Pakize Kutlu'nun
Oğuz Atay'la yapmış olduğu aşağıdaki röportaj Yeni Ortam'da 30 Eylül 1972
tarihinde yayımlanmıştır.
1970 TRT Roman Ödülü'nü
kazanan ilk romanınız Tutunamayanlar'a karşı eleştirmenlerimiz genellikle
yaklaşmaktan kaçınır bir tavır takındılar. Romanınızı ödüllendiren TRT seçici
kurul üyesi edebiyatçılarımız da bu suskunluğa katılır göründüler. Tavrı bütün
olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Eleştirmenlerimizin,
daha doğrusu uzun süredir yazmayanların dışında olanların kafasında
belirlenmiş, sınırları çizilmiş bir roman tanımı var sanıyorum. Bu yüzden bir
kitabı bu ölçülere uyup uymamasına göre değerlendiriyorlar. Belki de benim yazdığım,
bir bakıma karmaşık ve alışılmadık sayfalar için henüz yeni bir kalıp
bulamadılar.
Oğuz Atay,
romanınızın yapı, içerik ve anlatım çeşitliliği bakımından alışılandan
farklılığı hemen dikkati çekiyor. Anlatım özelliğindeki değişiklikler,
sıçramalar ve hız okurun romana girmesini bir ölçüde güçleştirmiyor mu? Bu,
okurla aranızda kurmak istediğiniz bağ bakımından düşündürücü değil mi?
Ülkemizde
okur sayısı oldukça düşük. Büyük kalabalıklarla bağ kurduğu sanılan romanların
bile aydınların dışında bir okuyucu kütlesi bulunduğunu sanmıyorum. Üstelik
aydınlar, bir de kendileri hakkında yazılanları okumak zorunda. Bu bakımdan
benim gibi yeni yazmaya başlayan birini arayıp bulmak ve alıp okumak zahmetinin
üstesinden gelmiş okuyucuların, ilk bakışta yorucu görünen sayfalar arasında
güçlük çekmeyeceğine güveniyorum. Okur yazarı az olan ülkemizde bile,
okuyucular böyle bir kitap yayımlandığını haber alırlarsa, birçok yazarımızın
aklından bile geçiremeyeceği bir yetenekle daha neler neler okuyabileceklerine
inanıyorum. Okuyucuyu yeteneksiz sayarak yazmak istediklerini sadeleştirme
çabasına girişenlerin de neden oturup yazdığını anlamıyorum.
Tutunamayanlar ile
ne yapmak, neyi vermek istediniz?
Tutunamayanlar
ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar
içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, "Peki
herkes ne yapıyor?" diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği
söylemekten kendimi alamıyorum. Ben, kahramanlarımın iplerini istediği gibi oynatarak
insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman
kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım
büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük
olduğu için, acıyorum onlara; böyle büyük büyük meselelerin makale, inceleme,
deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.
Tutunamayanlar'dan
Selim Işık kimdir?
Selim
Işık, birçok tutunamayanın bileşkesidir. İntihar eden bir arkadaşım, Ural var;
ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil. Belki ben varım (bu cümleyi yazmayın).
Adlarını yazmanın sakıncalı olduğu birçok arkadaşım var. Herkesin
"tutunan" olmak istediği bir ülkede tutunamayanlığı seçen Selim
Işık'la yakınlığının olması birçok kimseye dokunur diye onların adlarını saymak
istemiyorum. Selim öldü. Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı
sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine
de kimsenin yanaşmadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın
dediğine göre, ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum.
Henüz bir karşılık alamadım.
Ya Turgut Özben?
Turgut
Özben'in durumu farklı bir bakıma. Turgut, bütün çabasına rağmen tutunamıyor.
Bu açıdan Selim kadar akıllı değil. Belki de Turgut, bir kişinin, bir
tutunamayanlar prensinin ortaya çıkarak, hepsi adına sonuna kadar dayanmasını
istediği için kata, arabaya ve küçük burjuva nimetlerine boş verip tutunamamayı
seçiyor. Selim'le birlikte Selim öldükten sonra yola çıkıyor. Son olarak bir
trende görmüşler onu. Belki yolculuğu bitmemiştir daha.
Bir de hikâyeniz
yayımlandı. Yeni Dergi'nin, Eylül 1972 tarihli sayısında. Roman ve hikâye
bağlantısı üstüne düşündükleriniz? Bugün hâlâ ayrı türler olarak tanımlanabilir
mi?
Bugünlerde
hikâye yazıyorum. Kısa yazmaktan başka bir meselem yok; çünkü 60 sayfalık bir
hikâye yazdım, bastırması güç oluyor dergilerde. Romanda şiir, oyun, makale
(hepsi uydurma elbette) gibi birçok türden yararlanmıştım. Romanın bu bakımdan
hikâyeden farklı imkânları var herhalde. İkinci romanım Tehlikeli Oyunlar'da
özellikle oyun parçaları var. Bunun dışında, bu iki tür arasında farklar varsa
onu eleştirmenler daha iyi bilirler.
Yazarlarınızı açıklar
mısınız? Neden sevdiğinizi, gerekçeleriyle?
Sevdiğim
yazarların başında Kafka ve Dostoyevski'yi sayarsam, Tutunamayanlar'ı okuyanlar
için şaşırtıcı olmaz herhalde. İnsanı, bu arada Selim Işık'ı yalnız
bırakanların dünyasında böyle yazarlara da tutunamazsak sonumuz ne olur?
Gonçarov'un Oblomov'u, bir zamanlar hepimizi çok sarsmıştı. Stendhal, Laclos,
George Eliot, Henry James, Melville, Nabokov gibi ustalardan da etkilendiğimi
sanıyorum. İnsan roman yazmak istediğinde bir yazarın dediği gibi, başka romanlara
heyecan duyarak kapılıyor. "Hayatı roman" olanların yazdığı pek
görülmüyor.