Türkçe
edebiyatın göz nuru, biriciği Oğuz Atay’ın ne yazık ki hiçbir kitabı şu âna
kadar İngilizcede yayımlanmadı. Türkçede Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar,
Korkuyu Beklerken, Oyunlarla Yaşayanlar, Eylembilim, Bir Bilim Adamının Romanı
ve Günlükler adlı kitaplarını okuduğumuz Atay’ın, Edirne’den veya Kars’tan
ötesine taşınamadığını görüyoruz. Öykülerinden oluşan Korkuyu Beklerken,
Fransızca, İtalyanca ve yakın zamanda da Almancaya çevrilirken,
Tutunamayanlar‘ın yalnızca ve yalnızca Hollandaca baskısına rastlıyoruz. Bir
Bilim Adamının Romanı da 2008 yılında Almancaya çevrilmiş. Tehlikeli Oyunlar?
Tutunamayanlar? Oyunlarla Yaşayanlar? Ne yazık ki bu kitapların hiçbiri, dünya
dili olarak kabul edeceğimiz İngilizceye çevrilmedi. Peki neden?
Oğuz
Atay’ın, neden bir Yaşar Kemal ya da Orhan Pamuk gibi uluslararası edebiyat
dünyasına taşınmadığını sormak, yalnızca bir serzenişten öte bir hesap sormadır
da benim için. Yusuf Atılgan ve Leylâ Erbil’le birlikte modern Türkçe
edebiyatının öncüsü olan Atay’ın, Tutunamayanlar‘ının ya da Tehlikeli
Oyunlar‘ının 40 yıl içinde bir İngilizce çevirisinin basılmamış olmaması üzüntü
verici bir durum. Bu kitapların yerelliğini ya da çevrilemezliğini gündeme
getirmek benim için topu taca atmak anlamına geliyor, zira ne bu yerellik
meselesi (ki bu da tartışılır) sadece Oğuz Atay’a özgüdür ne de bilinç akışı
tekniği daha önce kullanılmamış bir yazım tekniğidir. “Çevrilmesi elzem
yapıtlar” başlığında Türkiye’deki romanları listeleyen UNESCO’nun sayfasında
“günlük dil kullanımı ve kalınlığı nedeniyle en yetenekli çevirmenler için bile
çok büyük güçlükler barındırsa bile, Türkçe edebiyatı en iyi şekilde temsil
eden” kitap olarak tanıtılan Tutunamayanlar‘ı çevirebilmek için ortada herhangi
bir teknik engel olduğunu düşünmek bana safdillik geliyor. Kaldı ki elimizde
halihazırda bir çeviri bile varken.
Oğuz
Atay’ın, Tutunamayanlar‘ı ve Tehlikeli Oyunlar‘ı ithaf ettiği Sevin Seydi’nin,
Maurice Whitby ile birlikte Tutunamayanlar‘ın İngilizce çevirisini yaptıklarını
biliyoruz. Öyle ki bu kitapta yer alan DÜN, BUGÜN, YARIN isimli şarkıların
çevirileriyle bu iki çevirmen, 2007 yılında Britanya Karşılaştırmalı Edebiyat
Birliği’nin Dryden Çeviri Ödülü’nü almışlar. Ancak ödül açıklamasında dikkat
çekildiği üzere bu çeviri, telif hakları sebebiyle Birlik tarafından
yayımlanamamış. Tam çeviri eserin de var olduğu ve yakın gelecekte basılmasının
umulduğu söylenen bu açıklama, aynı umudu bizde de doğuruyor. Yıldız Ecevit’in
kapsamlı Oğuz Atay kitabı Ben Buradayım‘da, çevirinin Oğuz Atay’ın kitabı
yazarken aynı anda Sevin Seydi tarafından yazıldığı, çeviri bittikten sonra da
bir İngiliz yayınevine gönderildiği, ancak hiç tanınmayan bu yeni yazarın
romanının uzun bulunarak reddedildiği yazıyor. Acaba, telif hakları konusunda
dile getirilen bu açmazın, Oğuz Atay’ın vasiyeti ya da Sevin Seydi’nin
isteğiyle bir ilgisi olabilir mi? 40 yıl içinde İngilizce baskısının
olmamasını, bütün naifliğimle buna bağlamak istiyorum, zira Oğuz Atay
insanlarını herkesin tanıyıp okumasını büyük bir sabırsızlıkla istiyorum.
Teknik
ya da telif hakkı meseleleri haricinde, Oğuz Atay’ın yerelliği sorununa nasıl
bakmalı peki? Yerel olunmadan evrensel olunamaz, sözünün ışığında yaklaştığımız
Oğuz Atay karakterlerinde, bir Amerikalı’ya ya da bir İngiliz’e hitap etmeyen
herhangi bir şey bulabilir miyiz? Bana kalırsa bu tür soruları yanıtlamadan
önce, Atay’ın insanının özelliğini anlamak gerekiyor. Bu da bizi “insan”
meselesinin ortasına bırakıyor. Tutunamayanlar ilk yayımlandığında, kitapla
ilgili yapılan ağır eleştirilerin birinde, kitapta insan olmadığı eleştirisinin
kırk yıl sonra katılaşıp yoğun bir ironi hâline geldiğini görmek, Atay’ın
insanlarındaki somutluğu ve kanlı-canlılığı da bize bir ders gibi anlatıyor.
Atay, çünkü, bundan 40 yıl önce de olsun 40 yıl sonra da olsun, her toplumda ve
her zamanda kendi varoluş sıkıntılarını birer hayat meşgalesi hâline getirip un
ufak olmaya yazgılı vatandaşları anlatıyor. Bu insan ister üç yanı çevrili bir
yarımadada yaşasın, ister tek bir tepenin bile olmadığı dümdüz Hollanda ovasında.
Herkes kendi yalnızlığının yüksekliğinden düşse de, bu irtifa insanlara hep
aynı şeyi anlatıyor.
Tarkovski,
Mühürlenmiş Zaman’da mealen der ki: “İki insan, ömürlerinin bir ânında, tek bir
lahza dahi olsa aynı şeyi hissederlerse, birbirlerini tümüyle anlayabilirler.
İsterse biri tarihin başlangıcında, öbürü sonunda hüküm sürsün. Biri atom
çağında, diğeri buzul devrinde yaşasın. Tümüyle. Mümkündür.”
Oğuz
Atay hangi insanı anlatıyor? Oğuz Atay, kendisinin çizmediği resimde renksiz
birer evcil hayvan gibi dolaşmakta yazgılı insanı anlatıyor. Evinden çıkıp
işine giderken, bir tutsaklıktan diğer bir tutsaklığa yer değiştiren birikmeyi
anlatıyor; birden fazla zorunluluk arasında kendi yaşamını anlamsız kılan
yığınlar arasındaki insanın birikimini. Bunu bir Raskolnikov’da ya da Samsa’da
görebiliyorsak, bunu Işık’ta da Benol’de de görebiliyoruz. Konuştukları dil
farklı olsa da, anladıkları dil hepsinin aynı. Bugün Suç ve Ceza‘yı en büyük
romanlardan biri sayan dünya edebiyatı, Tutunamayanlar‘ı ya da Tehlikeli
Oyunlar‘ı bu mertebeye yükseltmemişse, bunun suçunu dünya edebiyatına değil
bize yüklemek gerekitiğine inanıyorum. Bundan 40 yıl önce insanı (ve elbette
Oğuzcuğum Atay’ı) anlayamamış olmamızın utancıyla hareket edip, bu kitapları
(ve elbette Oğuzcuğum Atay’ı), sanki geç kalmış bir özür gibi dünya insanlarına
anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyu tartışırken arkadaşımın dediği
gibi, “Atay yalnız insanı anlatıyor,” ve yalnız insan, her yerde aynı etkiyi
bırakıyor. Oksijen alıp karbondiyoksit çıkaran insanın yerelliğini sorgulamaya
kim cüret edebilir ki, Benol’un gecekondu evinin evrenselliğine taş koysun!
Avarelik.
2005
yılında Türkçe eserlerinin yurtdışına açılmasını kolaylaştırmak için Kültür
Bakanlığı bünyesinde kurulan TEDA (Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatının Dışa
Açılma) Projesi o tarihten bu yana 800′e yakın eserin Türkçe dışındaki bir dile
çevrilmesinde/yayımlanmasında katkıda bulundu (Aslında burada bir düzeltme
yapmak gerek, zira 800′e yakın eserin içine aynı romanın farklı dillerdeki çevirileri
de dahil). Peki bu proje kapsamında Oğuz Atay’ın dünya edebiyatına
kazandırılması düşünülmüş mü? Evet. Tutunamayanlar ve Korkuyu Beklerken bu
projede yer alan iki kitap. Tutunamayanlar, Hollanda’da 2011 yılında Het leven
in stukken (Parçalı Hayatlar) adıyla yayımlanırken, Korkuyu Beklerken de önce
2010 yılında Fransa’da, sonra da 2011 yılında İtalya’da okurlara ulaştı. Bu
yılın başında da iki kardeş, Selma Wels ve İnci Bürhaniye Almanya’da Pinooki
isimli bir yayınevi kurarak, Warten auf die angs adıyla bu kitabı Almanca
olarak bastılar. Ancak bu kadar. Aradan 40 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına
rağmen, Atay’ın kitaplarını çevirmek ancak 2010 yılında aklımıza gelmiş! Kaldı
ki, Tehlikeli Oyunlar‘ın herhangi bir dile çevrilmesi söz konusu bile olmazken,
Tutunamayanlar‘ın, dünyaya yayılması için neredeyse şart olan İngilizcede
herhangi bir baskısı yok. Almanca, İspanyolca veya İtalyancada bile yok. Bunu
sadece ilgisizlik olarak görebilir miyiz acaba?
Yurt
dışına kitap ve yazar “pazarlamak”, meşakkatli bir iş. Orhan Pamuk ve Elif
Şafak bunu son zamanlarda oldukça başarılı bir şekilde yapan iki yazarımız.
Sema Kaygusuz da son dönemde yıldızı daha da parlayan uluslararası
yazarlarımızdan biri. Tabii İngilizce edebiyat dünyasına girmek için ille bir
Nobel Ödülü’ne sahip olmanız ya da soyadınızı İngilizce okunuşa göre revize
etmeniz yetmiyor, iyi bir tanıtım ve kulis de olmazsa olmaz arasında. Shafak,
kitaplarını zaten İngilizce yazdığı için bu konudaki birincil sorunu kendisi
çözmüş oluyor. Onun kitaplarını bizim okuyabilmemiz için önce “bize” çevrilmesi
gerekiyor. Sema Kaygusuz, son iki kitabını Avrupa’daki yazarevlerinde, aldığı
burslarla yazıyor. Orhan Pamuk, tüm dünya dillerinde toplam on milyondan fazla
kopya satan, Türkiye’nin en çok satan yazarı. Dolayısıyla buradaki trenler
raylarında ilerleyip gidiyor, Türkçe edebiyatı dünyaya duyuruyor. Sevgi ve
saygıyla izliyorum, ancak hep bir burukluk duyuyorum: Selim Işık’ı neden sadece
ben biliyorum? Neden Hikmet Benol’ü sadece ben okuyorum? Bu daha ne kadar devam
edecek? Bunu büyük bir içtenlikle bekliyor ve istiyorum çünkü,
Oğuz
Atay’ın okuyucusu sadece burada değil, orada da!
Ali Ünal 19/5/12