Üç
geceden beri hissizim, kulaklarımda garip bir çınlama. Her defasında öldürdüğüm
kişilerin çığlıklarıyla uyanıyorum yattığım yerden. Ayaklarıma buz çekilmiş
gibi avuçlarımla ısıtmaya çalışıyorum parmaklarımı, faydasını gösterene kadar
da yorganın içinde soluk alıyorum. Ortalık karanlıktan çok, soğuk, dizlerim
karnımda, ayaklarımı ovuşturuyorum, sanki bana dokunuyorlarmış gibi geliyor,
arkamı döndüğümde küçücük bir bedenle karşılaşacakmışım gibi, tüylerim
dikiliyor. Kalp atışlarımı kontrol edemiyorum bazen, hemen önümden
geçiyormuşlar, beni fark ettiklerinde durup bana gülüyormuşlar hissine
kapılıyorum.
Çoğu
zaman da kulağıma ölürkenki çığlıkları atıyorlar. Gırtlaklarındaki yırtılmanın
sesini duyuyorum adeta. Kan fışkırması, can çekiş. Sıvının etten ayrılırkenki o
ses ve boğaz boşluğuna kanın dolması, köpürmesi.
Gerici
bir düşünce çemberinin içindeyim ve her saniye birileri çemberin içine giriyor.
Her anım dalıyor. Her yanım seslerin hükümdarlığında. Kulaklarım, bıraksam
düşecek, beynimde bir zonklama. Her defasında daha şiddetli bir ses var
arkamda, kulak mememde soluklarını hissediyorum. Sokak lambasının pencereme
yansımasıyla gölgeler meydana geliyor. Korkuyorum.
Kendilerini
unutturmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Göz kapaklarım ağırlaşıyor git
gide. Boynumu tutamaz oluyorum. Bir sandalyenin üzerinde oturur vaziyette
buluyorum kendimi. Göz rengim koyulaşıyor git gide. Kulaklarımdaki sesler
tanrılaşıyorlar birden. Öfkelerini benim üzerime kusuyorlar. Beynimde bir
köpürme. Avuç içime alsam patlayacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Kafatasım
basınç uyguluyor, çatlayacak diye korkuyorum.
Sandalyenin
üzerinden üzerime yukarılardan ışık huzmeleri dökülüyor. Masanın üzerinde toz
partikülleri ve bir bıçak. Elime aldığımda yansımamı görüyorum. Beyni boşalmış,
göz çukurlarında mavilik. Uyku beni çoktan terk etti.
Bazen
uzun uzun düşünüyorum. Milyon tane haber gördüm gazetelerde, hepsi benimle
alakalı ve hepsi benden alakasız. Yazılan hiçbir şeye bürünemedim, bedenimi o
hizaya sokamadım yıllardır. Ben sadece ben oldum. Durup durup başka şeyler
uydurdular benim için. Öldürme gerekçemi sundular boş beyinlere. Ve arkasından
gittiler yıllarca kendi savlarının. Ben, bir defalığına bile olsun neden
öldürdüğümü sormazken kendime, onlar milyon defa bu soruyu soradurdular. Hala
da soruyorlar ve ben kendimde hiçbir cevap bulamıyorum. Keyiften diyelim olsun
bitsin. Şimdi onlar musallat oldular beynime, hani çıkmak da bilmiyorlar
oradan. Yakadurmuşum tüm anlarımı, geriye koşan kangurulara benzetiyorum
kendimi, her dakikam sarpa sarıyor, kendimden vazgeçmiş benliğim bulanıklaşıyor
yüzeylerde, sadece ben olduğumun farkına varmadan kafamdakileri boşaltma çabası
içerisindeyim yapamayacağımı bildiğim halde ve ben kötüyüm ve ben deliyim ve
ben kahramanım ve ben suçluyum ve ben ölecek olanım.
Sesler.
Beni rahatsız ediyorlar. Normal insanın duyduğundan fazlasını duyuyorum, kalp
atışları hemen yanımda, gitmek-bitmek bilmeyen saniyelerin saliselerinden dem
vuruyorum, gözlerim kapanınca koyulaşıveriyor her defasında dünya, kan kokusu
midemi bulandırıyor. Utanmadan, sıkılmadan, pişmanlık duymadan öldürdüm onları.
Kanlarının bedenlerinden çıkışını izledim, elime verdiği kayganlıkta sarhoş
oldum, kırmızılığını gözbebeklerimde hissettim ve beynime resimler çizdim
kırmızılığından, koyuluğundan. Her defasında yeni yeni sesler keşfettim farklı
bedenlerde ve her defasında farklı yalvarmalar. Kim bilirdi ki yolumu
bulacaklarını.
Ellerini
sırtıma dokundurup çekiyorlar, her irkilmemde daha da mutlu oluyorlar,
bedenlerinden fışkıran kan gibi her seferinde içlerinde kalmış nefreti suratıma
kusuyorlar.
Pişmanlık
denen kavramın ne anlama geldiğini hala öğrenemeyen ben, korkularımdan
karanlığın asaletini unutur oldum, oysa siyah en sevdiğim renkti.
Nefes
alışları ürkütüyor, geceleri bağıran baykuşlardan farksız, tükendiğimi gördükçe
daha da yaklaşıyorlar, kendimi kaybediyorum.
Yansımamın
aksedildiği bıçağa bakıyorum. Sesler artık ölümüme sebep olacak. Kulaklarımı
tıkıyorum, faydasız. Göbek deliğimden bağırsaklarım akacakmış gibi
hissediyorum. Yardım edecek birileri olsa ne olurdu diye de merak ediyorum. Bu
kadar caniliğin arasında çığlıklara karışırdı onlar da. Kulağımı tutuyorum.
Metalin kıkırdağa sürtme sesi ve kesilme sesini diğer kulağımda bile
hissederken kesilen kulağımdaki acının etkisiyle çığlıklarımı dolduruyorum
odaya diğerlerinin çığlıkları yok olana kadar. Saklanmışlar kuytu köşeye, hamam
böceklerinden farksızlar. Daha neler yapabileceğimin farkına varmadıklarından
gidip gidip geliyorlar beynime. Uğrak noktalarından biri seçilmiş gibi beynim,
sulanmaya yüz tutmuş, kendi ağırlığını taşımayan kafamın içinde sıkışmış gibi
patlamaya hazır bekliyor.
Bedenimden
süzülen yapışkan kana baktıkça öldürdüğüm bedenlerin ten renkleri geliyor
aklıma. Ve tenlerinde kanın ulaşılması güç renkleri. Sussalar, nefeslerine bile
karışırdı çığlıklarım. Diğer kulağımı da kesiyorum. Tüm sesler matlaşıyor.
Yerimden kalkıyorum. Elimden düşen bıçağın zemine çarpma sesi gibi bir şey
duymuyorum, adımlarımın sesini, kalbimi duyamıyorum. Ortalıkta boşlukta gibi
hissediyorum kendimi. Boynumdan şah damarımın üzerinde kan toplanmış, her kalp
atışımda inip inip kalkıyor.
Aynanın
karşısında bedenimi ve bedenimi bulayan kanın ritmine bakıyorum. Uyum içinde
kıvrılan yolcukları görüyorum. Yavaş yavaş ayak bileklerime ulaşan kanın
ahengiyle kendimden geçiyorum. Uzaklarda bir şeyler var. Bana yaklaştıklarını
hissediyorum. Duymaya çalışıyorum ama olmuyor. Her denememde sanki daha çok
kanıyor hissene kapılıyorum. Vaktin uzamasını yaşıyorum âdete ve kendi ölümümü
izliyorum aynanın karşısında. Tam öbür tarafta soluk benizli uzun saçlı
insanları görüyorum. Boyunlarından aşağıya süzülen kan ilk günkünden farksız.
Aynı kırmızılık, aynı parlaklık ve aynı akışkanlık. Beynimin duraklamasından
öte bir şey.
Uzun
tırnaklı ellerini uzatıyorlar bana doğru. Acınacak gibi bir halim varmış gibi
yüzümü okşuyorlar. Kulaklarımdan akan kanı suratıma bulaştırıyorlar. Bilmeden,
şefkat denen kavramı azıcık da olsa alabiliyorum. Parmaklarını kulak
boşluğumdan içeri soktuklarında dayanılmaz bir acıyla çığlık atıyorum ama nafile.
Her denememde farklı bir barikat geçiyormuş gibi karşıma, sesin beni tek
ettiğini anlıyorum. Beni aynanın diğer tarafına çekiyorlar.
Ben,
hiç olmadığım kadar benim. Farksızım. Ölüyüm.