quills (2000)

IMDb’den neden 7.3 puan aldığını hala çözemediğim bir film Quills. Marquis de Sade’yi bir nevi anlamak için izlenmesi gereken güzel bir film. Doug Wright’ın ödüllü oyunundan uyarlama, başrollerinde Geoffrey Rush, Kate Winslet ve Joaquin Phoenix’in yer aldığı bir Philip Kaufman filmi. Biyografi, tarih ve dram temalı film 124 dakika uzunluğunda 2000 yapımı bir film.
3 Oscar adaylığı, 14 ödülü ve 33 farklı adaylığı bulunan filmin konusu ise Sade’nin son yıllarından kesitler. Akıl hastanesi benzeri bir yerde yazmaya devam eden ve hastanenin çamaşırcısının yardımıyla dış dünyaya aktarılan akıl almaz kitapların sahibinin, düşlerini, ihtiraslarını ve akıl oyunlarını anlatır. Çarpıcı ve cinsel hayatı, dini ve insanlığı sorgulayan bu çirkin(!) kitapların Napolyon’un eline geçmesiyle Sade, hayatın onun için en kötü günlerini geçirteceğini belki de tahmin ediyordur. Garip iyileştirme yöntemleri geliştirmiş olan bir doktorun kontrolü altına giren Sade için hayat sadece birkaç kâğıt parçası, bir tüy kalem ve mürekkepten oluşmaktadır. Onun yiyeceği, içeceği ve yaşam kaynağı düşleridir. Kitaplarının yasak yolla yayınlanmasıyla elinden alınan kalemleri ve kâğıtlarına inat onun kanı vardır.
Sade’nin hayatının yanında hastane içindeki hastaların ve çamaşırcı kızın yaşam hikâyesini de es geçmeyen film tek kelimeyle mükemmel.
Sade’yi sevmeyenler, anlamayanlar, hatta nefret edenler olabilir. Ama sırf Geoffrey Rush’ın muhteşem oyunculuğunu görmek ve önünde saygıyla eğilmek için bile izlenmesi gerektiğini düşündüğüm tartışılmaz muhteşem bir film.



paylaş:

boy a (2007)

Sorunlu bir ailede yetişen bir çocuğun hayatı, tanışacağı ve en iyi arkadaşı olacağı başka bir çocukla yeni bir şekil alır. İşledikleri suç yüzünden daha büyümeden halktan uzaklaştırılma kararı alınan bu çocuklar, belirli yaşa geldiklerinde yine halk içine bırakılırlar. Suça eğilim gösteren çocuğun intihar ettiği söylenir. Yaşamında ondan başkası olmayan diğer genç ona yardım eli uzatan bir adam tarafından, hayatını düzene sokmaya karar verir. Baskıcı ve kesinlikle geçmişte işlenilen suçlar yüzünden suçlarının devam etmesi ve yeniden halk arasına gönderilmesine karşı çıkan ve hatta suçun büyüklüğüne göre kelle başına ödül koyan bir halkın içine düşen genç, hayatında karşılaşacağı en büyük zorlukları bir bir yaşamaya başlar.
Suç, dram ve romantizm kategorisindeki 2007 yapımı film, Jonathan Trigell’in romanından John Crowley yönetmenliğinde beyaz perdeye uyarlanmış ve başrolünde Andrew Garfield var.
106 dakika uzunluğundaki film IMDb’den 7.8 puan almış, 10 ödülün sahibi ve 9 adaylığı bulunuyor.
Herkesin ikinci bir şansı olmalı, diyen film, değişimin göstergesi ve iyi bir yapım.



paylaş:

the count of monte cristo (2002)

Alexandre Dumas’ın romanından uyarlama olan film, Kevin Reynolds’ın yönetmenliği ile beyaz perdeye aktarılmış ve başrollerde James Caviezel, Guy Pearce ve Richard Harris var.
Filmde, bir denizcinin çalkantılı hayat hikâyesinden kesitler sunulur. Denizcinin tek amacı para kazanıp sevdiği bayanla evlenmektir. Fakat o bayanı seven sadece kendisi değildir, en yakın arkadaşı da bayana âşıktır ve oyunların en kötüsünü onun için seçer ve bu çirkinlik sonucunda başrol oyuncumuz ülkenin en kötü hapishanesine gönderilir. 13 yıl ceza yiyen adamın bundan sonra yapacağı hapishane arkadaşıyla düşülen bataklıktan kurtulma planları düşünmesidir.
Filmin ilk yarısında olayın gerçekleşmesi ve hapishane yılları anlatılır. İkinci yarısında ise artık yeni bir kimlik ve bulunan hazinenin getirdikleri ile oyunda rol alanlardan intikam alınması anlatılır.
2002 yapımı film yaklaşık 44 bin kullanıcının oyuyla 7.6 IMDb puanına sahip. 131 dakika uzunluğundaki yapım aksiyon, suç ve macera kategorisinde.
Paranın saygınlık ve güç getirdiğini yine gözler önüne seren filmin konusu iyi bir beyin ve gizemle döngü içersine sokulmuş. Heyecan arayanların kaçırmaması gereken bir şölen.
Kaynaklara göre hiç ödül almaması da düşündürücü bir durum.



paylaş:

arizona dream (1993)

Johnny Depp’in başrolünde oynadığı 1993 yapımı Arizona Dream, iş teklifi sonucu Arizona’ya gelen bir gencin iki bayanla tanışmasını ve bundan sonra körüklenen olayları anlatır. Kadınlardan birisi yarı-delidir ve uçmak ister, mantıklı gibi görünenin aklında ise hep intihar vardır.
Apolitik yaklaşımıyla bir Emir Kusturica filmi olan Arizona Dream, komedi dram ve fantastik kategorileriyle sınıflandırılabilir. 142 dakika uzunluğundaki film 15bin kullanıcının oylamasıyla 7.3 IMDb puanına sahip ve 3 ödülü ve bir adaylığı var.
Kıtaları aşan balonlar, gece düşleri, söylenen şarkılar, ateş önünde muhabbetler ve uçan balıklar.
Akıllarda kalan Iggy Pop parçası “in the death car”a ise söylenecek bir söz yok.




paylaş:

spring, summer, fall, winter... and spring (2003)

Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom.
Toprak ananın tüm güzellikleriyle çevrili bir göl ve bu gölün üzerinde yüzen bir ev, bir çocuğun rahip tarafından eğitilmesi, Budizm inancı, huzur, bir çocuğun büyüme süreci, mevsimler, buzdan yapılan heykeller, yeşilden turuncuya dönen yapraklar, muhteşem bir tabiat ve kaliteli bir Kim Ki-duk filmi.
Her anı farklı güzellikteki film, rahip ve eğitilen çocuğun arasındaki bağı ve hastalığı sonucu annesi tarafından göl üzerinde yüzen eve getirilen bir kızın genç üzerindeki etkilerini anlatır. Her mevsimde yaşanan değişikler gibi insan üzerindeki etkilerin nasıl şekillendiğini görsellikle gözler önüne sunan film, Kim Ki-duk’un yazıp, yönetip, oynadığı, 2003 yapımı, 103 dakikalık görsel şölen.
Dram dalında ün yapmış film IMDb’den de ortalama 20bin kullanıcının oylamasıyla 8.1 puan almış. Filmin 11 ödülü ve 7 adaylığı bulunuyor.
Her karesinde Kim Ki-duk farklılığını taşıyan ve diğer filmlerinde de olduğu gibi ayrıntılar içeren ve Kim Ki-duk’u anlamak için iyi bir seçim.



paylaş:

no country for old men (2007)

2007 yapımı film, 94 farklı ödül, 46 adaylık ve 4 Oscar sahibi, yaklaşık 220bin kullanıcının oylamasıyla 8.3 IMDb puanına sahip ve top250 listesinde 120.sırada 122 dakikalık muhteşem bir eser.
Ethan Coen ve Joel Coen’in yönettiği, Tommy Lee Jones ve Javier Bardem’in başrollerinde oynadığı film suç, dram ve gerilim kategorisinde.
Konudan bahsedecek olursak, bir adam avlanmak için çıktığı yolculukta çatışma sonucu ortaya çıkan sonuca şahit olur, canlı kalmış tek bir kişi vardır ve sadece su ister, ağaç gölgesinde oturan bir adamı görür ve saatlerce bekler, yanına gittiğinde adamın ölü olduğunu anlar. Adamın yanındaki çantada 2 milyon dolar vardır. Parayı alan adam eve döndüğünde aklına su isteyen diğer adam gelir ve olay yerine geri dönmesiyle peşine belayı takmış olur.
Sadece Javier Bardem’in psikopat karakterini ve muhteşem oyunculuğunu seyretmek için bile olsa izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
Film için bir kaçış hikâyesi de denebilir.
Bazı duyumlara göre de film hakkında en başarılı psikopat katili ihtiva eden film olarak bahsediliyor.



paylaş:

inglourious basterds (2009)

Bir Quentin Tarantino filmi. Nazi döneminde Nazilere karşı Yahudi askerlerden oluşmuş ve “piçler” olarak tanınan bir grup, bir sinema oyuncusu, Nazilerin önde gelenleri, Yahudi avcısı, garip kişiler, ailesi gözleri önünde öldürülmüş bir kadın, kesişen hayatlar.
Savaş, dram kategorisindeki filmin başrollerinde ise Brad Pitt, Diane Kruger ve Christoph Waltz var.
IMDb’de de en iyi filmler arasında yer alan filmin puanı 8.4 ve bu puanıyla 91. sırada. Oscar sahibi filmin 58 farklı ödülü ve 53 adaylığı da bulunuyor. Yapılan hatalardan dolayı ara ara kahkahalara da yer verilen film 153 dakikalık muhteşem bir eser.
Filmin 2. Dünya Savaşı’nı anlattığına dair yorumlara da Tarantino tarafından verilmiş bir cevap ise şöyle: “… despite its being a war film, inglourious basterds is (my) spaghetti western, but with World War II iconography.”



paylaş:

v for vendetta (2006)

Şiddetin iyilik için kullanılıp bu olayın da “adalet” adıyla anlatıldığı bir başyapıt. Özgürlük için hükümetin giydirdiği bedenleri yırtmanın acı hikâyesi ya da insan olmanın verdiği direniş mücadelesidir anlatılan.
Hugo Weaving ve Natalie Portman’ın başrollerinde olduğu V for Vendetta’ın yönetmeni James McTeigue. 2006 yapımı filmin 3 ödülü var ve 132 dakika uzunluğunda.
Yaklaşık 250bin kişinin oylamasıyla 8.2 IMDb puanıyla da top250 listesinde yerini 180. sırada alıyor.
Çarpıcı sahneleri ve ağır konusuyla izlenmesi gereken filmler listesinde en üst sıralarda olması gerektiğine inandığım film, izlendikten sonra insanı, en azından sadece yaşamak için bile olsa özgür iradenin elden bırakılmaması konusunda düşündürüyor. Oyuncularının başarısı da filmin başarısı kadar yadsınamaz.
Filmin verdiği küçücük bir slogan da: “Freedom! Forever!”



paylaş:

the shining (1980)

IMDb’de korku kategorisinde 3.lük ve top250 listesinde yaklaşık 195bin kişinin oylaması ve 8.5 puanıyla 49.luğa sahip The Shining, Stephen King’in romanından uyarlama bir Stanley Kubrick filmi. Başrolde ise 3 Oscar sahibi Jack Nicholson var.
1980 yapımı film 142 dakika uzunluğunda ve bu 142 dakika boyunca insanın tüyleri vücuttan ayrılacakmış gibi oluyor.
Filmin konusuna gelecek olursak, Jack Torrance yazmaya başlayacağı kitap için yalnız kalmak ister ve kış aylarında hizmet vermeyen Overlook hotelinde kış bakıcılığı görevini üstlenir. Karısı ve çocuğuyla hotele yerleşen Jack, yıllar öncesinde karısı ve iki çocuğunu baltayla öldürüp intihar eden adamın kendisiyle karşılaşır. Film, bir ailenin kapalı bir yerde kalmasıyla içine düştükleri durumu, psikolojilerini ve cinnete doğru giden bir babanın hayatını anlatır.
Filmin Türkçe ismi “cinnet” ve kitabın Türkçe ismi “medyum”.
Film, Stephen King’den uyarlanmış filmler arasında hem en başarılısı olarak gösteriliyor hem de King’in en sevmediği. Hatta bazı kaynaklara göre de King filmi izledikten sonra “Kubrick kitabımı anlamadı.” gibi yorumlar yapmış.



paylaş:

the usual suspects (1995)

95 yapımı, Christopher McQuarrie’in yazdığı ve Bryan Singer’in yönettiği The Usual Suspects, insanı şaşırtmayı bir an olsun bırakmadan akışını sürdürüyor.
5 farklı adam, bir olayın şüphelileri konumuna düştüklerinde, olayın nasıl bu derece karmaşık olduğunu anlamak için daha en başından ipuçları veriyor.
Başrollerinde Kevin Spacey, Gabriel Byrne ve Chazz Palminteri’i izlediğimiz film 106 dakika uzunluğunda ve suç, gizem dallarında kategorisinde.
Filmin başarısına gelecek olursak da 2 Oscar, 22 farklı ödül, 7 adaylık ve yaklaşık 290bin kişinin oylamasıyla 8.7lik bir IMDb puanı ve top250 listesindeki 25.lik olarak sayabiliriz.
Son sahnedeki ağzımızın açık kalışı ve soluğumuzun kesilmesi, filmi, izlediğimiz en iyi-güzel filmler arasına yerleştirme konusunda iki sebep.



paylaş:

bir zamanlar


Aşağılara bıraksam kendimi daha sokağa ulaşamadan çamaşır iplerine dolaşacakmışım gibi hissediyorum, kurtarıcım çamaşır ipleri olacak da farkında bile değilim. Upuzun bacaklara sahip olsam kilise çatısı görünümlü ihtişamlı evlerin tepelerinde, bir oraya bir buraya gezinir dururdum. Denizle gökyüzünün birleştiği o incecik çizgiye benzetiyorum hayatı hep, ulaşana kadar koşasım geliyor da dizlerim beni ele veren. Umut bahçelerinden bir kilo muz almak çok ucuza mal olsa da midemin gurultusuna karşı örülen bir çember gibi geliyor bir anlığına. Hayat umulmadığı kadar kısa değil oysa. Daha önümde onlarca gün var ve bitmek bilmiyorlar.
Karanlık kuleler var her bir yanımda, aydınlığa çevirmişler yüzlerini çeyrek saatte çanlarını çalıyorlar. Gökyüzünde bir yerlerde bizi izleyenler var, halimize durup durup gülüyorlar.
İzlenen bir şarkı, dinlenen bir film misali, her şey yerli yerinde ama biraz ters. Umudumuzu kaybetmemek için dondurma külahlarına kalbimizi koyuyoruz.
Kapı aralıklarından daima soğuk geliyor, yağmur hiç eksik olmuyor tepemizden, kuruması gereken çamaşırlara inat yağdıkça yağıyor anasını.
Ta uzaklarda bir yerlerde, bir zamanlar, şehirlerden bilmem hangi çöp deliklerinde, kurtçukların beslenmek için buldukları pizza kırıntılarıyla besleniyoruz her dakika, her vuruşta, her saniyede ve bir de süs köpekleri dolanıyor etrafta, kedilerin soyu tükenmiş gibi ya saklanıyorlar ya da yoklar ortalıkta.
Karelerin hepsi siyah-beyaz, her birinde ayrı hayat, her birinde farklı konular.
Masanın üzerinde çoraplar, vanilya kokulu bir puro, su ve peçeteler kıvrılmış.
Sigaranın ucundan çıkan duman hiç bu kadar efkâr katmamıştı benliğe, hiç bu kadar özlem duygusu sarmamıştı içleri. İçilen her bardak şarap, beyaz, hiç sevmem.
Kırmızılığından yoksun var oluşların eşiğinde diz kapakların kırılmasına benzer benlik, vücut kırmızılıkta hayat bulur çünkü, kan kırmızıyken akar.
Gemileri görebiliyorum, upuzun perdelerin arasında geçmişe doğru yola çıkmışlar, tek yapmam gereken biraz daha aralamak yarınları.
Aynalar var, boyu olduğundan uzun, kişiyi olduğundan güzel gösteren, baktıkça kendimizi kandırıyoruz.
Zebaniler de var oralarda, biliyorum, her iyiliğin yanında kötülükler var, eğer bir yerlerde ışık varsa, gölgelerden kaçamayız hiçbir zaman. Kapı arkalarına saklanıyoruz nedense.
Yüze kadar çekilen yorganların altına giriyoruz, yüzümüz görünmediği müddetçe, vücudumuz görünse de olur.
Yakarışlarımızın sonu kesilmeye dursun biz mutlu olduğumuzu iddia ediyoruz durmadan, çığlıklarımızı kahkahalarımız bastırıyor çünkü. Gözyaşlarımızın sebebini sevincimize yoruyor.
Maviliğin içinde boğulurken yağan yağmurları, benliği yıkayan su sanıp kollarımızı gök kubbeye açıyoruz, yukarılardakini tutacakmış gibi parmak uçlarımızla uzanıyoruz erişebildiğimiz yerlere doğru.
Aslında hayat, bize en kötü oyunlarından birinde başrolü teklif ediyor.


paylaş:

there will be blood (2007)

2 Oscar da dâhil olmak üzere toplamda 60 ödül ve 53 adaylığı bulunan 2007 yapımı dram ve tarih kategorili There Will Be Blood, sahip olma isteği ve hırsın öyküsünü sunar. Petrol bulma ile başlayan yolcuğun sonu var olan değeri elde etmeye hatta bir hücuma dönüşür. Ağır ve durağan işleyişiyle izleyicilerin tamamına hitap etmeyen film Upton Sinclair’in kitabından beyaz perdeye uyarlanmış ve yönetmen koltuğunda Paul Thomas Anderson ve başrolde Daniel Day-Lewis var.
Bir aile, bir rahip, petrol ve kan…
158 dakika uzunluğundaki film ortalama 143bin kullanıcının oylamasıyla 8.2 IMDb puanına layık görülmüş ve top 250 listesinde an itibari ile 147. sırada. 




paylaş:

milk (2008)

Cinsel kimlikten öte yaşama hakkını savunan bir önderdir Milk, boyun eğmek yerine baş kaldırmak, kabullenmek yerine reddetmektir, sevmektir, kavga etmek, büyülemek, insan olabilmektir.
Sean Penn’in canlandırdığı, Amerika’nın ilk gay hakları savunucusu ve politikacı Harvey Milk’in hayat hikâyesini anlatan filmin yönetmeni Gus Van Sant. 2 Oscar sahibi filmin, 34 ayrı ödülü ve 55 adaylığı bulunmakta ve filmin uzunluğu 128 dakika.
2008 yapımı film IMDb’den 7.8 puan almış.
İyi bir yapım, kaliteli bir dram, bir baş kaldırış ve sokaklarda yakılan mumlar, aydınlanan gece ve doğan yeni bir gün.




paylaş:

donnie darko (2001)

Bilim-kurgu, gizem ve dram dalında tartışmasız ilk akla gelen filmlerden biri olan Donnie Darko’yu anlatmak için anlam ifade eden sıfatların en güzellerini seçmek kaçınılmaz bir gerçek. 225bin kişiyi aşkın kullanıcının oylamasıyla 8.3 IMDb puanına sahip bu muhteşem film top250 listesinde de yerini almış bulunmakta.
2001 yapımı filmde Jake Gyllenhaal’in başarılı rolü, filmin çarpıcı ve hayal gücünü zorlayan senaryosu filmi izlemek için sadece iki iyi sebep.
Yönetmen koltuğunda Richard Kelly var ve film 113 dakika uzunluğunda.
Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan Donnie Darko’nun  web sitesi de yılın en iyi sitesi seçilmiş, bakmadan geçmeyin.
Filmin ilginç ayrıntılarına ulaşmak için burayı tıklayabilirsiniz.




paylaş:

de helaasheid der dingen (2009)

The Misfortunates.
Çölde Kutup Ayısı.
Adına yaraşır bir konu, bir film, bir hikaye.
Ergenlik çağlarını o deli zamanlarında bir çocuk, sorunlu amca, sorunlu bir baba. İçki, çöp, bir ev ve yaşamlar. Ceza olarak verilen ödevler, cezanın yarattıkları, gelecek, aynı hatalar, aynı oyunlar, farklı pişmanlıklar.
2009 yapımı filmi Felix Van Groeningen yönetmiş ve filmin tek ödülü var, o da Cannes Film Festival’dan.
2009 yapımı olmasına rağmen Türkiye’de yakın geçmişte beyaz perdede gördüğümüz filmi anlaşılan IMDb kullanıcıları da pek izlememişle yada oylamamışlar. Onu bilemem fakat yaklaşık 2200 kişinin oyuyla puanı 7.5 ve komedi-dramla karşımızda.
Farklı film severlerin kaçırmaması gereken bir yapım.



ekleme(13 temmuz 2011): Film an itibari ile IMDb'den 7.4 puan almış. Bu kötü olan haber, iyi olansa artık filmin 2 ödülü var. İstanbul Uluslararası Film Festivali'den en prestijli ödül olan Altın Lale(Golden Tulip) ödülü de artık Çölde Kutup Ayısı'nın.


paylaş:

munich (2005)

Katletmek ve katledilmek. İki tarafın da korkunçluğu, kötülerin yanında masumları öldürüp adına “intikam” koyup kendini avutmalar, 164 dakika dram, tarih ve gerilim.
1972 Münih Olimpiyatlarında 11 İsrailli atlete düzenlenen suikastın perde arkasını irdeleyen filmin yönetmen koltuğunda 3 Oscar sahibi Steven Spielberg oturmuş.
Başrollerde ise Eric Bana, Daniel Craig ve Marie-Josée Croze var.
Gerçek bir olayı anlatan 2005 yapımı filmin 5 dalda Oscar’a adaylığı bulunuyor ve 7 farklı ödül sahibi.
Film sahnelerindeki gerçekçilik, filmi başarılı kılan etmenlerden sadece biri.
Ortalama 85bin IMDb kullanıcısı filme 10 üzerinden 7.8 değer biçmiş.




paylaş:

persepolis (2007)

Marjane Satrapi’nin çizgi romanından uyarlama olan 2007 yapımı Persepolis, İran devrimini, o dönemin tarihini ve devrimden devletin, halkın ve ailelerin nasıl etkilendiğini küçük bir kız çocuğunun gözünden anlatan başarılı bir animasyon.
Oscar, BAFTA ve Golden Globes’a adaylığı ve Cannes Film Festival’dan jüri ödülü dahil 17 ödül sahibi ve yönetmen koltuğunda Vincent Paronnaud ve Marjane Satrapi’nin oturduğu 96 dakikalık bir film.
Iron Maiden’ın, Metallica’nın adının geçtiği Eye of the Tiger’ın söylendiği hoş bir film.
Animasyon, biyografi ve dram kategorilerine filimin IMDb puanı ise 8.0 ve Metascore’u 90/100.
Eski İran ile şimdiki İran arasındaki farkları ve bir bireyin ülkesinden kopuşunu anlamak için çok iyi bir film.




paylaş:

RocknRolla (2008)

Muhasebeciler, rock yıldızları, gangsterler, Ruslar…
Hepsi Londra’da bir Rus gangsterin emlak piyasasına oynadığı oyunla ele geçirdiği paranın peşine düşen ve kendi payını almak isteyen farklı hayatlar.
Ölmeyen adamlar, güzel bir kaçış, bitmeyen bir kaçış, sürekli bir kaçış…
7.3 IMDb puanına sahip RocknRolla, 114 dakikalık bir aksiyon-suç filmi.
Başrollerde Gerard Butler, Tom Wilkinson ve Idris Elba var. Filmi yazan ve yöneten Guy Ritchie.
Ve akıllara kazınan o replik:
“whisky is the new vodka!”





paylaş:

the rocky horror picture show (1975)

Tim Curry’nin başrolünü üstlendiği, Jim Sharman’ın yönettiği The Rocky Horror Picture Show, 1975 yapımı, komedi, müzikal dalında kült bir film. 100 dakika uzunluğundaki film, döneminde olduğu gibi günümüzde de değerini hala sürdürüyor. Tim Curry’nin oyunculuğuna hasta olunası bir yapıt. Film, Academy of Science Fiction, Fantasy and Horror Films(USA)’den “Hall of Fame” ve National Film Preservation Boards’tan “National Film Registry” ödülüne sahip.
Film IMDb’den yaklaşık 45bin kullanıcının oylamasıyla 7.1 puan almış.
Filmin konusu ise, iki genç birbirlerine âşıktırlar ve evlenmeye karar verirler. Yağmurlu bir gecede arabalarının lastiğinin patlamasıyla olaylar başlar. Telefon etmek için yol kenarındaki şatoya giden genç çifti sürpriz olaylar beklemektedir.
Film çılgın karakterler  tarafından müzik yoluyla anlatılıyor.




paylaş:

wicker park (2004)

Sinemaların en küçük salonlarında gösterilen, dilimize “hep seni aradım” diye çevrilen IMDb kullanıcılarının da 6.9 puana layık gördüğü güzel bir film Wicker Park. Esas oğlanın vitrinlere bakan bir bayana aşık olmasından, tiyatro sahnelerindeki aynalara kadar her şeyi anlatıyor aslında. Çevrilen dümenlerin sonundan gelen gözyaşlarının çaresizliği, buz gibi bir parkta buğulanan dudaklar, aşk, hüzün, dram, gizem ve romantizm.
Başrollerini Josh Hartnett, Diane Kruger, Rose Byrne ve Matthew Lillard’ın paylaştığı 2004 yapımı filmin yönetmeni ise Paul McGuigan.
Tam bekleme anında, umudun giderek tükendiğini hissettiğin işte o anda Mogwai’den “i know you are but what am i” parçası da fondan duyulunca işte şimdi olmuş dememek zor.
Geri dönüşler, insanın başından alan dans, müzik ve bir film. 
Tutku nelere yol açabilir?
Wicker Park, izleyicilerin arşivlerine eklemek isteyebileceği en iyi romantik filmlerden biri.




paylaş:

derin flaş


Karanlığın içindeki aydınlanan tek gözümün akına inat her yer siyah, her yer buğulu ve saat gece yarısını çoktan geçmiş. Şeytan saatinden uzaklaşırken anbean yokluğumdan dem vurmaya kalkıştıkça belki de bu olanlar, belki de sadece beynimin oyunlarından en zoru, en korkuncu.
Ortalıkta hiç ses yok, ortalık çoktan kaçmış…
Flaş.
İliklerim bile titrerken gözümü alan tek yansıma, tek varoluş, tek…
Yüzüme gelen kan fışkırması gibi, sıcaklığını hissedebiliyorum yanan tenimin. Bir sonraki kurbanın kim olduğunu düşündükçe, beynim midemi kemiriyor ve fareler gezindikçe karnımda, ayak parmaklarım tırnaklarını ittiriyor, sırf bana acı çektirmek, sırf durumun ciddiyetini hemen kavrayabilmem için. Zaman hiç olmadığı kadar hızlı akıyor.
Oluklarıma dolan hisler, balonlaşırcasına sıkıştırıyor ruhumu kendi giysisinde, derim çatlayacakmış gibi, her yerdeler ve gittikçe yaklaşıyorlar.
Yere düşen metalin zeminde çıkardığı ses.
Flaş.
Kaçacak delik arıyorum, pencerenin kenarında beyin fırtınalarına susuyorum, zaman daraldıkça, içime sığmayan yüreğimden başka ses çıkaran yok, sessizlikte kendimi kaybediyorum.
Sokak lambasından süzülen ışık tek umudum, kaybolmak için karanlığa saklanmak yetiyor.
Ayak seslerinden tiksiniyorum, kusasım geliyor, her yerdeler ve yaklaşıyorlar.
Gecenin bir vakti, ayaklarım yürümekten vazgeçmiş vaziyette, pencerenin kenarına çakılmış gibi, olanları gördüğüm için kendime küfrediyorum.
Karşı apartman yıllanmış, eskimiş, kararmış, barındırdığı pisliklerden yıpranmış, üzgün ve kahroluyor. Apartman hiç olmadığı kadar yorgun, hiç olmadığı kadar acımasız… İçine düşülen kara delikten farksız.
Flaş.
Dakikada bir aydınlanan karşı pencereden gördüklerim için her an, her saniye kendimi suçluyorum. Siyah odanın aydınlanması, çıplaklık, soğukluk, tere karışan kanlar, kırmızılık, şiddet ve acı.
Ağzı bağlanan birinin gözlerindeki keskinlik, yardım dilenme, korku ve bitmişlik.
Her darbede çekilen matlaşan bir beden, kaydedilen fotoğraflar, siyah-beyazlığa püsküren kırmızılık.
Onun bedeninden akan kanın sıcaklığını kendi vücudumda hissediyorum, sanki benim ağzım bağlı, sanki her kesik benim tenimi yarıyor, sanki her yaradan süzülen kan benim kalbimden pompalanıyor.
Acıdan çiğnenen bir dil ve ıslanmış kirpikler, göğüs arasından süzülen ter damlaları, gözbebeklerindeki derinlik, fotoğraflar, zevk alan beyinler bütünlüğü, orgazm olan bedenlerdeki organların büyümesi ve boşalmalar.
Flaş.
Durmayacaklar, sırf gördüklerim için peşime düşecekler, her dakikaya lanet okuyorum.
Flaş.
Durmayacaklar.
Flaş.
Bunu biliyorum.
Flaş.
Beynim uyuşuyor, gözlerim ağırlaşıyor, yutkunamıyorum, ellerim titriyor, düşüyorum, başımda keskin bir ağrı, bilincim gidiyor.
Durgunluk, her şeyi boşlama, zaman akıp gidiyor, her yerde olanlar her yerde, dur durak bilmiyorlar, fareler de var, peynirler de, kemirgenler, sinekler, her an her dakika, bedenim katılaşmış gibi, hareket kabiliyetimi yitirdim sanki, kalkamıyorum, beynim yerinde kaynıyor, hiçbir yerde ışık yok, gözlerimi açıyorum, göremiyorum, gözlerimin açık olduğuna eminim, kalmak istiyorum, ellerim bir şeylerle bağlanmış, üşüyorum, çıplak olduğumu fark ediyorum, beynime her şey, tüm gerçekliğiyle, en acımasız bir şekilde çivileniyor.
Kaçamayacağımı biliyordum.
Nefeslerini hissediyorum, orada, karanlığın içindeler, duyuyorum.
Bekliyorum, ilk darbenin, ilk bıçak sertliğinin ne zaman vücuduma ineceğini merak ediyorum. Gözlerim açık. Nefesimi tutuyorum.
Flaş.


paylaş:

i saw the devil (2010)

Akmareul Boatda.
İntikam hiç bu kadar ağır, hiç bu kadar şiddetli olmamıştı.
Eşinin sapkın bir seri katil tarafından öldürüldüğünü öğrenen gizli ajan, iki haftalık izne ayrıldığında belki de hayatının en korkunç günlerini geçireceğini ve nefret denilen olgunun vücuduna bu kadar çok enjekte edildiğini bilmiyordur.
Zevk almak için öldüren, gözü dönmüş katil de en az kendisi kadar deli birine çatacağını ancak zaman geçtikçe anlayacaktır.
Güney Kore’nin önde gelen yönetmenlerinden Ji-woon Kim tarafından çekilen film, insanın tüylerini ürperterek, midenin bulanmasına bile neden olabilecek düzeyde.
141 dakikalık filmin IMDb puanı 8.0.




paylaş:

mulholland dr. (2001)

Genç bir bayan başarılı bir aktris olma umuduyla Hollywood’a gelir ve kendini çıkmazın içinde bulur. Gizemli bir araba kazası sonucu geçmişini hatırlamayan bir kadını yerleştiği dairede bulan bayan, çemberin aralıklarından sızabilmek için geçmişi ve anıları deşmeye çalışır. Bu oyunda fark edilmeyen tek gerçekse izlenilenin hangisinin yaşanılan hangisinin hayal olduğudur.
David Lynch’in en iyi yapıtlarından biri olan Mulholland Dr. izleyiciyi her filmde olduğu gibi yanıltıyor ve şaşırtıyor. Etkilenmemek elde bile değil.
Başrollerini Naomi Watts, Laura Harring ve Justin Theroux’un paylaştığı film 147 dakika uzunluğunda ve IMDb’den yaklaşık 111bin kullanıcının oylamasıyla 8.0 puan almış.
Oscar’a adaylığı olan filmin 33 ödülü (BAFTA ve Cannes da dahil) ve 30 farklı adaylığı bulunuyor.
  



paylaş:

eastern promises (2007)

'Every sin leaves a mark!'
Genç bir Rus kızı, kollarındaki iğne izleri ve karnındaki bebeğiyle hastaneye kaldırıldığında hayatını kaybeder. Vücudundaki darp izleri olayın göründüğünden daha karmaşık olduğunu açıklamaktadır. Kurtulan bebeğin hayat hikâyesini öğrenmeye çalışan bir ebe, kızın çantasında çıkan ve Rusça yazılmış bir günlükle olayı deşmeye başlar.
Gizli örgütler ve Rus mafyasının da içinde olduğu bir dünyanın göbeğine düşen ebe, görünenden farklı olayları anlamakta zorlanacak ve sır perdesini aralamakta biraz olsun gecikecektir.
Başrollerini Naomi Watts, Viggo Mortensen, Armin Mueller-Stahl ve Vincent Cassel’in paylaştığı, 100 dakikalık filmin yönetmeni David Cronenberg.
Film Oscar’a aday gösterilmiş ve 24 ödül sahibi.
Filmin IMDb puanı ise yaklaşık 78bin kişinin oylamasıyla 7.8.




paylaş:

little miss sunshine (2006)

Little Miss Sunshine adlı güzellik yarışmasına katılmak isteyen küçük bir kız, insanları kazananlar ve kaybedenler diye iyi gruba ayıran idealist bir baba, intihardan yeni kurtulmuş eşcinsel bir amca, uyuşturucu bağımlısı bir büyük baba, sürekli Friedrich Nietzsche okuyan, pilot olmak isteyen ve konuşmama yemini eden bir ağabey, eşine zıt, çocuklarına bağlı bir anne…
Trajikomik bir yol macerası, iterek çalışan sarı renkli VW minibüs, karşı çıkmalar, umutlar, renk körlükleri, ölümler.
İki Oscar, 41 farklı ödül ve 48 adaylık sahibi filmin yönetmen koltuğunda Jonathan Dayton ve Valerie Faris var. Başrol oyuncuları, Steve Carell, Toni Collette ve Greg Kinnear.
Film 101 dakika uzunluğunda ve IMDb’de yaklaşık 160bin kullanıcının oylamasıyla 8.0 almış.




paylaş:

videodrome (1983)

“Long live the new flesh!”
Hangisinin hayal hangisinin gerçek olduğu anlaşılamayan bir dünya, reyting uğruna soft porno ve şiddet görüntüleri yayınlamaktan çekinmeyen bir televizyon yöneticisi, izlendikçe beyin tümörüne sebep olan “videodrome” denilen underground bir kaset, video oynatıcısı konumundaki vücutlar, şekil değiştiren nesneler, bilim-kurgu, gerilim, gizem.
1983 yapımı filmin yönetmen koltuğunda David Cronenberg var ve başrolde James Woods.
Yönetmenin en iyi yapımları arasında gösterilen film, anlaşılması zor, olgusal anlamsızlıklarla sarılı sürreal bir çalışma.
87 dakika uzunluğundaki filmin 3 ödülü var ve IMDb puanı 7.3.





paylaş:

sinekler evi


Birkaç insan, birkaç eşya, birkaç kurtçuk…
Karıncalar var bozulmuş yiyeceklerin arasında gezinen ve odadan odaya koşuşturanlar. Bira şişesinin soğukluğunda kasılan göbek delikleri var, her değişte sarsılan karın kasları ve parmak uçları.
Çıplaklığında hayatın, çöp kutularına sıkışmış köpek yavruları var, her bağırışta çığlıklar atan uzun topukların üzerinde salınan ve bir bardak dolusu kırmızılık var.
İnlemelere karışan nefes alışlarının arasında burun çekişler her dakika, tozların arasında beyne enjekte edilen bir gençlik ateşi, arzular ve deri ceketler, kokusuyla.
İçilen tütünün dumanı dolduran odayı ve eşyalar ve insanlar ve açlık hissi.
Terin yavaş yavaş dinlenmesi şah damarı üzerinde, kayboluşlar her dakika, duştan gelen gülüşlerin arkasına saklanmış ağız kapamalar, utanç hissi, susturmalar.
Bir yatak, oldum olası, karanlığı delip geçen bir lamba tavanda, şahitliği savunan, her saniyede yalnızlık kokan bir sevişme tufanı denizlerde, odanın içinde boğulmalar, odanın içinde can çekişmeler.
Geri sarılan makaraların gizliliğinde durduruşlar, âdem elmasının yukarı ve aşağı hareketi, garip bir ses, nefes alış, hislerin doruğa ulaşması.
Pencerenin ardında yok olan bir dünya, karanlığa gömülen bir şehir dışarıda, sessizlik, sakinlik, yollara tutunan birkaç insan ve köpekler. Kulaklarını dikmişler, dinliyorlar. Vızıltılar geliyor bir yerlerden.
Kifayetsiz kalan sözcükler her satırda, yatıp uzanmalar ve dinlenmeler.
Bedenin yorgunluğundan göz kapaklarının çığlıkları, isyanlar her caddede, eylemler kaburgalardan, kan, akıp giderken damarlarda, kana karışan sıvılar ve gözbebekleri, büyümeler, küçülmeler.
Erekte olan bir beyin, bacaklar, dakikalara susamalar ve boşalmalar.
Rahatsız edici yay sesleri arasında yelkovanların küsmüşlüğü var. Kuduran vücutların aralıklarına girmeye çalışan organların serliğinden bizim yakarışlarımız. Demek istenileni yanlış anlamak, sakız olan akıntılar, sıvılar ve yapışkanlık.
Ellerin gezinmesi yasaklarda, odaların içinde insanlar ve eşyalar. Bir yatak, bir lamba ve dışarıda dirilen bir şehir…
Kulaklarını dikmiş köpekler sokaklarda.
Duvarlar arasında kayboluşlar, vücuda girenler ve çıkanlar, çıplaklık her bedende, avuçlamalar ve parmak uçları, yüksek bir ses, inlemeler arasında salınışlar, acı, zevk, yok oluşlar. Bir yerlerden gelen vızıltılar, gidişler belki, anlaşılamayan olgular, çirkinlikler.
Adını koyamadığımız nesneler bütünlüğünde sıfatsız kalan yakarışlar. Kimi yarın, kimi bugün, hep geri dönüş, hep yok oluş.
Vızıltılar her yerde, sende, bende, içimizin feryadı dışa vuran, kaburgaların hapsinde bir kalp, duracak, elbet bir gün o da yok olacak.
Birkaç kurtçuk, birkaç eşya, birkaç insan.


paylaş:

this is spinal tap (1984)

Holiganı oldukları İngiliz metal grubu Spinal Tap Amerika’da bir geri dönüş turnesine çıkmaya karar verir. Turneyi düzenleyen ve aynı zamanda film yapımcısı olan DeBergi, grupların sahne önünde ve arkasında yaşadıklarını, hissettiklerini ve metalci ruhunu anlatan bir belgesel çekmek isteyince ortaya bu görüntüler çıkar.
1984 yapımı, IMDb’den yaklaşık 53bin kullanıcının oyuyla 8.0 puan alan 82 dakika uzunluğundaki filmi Rob Reiner yönetmiş. Film, DVD Exclusive Awards ve National Film Preservation Board’tan ödüllü.
Başı dertten kurtulmayan bir grup, yaran şarkı sözleri, komedi, müzik ve heavy metal dünyasını ti’ye alan bir film.




paylaş:

bad guy (2001)

Nabbeun Namja.
Bir adam, sokak ortasında bir kızı öperse, bu kız da adamı tüm halk içinde küçük düşürürse, kızın sonu ne olur?
Gururuna yenik bir adam, bir sevgili, bir hata, anlık yanlış bir his, bataklık, aşk.
Yönetmen koltuğunda Ki-duk Kim, 100 dakikalık bir dram.
Güney Kore sinemasının önemli isimlerinden harika bir yapım.
2001 yapımı film, IMDb’den 6.8 puan almış ve izlenmeyi bekliyor.





paylaş:

wild at heart (1990)

İki genç âşık, Sailor ve Lula ve onları ayırmaya çalışan, hatta Sailor’ı öldürmek için bir adam tutan Lula’nın cadaloz annesi. Yılan derisinden bir ceket,yüze sürülen kırmızı bir ruj. Bir cinayet, hapishane günleri, garip insanlar ve bir David Lynch filmi.
Nicolas Cage, Laura Dern ve enteresan karakteriyle Willem Dafoe.
Suç, romantizm ve gerilim.
1990 yapımı film, IMDb’den 7.2 puan almış ve 125 dakika uzunluğunda.




paylaş:

pulp fiction (1994)

Bir boksör, birbirlerine deliler gibi aşık iki genç soyguncu, bir gangster, bir gangster karısı, bebek bakıcısı bir adam, bebek konumundaki gangsterin karısı, ödemeyi geciktirenler, Mc Royal’in komik hikayesi, bin bir çeşit absürt insan, bin bir çeşit farklı kişilik, tek kesişme noktası.
Yazan, yöneten Quentin Tarantino.
Oscar sahibi bir film, ayrıca 43 farklı ödül.Yaklaşık 450bin kişinin oylamasıyla 9.0 IMDb puanı ve top 250deki 5.lik.
Başarının kaçınılmaz olduğu filmde başrolleri John Travolta, Uma Thurman, Samuel L. Jackson ve Bruce Willis paylaşıyor.
1994 yapımı film 154 dakika.
Filmin müziklerine de söyleyecek bir şey yok.




paylaş:

breaking the waves (1996)


Şu dakikaya kadar izlediğiniz tüm dram ve romantizm filmlerini bir kenara koyun. Onların yeri ayrı, Breaking the Waves’in yeri apayrı.
Tutucu bir kasabada, Bess, kendisinin bile tahmin etmediği kadar hızlı bir şekilde evlenir ve mutlu olur. Seksin, anlatıldığı gibi kötü ve korkutucu bir şey olmadığını hatta dünyadaki en güzel duyguları yaşamak için bir araç olduğunu anlayan Bess, tanrıya olmadığından daha çok dua etmeye başlar. Mutluluğunun hiç bitmemesi için daha çok ve daha çok dua.
Ancak Bess’in korktuğu şeyler yavaş yavaş başına gelir. Petrol işçisi olarak çalışan eşi, ağır bir kaza sonucu felç geçirir ve tüm cinsel hayatı yok olur. Bundan sonra başkalarıysa sevişip, sevişme anlarını ve ne hissettiklerini ona anlatmasını isteyen eşi karşısında Bess, korkar, karanlığa düşer ve eşinin dediklerini yapmaya başlar.
Tanrısallık, özlem, acı, sevinçler ve aşk.
Yönetmenin "Golden Heart üçlemesi"nin ilk parçasıdır. Diğer ikisi The Idiots ve Dancer in the Dark.
Lars von Trier yaparsa olur!
40 ödüllü, 159 dakikalık bir şaheser.
paylaş: