Normalde
sene sonunda topluca bir yazı yazarım ama hem boşluk hem de 2012 in daha ilk
yarısında çıkan olağanüstü albümler bizi bu yazıya yöneltti efendim. Şahsi
zevklerime göre (her zamanki gibi, altını çizerek) 2012 nin Mayısa kadar olan
ilk yarısında çıkan dikkat çekici işler:
Lion's
Roar - First Aid Kit (Wichita)
İsveçli
folk ikilisi hep işaret ettikleri Amerikan folk/country kültüründen aldıkları
ilhamı Avrupai bir dokunuşla harmanlayınca sonuç inanılmaz olmuş. Geçmişe
saygıyı esirgemeden progresif olabilmek belkide en zor şey günümüzün müziğinde,
ve folk (zaman zaman country) gibi belli dönemlere atfedilen bir müzik türüne
teknoloji çağında modern bir yorum katabilmek oldukça etkileyici. Country
müzikte artık unutulmaya yüz tutmuş karanlık temaları işleyen Lion's Roar
zengin enstrüman aranjmanları ile de dikkat çekiyor. Avrupai kökleri de albümün
her köşesindeki müzikal detaylarda bulmak mümkün..
Young
& Old - Tennis (Fat Possum)
Soğuk
Şubat günlerinde piyasaya çıkmasına rağmen Young & Old deyim yerindeyse
"easy listening/feel good" tadında, tam bir yaz albümü. Reggae ye
yaptığı ince dokunuşlar ve 'reverb' e bulanmış pop 'sound' uyla zaman zaman
2011 de çıkış yapan Cults'u da andırıyor Tennis 2. albümünde. Şahsen ilk
dinleyişten itibaren samimiyetine bayıldığım bu albümü ben güneşli yaz günleri
için dolapta tutuyordum bir süredir, şimdi tam zamanıdır, önümüzdeki bir kaç
ayın soundtrack i olmaya aday, eğlenceli bir albüm.
Silent
Hour/Golden Mile - Daniel Rossen (Warp)
Şanlı
Grizzly Bear'imizin üyesi, kendine has tarzıyla günümüzün önde gelen
gitaristlerinden Daniel Rossen, Grizzly Bear in 2012 sonunda beklenen yeni
albümünden önce ilk solo çalışması olan Silent Hour/Golden Mile ı çıkardı. 5
şarkıdan oluşan EP bu haliyle bile 2012 in en kaliteli müzikal çalışmalarından
biri olmaya aday. Bu EP nin internet üzerinde çeşitli sitelerde
karşılaşabileceğiniz analizleri (ki genelde aldığı yorumların çoğu övgülerle
dolu) hep Rossen'i bir nevi 70 lerin pop müziğini canlandırmaya çalışan modern
bir George Harrison olarak etiketlemeye çalışıyor. George Harrison etkileşimi -özellikle
'Silent Hour' da- çok açık olsada, Rossen i ve müziğini başka şeylere
benzetmeye çalışmak iyi anlamda olsa bile haksızlık olur. Bu EP yi ilk
dinleyşinizden itibaren anlayacaksınız, jenerasyonumuzun en etkili şarkı
yazarlarından biriyle karşı karşıya olduğunuzu. Adeta nefes alan, acelesi
olmadan örülen bir birine giren ama bütünlüğü sağlayan armoniler, yalın zaman
zaman abstrakt ama yürek burkan bir söz yazımı, ve duyduğunuz anda bu Daniel
Rossen diyebileceğiniz bir gitar tekniği.. Her anı kulaklar için bir şölen,
özellikle şarkıları cilalayan sonik detayları takip etmekten hoşlanıyorsanız..
Çıktığı gün dinleyebildiğim için kendimi şanslı hissettiğim, yaşasın 2012
dedirten bir albüm. Sağol var ol Daniel Rossen, yarattığın için, gerçek
anlamda.
Break
It Yourself - Andrew Bird (Bella Union)
Andrew
Bird hayran bırakmaya devam ediyor. Break It Yourself yavaşça gelişen
hikayeleri, geniş bir sonik kadraja yayılan atmosferi ve içgüdüsel bir şekilde
şekillenen temaları ile minimalizm le 'ambient' suların kıyılarında geziniyor.
Bu yönden punk'ın içgüdüsel, primitif yaklaşımını folk paletinde yorumlayan
Yann Tiersen'in 2010 çıkışlı Dust Lane ini de hatırlatıyor. 1 saati aşkın
süresiyle modern müzikte uzun soluklu sayılabilecek bir yapıya sahip olan Break
It Yourself, Bird ün acelesi olmadığını gösteriyor. Her yönüyle Amerikan
müziğinde folklör-ozan sinerjisini en etkili şekilde 2000 li yıllara taşıyan
sanatçı rolünü daha da pekiştiriyor Andrew Bird. 2009 un Noble Beast'ine göre
kesinilkle daha minimal, sade kurallar temel alınıyor. Sözler le doğru orantılı
olarak bahsettiği sahneleri enstrümanlarla neredeyse teatral bir ruhla
canlandırması, belkide Anrew Bird ün klasik eğitimine karşı bir saygı duruşu
yorumunu da yapabiliriz. Belli şarkılarda Bird ün daha önceki albümlerine
nazaran, Güney ABD nin müzik kültürüyle daha detaylı bir ilişki görmek de
mümkün.
Blunderbuss
- Jack White (Third Man / Columbia)
Blunderbuss,
son 20 yılda gerçek rock müziği ayakta tutan sayılı isimlerden Jack White'ın
kariyeri boyunca parçası olduğu projelerden tatlar sunmasının yanında,
sanatçının daha önce hiç görmediğimiz yanlarınıda paylaşıyor. White'ın
alışılmış kan ağlayan gitarlarının yanında, blues (ama old-school blues)
öğelerinin belli şarkılarda neredeyse takıntılı (iyi anlamda) bir şekilde takip
edilmesine White'ın hafiften retro prodüksiyon seçimleri eklenince ortaya
enteresan sonuçlar çıkıyor. Aynı zamanda burda Jack White'ı orkestrasyonu ve
aranjmanları yönetirken görmekte ayrı bir zevk: kendi yarattığı nostaljik
müzikal dünyada daha önce hiç olmadığı kadar ayrıntılara dikkat eder ve kişisel
buluyoruz White ı. Nashville, Tennessee de kaydedilen albüm bölgenin müzikal kültürü,
Chet Atkins, Johnny Cash gibi figürlerin meşalesini bir nevi taşıma görevini
üstlenirken, modern zamanlarda da bu kültürü geleceğe taşıyacak bir köprü
olarak da duruyor. Ama günün sonunda bu albümü açıklayacak tek şey: kelimenin
tam anlamıyla, rock'n roll.
Dr.
Dee - Damon Albarn (Parlophone)
Blur,
Gorillaz, The Good, The Bad & The Queen. Britpop, trip-hop, dünya müziği,
rock müzik, elektronik müzik. Müziğe bu kadar farklı kollardan inanılmaz sayıda
değerli eser bırakmış Damon Albarn, 2011'de sahnelenen, Ulusal İngiltere
Opera'sı tarafından komisyonu yapılan Dr. Dee ile klasik müziğe de adım attı.
Yaklaşık bir sene sonra ise Dr. Dee Operası'nın soundtracki, yani ana aria
ların daha sade stüdyo kayıtlarının bulunduğu bu albüm çıktı. Özellikle Henry
Purcell ve Handel in romantizminin izlerinin de görüldüğü klasik müziğin
yanında, İngiliz-folk türünün kaliteli bir örneği Dr. Dee. Damon Albarn'ın
'Apple Carts' da etkileyici bir şekilde enstrümentasyon a dahil ettiği ney
gibi, bazı parçalarda doğu elementlerinin cesur kullanımıda ('The Moon Exalted'
daki kanun) Albarn'ın geniş müzikal yelpazesini ustaca kullandığını gösteriyor.
Opera şan sanatçılarının yanında Albarn ın sigaradan pürüzlü bas sesini
duymakta hoş. 'Saturn' gibi bazı parçalarda Albarn'ın klasik müziğin
sınırlarınıda progresif bir yaklaşımla sorgulaması gerçekten gerçek
yaratıcılığı takdir eden müzik severleri heyecanlandıracak türden bir hareket.
Damon Albarn, Dr. Dee ile müzik dünyasına artık kalıcı izini bırmıştır
diyebilirz. 2012 nin Mart'ında çıkan bir başka albümde ise Albarn'ın iki diğer
efsane, Tonny Allen ve Flea ile birlikte Rocket Juice & the Moon adı
altında kaydettiği albüm yayınlandı. Adam durmuyor.
In
The Belly Of A Brazen Bull - The Cribs (Wichita)
Wakefield'lı
kardeşlerin senelerdir varmaları beklenen noktaydı bu. Potansiyelleri altın da
ezilen grupları çok gördük - özellikle 2002-2009 arası ingiliz rock ında- ama
sonunda bir grubun büyürken gelecek vaad eden statüsünden çıkıp vaad ettiği
büyüklüğü yaşayıp yaşattığını görmek, işte bu eğer senelerdir takip ettiğiniz
bir grupsa oldukça zevkli bir şey. İlk 2 albümü lo-fi garaj tınılarıyla geçirdi
Cribs. 3. albümde prodüktörlük koltuğuna oturan Alex Kapranos Jarman
kardeşlerden bir Franz Ferdinand yaratmaya çalıştı, 4. albüm Ignore the
Ignorant ise bir indie şaheseriydi ancak bu albüm sürecinde tarihin en iyi rock
gitaristlerinden efsanevi Johnny Marr'ın 4. eleman olarak gruba katılması yine
gerçek Cribs ruhunu perdeleyen bir faktördü. Geriye baktığımızda kötü bir albüm
yok, ancak In the Belly of a Brazen Bull, 3 kardeşi gerçek kimliklerini,
oldukça kaliteli bir prodüksiyonla bulurken yansıtıyor. Olgunluk dönemindeki
Cribs eskisi gibi sert hatta daha sert, sahaya hala ölüm-kalım mentalitesiyle
çıkıp kulaklarda marş tadında yankılanan oldukça fiziksel melodiler
bırakıyorlar. Ancak farklı olan, şarkı formlarındaki olgun seçimler,
melodilerde takip edilen yenilikçi yollar, ve artık hiç bir Cribs şarkısının
"daha önce bir yerlerden duymuştum" etkisi yaratmaması. The Cribs in
şu ana kadarki en sert albümü diyebiliriz. Ve her şeyden önce bu bir punk
albümü, vasat Amerikan sanatçıların tekeline düşen bir türün İngilterede
canlanmasına tanık oluyoruz.
Aykut İmer
(siz
de yazı/fikir/görsel/liste/deneme göndermek istiyorsanız iletişim bölümüne uğrayınız)