game of thrones trailer | s3
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 2/24/2013 04:16:00 ÖÖ
etiket: dizi, game of thrones
yorum:
Hiç yorum yok
3.
sezonu merakla beklenen Game of Thrones için yeni bir trailer hazırlanmış, bu
da merakımızı daha çok arttırıyor.
lars von trier'den yeni film: nymphomaniac
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 2/24/2013 04:08:00 ÖÖ
etiket: charlotte gainsbourg, Christian Slater, Connie Nielsen, haber, Jamie Bell, lars von trier, nymphomaniac, Shia LaBeouf, stellan skarsgård, uma thurman, Willem Dafoe
yorum:
Hiç yorum yok
Cannes
Film Festivalindeki sansasyonel açıklamalarından sonra “persona non grata” yani
istenmeyen kişi ilan edilip festivalden çıkartılan Lars von Trier’in
Nymphomaniac adlı filmi kuşkusuz 2013 yılının en merak edilenleri arasında
yerini almış durumda.
Oyuncuları
arasında Shia LaBeouf, Jamie Bell, Christian Slater, Connie Nielsen, Willem
Dafoe, Uma Thurman, Charlotte Gainsbourg, Stellan Skarsgård gibi isimlerin yer
alması bu heyecanı arttıran bir etken.
Yönetmenin
birkaç filminde boy gösteren Charlotte Gainsbourg ise bu filmde erotik
sahnelerle çok konuşulacağa benziyor. Yönetmenin düzene attığı ağır tokatların
yanında bu film ne kadar tartışılır bilemeyiz ama bizim merak ettiğimiz Cannes
Film Festivaline yönetmenin tekrar çağırılıp çağırılmayacağı. Şayet çağırılmasa
bile filmin festivalde yer alacağını düşünmekteyiz.
Filmden
bir kare ise şu şekilde:
film independent spirit awards | 2013
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 2/24/2013 03:49:00 ÖÖ
etiket: film independent spirit awards
yorum:
Hiç yorum yok
Bütçesi
20 milyon dolardan az filmlerin aday gösterildiği ve Oscar Töreninden bir gece
önce dağıtılan Bağımsız Ruh Ödüllerinde bu yıl 21 milyon dolar bütçeli Silver
Lining Playbook fazla olan 1 milyon dolar göz ardı edilerek aday gösterilmişti.
Geceye damgası bekleniyordu ve beklenen oldu. Toplamda dört ödül ile gecenin
galibi Silver Lining Playbook oldu.
Diğer
ödüller ise şu şekilde:
En
İyi Film: Silver Linings Playbook
En
İyi Yönetmen: David O. Russell (Silver Linings Playbook)
En
İyi Senaryo: David O. Russell (Silver Linings Playbook)
En
İyi İlk Film: The Perks of Being a Wallflower (ödül yönetmen ve yapımcıya
verilir)
En
İyi İlk Senaryo: Safety Not Guaranteed
En
İyi Kadın Oyuncu: Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)
En
İyi Erkek Oyuncu: John Hawkes (The Sessions)
En
İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Helen Hunt (The Sessions)
En
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Matthew McConaughey (Magic Mike)
En
İyi Görüntü Yönetimi: Beasts of the Southern Wild
En
İyi Uluslararası Film: Amour (ödül yönetmen ve yapımcıya verilir)
En
İyi Belgesel: The Invisible War (ödül yönetmene verilir)
John
Cassavetes Ödülü: Middle of Nowhere (ödül 500.000 dolardan az bütçeli filmlerin
en iyisine verilir, filmin yönetmeni ve yapımcısı ödülü alır)
kahrolası kırmızı
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 2/23/2013 11:54:00 ÖS
etiket: sensizliğe adanmış yazılar, yazılar
yorum:
Hiç yorum yok
Kalabalığın
içinde kendimizi yalnız hissediyoruz kimi zaman; uzun vakitlerin geçmesini
dilerken ağırlaşan yelkovan hareketleri, acılarımız önünde diz çökedursun biz
kendi benliğimizden bir şeyler eksiltmemek için acılarımızın üzerine tuz
basıyoruz.
Unutulmuş
yarınların yokluğunu dünden kalan kırıntılarla beslemeye çalıştıkça yitip
gidiyor gözyaşları. Biz çoktan yok olduğumuzu kabullenmek yerine bir defa daha
şans veriyoruz. Oynadığımız eli kazanma ihtimalini düşünmeden sürüyoruz tüm
varlığımızı masanın ortasına, küçük çentikler atıyoruz bazen her biten gün
için, çoğu zaman da umduğumuz başımıza gelsin diye gece yatarken aklımıza gelen
tanrıya dua ediyoruz.
Saat
tiktakları gibi sürüklenen sularda vakit artık çok geç olmuşken bir kez daha,
yeniden şükrediyoruz ettiğimiz küfürler için af diledikten sonra. Acımız bir
başkasının çilesi yanında gözümüze ufacık geliyor.
Şayet
kalbimiz çırpınmak yerine durmayı tercih etseydi, gözümüzü pencereden uzaklara
dikip beklemek zorunda kalmaz, yeni doğan gün için gereksiz yere boş hayaller
kurmaya devam etmezdik. Jiletin eti kesmesinden de korkuyoruz tabii. Oysa her
şey biraz kırmızıya biraz da cesarete bakıyor.
Gardını
almış atağa geçmek için bekleyen eski çağ savaşçısı değiliz biz. Aksine
kendimizi savunmak için elimizde tutacağımız bir dayanağımız bile yok. Bunların
hepsini başkalarının üzerine atıp suçu kabullenmemek düşmüşlerin yapacağı iş
diyebiliriz kolay yoldan fakat bunu bile bilmek çoğu zaman fayda etmiyor.
Hep,
yeşil kırların ortasında elimizde sıcacık çayımızla, huzur dolu bir nefes
çektiğimizi hayal ediyoruz ciğerlerimize fakat yorgun şehrin bıkkın insan
kalabalığında yaktığımız tütün bile rahatlatabiliyor bünyemizi.
Dünya
çoktan başkalarının eline geçti, durup birilerinin yardım elini uzatmasını
bekliyoruz çaresiz, biz hep böyleydik, yarın da çareyi başkalarından
bekleyeceğiz.
İnsan
sürüsünün monoton adımlarını bizden ayıran camekanın yanında, masamızın
üzerinde yenmeyi bekleyen etin soğukluğu, bıçak ve çatalın yeni yıkanmış parlak
yüzü ve titremesini önleyemediğimiz ellerimizle birlikte, düzenin içinde
akseden sesleri duymayan kulaklarımızla başbaşayız. Bıçağın porselene sürtme
sesinden duyduğumuz rahatsızlığı önleyebilmek için dudaklarımızı aralayıp bir
gözümüzü kapatıyoruz. Yediğimiz etin bayatlığı, kendi ruhumuzun
umursamazlığıyla yok oluyor, karşımızda oturan hayali arkadaşımız bile halimize
güldüğüne göre komik durumumuza pek de söylenecek laf yok. Biz, aynanın
karşısına geçip kendi suretimize bakamayan varlıklarız.
Çok
geçmeden uykuya dalıyoruz. Dünya, bizim yardımımız olmadan da dönebiliyor.
Acımız ne dünden eksik ne de birileri bize elini uzatıyor.
Zaman
geçiyor.
Uykumuz
kırmızıya bulanıyor.
shipwrecked with dan the gorilla
yazan: titiemre
tarih: 2/14/2013 01:40:00 ÖS
etiket: sanat, shipwrecked with dan the gorilla, simon roy
yorum:
1 yorum
BAFTA Awards | 2013
İngilizlerin Oscar’ı olarak kabul edilen BAFTA Ödülleri'nin sahipleri belli oldu. Törende en iyi film ödülünü ‘Argo’ alırken filmin
yönetmeni olan Ben Afleck ise en iyi yönetmen seçildi. Anne Hathaway ve Hugh Jackman'ı kadrosunda barındıran Les Miserables, geceden en iyi yardımcı kadın oyuncu olmak üzere toplamda 4 ödülle ayrıldı. Diğer kazananlar ise şu
şekilde:
En
İyi Film: Argo
En
İyi Kadın Oyuncu: Emmanuelle Riva - Amour
En
İyi Erkek Oyuncu: Daniel Day-Lewis - Lincoln
En
İyi Yönetmen: Ben Affleck - Argo
En
İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Anne Hathaway - Les Miserables
En
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz - Django Unchained
En
İyi Senaryo: Django Unchained
En
İyi İngiliz Filmi: Skyfall
En
İyi Yabancı Film: Amour
En
İyi Kısa Film: Swimmer
En
İyi Uyarlama Senaryo: Silver Linings Playbook
En
İyi Prodüksiyon Tasarımı: Les Miserables
En
İyi Görsel Efekt: Life of Pi
En
İyi Makyaj ve Saç: Les Miserables
En
İyi Kostüm Tasarımı: Anna Karenina
En
İyi Sinematografi: Life of Pi
En
İyi Montaj: Argo
En
İyi Ses: Les Miserables
En
İyi Müzik: Skyfall
En
İyi Belgesel: Searching For Sugar Man
En
İyi Animasyon Filmi: Brave
En
İyi Kısa Animasyon: The Making of Longbird
neon film posterleri
yazan: titiemre
tarih: 2/10/2013 05:33:00 ÖS
etiket: back to the future, batman, inception, neon film posterleri, psycho, pulp fiction, the shining
yorum:
Hiç yorum yok
Micheal Whaite’nin film posterleri oldukça
farklı. Neon Lights adı verilen bu ışıklandırma sistemi, film posterlerine pek
bir yakışmış.
30 yaşına gelmeden önce okunması gereken 30 kitap
yazan: titiemre
tarih: 2/07/2013 06:19:00 ÖS
etiket: 30 Books Everyone Should Read Before They’re 30, 30 yaşına gelmeden önce okunması gereken 30 kitap, liste
yorum:
8 yorum
divinecaroline.com isimli site 30 yaşına gelmeden önce okunması gereken 30 kitabı sıralamış. Liste
şu şekilde:
1-
‘Siddhartha’ - Hermann Hesse
2-
‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ - George Orwell
3-
Bülbülü Öldürmek - Harper Lee
4-
'Otomatik Portakal' - Anthony Burgess
5- 'Çanlar Kimin İçin Çalıyor' - Ernest Hemingway
6-
'Savaş ve Barış' - Lev Tolstoy
7-
'İnsan Hakları' - Thomas Paine
8-
'Toplum Sözleşmesi' - Jean Jacques Rousseau
9-
'Yüzyıllık Yalnızlık' - Gabriel Garcia Marquez
10-
'Türlerin Kökeni'- Charles Darwin
11-
'The Wisdom of the Desert' – Thomas Merton.
12-
'Kıvılcım Anı' - Malcolm Gladwell
13-
'Söğüt Ağaçlarındaki Rüzgar' - Kenneth Graham
14-
'Savaş Sanatı' - Sun Tzu
15-
'Yüzüklerin Efendisi' - J.R.R. Tolkien
16-
'David Copperfield' - Charles Dickens
17-
'Four Quartets' - T.S. Eliot
18-
'Madde 22' - Joseph Heller
19-
'Muhteşem Gatsby' - F.Scott Fitzgerald
20-
'Çavdar Tarlasında Çocuklar' - J.D. Salinger
21-
'Suç ve Ceza' - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
22-
'Prens' - Niccolo Machiavelli
23-
'Doğal Yaşam ve Başkaldırı' - Henry David Thoreau
24-
'Devlet' - Platon
25-
'Lolita' - Vladimir Nabokov
26-
'İş Bitirici' David Allen
27-
'Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı' - Dale Carneige
28-
'Sineklerin Tanrısı' - William Golding
29-
'Gazap Üzümleri' - John Steinbeck
30-
'Usta ile Margarita' - Mihail Bulgakov
mutsuz ve aşksız bir adamdım
Hayat benim üzerime gelmiyordu. Hayat;
Kaan’ların, Buğra’ların, Melih’lerin üzerine geliyordu. Böylece Kaan’lar
depresyona girebiliyor, insanlar onların çevresinden ayrılmıyor; ilginin,
sevginin, ‘’oh, yoo, sadece başım ağrıyor Zeynepçiğim’’ diyerek Zeynep’lerin
gönlünü çalabiliyordu bu şekilliler ordusu… Sorun buydu işte. Kendisi için özel
olduğum birisi yoktu şu hayatta. İhtiyacım olan tek şey ilgiydi, sevgiydi…
Sosyal Medya diye hitap edilen yerlerde taraflı tarafsız herkesin bu sözcüğü
kullanan insana karşı yaklaşımı değişiyor, onu seviyordu. Evet dostlarım, doğru
bildiniz. Bana lazım olan şey ‘’ego tatminiydi’’.
‘’Bir sevgilim olsundu, hiç sahip olmadığım
keskin zekâm hakkında sağda solda atıp tutsundu. Vücudumun neresinde dahi bulunduğunu
bilmediğim adonislerimden bahsetsindi. Kapkara gözlerim hakkında millete
‘hüzünlenince yeşile çalıyor ama romantikleşince mavileşiyor, düşünceli olduğu
zamanlardaysa elalaşıyor’ diye bahsetsindi. Okuduğum tek yazar Umut Sarıkaya
olmasına rağmen sağda solda edebiyat bilgim hakkında ‘en sevdiği yazarlar;
George Orwell, Stendhal, Albert Camus, Sartre ve Yusuf Atılgan’ desindi. Sinema
bilgisi sadece Recep İvedik üçlemesi üzerine kurulu bir insan olmama rağmen
insanlara sinema zevkim hakkında ‘İngmar Bergman sinemasının en iyi
ürünlerinden biri olan Det Sjunde İnseglet üzerine tezler hazırlamakta,
arkadaşlarıyla toplanıp kritiklerini yapmakta’ desindi’’ diye düşünmüştüm,
İstiklâl’e giden halk otobüsünün içinde. İçimde iflah olmaz bir ‘’hemen sevgili
bul’’ hormonu yeşermiş, adeta tüm benliğimi sarmıştı. Büyük bir sevgili arayışı
içersindeydim. Nereye gideyim, kimlere başvurayım, nerelere ağlayayım
bilemiyordum. Beynimdeki nöronlar dahi ‘’sevgiliiğhh sevgiliiğhh’’ diye
ağlıyordu resmen.
Haftalar sonra bu uğraşımdan hiçbir sonuç
çıkmayınca bende umutsuzluğa kapılmış, geç saatlere kadar sokaklarda zağar gibi
sürtmeye başlamıştım. Her aşksız ve sevgisiz insan gibi benimde elimden içkiler
düşmüyor, dudağımdan sigaralar eksilmiyordu. Kendime kanlı canlı bir sevgili
bulamadığım her anda iyice dibe çöküyor, sigaramdan bir fırt daha çekiyordum.
İşte bu sigaramdan bir fırt çekeceğim anlardan birisinde sigaram dudağımdan
düşmüş ve yokuş aşşa yuvarlanmaya başlamıştı. Son sigaramdı ve yeni yakmıştım.
Dengesiz dengesiz arkasından koşup sigaramı yakalamaya çalıştım. Tam sigaramı
eğilip alacağım anda yerçekimi kanunu devreye giriyor, sigaramı adeta dünyanın
merkezine doğru çekiyordu. Sonunda sigaramı sol ayağımla durdurabilmiştim.
Sigarayı eğilip aldığımda sünger kısmında eser miktarda sakız kalıntıları,
bolcana kıl, tüy ve bilumum sokak pisliğiyle karşılaşmıştım. Hava bozmaya
başlamıştı. Mutsuz ve aşksız bir adamdım. Yağmur yağmaya başlayınca ‘gözyaşlarım
yağmurda belli olmaz’ diyerekten hönküre hönküre ağlamaya başladım, boş
sokaklarda koşarak.
Hönküre hönküre sokaklarda koşuyordum. Başımı
öne eğmiş, koşarak feryat figan ağlıyordum. İşte tam bu sırada önümdeki direği
göremeyince bodoslama girdim direğe, beynimin sağ ve sol loblarının yer
değiştirdiğini hissettim adeta. Bayılmadan önce gördüğüm tek şey kafası beyaz
vücudu kahverengi bir güvercinin ‘’gururuk gururuk’’ diye yanıma konuşuydu…
Nereden baksan 12 saattir boş arazide
uyuyordum. Bir Allah’ın kulu gelip de uyandırmamıştı beni. Üşüyordum ve üstüm
başım çamur içersinde kalmıştı. Üzerimi temizlemeye çalışırken bayılmadan önce
gördüğüm kuş ‘’fata fata fata’’ diye ilerideki taşa kondu. Ağzında büyükçene
bir ekmek vardı. Taştan inip kafasını ileri doğru ite ite yanıma geldi. Ekmeği
ayağıma bıraktı ve ‘’gururuk gururuk’’ dedi. Etrafa bakınmaya başladı. Bu
sırada ben yine ağlamaya başladım. İşte bu kuş bana gerekli olan sevgiyi
verebilmişti. Bu kuş, bu güvercin beni karşılıksız seviyordu ki, bana ekmek
getirmişti. İyice hönküremeye başlayınca kuş havalanıp birkaç tur attı ardından
yine yanıma kondu. Gözyaşlarımı silip kuşu da yanıma alarak evimin yolunu tuttum.
O artık benim kadim dostum olacaktı.
Aradığım sevgiyi ben bu güvercinde bulmuştum
dostlarım. Haftalar geçmiş ve biz her geçen gün aramızdaki dostluğu titanyumdan
yapılmış kapılar gibi güçlendiriyorduk. En büyük sırlarımı güvercinime,
Ercüment’ime anlatıyordum. Ercüment ismini kendiside benimsemişti. Ne zaman
Ercüment desem omzumda bitiyordu. Biz çok iyi dost olma yolunda emin adımlarla ilerliyorduk.
Yediğimiz içtiğimiz birdi. Zaten
Ercüment’in öyle büyük istekleri de olmuyordu. 1 kilo pirinç koysam önüne onu
da yerdi, ıslak ekmek koysam onu da yerdi. Masrafsız, on numara bir kişilikti
Ercüment. Ercüment’le tanışmadan önce yaşamım Radiohead’in Exit Music isimli
parçası kadar umutsuzcaydı. Şimdiyse ‘’kop kop’’ ve ‘’dıppdıss dıppdıss’’ adı
altındaki bütün müzikler yaşamımı özetliyordu.
Güvercinlerin ne kadar zeki hayvanlar
oldukları anlatan bir belgesel izlerken Ercüment de bir sıkıntı sezmiştim. Ne
televizyona bakıyor ne de omzuma konup kendisine ‘’mucks mucks, ercümentim
benim’’ dememe izin veriyordu. Haklıydı. Kaç haftadır evden dışarı çıkmıyorduk.
Hemen üzerimi giyinip Ercüment’i de yanıma alıp kendimizi dışarıya attık.
Ercüment’in uçmayı unutmasından korkuyordum.
Birkaç denemeden sonra yine uçamayınca tuttum kendisini havaya fırlattım. ‘’Kartallar
yükseklerde uçar ercüüüğğ ezehehe ezehehe’’ dedim arkasından ve gazımla
birlikte çanak antenlerin arasından uçmaya başladı.
Kâh Ercüment’i izleyip uçuşuna hayran
kalıyorum, kâh aramızdaki sıkı dostluğu aklıma tekrardan getirip ‘’ bundan
sonra teravihleri kaçırmıycam lan’’ diyordum. Ercüment’in uçuşuna hayran
kaldığım anlardan birinde bi an için Ercü’yü gözden kaçırmıştım. Birkaç melodik
ıslık çalarak Ercü’ye ulaşmaya çalışıyordum. Kısık bir gururuk duymuştum.
Melodik ıslığımı biraz daha uzun tutarak tekrar şansımı denedim, Ercü bir
cafe’den ‘’fata fata fata’’ diye havalanıp ‘’cukss’’diye omzuma kondu. Hiç ses
çıkarmadan kafasını ileri doğru itip duruyor, beni kafenin içine götürmek
istiyordu. ‘’lan ercüü, kesin bana kız buldun değil mi? La şu iş bi
gerçekleşsin… Hay senin daşşanı yesinler bee ercüüüüğ’’ dedim ve koşarak
hayatımın aşkını bulmayı umduğum kafeye doğru gittim.
Sonuç hüsrandı dostlarım. Kafenin içi
bomboştu. İki tane tavla atan emekli memurun dışında hiçbir yaşam belirtisi
yoktu. Ercü’nün beni neden buraya getirdiğini düşündüm, bir şey bulamadım. O
gün kafam biraz az çalışıyordu. Tam Ercü’yle göz teması kurmak ve kendisine
‘’bugün menemen kavanozun içinde uyuyacaksın Ercü’’ bakışı atmak için omzuma
bakındım ki, Ercü omzumdan havalanıp ilerdeki kafeste bulunan bir başka
güvercine aşk şarkıları söylüyor, kanatlarını sonuna kadar açıp güç
gösterilerinde bulunuyor; dişi güvercini etkilemek adına bir sürü şekilli
şekilli hareketler yapıyordu.
Bir
koşu emekli amcaların yanına gidip olayı anlattım. Tavlada kazanan amcanın
mutluluğu adeta bana da geçmiş, sırıta sırıta olayı anlatmıştım emekli amcama.
Güler yüzlü bir şekilde masadan kalktık ve kafesin kapısını açtık. Gövdesindeki
lekeleriyle adeta kübist bir tabloyu andıran dişi güvercin ve Ercümentçiğim
birbirlerinin üzerlerinde tepiniyor, birlikte aşk şarkıları söylüyorlardı. Hiç vedalaşmadan ve yine ağlayarak ortamı
terk ettim. Ercüment hayatının aşkını bulmuştu. Artık kendisiyle serseriler gibi
sokaklarda gezemeyeceğim aklıma gelince bir kez daha hönkürmeye başladım. Uzun
süredir içmediğim Viceroy marka çok ucuz ve içi talaşlarla dolu sigaradan alıp
evimin yolunu tuttum.
Bakkaldan çıkmış, hüzünlü bir şekilde evime
doğru giderken sigaramı yakmaya çalışıyordum. Kibriti yeniden alevlendirmeye
çalışırken yeşil gözlü, sarı saçlı, çok güzel bir kızla çarpışmak üzereyken
birkaç kıvrak hareketle çarpışmayı adeta iptal ettim. Önce bakıştık. Sonra
gülüştük. Ardından ‘’eğer çarpışsaydık bu boyalar hep üzerime dökülecekti’’
dedi. Sonra ağzımdaki talaş dolu viceroy’u alıp attı ‘’al muratti iç’’ dedi.
Güzel bir çakmak çıkartıp sigaramı da yaktı. Güzel kızdı. Artık beni anlatan
kelimeler ‘’tiriviri’’ ve ‘’trango’’ gibi
kelimeler değildi. Ercüment sağolsundu.
Görseli buradan aşırdık.
İnsan Nasıl Aptallaştırıldı
yazan: vakamijin
tarih: 2/04/2013 06:35:00 ÖS
etiket: İnsan, insanın aptallığı, mitoloji, müzik, popüler kültür, sinema, yazılar
yorum:
3 yorum
Konudan çok uzaklaşmadan kısaca insanın mitolojik tarihine, nasıl var olduğuna bir bakalım
Dini kitaplara göre insan Tanrının meleklerden sonraki yaratısıdır. Tanrı siyah çamura şekil vermiş sonra da içine kendi ruhundan bir parça üflemiş ve kurumaya bırakmıştır. İnsanı kıskanan iblis - bu konuda meleklerin hür iradesi olup olmadığı, insanın var oluş amacının Tanrının hür iradeli bir varlık yaratma ihtiyacı olduğu konusunda çelişkiye düşülmüşse de yeterli bilgim olmadığı için bu konuyu deşmeyeyim - kurumakta olan insanın burun deliklerinden girip çıkmış, tekme atmıştır - yine bu kaynakların güvenilirliği tartışılır,Tanrının buna izin vermesi saçmadır aslında - sonuç olarak insan içinde Tanrı ruhu olan ama İblisin de ruhunu biraz da olsa barındıran bir varlık olarak var olmuştur.
Sonra Ademin yalnız kalmasından dolayı tanrı Ademin kaburga kemiğinden Havvayı yaratmıştır.
Tasavvuf felsefesine göre ise Tanrı 3 iyi özelliğini ve bunların tam zıttı olan 3 kötü özelliğini insana üflemiştir. İnsan tasavvuf a göre de içinde çatışmalar yaşayan bir canlı olarak var olmuştur.
Yunan mitolojisine göre ise insan Prometheus tarafından Tanrılardan öç almak için yaratılmıştır. Daha sonra Zeus insanı dizginlemek için insana benzeyen bir varlık yapmış sonra da Hermese bu varlığın içine kurnazlığı ve kindarlığı koymasını, Afrodite ise şehveti ve baştan çıkarıcılığı koymasını söylemiş ve bir kutuya koyup Prometheus un fazla zeki olmayan kardeşine yollamıştır hediye olarak. Epimetheus bu kutuyu açmıştır ve içinden ilk kadın olan Pandora çıkmıştır. Hatta Zeus şöyle der " insana öyle bir hediye vereceğim ki onlara zarar verdiğini hayatını mahvettiğini bilse de ondan vazgeçemeyecek "
Özet olarak çeşitli kaynaklara göre insan bu şekilde yaratılmıştır.
Şimdi bu kaynakların doğruluğu tartışılır. Peki biraz düşünürsek insanın pek de zeki olmadığı sonucu rahatça çıkarılabilir. Peki hiç sorguladınız mı neden insan zeki olarak tasvir edilmedi? Adem neden Havvaya, Havva neden İblise kandı? Neden İblis insandan zeki gösterildi? Sen zaten böyle yaratıldın istesen de zeki olamazsın demek için, insanın bir şeyleri kabullenmesini sağlamak için olabilir mi? Çok zorlama bir mantık diye düşünebilirsiniz evet. Ama size dışarı çıkıp biraz bakınmanızı insanları dinlemenizi öneririm. Ya da çıkamayacaksanız bile biraz düşünün. İnsanın giderek aptallaşmaya başladığını göreceksiniz ve eğer beyniniz hala uyuşmadıysa neden böyle oldu diye sorgulamaya başlayacaksınız. Eğer başlamadıysanız hiç boşuna vakit kaybetmeyin. Ne yapıyorsanız onu yapmaya devam edin.
Neden böyle oldu? Neden düşünmek yorucu bir hal aldı artık? Ne zaman düşünmekten korkar hale geldik? Ne zaman çok düşünme kafayı yersin der olduk birbirimize?
Felsefi açıdan yaklaşmayacağım. Hem içinden çıkamayız hem de pek derinlikle bilmediğim bir konu felsefe. Ben size elimden geldiğince popüler kültürün insanı aptallaştırma öyküsünü anlatacağım.
Hatırlamayacağınız üzere sessiz sinema döneminde yapılan filmlerin para dışında amaçları vardı. Modern Times, Gold Rush, Citizen Kane vb. sistemi eleştirmekti amaçları. Bunları yaparken de Şarloya gülüyordu insanlar. Bu filmlerden sadece gülüp çıkanlar vardı elbet ama az da olsa bazılarının aklında soru işaretleri kalıyordu. Evine gidince düşünmeye başlıyordu.
Yıl 1975. Steven Spielberg un filmi Jaws vizyona girdi. Özel efekler havada uçuşuyor insanlar çok aşina olmadıkları bu " sanat " karşısında büyüleniyorlardı. Ama Jawsın bir özelliği daha vardı. Hiçbir şey anlatmıyordu film. Anlatmıyordudan ziyade düşündürmüyordu. Bomboş ama eğlenceyle geçen iki saat...
Ve 8 milyon dolara mal olan film 260 milyon dolar gibi devasa bir kazanç ve şöhret getirmişti. Steven Spielberg insanın zayıf karnını, açığını bulmuştu. Beyne değil sadece göze hitap eden bir sinemacılık doğuyordu. Jawsı E.T ler, İndiana Joneslar takip etti. İnsanlar bu kolay eğlenceye tapmaya başladılar. Kolay ve eğlencelinin yanında zor ama düşündüren filmlerin tutunma şansı kalmadı. İnsan yasak elmanın tadına bakmıştı bir kere. Ve böylece popüler kültürün can damarı popüler sinema, aydınlık maskeli karanlık doğdu. Bu noktadan sonra yapılan tüm filmlerde de düşünen karakterler gereksiz ve can sıkıcı olarak gösterildi. Genellikle hippi ve kafası uçmuş komplo teorisi üretip duran karakterler olarak gözümüze sokuldu ve başlarına hep kötü şeyler geldi. Ben hatırlamıyorum ki bu tip karakterlerden biri bile mutlu sona ulaşsın. Hepsi dışlandı veya öldürüldü. Bunları ağzı açık beyni kapalı halde izleyen gençlerin de bilinçaltına düşünürseniz sonu bu olur mesajı işlendi. Sonuç ise ortada. Düşünenlerin nerd, freak olarak dışlandığı, aklını hiç kullanmayan futbol takımı kaptanının en popüler çocuk olduğu bir genç nesil...
Aynı dönemde müzik de Jazz ve Bluesdan Rocka, Hard Rocka kaydı. Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple gibi gruplar Blues ritimlerini ve akorlarını değiştirerek yeni bir akım oluşturdular. Şarkıları bir şeyler anlatma derdindeydi. Her ne kadar hiçbir şey anlatmayan, sadece göze hitap eden Alice Cooperlar, Venomlar piyasada olsa da o dönemin zihinleri hala kullanılabilir gençleri bu grupların peşlerini bırakmadı. Ta ki düşünmekten yorulana kadar. Artık müzikal değer, anlamdan çok daha önemliydi. Çünkü bir yandan esrar içip bir yandan da sözlere kafa yoramazlardı. Ve müzik artık göze değil kulağa hitap ediyordu...
Düşünen insanın neler yapabileceğini bilenler gençleri zehirlemeye karar verdi. Ve hala da kullanılan Sex,Drugs and Rock'n Roll furyası başlatıldı. Sinemayla zaten beyni tembelleştirilmiş genç nesil bu mottoyla bataklığın içine çekildi.
Sex beyni durduran yegane olgu, artık gençler için vazgeçilmez halini alan bir uyuşturucuya dönüştü. Uyuşturucu, azıcık da olsa kalan beyin kırıntılarını sildi süpürdü. Rock'n Roll da günah keçisi...
Kurulan düzen hala işliyor. Yıl 2013;
Sinema : American Pastası ve türkiye versiyonu Çılgın Dershane
Müzik : Justin bieber, Nicki Minaj ve benzeri tekno ve pop şarkıları
Ama neyse ki internetin icadı ile globalleşen dünya kurtarılmak isteyen,potansiyeli olan hala çürümemiş taze yerleri kalan beyinleri aydınlığa çıkarabiliyor. Her ne kadar sosyal medya denen popüler kültürün yeni kolu sinemanın, müziğin yaptığını 5 kat hızlı da yapsa hala umut var.
Sinema : Bağımsız sinemanın yükselişi ile popüler, akılsız sinemaya karşı durulabiliyor
Müzik : Hala Anathema, Tool gibi bir şeyler anlatmaya çalışan gruplar var
Hala umut var. Düşünmek için. Sadece birazcık akıl. İnsan düştüğü bu bataklıktan ancak akıl yardımıyla kurtulabilir. Düşünmeye hep vakit var.
Sizden ricam kafeslerinizden çıkın. Dışarı çıktığınızda elinizdeki teknolojik aygıtlara bakmak yerine gökyüzüne bir bakın. Arkadaşlarınızla yüzyüze, gözlerinin içine baka baka konuşun. Havadan sudan konuşun, saçma da olsa bir şeyler anlatın. Analtılmış hikayeleri, yapılmış televizyon programlarını konuşmayın. Bir gözünüz telefonunuzda bir gözünüz arkadaşınızda olmasın. Geceleri en azından balkona çıkıp yıldızlara bakmaya çalışın. Evrenin ne kadar büyük, insanın ne kadar küçük olduğunu anlamaya çalışın. Yalvarıyorum size, kalkın artık. Bilmediğiniz sokaklarda korkusuzca yürüyün. Keşfedin. Korkarak yaşamaktansa cesurca ölün. Emin olun bu yaşamak değil. Yaşamak bunlardan çok daha falzası.
Nasıl değil, neden diye sorun kendinize.
Korkmayın. Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın, sizden başkasına yapılmasına da izin vermeyin, karşı çıkın. Savaşın. Çürüyoruz. Yaşam kafesi içinde ölüyoruz.
Gökyüzüne bakın. Dünyanın döndüğünü görün. Hayatın geçtiğini anlayın.