie
Murphy (A Thousand Words)
Robert
Pattinson (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2)
Tyler
Perry (Alex Cross / Good Deeds)
Adam
Sandler (That's My Boy)
En Kötü Kadın
Yardımcı Oyuncu
Jessica
Biel (Playing For Keeps / Total Recall)
Brooklyn
Decker (Battleship / What to Expect When You're Expecting)
Ashley
Greene (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2)
Jennifer
Lopez (What to Expect When You're Expecting)
Rihanna
(Battleship)
En Kötü Erkek
Yardımcı Oyuncu
David
Hasselhoff (Pirannha 3-DD)
Taylor
Lautner (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2)
Liam
Neeson (Battleship / Wrath of the Titans)
Nick
Swardson (That's My Boy)
Vanilla
Ice (That's My Boy)
En Kötü Senaryo
Atlas
Shrugged Part II
Battleship
That's
My Boy
A
Thousand Words
The
Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2."
inception'a alternatif afişler
yazan: titiemre
tarih: 1/22/2013 03:32:00 ÖS
etiket: christopher nolan, dosya, inception, inception'a alternatif afişler
yorum:
Hiç yorum yok
objelerle film posterleri
yazan: titiemre
tarih: 1/22/2013 10:54:00 ÖÖ
etiket: e.t., film posterleri, men in black, objelerle film posterleri, sanat, the dark knight rises, the matrix
yorum:
Hiç yorum yok
Maxime Pêcourt’un film posterleri üzerindeki objeleri ön plana çıkartma çalışması
oldukça başarılı olmuş.
the dark knight rises: legoyla tanıtım
yazan: titiemre
tarih: 1/22/2013 09:10:00 ÖÖ
etiket: lego, the dark knight rises
yorum:
Hiç yorum yok
tsumiki no ie
yazan: titiemre
tarih: 1/21/2013 04:46:00 ÖS
etiket: kısa film, kunio katô, Tsumiki no ie
yorum:
Hiç yorum yok
2009 yılında kısa film- animasyon dalında
oscar’a ulaşmış, Kunio Katô’nun yazıp yönettiği, hüzünlü bir kısa film.
skhizein
yazan: titiemre
tarih: 1/10/2013 08:52:00 ÖS
etiket: jêrêmy clapin, kısa film, skhizein
yorum:
Hiç yorum yok
150 tonluk bir asteroitin Henry’e çarpması
sonucu, kendisinden 91 santim uzak yaşamaya başlar…
Algarve Uluslar arası film festivalinde,
İspanya’daki uluslar arası animasyon festivalinde, Annecy uluslar arası
animasyon film festivalinde, Cannes Film Festivali’nde ve Cracow Film Festivali’nde
en iyi kısa film ödüllerini almış, Jêrêmy
Clapin imzalı kısa animasyon.