Bir
şeyi yapmak isteyip de yapacak cesareti kendimde bulamadığımda; mesela bir kıza
çıkma teklif edeceğimde ya da bir insana hoşuna gitmeyecek şeyler
söylemek istediğimde kendime hep aynı soruyu sorarım.
‘‘Ne
kaybedersin?’’
Bu
soru beni yüreklendirir, silahı ateşlemeden önce parmağımdaki güç olur.
Kendimden emin olmadan basarım tetiğe. Sonrası muamma… Ya hedefi vururum ya da
attığım kurşun geri tepip beni yaralar. Her iki ihtimalde de sonuçlarla
ilgilenmem. Ne oldu da kazandım ya da neden kaybettim diye düşünürüm. Kazanmak
için birilerine yaranmaya çalıştım mı? Yalan söyledim mi? Kendimden ödün verdim
mi? Bu soruların cevabını veririm kendime. Her zaman dürüst olamıyor insan,
kendine bile. Kötü niyetli olmasa bile yalan söylediğim olmuştur. Kişiliğimden
de ödün verdiğim olmuştur; mesela normalde hayatta izlemeyeceğim, hatta
izleyenleri ağır bir biçimde eleştirebileceğim yapış yapış duygusallık içeren,
gerçekle ilgisi alakası olmayan romantik bir filme sırf bir başkası istediği
için gittiğim olmuştur. Hayır desem, bencil olurum diye avutmuşumdur kendimi.
Burada cevaplayamadığım bir soru var. Kendinden ödün vermemek için bencil olmak
mı gerekiyor? Cevap evetse, üzgünüm ama zaman zaman kendinden ödün veren
biriyim. Son olarak birine yaranmaya çalıştım mı? Benim için iyi olanı sona
saklarım hep. Büyük bir gururla hayır diyebilirim. Bu, zaman zaman
başarısızlığımda bir etken olsa da vicdanım rahat. Hoş, yaşadığımız dönemde
kişinin vicdanlı olmasının bir boka yaradığı söylenemez. Böyle bir dönemde yaşamak bir boka
yarıyor mu, bunu da sonra yazarız.
Sonuçta,
geride bıraktığım yirmi üç yıla dönüp baktığımda kaybettiklerim de olmuştur
kazandıklarım da. Öyle büyük zaferler elde ettiğimi hatırlamıyorum, hepsi küçük
şeylerdi. Yenilgilerimse hep büyük oldu. Ne kaybedersin diyerek yola çıktım ve
ağır mağlubiyetler aldım. İnsanın kaybedecek bir şeyinin olmaması bugüne kadar
söylenen en büyük yalanlardan biri. Hiçbir şey kaybetmese bile yeniden bir
şeylere başlama isteğini yitiriyor insan.