Yavaştan sesler yitmeye başladığında ışıkların değerini
anlar oldum. Gözümüzün gördüğü yere kadar başını eğmiş sokak lambaları
aydınlatıyordu yolumu, tüm kargaşa bitince, huzmelerin arasından sızan yağmur
damlaları ağırdan ağırdan naza çekiyordu kendilerini. Toprak kokusu çoktan
doldurmuştu geceyi.
Tek başıma kaldığı söyleyeceğim kimse yoktu kendimden
başka, şapkamdan süzülen damlanın teki sigaramı söndürmeseydi ciğerlerimi
doldurmaya devam edebilirdim halbuki, fakat gecenin sessizliğinde sarhoş olmuş
gökten süzülen yağmurun içine bir cız sesi karıştığında, göz kırpması gibi
yenileniyor insan beyni. Farkına varıyorum.
Hissettiklerimin çoğu yeni desem tümden yalancı çıkar
çok da para kazanabilirdim ama ne cebimde içecek param var ne de hislerim yeni.
Anlaşılan o ki zamanın içinde yıpranmış umutlar büyüyor, geçen günler elime çok
da bir şey tutuşturmasa da öldürmüyor aynı zamanda.
Yürüyorum, sokak uzadıkça uzuyor, süzülüyor ayaklarımın
altından damlalar, yolunu bulmak için birini durdurup soru sorma gereği de
duymuyorlar, dertleri de yalnız bu olsa gerek.
Paltomun omuzları su su çekiyor, nefes alışlarımdan
belirli aralıklar su birikiyor burnumda, siliyorum. Kendimle birlikte,
ceplerimde ellerim ağır ağır sokağın ortasında yürüyorum. Gece çoktan uykuya dalmış,
gün kalkmak için vaktini bekliyor.
Düşündükçe yalan söylemediğim de ortaya çıkıyor, yeni
değil yaşadıklarım, bunlarım hiçbiri muhtemelen hiç bitmeyecek. Ayrılık denen
şey kimilerine göre büyük sorunlar teşkil etse de bazısına göre kolaya kaçıp paçayı
kurtarma çabası. Sürekli büyük çoğu da boş laflar söylendiğinde teker teker
yutuluyor her biri, anlık duyguların pençesinde çırpınırken alınan kararların
gölgesinde durmak ise zaten tahmin edilen bir eylem.
Ayağıma gelen taşa vuruyorum. Sektikçe sekiyor inişte,
bilmeyen, görmeyen aşağılarda bir yerlerde birilerinin selden boğulacağını
söyler muhakkak süzülen suları görse. Ayağımı her bastığımda ayakkabımın
üzerine doğru çıkışı ise hep fizik kurallarından.
Dayanamayıp bir sigara yakıyorum. İçime çektiğim
dumanla dolan ciğerlerimin acısını hissediyorum göğsümde, her ışığın açısına
göre dalgalanmalar yapan dumanım esmeye başlayan rüzgara karışıyor. Azıcık serinliyor
etraf, toprak kokusu dağılıyor. Gecenin içine uğultular doluyor hafif hafif,
yoluma devam ediyorum.
Üzüldüğüm insanlar var bu hayatta. Tanıdığım kadarıyla
hiç de tanıdığım kişiymiş gibi davranmayanlar var, insanoğlu çok garip bir
varlık, küçüklüğün, saflığın, utanmanın, belki de hayatın ona sunduğu oyunun
etkisiyle yapabiliyor bunu, suçu bu yüzden sadece ona yüklemek olmaz.
Sevdiğim, değer verdiğim insanlar da var, oturup bir
insana derdini anlatabilmek hele hele o insanın anlattığınız derdi anlaması
kadar rahatlatan başka bir şey var mı? Yüreğim huzurla doluyor. Anlaşılmamak hislerin
en kötüsü.
Adını unuttuğum bir günde, adını unutmaya çalıştığım
insanları düşünüyorum, aklımdan hiç çıkmayan insanları anımsıyorum. Her duman
çekişimde zihnim biraz daha açılıyor, esen rüzgara inat yürümeye devam ettikçe
sokaklar inadına daha da uzuyor. Ara ara kediler çıkıyor bir yerlerden, kimi
pencereden ışıklar vuruyor geceye, kimi sokak lambası yaşama göz kırpmış, bazı
yaprakların yoluna devam edebilmesi için yardım gerekli… ben sürekli bir
şeyleri düşünerek yürüyorum. Şehir yeni bir gün için hazırlanmaya başlamadan
önce aklımdaki tüm düşünceleri, hissettiklerimi bir kenara bırakabilmek için
çaba sarf etmem gerektiğini biliyorum. İçimden kimi zaman küfür etmek geliyor. Ağzını
bozmak sinirlendiğinde sigaraya sarılmak gibi. Bu sessizliğin içinde,
içimdekileri bağıra bağıra kussam, sonu belli bir senaryo yazmış olurum, içime
atmaktansa kendimle konuşmak, beni en çok anlayan kişiyle dertleşmek, bilmem
hangi saatte, hafif soğuk gecenin içinde yapılması en güzel olay, tütünü de
unutmamak gerek. Yine de akla gelince hüzünleniyor insan.
Ve yağmur…