Usta
yazarımız Yaşar Kemal, ‘Bir Ada Hikayesi’ dörtlemesinin sonuncu kitabı ‘Çıplak
Deniz Çıplak Ada'yı tamamladı. Kitap 5 Ekim'de çıkıyor. Kendisiyle konuşmak
istedik ama sağlık durumu nedeniyle röportaj kabul etmiyormuş. Yapı Kredi
Yayınları tarafından yapılan Yaşar Kemal röportajını aşağıda okuyabilirsiniz.
Yaşar
Kemal, yazımı 8 yıl süren Çıplak Deniz Çıplak Ada için: “Bu dörtlü belki de
roman gibi roman değildir, acılarımı, üzüntülerimi, öfkemi, sevinçlerimi,
sevgimi döktüğüm belki başka bir anlatım çeşididir” diyor.
Sizi
yazmaya iten neydi? Ne zaman ve nasıl yazmaya karar verdiniz?
Ben
edebiyata çocukken başladım. Çocukluğumda bizim köye çok aşıklar, destancılar
gelirdi. Onlara çok meraklıydım. Köye her destancı geldiğinde ben onun
yanındaydım, sonra onlar gibi şiir söylemeye başladım. Köyün kayalık dağına
çıkar dağ üstüne, çiçekler üstüne türküler söylerdim kendi kendime. Epopenin
kırıntıları bile olsa hala yaşadığı böyle bir dünyada büyüdüm. Eğer modern
edebiyatla karşılaşmasaydım - ki karşılaşmam tesadüftür - bir destancı olurdum.
On altı ya da on yedi yaşlarımda folklor derlemelerine başladım. Bir de
tekerlemeler, destanlar, masallar derledim.
Okulu
bırakınca Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalışmaya başladım, habire okudum. Biz
Cumhuriyet sanatçıları Tercüme Bürosunun çevirdiği dünya klasikleriyle yetiştik.
Tercüme Bürosundan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını,
tarih kitaplarını okuyordum.
Benim
ustalarım, benim toprağımın sözlü edebiyatıdır. Stendhal, Tolstoy, Gogol,
Dickens de benim kaynaklarımdır. Bir romancı Faulkner’i, Kafka’yı, klasikleri,
hem Batı hem de Doğu ustalarını özümsemeden nasıl roman yazabilir?
Bana
hep sordular, sen romanı niçin yazıyorsun? Bilemem dedim, bilsem de söyleyemem.
Bir tek şey biliyorsam o da yaşamım boyunca bir tek düşüm olduğu, bundan sonra
biraz daha, biraz daha güzel yazabilmek.
Okuduğunuz
ilk roman neydi?
İlk
okuduğum roman Alphonse Daudet’nin Le Petit Chose idi. Daudet'nin torununun
Ceyhan'da bir çiftliği bir de küçük fabrikası vardı. Kitabı da Amasya'da bir
öğretmen çevirmişti. Ondan sonra da Kerem ile Aslı’yı okudum. Beni ilk
etkileyen kitap Don Kişot oldu. Onu okuduğumda on yedi yaşındaydım. Daha önce
Don Kişot’tan parçaları bizim ilkokul kitabında okumuştum ama, işte öyle, pek
ciddiye almamıştım. Don Kişot’u okuyunca yeni bir dünya buldum. Günlerce
etkisinde kaldım. Cervantes bütün insanlığımı, yüreğimde sakladığım birçok
gizi açıklamıştı. Bir karanlığa gömülmüş, sonra da içimde bir yücelme olmuştu.
Bir
Ada Hikayesi'ni yazma fikri ilk ne zaman ve nasıl oluştu?
Bizim
köyümüzde okul yoktu. İlkokulu okumak için Kadirli'de bir akrabamızın evine
gittim. Bir süre orada kaldım. Ama o evde kalmak istemediğim için okula kendi
köyümden yürüyerek gidip gelmeye başladım. Yürürken hep bir köyden geçiyordum.
Bu köyle ilgili bazı şeyler duymuştum. Bu bölgeye yabancı insanlar gelmiş,
yerleşmişler. Sıtmadan ölmüşler, etraftan çeşitli kötülükler görmüşler.
İlkokulun sonuna kadar o köyden hep geçtim. Hep hikayelerini duydum, dinledim.
Biraz büyüdüm, ilkokulu bitirdim. Köyün önünden tekrar geçtim. Büyük bir baca
gördüm. O bacayı Ceyhan ırmağından topladıkları taşlarla yapmışlar. Kalın
yüksek bir baca...
Ortaokula
geldiğim zaman Hemite köyünde babamın akrabalarından annemin de arkadaşı bir
kadın bana o köyde ne olduğunu anlattı. Birlikte ormanın içine gezmeye gittik.
"Bak oğlum" dedi ve devam etti: “Burada göçebeler, mübadiller vardı.
Bunlar Yunanistan'dan gelen Türkler’di. Böyle üç köy vardı Anavarza’nın
yanında. Çok güzel köyler."
Bu
köyü, hikayesini öğrendim. O köye yerleştiklerinde çok güzel evler yapmışlar,
köyü güzelleştirmişler. Etraftaki köylüler bu insanlara zulüm yapmışlar. Bu
insanlar "Bir gün gideceğiz" deyip gitmişler. 15, 16 yaşıma
geldiğimde bu insanların nereye gittiklerini bulmaya çalıştım. Bulamadım.
Bulamadığıma çok üzüldüm.
Abidin
Dino’ya bu Çukurova'daki köyün, mübadillerin hikayesini anlattım. "Ne
duruyorsun, en güzel konu bu. Bunu şimdiye kadar hiç kimse doğru dürüst
yazmadı. Doğru dürüst diyorum ama belki de kimse yazmadı" dedi. Abidin Bey
Yunanca bilirdi, İngilizce, Fransızca, Rusça bilirdi. Eh bir de resim yapmasını
bilirdi.
Ben
Bir Ada Hikayesi romanlarımda mübadeleyi yazdım. Benim için mübadele sadece bu
romanlarda anlattığım mübadele demek değil. Benim ailem de mübadele yaşamış.
Ruslar Van'a geldiği zaman bizimkiler sürgün olmuşlar. Bütün Anadolu'da
gezmişler, Çukurova'da bu köye yerleşmişler. Bu mübadele hikayesini bu hırsla
yazdım.
Çıplak
Deniz Çıplak Ada’nın editörlerinden Güven Turan “Dörtleme hem bir Yaşar Kemal
klasiğidir hem de diliyle, yarattığı kişilerle, yarattığı doğayla Yaşar
Kemal’in romancılığında önemli bir yeniliği işaret eder. Yaşar Kemal, mitos
yaratıcısıdır… Ağıtların diliyle, kendi özgün dilini (hiçbir yazara benzemez ve
asla taklit edilemez) harmanlamış, çeviride bile yitmeyen anlatısını kurmuştur”
diyor. Bunun için ne söylemek istersiniz?
Son
romanım dört kitaplık “Bir Ada Hikayesi”, kendi dilini de kendisi getirdi,
yazdığım dört kitapta bana yazmaktan başka bir şey kalmadı diyemeyeceğim. Bir
roman yaratılırken dil önemli de, dilden bile önemli başka ögeler de vardır,
romandaki tiplerin özsel durumları, içinde bulundukları durumlara karşı
tutumları. Bir romancı hangi olayı yazmışsa, yazmak kimi romancılar için bir
mutluluktur, o konu, oradaki insanların tutumları, durumları, onu yürekten
kavramıştır.
Yunanistan’dan
gelenlerin başlarından geçenleri, savaşlardan dolayı yurtlarından olanları,
Balkan, Doğu Anadolu, Karadeniz göçmenlerinin derin acılarını yaşadım. Bir
romancının romanlarında o romancının hangi sebeplerden yazdığı belli olur. Bu
roman benim çocukluğumdan bu yana gelen maceramdır. İnsanın toprağından
ayrılmasının ne menem bir bela olduğunu hep canevimde duydum, onun ağıtları,
destanlarıyla büyüdüm, “haribé vay haribé!” Bu roman da Dağın Öte Yüzü üçlüsü
gibi yaşamım ve tanıklığımdır.
Dört
cildin tamamının yazımı ne kadar sürdü?
1996
yılında Bir Ada Hikayesi'nin ilk kitabını yazmaya başladım. Çıplak Deniz Çıplak
Ada’nın yazımı 8 yıl sürdü. Bugüne kadar hiçbir romanımı 8 yılda yazmadım.
Yazmaya başladığımda hastalandım ancak ne olursa olsun bitireceğim dedim.
Bir
Ada Hikayesi kaç dilde ve hangi ülkelerde yayımlandı?
Bir
Ada Hikayesi kitapları Almanya, Fransa, Yunanistan ve İtalya'da yayımlandı.
İran ve benim bilmediğim başka ülkelerde de kitaplarım çevrilip yayımlanıyor.
Telif yasası olmadığı için izin almadıkları gibi, bir kopya dahi yollamıyorlar.
Ancak bir arkadaşım bana gönderirse haberim oluyor.
Bir
Ada Hikayesi'nin her bir cildini, diğer romanları yazarken yaptığınızı
söylediğiniz gibi, önce kafanızda mı yazdınız?
Bütün
kitaplarımı yazmadan senelerce önce düşünürüm. Çocukluğumda düşündüğüm bir
mesele var, bugünlerde yine onu düşünüyorum - orman sorunu... Aklımda başka
konular da var. Onlardan biri iki kadınla ilgili. Osmanlı zamanında kahramanca
çalışmış bu kadınlar.
Romanlarınızda
genellikle hep bir toplumsal değişim sürecinden bahsediyorsunuz. Eskiye göre
artık her şey çok daha çabuk kabuk değiştiriyor, başkalaşıyor. Bu durum sizi
rahatsız ediyor mu?
Hep
değişimler yazmadım mı? Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufcuk Yusuf, Binboğalar
Efsanesi, “en çok bu romanı yazdığımdan mutluyum” ya ilk romanım olan Höyükteki
Nar Ağacı, Al Gözüm Seyreyle Salih, şimdi de Bir Ada Hikayesi… Daha
sayabilirim. Bundan sonra da elbette değişim romanları yazacağım. Değişim,
bugünkü bilgilerimize göre insanın, dünyanın, evrenin bir gerçeği değil mi?
Çağımızda
dünya her yönüyle kabuk değiştiriyor. Değerler alt üst olmuş. İnsanı insan
yapan birçok değer yok oluyor. Ben çoğu kez yılanın kabuk değiştirmesini örnek
veririm çünkü yılanın kabuğundan sıyrılması inanılmayacak kadar zor bir iştir,
yürek paralar. Yılan kabuğunu değiştirirken yerine başka bir kabuk gelir,
eskisini atıp gider yaşamını sürdürür. Ölen değerlerin yerine ise o çapta bir
değer gelmiyor. İnsan bu değişimin acısını yürekten duymaz olur mu? Bugünkü
dünya düzeni dünyamızı bitirebilir. Doğa kırımı, savaş kırımlarıyla başa baş
gidiyor. Savaş ve doğa kırımı sürdüğü sürece insanlığın sonu gittikçe
yaklaşıyor korkarım
Romanlarınızın
genel konusu Çukurova'yken, bu romanda mübadeleye nasıl geçtiniz? Karşılıklı
olarak yerlerinden edilmiş insanların mutsuzluğu ve tedirginliğinin bir romancı
olmanın dışında, sizin hayatınızla da paralelliği var mı?
Amerika'da
katıldığım bir konferansta dinleyiciler arasından büyük bir yazar "Neden
hep Çukurova'yı yazıyorsun?" dedi. "Ben sadece Çukurova'yı yazmıyorum
ki" dedim. Durdum bekledim. "Neyi yazıyorsun başka?" dedi.
"Hayır, Çukurova'yı yalnız ben yazmıyorum. Tolstoy yazıyor, Dostoyevski
yazıyor." Çukurova'sını yazmayan hiçbir yazar büyük romancı olamaz. Hatta
ben yazarım diyorsa da, yazar değildir. Ben Çukurova'yı herkes kadar yazdım.
Stendhal da kendi Çukurova'sını yazmıştır. Yukarıda da anlattığım gibi benim
ailem de bir mübadele yaşadı. Benim de yaşadığım bir mübadelem var. Benim
anlattığım Çukurova'da mübadele de var.
Genellikle
romanlarınızı insanları umuda sürükleyecek bir sonuçla bitiriyorsunuz. Bir Ada
Hikayesi dörtlüsü de böyle mi bitiyor?
Bir
yazarın sorunu yalnızca umut vermek değildir. İnsanların yaşadığı derin ve
birbirinden farklı sorunlar vardır. Onun için bir yazar insanların macerasını
çok iyi bilmelidir. Ancak insanların macerasını çok iyi bilen bir yazar iyi bir
yazardır. Bu romanın bitişi yazara ait bir bitirmedir. Yazar böyle bitirmek
istemiştir. İnsan çok zengindir, başka bir yazar başka türlü bitirecektir.